Rüşvet, görevi dâhilinde bulunan bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya dolaylı olarak kamu görevlisi ile bir kimsenin haksız bir menfaat temini hususunda anlaşmalarıdır.[1]
Rüşvet suçu, bir tarafta “rüşvet veren” gerçek kişi ile diğer tarafta “rüşvet alan” kamu görevlisinin (memur, bilirkişi vs.) bulunduğu her zaman birden fazla failin olduğu kamu idaresinin güvenilirliğine karşı işlenen çok failli bir karşılaşma suçudur. Rüşvet veren ve alan aynı amacın gerçekleşmesini hedeflemektedir. Bu itibarla veren ve alan açısından rüşvet suçu tek bir suçtur. Yani hem rüşvet veren hem de rüşvet alan rüşvet suçu işlemektedir.
Rüşvet suçunun faili rüşvet alan kamu görevlisi ve rüşvet veren kimsedir. Menfaat, suçun maddi unsurlarından olup henüz rüşvet verilmediği halde, rüşvet konusunda anlaşmaya varılmış olması halinde suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunmaktadır.
Rüşvet Anlaşması
Rüşvet anlaşması, kamu görevlisinin görevin ifasıyla ilgili bir işin yapılması veya yapılmaması için karşı tarafla gerçekleştirdiği irade uyuşmasıdır. 765 sayılı TCK döneminde doktrin ve uygulamada rüşvet suçlarının anlaşma ile tamamlandığı görüşü kabul edilmekteydi. 5237 sayılı TCK’nın 252. maddesinin 1. fıkrasının son cümlesi gereği “Rüşvet konusunda anlaşmaya varılması halinde, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur.” ve aynı maddenin 3. fıkrası gereği “rüşvet, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır” denilerek ve ayrıca madde gerekçesinde; “Rüşvet suçu, menfaatin kamu görevlisi tarafından temin edildiği anda tamamlanmış olur. Ancak, izlenen suç siyaseti gereği olarak,(...) kamu görevlisi ile iş sahibi arasında belli bir işin yapılması veya yapılmaması amacına yönelik menfaat temini öngören bir anlaşmanın yapılması durumunda dahi rüşvet suçu tamamlanmış gibi cezaya hükmedilecektir” denilerek “rüşvet anlaşması” terimine yasada açıkça yer verilip bu konu yasal bir zemine oturtulmuştur.[2]
Rüşvet anlaşmasından maksat, belirli bir işin yapılması veya yapılmaması karşılığında tarafların kamu görevlisine bir yarar sağlanması konusunda kamu görevlisiyle rüşvet veren arasında serbest iradeleri ile rızalarının uyuşmuş olmasıdır.[3]
TCK’daki düzenleme rüşvet suçunun teşebbüs suçu olduğunu göstermektedir. Kural olarak, para veya sair menfaatin temin edilmesiyle rüşvet suçu tamamlanmasına rağmen burada rüşvet konusu menfaat hakkında anlaşmaya varılmasını suçun tam cezasıyla cezalandırmaktadır. Esasında burada teşebbüs hükümlerine göre cezalandırılması gerekirken suç siyaseti gereğince suçun tam cezasıyla cezalandırılmaktadır. Menfaatin temin edilip edilmemesinin herhangi bir önemi yoktur. Rüşvet suçunun oluşabilmesi için menfaatin karşılıklı anlaşmaya dayalı olması gerekir.[4] Anlaşma yapıldıktan sonra meydana gelen pişmanlık suçun oluşumunu etkilemeyecektir.[5] Rüşvet anlaşması yapıldıktan sonra, henüz yarar sağlanmadan veya rüşvet konusu iş yapılmadan vazgeçme gerçekleşse bile failler hakkında gönüllü vazgeçme hükümleri (TCK md. 36) uygulanamaz. Çünkü, rüşvet anlaşması ile rüşvet suçu tamamlanmış olur. Tamamlanan bir suçtan gönüllü vazgeçme mümkün değildir. Ancak, suç tamamlandıktan sonra vazgeçme nedeniyle “etkin pişmanlık” hükümleri uygulanabilir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 11.07.2014 tarih ve E. 2014/5-52E-2014/354K sayılı kararında rüşvet anlaşmasını ise şu şekilde tanımlamaktadır; “Rüşvet suçunun en önemli unsuru rüşvet sözleşmesidir. Rüşvet anlaşmasından maksat, kamu görevlisinin görevine giren bir işin ifası ile ilgili olarak belirli bir işin yapılması veya yapılmaması karşılığında tarafların kamu görevlisine bir menfaat sağlaması konusunda, kamu görevlisiyle rüşvet veren arasında serbest iradeleri ile rızalarının uyuşmuş olmasıdır. Suçun tarafı konumunda olan rüşvet alan ve rüşvet veren kişilerin üzerine atılı suçun oluşup oluşmadığı veya teşebbüs aşamasında kalıp kalmadığı hususları rüşvet sözleşmesine bakılarak değerlendirilir. Rüşvet suçunda karşılıklı iki taraf olmakla birlikte suçun konusunu oluşturan rüşvet sözleşmesi tek olduğundan taraflar hakkında yargılamanın tek dava üzerinden yürütülmesi birçok bakımdan zorunluluk arz etmektedir. Aynı somut olaya bağlı olarak yapılan rüşvet sözleşmesine dayanılarak rüşvet veren sanıklar yönünden ayrı ve rüşvet alan sanıklar ayrı kamu davası açılması ve karara bağlanması hukuka aykırı sonuçlar doğuracağı gibi hukuka ve adalete olan güveni sarsıcı kararların ortaya çıkmasına da sebebiyet verecektir.” Yargıtay rüşvet anlaşmasının faillerin serbest iradeleriyle yapılması gerektiğini vurgulamıştır. Rüşvet anlaşmasının tarafların serbest iradelerinin ürünü olması gerekir. Tarafların rızasının cebir, tehdit, hile, baskı veya hataya düşürme yoluyla elde edilmiş olması halinde rüşvet anlaşması gerçekleşmiş sayılmaz. Aksi takdirde rüşvet suçu değil, diğer şartları da mevcutsa irtikâp suçundan söz edilir.[6]
Rüşvet suçunda, rüşvet anlaşmasının gerçekleşebilmesi için tarafların mutlaka bir araya gelmeleri gerekmediği gibi rüşvet anlaşmasının yazılı olması da şart değildir.[7] Tarafların bu konudaki iradelerinin uyuşması, rüşvet anlaşmasının meydana gelebilmesi için yeterli şarttır. Rüşvet anlaşması hukuka uygun olmayan bir hususta yapılmış olduğundan hukuk kurallarına uygun olarak yapılmış olması veya yapılmış olan anlaşmanın hukuk kuralları ve düzenince korunması mümkün değildir.[8]
Rüşvet suçunun oluşabilmesi için, anlaşmanın işin yapılmasından önce veya en geç yapılması anında olması gerekir. Çünkü iş yapıldıktan sonra yarar sağlanması için yapılacak anlaşmada, bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma koşulu gerçekleşmeyecektir. İşin yapılmasından önce anlaşma yapılmadığı halde, işten sonra kamu görevlisince talep edilerek elde edilen menfaat rüşvet suçunu değil, koşulları varsa irtikâp veya görevde yetkiyi kötüye kullanma suçunu oluşturabilecektir.[9]
Rüşvet teklifi veya önerisinin hangi taraftan geldiğinin hiçbir önemi yoktur. Rüşvet teklifi ister kamu görevlisinden gelsin isterse diğer kişiden gelsin, önemli olan tarafların aynı amacı gerçekleştirmek için anlaşması; bir tarafın yaptığı teklif veya önerinin diğer tarafça kabul edilmesidir.
Rüşvet anlaşmasının şarta bağlı olarak yapılıp yapılamayacağı tartışmalı bir husustur. Bazı yazarlara göre, rüşvet anlaşması şarta bağlı olarak yapılabilir.[10] Çünkü Kanunda açıkça rüşvet anlaşmasına varılması halinde suçun tamamlanacağı belirtilmiştir. Böylelikle işin yapılması veya yapılmamasına bakılmaksızın anlaşma konusunda iradelerin uyuşması halinde suç oluşacaktır. Şarta bağlı bile olsa rüşvet anlaşmasındaki şart gerçekleşmese de suç oluşacaktır. Örneğin, ferdin kamu görevlisine, ‘’iş bittiğinde sana parayı vereceğim’’ demesi halinde kamu görevlisi tarafından teklif kabul edildiği anda rüşvet anlaşması oluşmuş sayılacaktır. İş yapıldıktan sonra menfaatin temin edilmemesi veya şartın gerçekleşmemesi rüşvet suçunun oluşumunu etkilemeyecektir.
Diğer görüşe göre ise şarta bağlı rüşvet anlaşması yapılamaz. Şart gerçekleşmediği takdirde rüşvet anlaşması da ortadan kalkacağından suç oluşmayacaktır.[11] Yargıtay kararları da bu doğrultudadır. Yargıtay rüşvet suçunun konusunun işin yapılması veya yapılmaması olduğu ve şarta bağlı yapılan sözleşmede şartın gerçekleşmemesi halinde rüşvet anlaşmasının da ortadan kalkacağı gerekçesiyle rüşvet suçunun oluşmayacağını kabul etmektedir.[12] Fakat suçun tamamlanması için anlaşmayı yeterli bulan ve menfaatin teminini aramayan TCK sisteminde şarta bağlı rüşvet anlaşmasının yapılmasının önünde herhangi bir engel bulunmamaktadır. Şarta bağlı da olsa anlaşma hususunda gerçek bir irade uyuşması söz konusudur.
Rüşvet Anlaşmasında Yargıtay Uygulaması
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun Karar: 2015/60 sayılı kararında ‘’Rüşvet suçu işlendiğinin kabulü için taraflar arasında bir rüşvet anlaşması yapıldığının ispat edilmesi gerekir. Cumhuriyet savcısının rüşvet aldığı iddia edilen olayda, cep telefonlarının sinyal bilgilerinin incelenmesi sonucunda, olay tarihinde cep telefonlarının aynı baz istasyonundan sinyal vermesi nedeniyle sanıkların buluştukları iddia edilmekte ise de; baz istasyonlarının geniş bir kapsama alanının olması, sanık M. Ç.’in işyeri ile N. Ç.’ın görev yaptığı adliye ve ikamet ettiği lojmanın birbirine yakın yerlerde bulunması ve İ. D.’nın avukat olması dikkate alındığında cep telefonlarının aynı baz istasyonundan sinyal vermesinin normal olduğu, başka bir anlatımla İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde birbirine yakın yerlerde oturan, çalışan veya tesadüfen oradan geçmekte olan insanların cep telefonlarının aynı baz istasyonundan sinyal vermesinin olağan bir durum olması göz önüne alındığında cep telefonlarının aynı baz istasyonu kapsamında sinyal vermesinin sanık M. Ç.’in diğer sanıklarla bir araya geldiğinin kanıtı olamaz.’’ denilmiştir. Karar incelendiğinde Yargıtay açıkça taraflar arasında bir rüşvet anlaşması olduğunun ispatlanamadığını belirtmiştir. Sanıkların bir araya gelip gelmediğinin ortaya çıkarılması için iletişimin tespiti koruma tedbiri uygulanmış ve aynı baz istasyonundan sinyaller alınmıştır. Ancak baz istasyonlarının geniş bir alanda etkin olması ve aynı baz istasyonundan sinyal alınmasının tarafların bir araya geldiğini ispata elverişli olamayacağı vurgulanmıştır. Yapıldığı iddia edilen rüşvet anlaşmasının ispat edilemediğinin kabulüyle rüşvet suçunun oluşmadığına karar verilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 26.01.2010 tarih ve 2009/5-150E-2010/1K sayılı kararında “…Gerek Ceza Genel Kurulu’nun gerekse özel dairenin yerleşmiş kararlarında gerekse öğretide ağırlıklı bir görüş olarak kabul gördüğü üzere, kamu görevlisinin görev alanına giren, yapmaması gereken bir işin yapılması veya yapması gereken bir işin yapılmaması karşılığında, fertle arasında, haksız yararın sağlanması hususunda rızalarının tam olarak uyuşması ile rüşvet anlaşması gerçekleşmiş olur. Teklif veya önerinin fert veya kamu görevlisinden gelmesinin önemi bulunmamakla birlikte, rüşvet veren ve alanın aynı amacın gerçekleşmesine yönelik olarak kamu görevlisi tarafından ferde veya fert tarafından kamu görevlisine doğrudan veya örtülü bir istek veya önerinin yapılması ve bunun da karşı tarafça kabul edilmesi gerekir. Böyle bir anlaşmanın varlığının kabulü için, anlaşmaya ilişkin rızalar özgür irade ürünü olmalı, başka deyişle, cebir, tehdit, hile ve sair nedenlerle fesada uğratılmamış bulunmalıdır…” denilmiştir. Kararda rüşvet anlaşmasının tarafların özgür iradesiyle yapılmasının yani cebir, tehdit, hile veya diğer nedenlerle iradenin bozulmamış olmasının gerekliliği ifade edilmiştir. Eğer taraflardan birinin iradesi özgür değilse yani kamu görevlisi karşısındakinin rızasını cebir, tehdit, hile, baskı veya hataya düşürme yoluyla etkilediyse rüşvet suçu değil diğer şartları varsa irtikap suçu oluşacaktır. Anlaşmanın yapıldığı hususunda şüphe varsa tam olarak ispat edilemediyse şüpheden sanık yararlanır ilkesi uyarınca şüphenin bulunduğu yerde mahkûmiyet kararından söz edilemeyeceği için rüşvet anlaşmasının varlığı kesin bir şekilde ispat edilmedikçe failin eylemi rüşvet suçunu oluşturmayacaktır.
Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin Karar: 2014/4881 sayılı kararında ‘’Sanığın görevinin gereklerine aykırı davranarak yapması gereken işlemleri yapmama karşılığında yasal olmayan geçişler ve satışlardan elde edilen gelirlerden günlük ortalama 350 TL para aldığı, beraat eden kişilerin hazırlıktaki samimi beyanları, HTS raporları, seyyar mobese ve FSM köprü kamera kayıtlarından anlaşılmakla; irtikap suçunun memurun memuriyet sıfat veya görevini kötüye kullanarak bir kimseyi kendisine veya başkasına haksız olarak para vermeye veya sair menfaatler temin veya vaadine icbar veya ikna etmesiyle oluşacağı, ancak dosya kapsamına göre irtikabın cebir veya ikna unsurunun Kanunun kabul ettiği anlamda eylemde bulunmadığı, diğer kişilerin de yasal olmayan zeminde yer aldıkları ve baskıdan kolayca kurtulma imkanına sahip oldukları, buna bağlı olarak zincirleme şekilde rüşvet alma suçundan mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden oluşa, dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçelerle ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde zincirleme cebri irtikap suçundan hüküm kurulması hukuka aykırı olmuştur.’’ denilmiştir. Somut olayda yerel mahkeme sanığın diğer kişileri cebren veya ikna etmek suretiyle menfaat temin etmesi sonucu irtikap suçunun oluştuğuna karar vermiştir. Ancak Yargıtay sanığın memuriyet görevini cebir veya ikna ile kötüye kullanmadığını, diğer kişilerin bu baskıdan kolayca kurtulabileceklerine, eylemlerine devam etmeleriyle rüşvet anlaşması dahilinde hareket ettiklerine ve bunun sonucunda rüşvet suçunun oluştuğuna karar vermiştir. Gerçekten de yukarıda belirtildiği gibi rüşvet anlaşmasının herhangi bir şekle bağlı olmaması, anlaşma teklifinin hangi taraftan geldiğinin önem taşımaması ve anlaşmanın en geç işin yapıldığı anda yapılması şartları tamamlandığında rüşvet suçu işlenmiş olacaktır.
SONUÇ
Rüşvet suçunun oluşumunda en önemli unsurlardan biri olan rüşvet anlaşması hem doktrinde hem de Yargıtay kararlarında tartışılmış ve tartışılmaya da devam edilmektedir. Rüşvet alan ile rüşvet veren arasında rüşvet konusunda anlaşmaya varılmış olması halinde rüşvet verilemese bile tarafların sanki suç tamamlanmış gibi rüşvet suçu nedeniyle cezalandırılacağına dair yasal düzenleme ile rüşvet verilmese veya anlaşılan iş yapılmasa dahi taraflar rüşvet suçundan cezalandırılmaktadır. Yargıtay da böyle büyük bir sonuç doğuran rüşvet anlaşmasının tarafların özgür iradesiyle yapılması, anlaşmanın şarta bağlı olarak yapılmaması, anlaşmanın işin yapılmasından önce veya en geç yapılması anında yapılması, taraflar arasında anlaşma yapıldığının her türlü şüpheden uzak kesin delillerle ispatlanmış olması ve anlaşma ile her iki tarafın yarar sağlaması ve bunun karşılığında yapılacak iş arasında bir bağlantının bulunması şartlarının gerçekleşmesini aramaktadır.
Rüşvet anlaşmasının olup olmadığı, kamu görevlisinin anlaşma yapılmasını baskı veya ikna etmek suretiyle yapıp yapmadığı hususları dikkatlice incelenerek rüşvet suçunun oluşup oluşmadığı, şartları varsa irtikap suçunun gerçekleşip gerçekleşmediği ortaya koyulmalıdır.
----------------------------------------
[1] Fatma Sancar, Türk Ceza Hukuku’nda Rüşvet Suçu, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Bilim Dalı, İstanbul 2015
[2] Erdal Baytemir, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu Kapsamında Rüşvet Suçu, TBB Dergisi, Sayı 88, 2010
[3] Artuk / Gökçen / Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler 6. Bası, s. 629
[4] Dönmezer, s. 99; Durmuş Tezcan- Mustafa Ruhan Erdem- R. Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku s. 859; Özen, s. 180; Gökcan, s. 556; Ahmet Ceylani, Tuğrul, İhaleye Fesat Karıştırma ve Rüşvet Suçları, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, s. 107; Özbek – Kanbur- Doğan- Bacaksız- Tepe, s. 979.
[5] Durmuş Tezcan- Mustafa Ruhan Erdem- R. Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, s. 859.
[6] Tuğrul, s. 358-359.
[7] Bakıcı, S. (1988) “Açıklamalı Zimmet-İrtikap-Rüşvet Suçları”, Ankara, s. 270.
[8] Artuk / Gökçen / Yenidünya, s. 703
[9] YAŞAR, O. /GÖKCAN, H. T. /ARTUÇ, M (2010) “Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu”, Adalet Yayınevi, Cilt V, Madde 205–256, Ankara.
[10] Artuk-Gökcen-Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, s. 946; Özen, s. 185; İzzet Özgenç, İrtikâp ve Rüşvet Suçları, s. 101; Malkoç, s. 388; Erman-Özek, s. 101.
[11] Bakıcı, s. 270.
[12] “Rüşvet sözleşmesinin konusu, işin yapılması veya yapılmaması olduğundan, şarta bağlı rüşvet sözleşmesi yapılamaz. Zira şart gerçekleşmezse rüşvet, sözleşme gereği yerine getirilemeyecektir. Başka deyişle, anlaşma konusu ortadan kalkacaktır.(Yargıtay CGK’nın 04.05.1987 tarihli, 600/245 sayılı kararı)” İsmail Malkoç, Yeni Türk Ceza Kanunu Uygulamasında Zimmet-İrtikâp-Rüşvet Suçları, Ankara 2010, s. 387.