Standart olanı pek sevmiyoruz biz. Örneğin randevularımıza zamanında gitmiyoruz. Bir yere gideceksek eğer, adresi yolda gördüklerimize soruyoruz. Trafik ışığında bile başkaları durdu diye duran, ışıklara bakmadan araç kullananımız pek çok.
Devlet okulu ile özel okul, kamu sektörü ile özel sektör, memur ile işçi arasında standartlar açısından o kadar farklar var ki, sanki başka ülkelerde yaşıyorlar sanırsınız.
Gündelik yaşamdaki ayarsızlıklarımız, seçimlerimize de yansıyor. Yüzde doksaniki oy ile yaptığımız anayasayı, otuz yıl acımasızca eleştirip, yapanlara lanet okuyoruz. Ama o anayasaya göre çıkan yasaları değiştirmeden kullanmaktan da geri kalmıyoruz.
Ayarsızlık, sosyal yaşamda bir yere kadar sorun olarak görülmese de, yargıda ayarsızlığın maliyeti yüksek oluyor. Elbette insan özgürlüğünü de maliyetten sayarsak.
Daha önce bu köşede tutuklama konusundaki görüşlerimi yazmıştım. En az 17 yıldır hukuk uygulayıcısı ve eleştirmeni kabul ederim kendimi. Ama hala beni bile şaşırtan tutuklama kararları oluyor.
Geçen hafta, gazetelerde bir haber okudum. Van’da bir sınır karakolunda, gece vakti sınırdan geçen kaçakçılara ateş edilmiş, bir kişi ölmüş. Dört asker tutuklanmış. Şimdi ilk bakışta ‘ne var bunda?’ denebilir. İnsan ölmüşse tutuklamada ne var. Çok şey var elbette. Hatırlarsınız; bundan iki yıl önce Hakkari’de, Roboski diye adlandırılan bir bölgede, dur ihtarı bile yapılmadan, 37 kaçakçının üzerine, savaş uçaklarından bombalar yağdırılmıştı. Aradan geçen bunca zamanda siz sorumlulardan birisinin tutuklandığını duydunuz mu? Duyamazsınız, Çünkü; tutuklama olmadı o olayda. Peki ne farkı var o olayla Van’da yaşan olayın? İkisinde de kaçakçı ölmüş. Üstelik Hakkari’de 37 kişi. Her ikisi de sınır güvenliğini korumak, Kara Sınırları Kanunu’nu uygulamak adına yapılmış. Hatta Van’daki olayda, tutuklanan askerlerin, ‘’ İran askerleri ateş etti,biz havaya ateş ettik’’ savunmasının doğruluğu da henüz araştırılmamış. Fark şurada; Hakkari’de operasyonu yapanlar, yüksek rütbeli subaylar. Van’dakiler ise, gariban asker ve uzman çavuş.
Bir farklı tutuklama uygulaması da yaygın olarak trafik kazalarında yaşanıyor. Başta İstanbul olmak üzere, büyük kentlerde yaşanan ve bir kişinin öldüğü kazalarda mahkemeler, çoğunlukla tutuklama kararı vermiyorlar. Savcılıklar bile faili tutuklamaya sevk etmiyorlar. Oysa küçük il ve ilçelerde benzer olaylar sonrası tutuklama kararı vermek son derece yaygın.
Ülke aynı, olaylar neredeyse birebir aynı, uygulanan yasalar aynı ama, uygulama farklı. İşte buna da hukukta ölçüsüzlük diyoruz. Bu ülkede bu sorunu sıkça yaşıyoruz. Çünkü mahkemelerimizde hala, tutuklama konusunda standartlaşma yok. Çünkü kimi yargıçlar hala, yasaların ruhu ne der yerine , ‘’ sokaktaki adam ne der?’’ “bence ceza peşin çekilmeli’’ diye düşünüyor. Öyle olunca da, tutuklama yasağının sınırını iki yıla çıkartan düzenlemeyi bizzat yapan bakan, kendisine karşı işlenen suçta, şartları tutmasa da failin neden tutuklamadığının hesabını yargıçtan soruyor. Zira; “nasılsa tutuklamada bir standart yok, öyleyse bana karşı işlenen suçta da yasa uygulamayın’’ diye geçiriyor demek ki aklından.
Oysa yasalarımız, olabildiğince ayrıntılı olarak tutuklamanın şartlarını sıraladıktan sonra, “İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.’’ diyor. Ters şeritten gitmeden, kavşağa kuralsız dalmadan, ışık ihlali yapmadan giderken kaza yapan sürücünün , bir kişinin ölümüne neden olduğu kazada kısmen kusurlu olması halinde alacağı ceza miktarı, tutuklamayı bile gerektirmeyecek düşüktür oysa.
Ülkemizde, her alanda bir standardizasyona ihtiyaç olduğu açıktır. Ama hukuktan, özgürlüklerin kullanımından başlamak şart.
Daha önce tutuklama konusunda yazdığım bir yazıyı ‘’Tutuklamada ölçülü olmayı, tutuklamanın bir ceza değil, tedbir olduğunu içselleştirmek çok zaman alacaktır. ‘’Yoncanın gönlü olana dek, eşeğin canı çıkarmış ‘’ der eskiler. Kimbilir, hala gönlü olmayan yoncalarla dolu dünya. Diye bitirmiştim.’’
Sanırım aynı cümleyi daha çok kez yazmak gerekecek
Kaynak: Gazeteport