Din ve vicdan özgürlüğü, insanın yaşam ve ölümle ilgili bağını hep diri tutmaya bir vesiledir aynı zamanda ve bu bağı koparmak, insanların dini yükümlülüklerini yerine getirmesine her ne gerekçeyle olursa olsun engel koymak süregelen çatışmaların da sebebi olmuştur her durumda.
Dinimiz, hoşgörüye dayanmayan herşeyi reddetmektedir özünde ve herkesin eşit olduğuna vurgu yapmıştır her defasında. Oysa günümüzde ve geçmişte de insanlarımız dini yükümlülüklerini yerine getirebilmek konusunda her daim bir engellemeyle ya da baskı ile karşılaşmıştır.
Oysa ki din ve vicdan özgürlüğü yadsınamaz bir temel haktır. Din ve vicdan özgürlüğünün demokratik toplumun temellerinden biri olmasının kökeninde dinin hem bir dine bağlı olan bireyler tarafından hayatı anlama ve anlamlandırmada başvurdukları temel kaynaklardan biri olması hem de toplumsal yaşamın şekillenmesinde önemli bir işlev görmesi bulunmaktadır.
Avrupa Insan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme), "Din özgürlüğü her ne kadar öncelikle bireysel vicdanı ilgilendiren bir mesele olsa da, o aynı zamanda, diğer şeylerin yanı sıra, kişinin dinini açıklama özgürlüğünü de ifade etmektedir. Söz ve amelle tanıklıkta bulunma, dinsel inançların varlığı ile bağlantılıdır." (Kokkinakis/Yunanistan, B. No: 14307/88, 25/5/1993, § 31) demek suretiyle Sözleşme'nin 9. maddesinin din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin iki alanı koruduğunu belirtmiştir. Bunlardan birincisi, herkesin düşünce, din ve vicdan özgürlüğüne mutlak olarak sahip olduğu içsel alan, ikincisi ise bu hakkın dışa vurulması sonucu ortaya çıkan ve sınırlı olan dışsal alandır.
AİHM, Sözleşme'nin 9. maddesinin, yalnızca kişinin dinini ve inancını açığa vurma özgürlüğüne sınırlama getirmesinin sebebinin, farklı dinlerin bir ve aynı nüfus içerisinde yer aldığı demokratik toplumlarda, değişik kesimlerin menfaatlerini uzlaştırmak ve herkesin inançlarına saygıyı temin etmek olduğunu açıklamıştır (Kokkinakis/Yunanistan, B. No. 14307/88, 25/5/1993, § 33). Yani AIHM, din ve vicdan özgürlüğünün, kültürel olarak farklı toplumlardaki değişik kesimlerin menfaatlerini uzlaştırmak ve herkesin inançlarına saygıyı temin etmek amacıyla sınırlandırılabileceğini ifade etmektedir.
Peki zaten islam dini nedir? Dinimiz zaten en zor şartlarda dahi uzlaşmayı ve saygıyı emretmemekte midir?
İslâm, özünde; sevgi, hoşgörü, sabır, tevekkül, din ve vicdân özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, rahmet, müjde, kolaylık, iyilik ve güzellikler, hayra ve iyiliğe çağırmak, kötülüklerden sakındırmak, sözünde durmak, herkese insanca yaklaşmak, zararlı olan her türlü kötü söz ve davranışlardan uzak durmak; sonuç olarak mükemmel bir insan olmaktır.
İslâm hayat ile içiçedir. Bu ikisi birbirinden ayrılmaz iki unsurdur. İslâm'ı hayattan, hayatı İslâm'dan ayıranlar, ilâhî dinin gerçeğini tanıyamamış olanlardır. Dinimizin özünde hoşgörü bulunmaktadır. Yani, dinimiz herkese insanca ve merhametle yaklaşmayı emretmektedir. Kin gütmenin, düşmanlık beslemenin olduğu yerde islam yoktur, dinimizde yalnızca yüce Yaradana teslimiyet vardır.
Din ve vicdan özgürlüğü hakkını gereken manada yorumlamaktan uzak olan AIHM ise yine de, Sözleşmenin 9. maddesini şu şekilde yorumlamaktadır; din özgürlüğü hakkı beş özgürlük içermektedir: Birincil özgürlük olarak bir dine sahip olma özgürlüğü, ki bu özgürlük a contrario ele alındığında herhangi bir dine sahip olmama özgürlüğünüde içerir. Buradan türeyen ikincil özgürlükler olarak da dinini değiştirme, dinine göre ibadet etme, dinini öğretme ve uygulama veya ayin yoluyla dinini açıklama özgürlükleri. İkincil özgürlüklerden son üçü bireysel gerçekleştirilebileceği gibi, kolektif bir şekilde de ortaya konabilir.
Hangi davranışların bir dini açıklama sayılmak suretiyle 9. madde altında koruma gördüğü, devletin bu özgürlükleri sağlamak için altına girdiği yükümlülükler, bu özgürlüklerin birbirleriyle ilişkileri ve belki de en önemlisi, bu özgürlüklerden hangilerinin sınırlandırmaya tabi tutulabileceği gibi sorular ise din özgürlüğünün farklı boyutlarıyla ilgili olarak kabul edilmektedir. Yani takdir hakkı Mahkeme`nindir.
Somut bir örnek vermek ve yanıbaşımızda Bulgaristan`da yaşanan o kan dondurucu olayın, camide namaz kılan insanımızın nasıl da o namazdan alıkonulduğunun Mahkeme tarafından yapılan yorumunu ise sizlere aktarmak istiyorum bu yazımda.
Söz konusu karar, Bulgaristan`da yaşayan müslümanların namazlarının hakaret ve şiddete başvuran göstericiler tarafından bozulmasının engellenmesi ve bu hususta soruşturma yürütülmesi konusunda uygun adımların atılmaması bakımından önem arzetmektedir (Karaahmed / Bulgaristan - 30587/13, 24.02.2015).
Olay şu şekilde gelişmiştir: Başvuran, 2011 yılı Mayıs ayında bir Cuma günü öğlen vakti, cuma namazını kılmak amacıyla Sofya’daki bir camiye gitmiştir. Aynı gün, sağ görüşü destekleyen bir siyasi partinin lider ve destekçilerinden oluşan yaklaşık 150 kişi, ezan sırasında camideki hoparlörlerden gelen sesleri protesto etmek amacıyla söz konusu alana gelmiştir. Olay, kameraya kaydedilmiş ve Bulgaristan televizyonunda yayınlanmıştır. Kayıtlarda, çoğunlukla siyah giymiş, ibadet eden topluluğa hakaret yağdıran, yumurta ve taş atan göstericilere yer verilmiştir. Bazı göstericilerin ezan sesini bastırmak amacıyla caminin çatısına kendi hoparlörlerini yerleştirmeleri ve ibadet eden kişilerin de söz konusu hoparlörleri sökmeye çalışmaları üzerine, aralarında bir arbede yaşanmıştır. Polislerden bazıları, kavga eden tarafları ayırmaya çalışmış ve üç kişiyi gözaltına almıştır. Bazıları ise, diğer göstericilerin ibadet alanına girmelerini engellemek amacıyla alanı kordon altına almıştır. Olay, saat 14.00 sularında, göstericilerin olay yerinden ayrılmalarının ardından sona ermiştir.
Evet, bir grup, kılınan namazı engellemek adına herşeyi yapmış ve neredeyse hiçbir engelle karşılaşmamıştır.
Mahkemeye göre dava, çatışan iki hakla ilgili bir sorun ortaya çıkarmıştır. Söz konusu haklar, siyasi parti üyelerinin ifade ve barışçıl toplanma özgürlüğü hakları ile ibadetlerini yerine getiren Müslüman kişilerin din özgürlüğü haklarıdır.
Çoğulculuk, hoşgörü ve geniş fikirliliğe dayalı bir toplumda önemli bir yerinin olduğu kabul edilen bu haklara, kural olarak, eşit derecede saygı gösterilmesi ve aralarında bir denge kurulması gerekmektedir. Devletler, her iki hakkın da korunmasını sağlamalıdır. Bu amaçla, uygun bir yasal çerçeve oluşturmalı ve söz konusu haklara uygulamada saygı gösterilmesini sağlamaya yönelik etkin önlemler almalıdır.
Ancak somut olayda, polis, söz konusu haklara gereken saygıyı göstermemiş ve hatta bu tür bir saygının nasıl sağlanabileceği hususunu ciddi bir şekilde dikkate dahi almamıştır. Yüzlerce gösterici ve ibadet eden kişi, sadece bir düzine polis tarafından oluşturulan basit ve yetersiz olduğu görülen bir kordonla ayrılmaya çalışılmıştır. Ortam, ancak göstericilerin ibadet eden bazı kişilerin namaz seccadelerini yakmalarının ardından cami alanını kendi istekleriyle terk etmeleriyle sakinleşmiştir. Polisin o gün gösterdiği tepkinin sonucunda, çok sayıda gösterici caminin önünde durabilmiş, namaz kılan kişilere hakaret edebilmiş, üzerlerine bazı nesneler atabilmiş ve sonunda camiye girerek namazı bozabilmiştir.
Polisin eylemleri, sadece şiddetin indirgenmesiyle sınırlı kalmış ve göstericilerin ve ibadet edenlerin haklarının etkin bir şekilde kullanılmasına saygı gösterilmesi noktasında nasıl bir denge kurulacağı hususu gerektiği şekilde dikkate alınmamıştır.
Bunlara ilave olarak, din özgürlüğüne yönelik müdahaleye ilişkin savcılık tarafından yürütülen soruşturmadan somut bir sonuç alınamamıştır. Provokatif eylemlerden sorumlu olanların tespit edilmesinde veya suçlanmasında herhangi bir ilerleme kaydedilmemiş ve bu anlamda önde gelen kişilerin neredeyse hiçbirinin ifadesi alınmamıştır. Mahkeme, bu hususları dikkate alarak, Devletin Sözleşme’nin 9. maddesi kapsamındaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediğine karar vermiş ve din özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetmiştir.
Evet, Mahkeme Bulgaristan`ı Sözleşmenin 9. maddesine uygun tedbirleri almadığı gerekçesiyle başvurana 3000 Euro tazminat ödemeye mahkum etmiştir.
Mahkeme kararı doğrudur, yanlıştır ya da eksiktir demekten ziyade şu hususları tekrar hatırlatmak istiyorum yalnızca; din özgürlüğü ile ifade özgürlüğü arasındaki adil dengenin kurulup kurulmadığını araştıran AIHM kararında sizce de o esnada namaz kılan insanların hangi niyetlerle orada olduğunun belirtilmesi güzel bir ahenk yaratmaz mıydı kültürlerimiz arasında? O insanların iyilik ve güzelliğe ulaşmak maksadıyla o anda o camide olduklarını hatırlatmak yüreklerimizi yumuşatmaz mıydı sizce de?
Her ne olursa olsun, bizler güzellik yolunda ilerlemeye devam mecburiyetindeyiz. Kendimizi ve inancımızı dosdoğru bir biçimde anlatmaya ısrarla devam etmeliyiz.
Inancımız gereğince hoşgörüyle dimdik yürümeli ve hoşgörüsüzlüğe karşı sapasağlam durmalıyız. Çünkü hoşgörüsüzlük, kişinin kendine ve kendi inancına duyduğu samimiyetsizliğin bir sonucudur. Çünkü doğru, hiçbir zaman aslı bozulmayacak ve asla kendinden kaybedecek hiçbir şeyi olmayan tek şeydir. Dolayısıyla, eğer bir insan, doğru olduğuna inandığı fikirlerinde samimiyse o halde o kişinin kaybedeceği hiçbir şey yoktur. Bu nedenle de dosdoğru olan, ancak hoşgörülü veya samimi olabilir ve hoşgörüyü de ancak kendine güvenen insanlar sergileyebilirler.
Saygılarımla,
Av. Meltem Banko