Mübadele denince akla mal değişimi geldiği gibi ayrıca I. Dünya Savaşı'nın ardından Osmanlı Devleti'nin parçalanmasıyla Türkiye ile Balkanlar'daki ülkeler arasında nüfus değişimi yani mübadele de gelir.
Fakat resmi tanımını bir yana bırakırsak mübadele denince benim aklıma ilk gelen doğup büyüdükleri topraklardan koparılıp, zorla göç ettirilen insanların çektikleri acılar, sıkıntılar, ölümler, çileler gelir.
Yaşananlar göstermiştir ki bu insanların acıları, çileleri zorla göç edip, yerleşecekleri coğrafyaya ulaşmakla bitmemiştir. Çünkü mübadeleye tabi tutulanlar yerleştirildikleri yerlerde de istenmemişler, dışlanmışlar, ötekileştirilmişlerdir.
Zorla göç esnasında da çok sıkıntılar yaşanmıştır. Mübadillerin bir kısmı insan taşımaya elverişli olmayan yük taşınan gemilere bindirildiler. En kötü ve zor koşullarda uzun süren yolculuklarında o zaman çok yaygın olan salgın hastalıklar nedeniyle bir kısmı yolda öldüler ve cesetleri denize bırakıldı.
Hatta anlatılanlara göre çocuğu ölen kadınlar, çocuk denize atılmasın diye, kucağında ona ninni söylüyor ayrıca çocukla konuşuyor ki çocuğunun öldüğünün farkına varılmasın, karaya çıktığında gömebilsin mezarı belli olsun.
Türkiye ile Yunanistan arasında 30 Ocak 1923’te imzalanan protokolle Türkiye’deki Ortodoks Rumlarla Yunanistan’daki Müslümanların zorunlu göçü öngörüldü.
Sözleşmenin imzalanmasından sonra Yunanistan’a yaklaşık 1 milyon 200 bin Ortodoks Rum gitti, yaklaşık 500 bin Müslüman da geldi.
İnsanların dilini, ulusunu değil dinini yani Müslümanlık ve Ortodoksluğu esas olan sözleşmenin birinci maddesinde “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak, zorunlu mübadelesine girişilecektir. Bu kimselerden hiçbiri, Türk Hükümetinin izni olmadıkça Türkiye’ye, Yunan Hükümetinin izni olmadıkça Yunanistan’a dönerek orada yerleşemeyecektir.” diyordu.
Zorla göç anlaşmasının kapsamındaki binlerce insan son bir kez aile mezarlıklarına bile gidemediler, tarlalarında ürünleri, bahçedeki ağaçlarında meyvelerine dokunma ve anılarına veda etme fırsatı bile bulamadılar. Ama bir gün geri döneriz diye yanlarına alamadıkları altınlarını, eşyalarını bahçelerine gömdükleri halen söylenir.
Doğup büyüdükleri topraklardan koparılan insanlar yaşadıkları vatan bildikleri yerlerde; devletler arasındaki olayları çıkarmışlar gibi sorumlu sayılıyorlardı.
Yunanlarla mübadele sözleşmesi 30 Ocak 1923’te sözleşme imzalanıyor. 1924 yılında çok yoğun bir göç başlıyor. Fakat sonra bu iki ülke arasında anlaşmazlık çıkıyor. Anlaşmazlığın nedeni Taşınmazların hesabında hangi tarafın ki daha değerli diye. Çünkü hepsine bir değer biçmişler. Sonuçta 1930 yılında son bir anlaşma yapılıyor ve bu taşınmazlarla ilgili bütün problemler 1930 yılında bitiyor. Yapılan hesaba göre Yunan Hükümeti 450 bin İngiliz lirası borçlu çıkıyor ve bu parayı ödüyor.
Mübadillerin yaşadıkları aslında tam bir dramdır, tam bir trajedidir.
Doğup büyüdüğün, aile komşu çevre anılarından, malından mülkünden bir gece de ayrılmak zorundasın. İşkence gibi acılarla dolu bir yolculuk geçirirken, bir kısım yol arkadaşınız hastalıklar içinde kıvranırken bir kısmı ölürken nihayet sağ kalanlar yolculuklarını tamamlayamıyorlar.
Fakat bilmedikleri tanımadıkları bu yeni çevrede-yerlerde dışlandılar.
Yunanistan’a giden Rumlar orada horlanmış, ötekileştirilmiş, hatta kimi yerde “Türk tohumu” olarak karşılanmışlardı.
Bizim Kapadokya bölgesinden giden Rumların ana dili Türkçeydi. Bu bakımdan da Yunanistan’da ayrıca sıkıntı yaşadılar. Bir kısım kadın Rumlar din değiştirip Türklerle evlenerek Türkiye’de kalma yollarını denediler.
Türkiye’ye gelen mübadillerin bir kısmı da benzer durumlarla karşılandılar.
Bunlara gavur veya gavur tohumu diyen vicdansızlar oldu.
2021 yılı Mayıs ayında bile Akçakoca Müftüsü Şaban Soytekinoğlu,
“Yüzde 90’ı Selanik göçmeni ve Sabetayist. Ne demek Sabetayist? Müslümanlığa girmiş gözüken Yahudiler. Aslında Müslüman değil..Bunlar dünyanın neresinde olursa, şu an ses çıkarmadıklarına bakmayın, İstanbul ’da gezi olaylarında otellerinde insanları barındıran kimdi? Gene Yahudiler idi. Şu an birisi bir takımın başında. Bunlar gücü, kuvveti eline geçirdiği zaman size de aynısını yaparlar” diyerek Selanikli kardeşlerimize suç konusu olan bir ithamda bulundu.
Bunları yazmamın nedeni Yıldız Altaş Yıldız’ın yazdığı “Sophia’nın Gözyaşları” adlı kitap.
İnsan babasının dizi dibine çocukken oturur ama Yıldız torunlarına bıraktığı en değerli anı olan kitabını yazmak için babasının dizi dibine yeniden oturdu. Mübadele ile ilgili yaşanmış gerçek bir öykünün izini sürdü. Sophia’nın Yunanistan da annesiz büyüyen çocuklarıyla görüştü.
Ordu’da yaşayan Rum bir ailenin kızı olan Sophia’nın 1923’teki mübadele esnasında 2 çocuğunu Yunanistan’a gönderip, sonradan sınır kapılarının kapanmasıyla kendisinin gidemeyip Türkiye’de kalması ve dedesiyle evlenmesini, iki çocuğunun özlemiyle yaşamasını anlattı. Elbette ki madalyonun öbür yüzünde de annesiz-babasız büyüyen çocuklar var.
Yani özetle gitmekte zor ve acı, kalmakta zor ve acı.
Mübadele adı altında yaşanan bu süreçte yeni bir yaşama tutunmak, yeni bir yaşama dokunmak isteyen insanların değişik bir öyküsü “Sophia’nın Gözyaşları”.