Etik, bir durumun iyi veya kötü, haklı veya haksız, doğru veya yanlış, adil ya da adil olmayan şeklinde değerlendirilmesini sağlayan toplumun kendi içinde oluşturduğu ve çoğunlukla yazılı olmayan kurallardır. Nasıl ki bir kimsenin kişiliği, karakteri, kültür düzeyi, sosyal seviyesi içerisinde yaşadığı topluma göre belirlenmekte ise, etik ilkeler de aynı şekilde içerisinde yaşanılan toplumun, dahil olunan grubun bir sonucu olarak gelişim gösterir. Etik, soyut, uluslararası özellik taşıyan genel-geçer nitelik taşır. Bu bakımdan etik ilkelerin toplumun her alanında görülebildiği söylenebilir.
Ülkemizde üzerinde özellikle bu günlerde etiklik açısından tartışması yapılan en önemli konulardan biri organ ve doku nakli olup, iç hukukumuzda özellikle 2238 sayılı kanun ile düzenlenmiş, bunun yanında 01.02.2012 tarih–28191 sayılı resmi gazetede yayınlanan “Organ ve Doku Nakli Hizmetleri Yönetmeliği”, Türk Ceza Kanunu, Türk Medeni Kanunu gibi kanunlarda da yer bulmuş, uluslararası sözleşmelerde de koruma altına alınmıştır. Organ nakli, vücutta hastalıklı halde bulunan bir organın işlevini gerçekleştirememesi nedeniyle hastaya ciddi zarar vermesi durumunda, tıbben uygulanacak başka bir tedavi olmadığı durumlarda kanunda öngörülen şartlar çerçevesinde söz konusu organın sağlıklı başka bir organ ile değiştirilmesi operasyonudur. 2238 sayılı yasada detaylıca düzenlenen nakil konusunun alanına otografiler, saç ve deri alınması, aşılanması ve nakli ile kan transfüzisyonu girmemekte olup, bu müdahaleler kendi kanunlarına tabidirler.
Türk Medeni Kanunu’nun 23. Maddesi bir kimsenin, rızası dahilinde dahi olsa kişilik haklarından vazgeçemeyeceğini belirtmektedir. Bu madde bireyin kişilik haklarının kısmen de olsa sınırlandırılabileceğini öngörmekte ancak hukuka ve adaba aykırı olmamasını emretmektedir. Bu bakımdan organ ve doku nakli konusunu incelediğimizde, organ ve doku alınmasında asıl sorun verici açısındandır. Zira böyle bir müdahalede vücut bütünlüğüne el atılan, sağlığı tehlikeye giren, kişilik hakkı sınırlandırılan taraf vericidir. Bu sebeple organ ve doku naklini etik açıdan inceleyebilmek adına, 2238 sayılı kanunda öncelikle ve özellikle verici açısından organ ve doku naklinin şartlarına göz atmak gerekmektedir.
1- Ehliyet
2238 sayılı Kanun, organ veya doku naklinde bulunacak olan vericinin (donör) tam ehliyetli olmasını aramaktadır. Aynı Kanunun 6. Maddesi, vericinin mutlaka on sekiz yaşını doldurmuş olması şartını aramıştır. Türk Medeni Kanununda bazı durumlarda on sekiz yaşını doldurmamış olan kişilerin evlenmek suretiyle tam ehliyetli kazanmaları, organ ve doku naklinin ehliyet şartını karşılamamaktadır. Bundan başka kanun, kişinin organ veya doku nakli kararını verirken akli melekelerinin yerinde olması yani kendi özgür iradesi ile bu kararı verebilecek durumda olmasını aramaktadır.
2 – Rıza
2238 sayılı kanun açısından en önemli ve günümüzde de tartışma yaratan konu rıza konusudur. Bilindiği gibi canlı veya ölü olan bir bedenden organ veya doku alınabilir, başka bir kimseye nakil edilebilir. Bir kimseden organ ve doku alınabilmesi için vericinin bu konuda rızası olmak zorundadır. Rıza konusu canlı insan veya ölüden doku ve organ alınması bakımından farklılık arz etmektedir.
Öncelikle söylemek gerekir ki şu anki mevcut düzenlememiz olan 2238 sayılı kanunda organ ve doku nakli için yaşayan kişiler bakımından aranan rıza şartı, en az iki tanık huzurunda açık, bilinçli ve tesirden uzak olarak “önceden” verilmiş yazılı ve imzalı veya en az iki tanık önünde sözlü olarak beyan edip imzaladığı tutanağın bir hekim tarafından onaylanması şeklindedir. Burada bahsedilen önceden verilmiş yazılı ve imzalı şartta yazması gereken “kişinin organlarını bağışlamaya muvafakat verdiği” ne yönelik bir beyandır ve bu beyan da organ bağış kartıdır. Bahsedilen husus, ölen bir kimsenin, ölümden önce organ ve doku nakline ilişkin açıklanmış olan rızası konusunda da geçerlidir. 2238 sayılı kanunun 14. Maddesinde bu durum “Bir kimse sağlığında vücudunun tamamını veya organ ve dokularını, tedavi, teşhis ve bilimsel amaçlar için bıraktığını resmi veya yazılı vasiyetle belirtmemiş bu konudaki isteğini iki tanık huzurunda açıklamammış ise sırasıyla ölüm anında yanında bulunan eşi, reşit çocukları, ana veya babası veya kardeşlerinden birisinin, bunlar yoksa yanında bulunan herhangi bir yakınının muvafakatıyla ölüden organ veya doku alınabilir. Aksine bir vasiyet veya beyan yoksa kornea gibi ceset üzerinde bir değişiklik yapmayan dokular alınabilir. Ölü, sağlığında kendisinden ölümünden sonra organ veya doku alınmasına karşı olduğunu belirtmişse organ ve doku alınamaz.” şeklinde belirtilmiştir.
Teoride yapılan bu anlatımların yanında mevcut düzenleme ile organ ve doku bağışının Dünyadaki ortalamasına baktığımızda İspanya 34,6 İtalya 21,1 Fransa 20,9 ABD 20 Almanya 13.8 İngiltere 12.3 Yunanistan 6,2 Türkiye 2,0 Romanya 0,4. Oranlarında olduğu görülmektedir.
Türkiye’nin dünya sıralamasındaki yeri gerçekten içler acısıdır. Bu istatistiklerden anlamamız gereken, hala organ ve doku nakline ilişkin toplumda yeterli çalışmanın yapılmamış ve bilincin sağlanamamış olduğudur. Görülüyor ki organ ve doku bağışından haberi olmayan kimseler de hala mevcut... Toplumun belli bir kesimi dini inancından ötürü “öteki tarafta kendisini rahat bırakmayacakları” argümanı ile organlarını bağışlama yolunu seçmemektedir. Bunların dışında ölü bedeni üzerinde estetik amaçlar güden bir grup insan topluluğu da inanması güç olsa da vardır. Kanun açıktır : Rıza yoksa organ veya doku da yok!
Geçtiğimiz günlerde tartışıldığı üzere bir an için kanunun ters çevrildiğini ve kanunda “ organ ve dokularının alınmasını istemeyen kişiler bunu önceden belgelemek zorundadır” şeklinde bir hüküm getirildiğini var sayalım. Kanunun yorumlanmasından, önceden organ ve dokularının alınmasını istemeyenlerin doku ve organ nakline muvafakat vermediklerine dair beyanlarını belgelemedikleri sürece otomatik olarak donör sayılacakları sonucu çıkmaktadır.
Sağlık etiği açısından bu durum incelendiğinde, öncelikle her bireyin gerek iç hukuk düzenlemeleri, gerekse TC.Anayasasının 90.maddesi uyarınca iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiş olan Uluslararası Sözleşmeler ile koruma altına alınmış ve istisnası olmayan Yaşam Hakkı vardır. Bunun yanında yaşama hakkına sahip olan her bir bireyin sağlığını koruma, sağlığa erişme ve sağlıklı bir ortamda yaşama hakkı olduğu da açıktır. Organ ve doku nakli gerek donör gerekse alıcı açısından doğrudan yaşam hakkı ile bağdaş durumdadır. Organ ve doku nakli konusunda bilinçlenmek toplumu organ bağışında gönüllülüğe itecek, aynı orantıda nakil bekleyen hasta sayısında ciddi bir düşüş gözlemlenecek, bunun devamında da sosyal seviyesi daha yüksek bir toplum ortaya çıkacaktır.
Yukarıda bahsedildiği şekilde gerçekleştirilen bir düzenlemenin, tıp etiği ve kanun yapma tekniği açısından doğru olmadığı kanısındayım. Düzenleme her ne kadar da sağlıklı bir toplum yaratma yolunda önemli adımlar için bir yol açmaktaysa da, hiçbir düzenleme beden bütünlüğüne müdahaleyi hastanın rızası dışında hukuka uygun hale getiremez. Kaldı ki rıza, her zaman geri alınabilir. Bunun yanında ölen kişinin ölüm anında organ bağışına muvafakat vermediğine dair beyanı yanında taşımıyor olması da onun hukuka aykırı bir şekilde organlarının alınmasına sebep olacaktır. Etik açıdan organ bağışı yaparak ihtiyaç sahibi birine sağlıklı bir organ verebilmek ne kadar önemliyse de, donörün açıkça rızası olmaksızın ondan organ alınması da kanunu askıda bırakmaktadır.
Sonuç olarak her ne kadar düzenleme ihtiyaç sahiplerine organ sağlayabilmek açısından yeni bir çıkış yolu olmaya çalışsa da vericinin, organ bağış kartını yanında taşımamasının verici açısından bir varsayılmış rıza olarak değerlendirilmesin sağlık etiği açıdan yanlış olduğu kanısındayım. Sağlık Bakanlığınca getirilmeye çalışılan bu uygulama ile kişiler, önceki düzenleme ile “ ben organlarımı bağışlıyorum “ ibaresi yeterli sayılırken yeni düzenleme ile bu durum tersine çevrilerek kişi, “organlarımı bağışlamıyorum” şeklindeki beyanı ile bağlanıyor ve bunun yanında organlarını bağışlamadığını iki şahit huzurunda beyan eden kişinin bu beyanı öldüğünde yanında taşıması şart koşuluyor. Kanımca organ bağışını teşvik etmesi beklenen bu uygulama aslında organ bağışını daha da zorlaştıracak ve sıkıntıya sokacaktır. Organ ve doku nakli gibi, kişinin beden bütünlüğü üzerinde bir tasarrufunu gerektiren uygulamalar oldukça hassastır ve geçerli uygulamanın tersine çevrilmeye çalışılması suretiyle yeni bir düzenlemeye gitmeye çalışmak, organ veya doku bekleyen hastalar için umut teşkil etse dahi, vericiler açısından sisteme katılımda hayli güçlüklere neden olacaktır.
(Bu köşe yazısı, sayın Av.Çağla DEMİREL tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)