Öteki için sorumluluğum diyor Filozof Emmanuel Lêvinas ‘’aynı zamanda bu sorumluluğu gerçekleştirmem için neleri yapmam gerektiğine karar verme sorumluluğumu da kapsıyor.’’ Bunun anlamı şudur; ötekinin ihtiyaçlarını tanımlamak, Öteki için neyin iyi ve neyin kötü olduğunu belirlemek benim sorumluluğumdadır. Eğer ben onu seviyor ve dolayısıyla onun mutluluğunu istiyorsam bu durumda onu gerçekten neyin mutlu ettiğini belirlemek de benim sorumluluğumdadır.
Eğer ben ona hayransam ve onun mükemmel olmasını istiyorsam, onun mükemmel halinin nasıl olacağına karar vermek benim sorumluluğumdadır. Aynı şekilde, eğer ona saygı duyuyorsam ve onun özgürlüğünü korumak ve artırmak istiyorsam, bu durumda da onun sahici bireysel özgürlüğünün tanımlamak yine benim sorumluluğumdadır. Artık öteki benim bir tür gönüllü rehinem olurken bende sorumluluğumun gönüllü rehinesi oluyorum.
Birini ki, -bu eş, evlat, ebeveyn ya da dost arkadaş olabilir- Öteki olanı duygularımın ağına almam ile birlikte karşılıklı sorumluluk bağı doğmaya başlıyor. Bu andan sonra ben bu karşılıklı bağımlılığı canlı ve derin tutmakla sorumluyum. Bu sorumluluk beni hem güçlü kılıyor hem de güçlü biri olduğumu varsayıyor. Ötekinin güçsüzlüğü benim gücüm oluyor.
Kişi kendisinden daha güçlü birisine karşı, doğal olarak kendisinden daha zayıf biri için sorumludur. Yukarıda özetle ifade etmek istediğim duygusal sorumluluklarımızı en iyi anlatan bir hikaye ile sizi baş başa bırakmak istiyorum.
‘’Birbirini çok seven Amerikalı karı koca fakir bir ailedir. Bir gün dolaşmak üzere birlikte çarşıya çıkarlar. Kadının saçları çok uzun ve güzeldir. Bir bujiteri mağazasının önünde durup vitrine bakarken kocası, eşinin bir saç tokasına bakışı ilgisini çeker. Kadın saç tokasını çok beğendiğini hareketleriyle belli eder ama mali güçleri onu alacak durumda değildir. Kocası, eşine beğendiği saç tokasını alamamanın ezikliği içinde dolaşmaya devam eder. Bu sefer bir saatçi dükkanının önünde durup vitrindeki saatlere ve aksesuarlarına bakarlar. Erkeğin babasından kalma köstekli bir saati vardır ama kösteği yoktur. Vitrinde gördüğü köstek çok hoşuna gider ama alacak parası yoktur. Kadın, kocasının kösteği çok beğendiğini anlar ama o’da çaresizdir. Derken eve dönerler. Dönerler ama her ikisi de yaklaşan Noel nedeniyle birbirlerine hediye alamamanın ezikliği içindedir.
Kadın, mutfak parasından üç beş kuruş para biriktirmiştir ama kocasının beğendiği o kösteği almaya yetmez biriktirdiği o para. Ve aklına saçları gelir. Kocasının dışarda olduğu bir gün peruk yapan bir dükkana gider. Saçını satmak istediğini söyler. Pazarlıkta anlaşırlar ve saçını satar. Biriktirdiği parayı da üzerine kor ve kocasının beğendiği o saat kösteğini alıp eve döner.
Kocası da başka bir çaba içindedir. Karısının beğendiği o saç tokasına almak zorunda hisseder kendini. Tek çaresi vardır; babasından yadigar o köstekli saati satmaktır. Ve antika saat satan bir dükkana gider, baba yadigarı saati satar; saç tokasını alır ve eve döner.
Adam eve girer, kapıda karısı karşılar. Karısına baktığında içi cızzz eder. Karısı saçlarını kestirmiştir. Adam, karısının saçlarını kestirip sattığını anlar ama ses çıkarmaz. Karısı;
– Saçlarım nasıl olmuş sevgilim diye sorar kocasına.
– Güzel olmuş der soğuk bir şekilde.
– Bak sana ne aldım der ve kocasına aldığı kösteği gösterir.
– Teşekkür ederim sevgilim ama gerek kalmadı der adam.
Karısı şaşırır kocasının bu sözüne.
– N’oldu sevgilim? Beğenmedin mi yoksa der kadın
– Beğendim, beğendim ama sevgilim ben sana bu saç tokasını almak için o saati sattım. Sen de bana o kösteği almak için saçını kestirip sattığını daha görür görmez anladım der…
Ve karı koca ağlayarak birbirlerine sarılır, öyle bir müddet kalırlar’’