Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinde “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma başlığı” altında; örgüt kurma, yönetme, örgüte üye olma, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, örgütün hiyerarşik yapısında yer almamakla beraber örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme ile örgütün propagandasını yapma suçları düzenlenmiştir.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi kararlarına göre[1]; örgütte kurucu veya yönetici konumunda olmayan, örgütün amacını benimseyen, örgüt disiplinine bağlı olup örgütün hiyerarşisi içinde yer alan, örgütün vereceği görevleri yerine getirmeye hazır olan, kendi iradesini örgüt iradesine terk eden, örgütle organik bağ kurup örgüt faaliyetlerine katılan, örgüt hiyerarşisi altında verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tam bir teslimiyet duygusu ile yerine getirmeye hazır olan, örgüte sadece sempati veya ilgi duymayıp örgüt içinde yer alan, örgüt bünyesinde süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren örgüt faaliyetlerine katılan veya örgütün amacına ve menfaatlerine katkı sağlayan suçlar işleyen, girdiği örgütün suç işleyen ve suç işlemeyi amaçlayan bir örgüt olduğunu bilen, hatta bu bilmede saik olarak suç işleme amacını taşıyan kişiye suç örgütü üyesi denir.
Yukarıda bir özetine yer verdiğimiz örgüt üyeliği tanımında, örgüt üyesi için aranan ve TCK m.220’de öngörülmeyen özel kast, yani suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmanın yanında, üyelikten sorumlu tutulabilmek için suç işleme amacının bir saik olarak aranması fikrine katılmadığımızı, suç örgütü kurma, yönetme veya örgüte üye olma suçlarında, örgütün amaç veya faaliyet suçlarının işlenmesine veya bu tür suçlara teşebbüs edilmesine TCK m.220’de tanımlanan suçun oluşması için gerek olmadığını, yalnızca örgüt kurmanın, yönetmenin veya bu örgüte üye olmanın suçun oluşması için yeterli olduğunu, bu nedenle suç işlemek amacıyla kurulmuş veya kurulacak bir örgüte üye olma kastının örgüt üyeliği için yeterli olduğunu, bunun dışında bir de üyelikle suçlanan kişinin suç işleme amacını/saikini taşımasına gerek olmadığını ifade etmek isteriz.
Yeri gelmişken; suç örgütü kurma ve yönetme suçu doğrudan ve genel suç işleme kastıyla işlenmeye elverişli olsa da, genel suç işleme kastı ile işlenebilen örgüt üyeliği suçunun olası/muhtemel kastla işlenebileceği, örgüt üyeliği suçunun manevi unsurunda doğrudan kastın zorunlu olmadığı, bir örgüt veya yapının içinde yer alanın bilerek ve isteyerek yaptığı hiyerarşik yapıya dahil olma hareketi sonrasında gelişen duruma ve dahil olduğu yapının gayrimeşru niteliğini sezdiği, gördüğü veya anladığı halde, örgüte üye olmayı ve örgütün amacını benimseyip örgüt için suç işlemeye hazır olduğu kararında olmasa bile, bunu göze alması, yani “olursa olsun” düşüncesiyle, bir başka ifadeyle örgüt için suç işlemesi gerekirse ve örgütün faaliyetlerinde yer alırsa, bundan doğacak sorumluluğu da kabullenmesi halinde, örgüt üyeliği suçunun olası/muhtemel kastla işlenebileceği, bu nedenle de konunun suçun manevi unsuru açısından TCK m.21/2 kapsamında değerlendirilip, failin azaltılmış ceza sorumluluğu ile karşı karşıya kalabileceği fikri ileri sürülebilir.
Failde suç işleme kastı var gözükse de, bu konuda fail esaslı hataya düşmüş veya düşürülmüş olabilir. Örgütün gerçek amacını, yani görünürde olmayan, gizlenen, örgütte pek az kişiyle paylaşılan ve örgüte mensup kazandırıp örgütü güçlendirmek için yapılan faaliyetlerden etkilenmek suretiyle meşru gördüğü yapıya dahil olan kişi, suç işleme kastına sahip olup olmama veya esaslı hataya düşürülüp düşürülmeme bakımından ayrı değerlendirilebilecektir. Suç işleme kastı; suçun manevi unsuruna ilişkin olup, örgütün gayrimeşru amacının benimsenmemesi ve örgüte itaat etme kastını taşıyıp taşımamakla ilgilidir. Hata hali ise; suçun maddi unsurunda failin hataya düşmesi veya düşürülmesidir ki, burada failin suçun yasal tanımında öngörülen maddi unsurları bilmediği kabul edilerek, kasten hareket ettiğinden bahsedilemeyeceği ve hata dolayısıyla kanun koyucu bir taksirli sorumluluk öngörmüşse yalnızca bundan sorumlu tutulabileceği kabul edilir. Esasında suç işleme kastı; failde suçun hareket ve neticeden oluşan maddi unsuruna yönelik bilme ve isteme iradesinin olmaması iken, hata halinde failde bilme ve isteme iradesi olsa da, fail üyeliğinin hukuka uygun olduğunu ve meşru olmayan bir faaliyet içinde yer almadığını düşünerek hareket eder. Sonuç olarak; kastın olmadığı durumda suç örgütü üyeliğinin manevi unsuru oluşmaz, hata halinde ise failin suç işleme kastı ortadan kalkar, yani bu durumda failde kast vardır, ancak kişi örgüt üyeliği suçunun kanuni tanımında yer alan maddi unsurda hataya düşmüş veya düşürülmüştür. Kanunda suç örgütü üyeliği için öngörülen maddi unsur, suç işlemek amacıyla kurulan veya TCK m.220/1’de suç örgütü kurma veya yönetme suçu bakımından varlığı gereken en az üç örgüt üyesinden birisi olarak kurulacak örgüte üye olmadır.
Örgüt üyeliğine kabul edilme şartı nedir?
TCK m.220/2’nin gerekçesine göre; “İkinci fıkrada, suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olmak, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Örgüte üye olmak, fiili bir katılmadır. Örgüte üye olmak için örgüt yöneticilerinin rızasının varlığına gerek yoktur. Tek taraflı iradeyle de katılmak mümkündür”. TCK m.220/2’de; suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma fiili suç olarak tanımlanmakla birlikte, gerek madde metninde ve gerekse gerekçesinde örgüt üyesinden ne anlaşılması gerektiği tanımlanmamış, yalnızca gerekçede yukarıda yer verilen açıklama ile yetinilmiştir. Madde gerekçesinde suç örgütü üyesi, örgüt yöneticisinin rızasının varlığına gerek olmaksızın örgüte fiilen katılan kişi olarak tanımlanmıştır. Buna göre fail, örgütü sevk ve idare eden kişinin rızası olmasa da fiilen örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmuş ve örgütün faaliyetlerinde (bu faaliyetlerin mutlaka suç teşkil etmesine gerek olmayıp, suç örgütünün güçlendirilmesine ve etkinlik kazanmasına yönelik hazırlık çalışmaları da olabilir) yer almakla örgüt üyeliği suçunu işleyebilecektir.
Doktrinde bir görüşe göre[2]; örgüt üyeliğinin varlığı için iki taraflı irade olmalı, yani örgüt üyesinin örgüte katılma iradesinin yanında, hiyerarşik yapıda bulunan kurucunun veya yöneticilerin de, bu katılmayı açık veya örtülü olarak uygun bulmaları gerekir. Aksi halde, örgüt üyeliği sırf rastlantıya dayalı bir fiil olarak değerlendirilebilir hale gelecektir. Tozman’a göre; örgüt üyeliğinin tek taraflı irade ile gerçekleşmesi mümkün değildir. Örgüte üye olmak için, örgütün organları tarafından bireyin üye olarak kabul edilmesi gerekir. Bir taraflı irade beyanıyla örgüte üye olunamaz; zira örgüt organize, hiyerarşik ve dışarıya kapalı bir yapıdır. Örgüt üyelerinin, örgütün kurucu ve yöneticileri ile karşılıklı ve sıkı bir ilişkisi olup, bu ilişkinin bir taraflı irade beyanıyla kurulmasından bahsedilemez. Örgüte üye olmak için, örgüt kurucusunun veya yöneticilerinin açık veya zımni iradeleri bulunmalıdır. Ancak üyeliğe kabulde, özel merasime veya törene gerek olmayıp, bireyin fiilen katılması üyelik için yeterlidir. Birey örgüt üyesi olmak isteyebilir, ancak kişinin bu isteği kabul edilmediği sürece kendiliğinden örgüt üyesi sayılması mümkün değildir. Aksi durumda; yani örgütün aleyhine hareket etmek isteyen birisinin, örgütün kurucusunun veya yöneticisinin onayı olmaksızın örgüt üyesi olduğunun kabulü durumunda, bu kişi tarafından işlenecek suçlardan örgütün kurucusunun ve yöneticisinin ceza sorumluluğu gündeme gelebilecektir[3]. Bu görüşü savunanlar, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 10.06.2008 tarih, 2007/9-270 E. ve 2008/164 K. sayılı kararını da emsal karar olarak göstermektedirler. Yargıtay 16. Ceza Dairesi de “ilk derece mahkemesi” sıfatıyla 24.04.2017 tarih, 2015/3 E. ve 2017/3 K. sayılı kararında; “3-) Örgüt Üyeliği:” başlığı altında bu karara atıf yaparak bir taraflı irade beyanıyla suç veya terör örgütüne üye olunamayacağını, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 10.06.2008 tarihli kararında da somut bir olaydan hareketle bu görüşe yer verildiğini, bir taraflı irade beyanıyla örgüte üye olma imkanı bulunmadığından, örgüt yönetiminin açık veya zımni kabulü ile örgüte üye olunabileceğini, aksi halde örgüt yöneticilerinin, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen bütün suçlardan “asli fail” olarak sorumlu tutuldukları bir sistemin (TCK m.220/5), kendi içinde gizlilik, disiplin ve mutlak sadakat gibi zorunlu kuralları barındıran ve dışarıya kapalı bir yapıya, örgüt kurucusunun veya yöneticisinin rızası olmadan, yalnızca üye olmak isteyenin bir taraflı irade beyanıyla üye olmasının beklenemeyeceğini belirtmiştir.
Örgüt üyesi olmak isteyenin açık veya örtülü bir taraflı irade beyanı ile örgüt üyesi olamayacağına ilişkin 10.06.2008 tarih, 2007/9-270 E. ve 2008/164 K. sayılı Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı konu ile ilgili “emsal karar” olarak gösterilmektedir. Bu karar gerçekten örgüt üyeliğinin karşılıklı iradelerin uyuşması ile gerçekleşeceğine dair bir örnek karar mıdır ve bu kararla TCK m.220/2’nin yukarıda işaret edilen gerekçesini aşmak mümkün müdür?
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 10.06.2008 tarihli kararında; “Yerleşik yargısal kararlarda belirlenen ilkelere göre, failin salt silahlı örgüte ilgi duyması, örgüte katılmak için zemin arayışına girmesi, bu amaçla kendisini örgüte ulaştırabilecek kişilerle temasa geçmeye çalışması ve örgüt mensuplarıyla görüşüp buluşmadan salt örgüte katılmak amacıyla başka bir bölgeye yolculuk yapması silahlı örgüt üyeliği suçunun oluşumu için yeterli değildir.
Somut olayda, … ve … Emniyet Müdürlükleri ile Emniyet Genel Müdürlüğü ve … Üniversitesi Rektörlüğü ile yapılan yazışmalara verilen cevaplarda sanığın … terör örgütünün bir alt oluşumu olan …'ın ülke içindeki örgütlenme biçimi olan … isimli oluşumun … Üniversitesi sorumlusu olduğuna dair bir bilgi bulunmadığının bildirilmesi, ekindeki belgelerde de bu yolda bir resmi bilgiye rastlanılmaması, örgüt üyeliği suçunu tüm aşamalarda inkar eden ve aralarında duygusal ilişki bulunan örgüt mensubu amcasının oğlunun İran'da bulunup bulunmadığını araştırmak üzere yurtdışına çıkmak istediğini belirten sanığın örgüte katılmak amacıyla bile olsa henüz örgüt mensuplarıyla buluşma ve görüşme sağlamaksızın komşu ülke topraklarına izinsiz giriş yapması keyfiyetinin de örgüt üyeliği suçunun oluşumu açısından tek başına yeterli olmaması karşısında, Yerel Mahkemenin hükme esas aldığı bilgi notunda yer verilen, sanığın … isimli örgütün … Üniversitesi sorumlusu olduğu yolundaki bilginin nereden ve nasıl elde edildiği, bu bilginin hukuka uygun bir biçimde elde edilip edilmediği, sözü edilen bilgi notunun dosyaya ne şekilde girdiği hususlarının, gerektiğinde düzenleyen görevli de dinlenilmek suretiyle araştırılması ve sanığın hukuki durumunun buna göre tayin edilmesi zorunludur.” gerekçesi ile direnmenin bozulmasına hükmetmiştir.
Bozma kararında; örgüt üyesi olabilmek için üye olmak isteyenin bir taraflı irade beyanının yeterli olmadığına, irade beyanlarının şekline ve iradelerin uyuşma zamanına ilişkin bir açıklamanın yapılmadığı, somut olayın özellikleri dikkate alınarak failin sırf örgüte ilgi duymasının, örgüte katılmak için arayışa girmesinin, bu maksatla kendisini örgüte ulaştırabilecek kişilerle temasa geçmeye çalışmasının ve örgüt mensupları ile görüşüp buluşmadan sadece örgüte katılmak amacıyla başka bir yere yolculuk yapmasının silahlı örgüt üyeliği suçunun oluşması için yeterli olmayacağının ifade edildiği, örgüte katılma iradesinin ne şekilde gerçekleşeceği, bunun örgüte üye olmak isteyen ile örgütün kurucusu veya yöneticisi arasında karşılıklı irade açıklaması ve bu iradelerin uyuşması olarak tartışılmadığı, özellikle bir taraflı irade beyanının örgüt üyesi olmak isteyen tarafından örgütün amacı veya faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçları kapsayıp kapsamayacağı, yani örgütün sevk ve idaresi dışında, ancak bilgisi ve hatta sonradan kabulü durumunda veya sevk ve idaresi dahilinde olmayıp, bundan da ötesi bilgisi ve kabulüne girmeyen, ancak örgütün amacı ve faaliyetleri kapsamında suç işleyip de kendisini örgüt üyesi olarak tanımlayanların ve görenlerin örgüt üyesi sayılıp sayılmayacağı konusunda bir tartışma ve tespitin yapılmadığı, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak suçunun TCK m.220/2’de ayrı bir suç olarak tanımlandığı vaziyette, örgütün kurucusunun veya yöneticisinin izin ve kabulü olmaksızın örgüte fiilen katılan ve katılma iradesini faaliyetleri ile ortaya koyan kişinin örgüt üyesi sayılıp sayılmayacağı konusunda da bir değerlendirmenin yapılmadığı dikkate alındığında, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bu kararının örgüt üyeliği için bir taraflı irade beyanının kabul edilemeyeceğine dair bir emsal karar olarak kabulü yersiz veya yetersiz olacaktır. Kararda; somut olayın özellikleri dikkate alınarak, failin durumu, içinde bulunduğu aşama ve henüz silahlı örgütle hiçbir irtibat kurulamaması, fiili katılmanın gerçekleşmemesi, örgütün amacı veya faaliyetleri kapsamında bir suçun işlenmediği veya en azından bir suça teşebbüs edilmediği durumda, örgüt üyeliğinden bahsedilemeyeceği ifade edilmiştir ki, bu nedenle karar, bir taraflı irade beyanıyla örgüte üye olunup olunamayacağını açıklamaktan uzaktır.
Belirtmeliyiz ki; komplike, yani karmaşık, yerel veya bölgesel düzeyde değil, ülke çapında ve hatta uluslararası düzeyde, hücre tipi yapılanmalarla çalışan veya uluslararası şirketler gibi birçok yerde organize olan illegal yapılara mensubiyette, mutlaka örgütün kurucusu veya yöneticilerinin rızası alınması kaydıyla örgüt üyeliğinin gündeme geleceğini kabul etmek, hem Kanunun lafzı ile gerekçesine ve hem de pratik hayata uygun düşmez. Örgüt üyeliğinin olup olmadığı; konu ile ilgili teorik açıklama ve Yargıtay kararlarının ortaya koyduğu kriterler ile somut olayın özelliklerini karşılaştırmak suretiyle belirlenebilir ki, bu da keyfi gerçekleşmez. Bir an için, örgüt üyesi olmak isteyenin bir taraflı beyanı veya örgüt adına işlediğini söylediği suçlarla örgüt üyeliğinin kabul edildiği durumda, bunun örgütün kurucusunun ve yöneticisinin TCK m.220/5 kapsamında sorumluluğunu artıracağı ve kusursuz sorumluluğu gündeme getireceği ileri sürülebilir. Bu düşünceye katılmak mümkün değildir, çünkü somut olayın özellikleri dikkate alınarak, örgüte üye olduğunu söyleyen ve bunu faaliyetleri ile veya örgüt adına işlediği suçlarla gösteren kişinin ana amacının tespiti mümkündür. Ayrıca, TCK m.220/5’in kusursuz sorumluluk öngördüğünü kabul etmek de doğru değildir. Her ne kadar hükümde “örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır” dese de, burada öngörülenin Ceza Hukukunun benimsediği kusurlu/sübjektif sorumluluğun dışına çıkılıp, reddettiği kusursuz/objektif sorumluluğun kabulü olarak anlaşılamaz. Çünkü “Genel Hükümler” bahsi altında TCK m.20 ila 23’de şahsi kusur sorumluluğu düzenlenmiştir. Kusur yoksa suçun manevi unsuru ve dolayısıyla suç oluşmaz. “Özel kanunlarla ilişki” başlıklı TCK m.5’e göre, “Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır”. Hüküm nettir ve TCK m.220/5’i de bağlayan bu kural gözardı edilerek, örgütün kurucusunun veya yöneticisinin sevk ve idare ile bilgi ve kontrolü dışında, en azından yönlendirmesi ve kabulüne girmeyen suçlardan ayrıca cezalandırılması beklenemez. Bu sebeple, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 24.04.2014 tarihli “ilk derece mahkemesi” sıfatıyla belirttiği ve örgüt üyeliğinin bir taraflı iradeyle geçerli olması durumunda TCK m.220/5’in kabul edilemeyecek derecede ceza sorumluluğunu örgütün kurucusu ve yöneticileri için genişleteceğine dair tespiti isabetli değildir.
TCK m.220/6 da silahlı örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişinin örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılacağını ifade ederek, örgüte üye olmadan örgüt adına suç işleyen ile örgüt üyesi arasında bir fark göstermeye çalışmıştır. Örgüte üye olmak; örgütün amacını benimseyerek, örgüte fiili katılarak ve bunu açık veya zımni beyanla gösterip örgüt içinde yer almakla mümkündür. Bu özellikleri taşımayan, fakat örgüt adına suç işleyen kişi, kanaatimizce örgüt üyesi sayılamaz. Ancak örgüt adına işlediği suçun ağırlığı, bu suç öncesinde ve sonrasında elde edilen deliller, suçu işleyenin davranışları ve somut olayın özellikleri, faille örgüt arasında üyelik derecesinde bağlılığın, fiili katılmanın olduğunu göstermekte ise, bu durumda iki taraflı irade beyanı olmadığından bahisle örgüt üyeliği reddedilemez.
Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 20.03.2017 tarih, 2014/9 E. ve 2017/661 K. sayılı kararında; TCK m.220/2’nin gerekçesinin benimsendiği ve suç örgütü üyesinin, örgüt yöneticisinin rızasının varlığına gerek olmadan örgüte fiilen katılan kişi olarak kabul edildiği görülmektedir[4]. Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin kararına göre; “Suç örgütü üyesi, örgüt yöneticisinin rızasının varlığına gerek olmadan örgüte fiilen katılan kişidir. Kişinin suç örgütü üyeliğinden suçlanabilmesi için, örgütün varlığından haberdar olması, bilerek ve isteyerek üye olması ve örgütün hiyerarşik yapısında da yerini alması gerekir. Örgüt ile bağlantısı olmadan münferit hareket edenlerin suç örgütü üyesi olarak kabulü benimsenemez”.
Bu tespiti yapan Daire; 10.06.2008 tarihli Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararında olduğu gibi, somut olayın özelliklerini dikkate alarak bir taraflı irade beyanı tartışmasına girmeden örgüt üyeliği suçunun oluşup oluşmadığını değerlendirmiş ve sonuçta eksik incelemenin olduğu, bu şartlarda mahkumiyet hükmünün isabetli olmadığı sonucuna varmıştır.
Somut olayın özelliklerini inceleyen Daire; “Suç örgütüne üye olmakla suçlanan sanıklardan sanık ...ile sanık ...'nun anne-baba bir kardeş olup, kardeşlerin birlikte gezme ve/veya biri ile ilgili bir mahkeme olduğunda duruşmaya gidilmesi ile ilgili konuşmaların hayatın olağanı olduğu; sanık ...'ın sanık ...'nun ikamet ettiği yerdeki bir markette çalışan kişi olup, sosyal koşullar içinde bu ilişkinin örgüt üyeliğine ilişkin yansıma olamayacağı, bu tür yapıların hayatın bir uzantısı olduğu; sanık ...'ın ise yukarıda bahsedilen görüşmeler ve aynı semtte yaşayan bir kişiyi hastanede ziyaret etmesi dışında dosyaya yansıyan bir hareketinin bulunmadığı, bu kapsamda, devamlılık içeren kanunun suç saydığı fiilleri işlemek (suç işleme programı altında) amacı ile bir araya gelip aralarında sıkı veya gevşek hiyerarşik bir bağın bulunduğuna ve adıgeçen sanıkların faaliyetleri ile örgütün doğmasına veya üst pozisyonda kolektif faaliyeti kısmen veya tamamen düzenleyip koordine ettiklerine dair bir kısım soyut beyanlar dışında dosya kapsamında delil bulunmadığı, gerek telekomünikasyon yoluyla iletişimin kayda alınmasına ilişkin tutanaklarda, gerekse arama kayıtlarında da bu yönde bir bulguya rastlanmadığının anlaşılması karşısında; yukarıda adıgeçen sanıklar hakkında sanık ...'nun suç işlemek amacı ile kurduğu örgüte üye olduklarına dair kesin kanıtların neler olduğu karar yerinde açıklanıp gösterilmeden eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması” gerekçelerinden hareketle, Yerel Mahkemenin mahkumiyet kararını bozmuştur.
Sonuç olarak örgüt üyeliği; iki taraflı ve her iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme olmayıp, Ceza Hukuku kapsamında, “suçta ve cezada kanunilik” prensibi ve somut olayın özellikleri dikkate alınarak, kişinin suç veya terör örgütüne üye olup olmadığı belirlenmelidir. Örgüt üyeliği; bir taraflı irade beyanıyla gerçekleşen örgüte fiili katılma şeklinde olabileceği gibi, örgütün hiyerarşik yapısına kurucunun veya yöneticinin kabulü, hatta bir tören veya seremoni, örgüt üyeliği için aranan sıkı şekil şartlarının veya bazı zorlukların aşılmasıyla da gerçekleşebilir. Örgüt üyeliğini yalnızca irade beyanına ve bunun karşılıklı olup olmadığına bağlamak doğru değildir ki, zaten Kanunun lafzı ve gerekçesi de iki taraflı irade beyanını aramamıştır. Esas olan, örgüt üyeliği için yukarıda yer verdiğimiz açıklama ve emsal kararlarda öngörülen unsurların somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediğidir.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
------------------------------------------------------------
[1] “İlk derece mahkemesi” sıfatıyla 24.04.2017 tarih, 2015/3 E. ve 2017/3 K.; “temyiz mercii” olarak 26.10.2017 tarih, 2017/1809 E. ve 2017/5155 K.
[2] Bu görüşler için bkz. A. Caner Yenidünya-Zafer İçer, Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma (TCK. m.220, 221) Digesta Yayınevi, İstanbul 2014, s.38; Vesile Sonay Evik, “Suç İşlemek Amacıyla Örgütlenme Suçu”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Prof. Dr. Nur Centel’e Armağan, s.667-697, Cilt 19, Sayı: 2, Özel Sayı, İstanbul 2013, s.685; Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 5. Cilt, Adalet Yayınevi, 2. Baskı, Ankara, 2014 s.6639; Önder Tozman, Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma Suçu, 2. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2017, s.288-289.
[3] Bu değerlendirme için bkz. Tozman, a.g.e. s.288-289, Dipnot: 796-797; Cihan Kavlak, Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma Suçu, 2. Baskı, Ankara, Ocak 2013 s.403.
[4] Doktrinde Özgenç, tek taraflı irade beyanını örgüt üyeliği için yeterli görmüştür. Bkz. İzzet Özgenç, Suç Örgütleri, Seçkin Yayınevi, 8. Bası, Ankara, Şubat 2017, s.22.