Ölüm cezasının Türk Ceza Kanunu’na yeniden döndürülmesinin tartışıldığı bugünlerde ölüm cezasının yeniden yürürlüğe konulması ile uluslararası antlaşmadan doğan yükümlülüklerimizden dönmenin nasıl mümkün olacağı da merak konusu oldu.
Ölüm cezası, 9 Ağustos 2002 tarih 4771 sayılı Kanun ile 3. Uyum paketi getirilerek kaldırıldı. 26 Haziran 2003 yılında, “11 Nolu Protokol ile Değişik İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Koruma Avrupa Sözleşmesine Ölüm Cezasının Kaldırılmasına Dair Ek 6 Nolu Protokolun Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun” kabul edilmiş, 1 Temmuz 2003 yılında da Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanıp 1983 yılında imzaya açılan bu protokol, Türkiye tarafından 2003 yılına kadar gündeme getirilmemiştir.
Türkiye’de ölüm cezası en son 1984 yılında uygulanmış, Abdullah Öcalan davasına kadar uygulama alanı da bulmamıştı.
Ölüm cezasını her koşulda kaldıran 13 no’lu protokol, 6 Ekim 2010 tarihinde kabul edilmiş, 12 Ekim 2010 tarihinde de Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Türkiye bu protokolü kabul etmekle de sınırlı olarak kaldırdığı ölüm cezasını tüm suçlar için kaldırmıştır.
Türkiye Ceza Kanunu’nda tüm ölüm ya da idam ibarelerini “ağırlaştırılmış müebbet” olarak değiştirmiştir.
Ölüm cezasının kaldırılmasına ilişkin protokollerin kabulünden çok kısa bir zaman önce Abdullah Öcalan yargılanmaya başlamış, 29 Haziran 1999 tarihinde son duruşması yapılmış ve mahkeme “Abdullah Öcalan'ı Türkiye'nin toprak bütünlüğünü parçalamak için eylem yapmak ve bu amaçla silahlı terör örgütü kurmak, yönetmek ve eğitmekten suçlu bulmuştur. Mahkeme, Türk Ceza Kanunu'nun 125. maddesi uyarınca Abdullah Öcalan'ın idamına hükmetmiştir.” 21 Ekim 2001’de Anayasa’nın 38. Maddesinde değişiklik yapılarak savaş, yakın savaş, terör suçları dışında idam cezasının uygulaması kaldırılmıştır. TBMM'nin çıkardığı ve 9 Ağustos 2002'de Resmi Gazete'de yayınlanan 4771 sayılı kanunla barış zamanında idam cezası kaldırılmış (yani savaş ve yakın savaş tehdidi hariç) ve içinde TCK'da bulunan ilgili değişiklikleri yapılması gerekli kılınmıştır. Kanun değişiklikleri sonucunda terörist eylemlerden idam cezası almış bir kişin cezası ömür boyu hapse dönüşmekte ve hayatının geri kalanını cezaevinde geçirmesi gerekmektedir.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi demektedir ki “Hiçbir şart altında terörist eylemlerden suçlanan bir şahsa idam cezasına hükmedilmez, hükmedilse dahi uygulanmaz.” (ÖCALAN/TÜRKİYE davası)
Türkiye bu anlamda ÖCALAN’ın idam kararının ortadan kaldırılması için tüm yükümlülüklerini yerine getirmiş, insan yaşamına olan saygısını, insanın vazgeçilmez varlığını korumaya bağlılığını ortaya koymuştur. Bu konu oldukça derin tartışmalara konu olabilir ancak ceza adaleti açısından değerlendirildiğinde ceza hükümleri her açıdan hümanist bir yaklaşımı ortaya koymalıdır.
Şimdi ise tartışılan ölüm cezasının yeniden bir Anayasa değişikliği ile Türk Ceza Kanunu’na getirilmesidir. Bu noktada da Anayasa değişikliğinden daha da önemli olan Türkiye’nin atacağı bu adımın Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi ile ilişkilerine nasıl yansıyacağıdır. Türkiye kendi insiyatifi ile Avrupa Konseyinin Ek Protokollerinden ya da Avrupa Birliğine girme yolunda attığı adımlardan vazgeçebilecek midir?
Ölüm cezasına dair mahkeme kararının, 6. Maddeye uygun adil bir yargılama sonunda alınmış olması da AHİM tarafında aranmaktadır.
Öcalan/Türkiye davasında, Strasbourg Mahkemesi, davacının, özellikle adil yargılanmadığı iddiası üzerine, bu mahkeme önündeki dava sonuçlanıncaya kadar geçici tedbir olarak ölüm cezasının infaz edilmemesini hükümetten istemiş, hükümette cezanın yerine getirilmesini durdurmuştur.
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını tanırken, bu anlamda Anayasa değişikliği ile ölüm cezasını yeniden getirecek olsa dahi, nasıl uygulayacaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılacak başvurularda verilen tedbir kararları yerine getirilmeyecek midir? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları iç hukukumuzda tanınmayacak mıdır?
Burada Uluslar arası Sözleşmelerin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının iç hukukumuzdaki yerine değinmekte fayda vardır. Bu konuda iki ana kural bulunmaktadır: İlki, “uluslararası antlaşmalar yasa hükmündedir.” diğeri, “uluslararası antlaşmaların Anayasaya aykırılığı ileri sürülemez.”
Sonuca gelirsek, sözleşme iç hukukun bir parçasıdır, ayrıcalıklı yere sahiptir; sözleşme iç hukukta kendiliğinden uygulanır; sözleşmenin anayasaya aykırılığı ileri sürülemez; sözleşmeden sonra yürürlüğe giren anayasa, sözleşmeyi değiştiremeyecek; uluslararası hukuk bakımından da sözleşme Türkiye’yi bağlayan bir antlaşmadır.
Aslında, sonuç saydam bir şekilde ortadadır. Türkiye ölüm cezasını Anayasa değişikliği ile yeniden getirecek olsa bile, uluslar arası sözleşmelere karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınamayacaktır. Kaldı ki tarihte Öcalan idam edilmemesi için tüm sözleşmelerin imzalandığı ve iç hukukumuzda gerekli yasal düzenlemelerin yapıldığı gözetildiğinde, ölüm cezası getirilmiş bile olsa pratikte uygulanması nerede ise imkansız olacaktır.
Getirilecek ölüm cezasının da kimlere uygulanacağı, uygulanabilip uygulanamayacağı tartışmaları da, ceza adaletinin genel kuralı olan aleyhe değişikliklerin geçmişe yürüyemezliği karşısında gereksiz bir çabanın eseri olmaktan öteye gidemeyecektir.
Ölüm cezası, 9 Ağustos 2002 tarih 4771 sayılı Kanun ile 3. Uyum paketi getirilerek kaldırıldı. 26 Haziran 2003 yılında, “11 Nolu Protokol ile Değişik İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Koruma Avrupa Sözleşmesine Ölüm Cezasının Kaldırılmasına Dair Ek 6 Nolu Protokolun Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun” kabul edilmiş, 1 Temmuz 2003 yılında da Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanıp 1983 yılında imzaya açılan bu protokol, Türkiye tarafından 2003 yılına kadar gündeme getirilmemiştir.
Türkiye’de ölüm cezası en son 1984 yılında uygulanmış, Abdullah Öcalan davasına kadar uygulama alanı da bulmamıştı.
Ölüm cezasını her koşulda kaldıran 13 no’lu protokol, 6 Ekim 2010 tarihinde kabul edilmiş, 12 Ekim 2010 tarihinde de Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Türkiye bu protokolü kabul etmekle de sınırlı olarak kaldırdığı ölüm cezasını tüm suçlar için kaldırmıştır.
Türkiye Ceza Kanunu’nda tüm ölüm ya da idam ibarelerini “ağırlaştırılmış müebbet” olarak değiştirmiştir.
Ölüm cezasının kaldırılmasına ilişkin protokollerin kabulünden çok kısa bir zaman önce Abdullah Öcalan yargılanmaya başlamış, 29 Haziran 1999 tarihinde son duruşması yapılmış ve mahkeme “Abdullah Öcalan'ı Türkiye'nin toprak bütünlüğünü parçalamak için eylem yapmak ve bu amaçla silahlı terör örgütü kurmak, yönetmek ve eğitmekten suçlu bulmuştur. Mahkeme, Türk Ceza Kanunu'nun 125. maddesi uyarınca Abdullah Öcalan'ın idamına hükmetmiştir.” 21 Ekim 2001’de Anayasa’nın 38. Maddesinde değişiklik yapılarak savaş, yakın savaş, terör suçları dışında idam cezasının uygulaması kaldırılmıştır. TBMM'nin çıkardığı ve 9 Ağustos 2002'de Resmi Gazete'de yayınlanan 4771 sayılı kanunla barış zamanında idam cezası kaldırılmış (yani savaş ve yakın savaş tehdidi hariç) ve içinde TCK'da bulunan ilgili değişiklikleri yapılması gerekli kılınmıştır. Kanun değişiklikleri sonucunda terörist eylemlerden idam cezası almış bir kişin cezası ömür boyu hapse dönüşmekte ve hayatının geri kalanını cezaevinde geçirmesi gerekmektedir.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi demektedir ki “Hiçbir şart altında terörist eylemlerden suçlanan bir şahsa idam cezasına hükmedilmez, hükmedilse dahi uygulanmaz.” (ÖCALAN/TÜRKİYE davası)
Türkiye bu anlamda ÖCALAN’ın idam kararının ortadan kaldırılması için tüm yükümlülüklerini yerine getirmiş, insan yaşamına olan saygısını, insanın vazgeçilmez varlığını korumaya bağlılığını ortaya koymuştur. Bu konu oldukça derin tartışmalara konu olabilir ancak ceza adaleti açısından değerlendirildiğinde ceza hükümleri her açıdan hümanist bir yaklaşımı ortaya koymalıdır.
Şimdi ise tartışılan ölüm cezasının yeniden bir Anayasa değişikliği ile Türk Ceza Kanunu’na getirilmesidir. Bu noktada da Anayasa değişikliğinden daha da önemli olan Türkiye’nin atacağı bu adımın Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi ile ilişkilerine nasıl yansıyacağıdır. Türkiye kendi insiyatifi ile Avrupa Konseyinin Ek Protokollerinden ya da Avrupa Birliğine girme yolunda attığı adımlardan vazgeçebilecek midir?
Ölüm cezasına dair mahkeme kararının, 6. Maddeye uygun adil bir yargılama sonunda alınmış olması da AHİM tarafında aranmaktadır.
Öcalan/Türkiye davasında, Strasbourg Mahkemesi, davacının, özellikle adil yargılanmadığı iddiası üzerine, bu mahkeme önündeki dava sonuçlanıncaya kadar geçici tedbir olarak ölüm cezasının infaz edilmemesini hükümetten istemiş, hükümette cezanın yerine getirilmesini durdurmuştur.
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını tanırken, bu anlamda Anayasa değişikliği ile ölüm cezasını yeniden getirecek olsa dahi, nasıl uygulayacaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılacak başvurularda verilen tedbir kararları yerine getirilmeyecek midir? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları iç hukukumuzda tanınmayacak mıdır?
Burada Uluslar arası Sözleşmelerin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının iç hukukumuzdaki yerine değinmekte fayda vardır. Bu konuda iki ana kural bulunmaktadır: İlki, “uluslararası antlaşmalar yasa hükmündedir.” diğeri, “uluslararası antlaşmaların Anayasaya aykırılığı ileri sürülemez.”
Sonuca gelirsek, sözleşme iç hukukun bir parçasıdır, ayrıcalıklı yere sahiptir; sözleşme iç hukukta kendiliğinden uygulanır; sözleşmenin anayasaya aykırılığı ileri sürülemez; sözleşmeden sonra yürürlüğe giren anayasa, sözleşmeyi değiştiremeyecek; uluslararası hukuk bakımından da sözleşme Türkiye’yi bağlayan bir antlaşmadır.
Aslında, sonuç saydam bir şekilde ortadadır. Türkiye ölüm cezasını Anayasa değişikliği ile yeniden getirecek olsa bile, uluslar arası sözleşmelere karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınamayacaktır. Kaldı ki tarihte Öcalan idam edilmemesi için tüm sözleşmelerin imzalandığı ve iç hukukumuzda gerekli yasal düzenlemelerin yapıldığı gözetildiğinde, ölüm cezası getirilmiş bile olsa pratikte uygulanması nerede ise imkansız olacaktır.
Getirilecek ölüm cezasının da kimlere uygulanacağı, uygulanabilip uygulanamayacağı tartışmaları da, ceza adaletinin genel kuralı olan aleyhe değişikliklerin geçmişe yürüyemezliği karşısında gereksiz bir çabanın eseri olmaktan öteye gidemeyecektir.