5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Genel Hükümler” başlıklı birinci kitabının “Ceza Sorumluluğunun Esasları” başlıklı ikinci kısmının “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler” başlıklı ikinci bölümünde düzenlenen meşru savunma, meşru savunmada sınırın aşılması ve haksız tahrik müesseseleri, birbirinden ayrılması kolay olmayan Ceza Hukuku kurumlarıdır. Bu kurumların birbiri ile karıştırılması, yanlış anlaşılması veya somut olaya yanlış şekilde uygulanması sıklıkla karşılaşılabilen bir durumdur. Bu nedenle, bu kurumlar arasında farklılığın açık şekilde ortaya koyulması ve bu üç kurumun olması gerektiği biçimde anlaşılması önem arz etmektedir. Bu yazımızda; öncelikle bu üç kurumu ayrı ayrı kısaca açıklayacak, daha sonra ise birbirileri arasındaki farklılıklara değinerek hangi durumlara uygulanmaları gerektiğini izah edeceğiz. Yazımızda son olarak ise, ABD’de yaşanan Rittenhouse olayının Türk Hukuku açısından değerlendirilmesine yer vereceğiz.

Öncelikle belirtmeliyiz ki; haksız bir saldırı karşısında eşzamanlılık ve orantılılık dikkate alınmak suretiyle yapılan savunmayı hukuka uygun sayan ve hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmediği için fiilin suç olarak görülmesinin önüne geçen meşru savunma, esasen ceza sorumluluğunu kaldıran hal olmayıp, suçun hukuka aykırılık unsurunu bertaraf eden, dolayısıyla da suçu ortadan kaldıran bir nedendir. Ancak kanun koyucu, hukuka uygunluk sebeplerini ceza sorumluluğunu kaldıran haller olarak düzenlemiştir. Bu düşünceye katılmadığımızı, bu yönü ile de cezayı azaltan kanuni sebep olarak kabul edilen haksız tahrik ile meşru savunmanın ayrıldığını ifade etmek isteriz.

I. Meşru Savunma

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Meşru savunma ve zorunluluk hali” başlıklı 25. maddesinin 1. fıkrasına göre; “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez”.

TCK m.25/1’de düzenlenen meşru savunma, suçun unsurlarından hukuka aykırılık unsurunu ortadan kaldıran bir hukuka uygunluk sebebi olarak düzenlenmiştir. Meşru savunma; kişinin kendisine veya bir başkasına yönelik olarak gerçekleştirilen saldırı karşısında, savunma amacıyla haksız saldırıyı defedecek ölçüde kuvvet kullanması anlamına gelmektedir[1]. Meşru savunmanın hukuki dayanağını, Anayasanın 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında yer alan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ile insan onuru kavramı oluşturmaktadır[2]. TCK m.25’in 1. fıkrasında meşru savunma halinin saldırıya ve savunmaya ilişkin şartları gösterilmiş olup, bu şartlar bakımından 765 sayılı TCK m.49/2 hükmü ile önemli bir fark bulunmaktadır[3]. 765 sayılı TCK m.49/2’de meşru müdafaa kapsamında savunulabilecek hakların içinde sadece vücut bütünlüğü ile namusa yönelik saldırılar yer almasına rağmen, 5237 sayılı TCK m.25/1 hükmü ile bu sınırlama kaldırılmış ve bireyin, gerek kendisine ve gerekse başkasına ait herhangi bir hakka yönelik olarak yapılacak saldırıya karşı yasal savunma hakkının bulunduğu belirtilmiştir[4].

Meşru savunma sözkonusu olduğunda; mevcut olan saldırıyı bertaraf etmek için işlenen fiil tipe uygun fiil olmasına rağmen, bir hakkı korumak amacıyla işlenmesi sebebiyle hukuka aykırı değildir[5]. Bir başka ifadeyle; somut olayda gerçekleştirilen fiil tipiklik, yani suçun maddi unsuru açısından gerçekleşse bile, meşru savunmanın varlığı halinde, bu fiil hukuka aykırı olmayacağından, haksızlık meydana gelmeyecek ve suç oluşmayacaktır. Meşru savunma niteliği itibariyle bir hukuka uygunluk sebebi olup, suçun hukuka aykırılık unsurunu kaldıran bir fonksiyon icra etmektedir ki, bunun kusurlulukla ilgisi bulunmamaktadır. Meşru savunma halinde; icra edilen fiil hukuka uygun olduğundan ceza sorumluluğunu gerektirmemekte, amaç haksız saldırıyı uzaklaştırmak olduğu için de haksızlık meydana gelmemektedir[6].

Meşru savunma halinin kabul edilebilmesi için, belirli şartların birlikte bulunması gerekmektedir. Bu şartlar, saldırıya ve savunmaya ilişkin şartlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Saldırıya ilişkin şartlar; bir saldırının bulunması, saldırının haksız olması, saldırının bir hakka yönelik olması ve saldırının mevcut, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak bir saldırı olması iken, savunmaya ilişkin şartlar ise; savunmada zorunluluk bulunması, savunmanın saldırıya ve saldırıyı gerçekleştiren kişiye karşı yapılması ve saldırı ile savunma arasında orantılılık bulunmasıdır[7].

Meşru savunmanın şartlarından olan haksız saldırının suç teşkil etmesi şart olmayıp, hukuka aykırı bir fiil olması yeterlidir. Ancak haksız saldırı teşkil eden fiil suç ise, meşru savunmanın olayda gerçekleşmesi için haksız saldırı teşkil eden suçun icra hareketlerine başlanmış olması gerekmektedir[8]. İcra hareketlerine henüz başlanmamış, hazırlık hareketleri icra edilen suç açısından teşebbüs hükümlerinin bile uygulanması sözkonusu olmadığından ve bu nitelikte bir durumda henüz bir saldırının mevcut olduğundan bile söz edilemeyeceğinden, bu husus aynı zamanda meşru savunmanın şartlarından birisi olan saldırının mevcut bulunması şartının yerine gelmediği anlamına gelir. Bu durumun yanı sıra; doktrinde saldırının halen varlığını koruması koşulunun doğrudan savunmanın da gerekli olması anlamına geleceği sebebiyle, savunmada zorunluluk ifadesinin, savunmanın gerekli ve uygun olması şeklinde anlaşılması gerektiği ifade edilmiştir[9]. Saldırı ile savunmada orantı bulunması şartının ise; sadece saldırı ile savunma arasındaki orantı olarak değil, haklar arasındaki, yani saldırıya ve savunmaya konu haklar arasında bulunması gereken orantı şeklinde anlaşılması doğru olacaktır[10].

Saldırıyı kimin başlattığı, yani ilk saldırı hareketinin kim tarafından gerçekleştirildiğinin tespit edilemediği hallerde, Yargıtay’ın taraftar olduğu bir görüş meşru savunma hükmünün uygulanamayacağı ve iki taraf için de haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiği yönündedir[11]. Ancak doktrinde bu uygulama eleştirilmiş ve bizim de katıldığımız görüşe göre; böyle bir durum sözkonusu olduğunda, taraflardan birisinin meşru müdafaa halinde olduğu kesin olduğundan, haksız tahrik hükmünü uygulamak suretiyle kişiyi mahkum etmenin hakkaniyete uygun düşmeyeceği belirtilerek, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi gereğince, her iki tarafı da meşru savunma hükümlerinden yararlandırmak gerektiği ifade edilmiştir[12].

II. Meşru Savunmada Sınırın Aşılması

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Sınırın aşılması” başlıklı 27. maddesine göre; “(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.

(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez”.

Yeri gelmişken, 27. maddenin ikinci fıkrasında geçen “mazur” ile “maruz” kelimelerini birbirine karıştırmamak gerekir. “Mazur”, “mazeret” ve “mazur görülme”, “haklı sayılma”, “hoş görülme”, “kabul edilebilir olma”, “tolerans gösterilebilir sayılma” iken, “maruz kalma” ise “etkilenme”, “tesirinde kalma” anlamına gelir.

5237 sayılı yeni TCK sistemi; ceza sorumluluğunu kaldıran nedenleri ana başlık olarak düzenlemiş, hukuka uygunluk nedenleri ve kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlere bu başlık altında yer vermiştir[13]. Türk Ceza Kanunu’nda bulunan “Sınırın aşılması” başlıklı 27. maddenin birinci fıkrasında tüm hukuka uygunluk sebepleri için uygulanabilecek, sınırın kast olmaksızın aşılması hali düzenlenmişken, ikinci fıkrada yalnızca meşru savunma hukuka uygunluk sebebi için geçerli olabilecek bir ihtimal tanımlanmıştır. Maddenin birinci fıkrasının gerekçesinde; ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedenlerin hepsini kapsamına alacak şekilde sınırın kast olmaksızın aşılması halinin düzenlendiği belirtilse de, bu fıkra hükmünün yalnızca hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılması olarak anlaşılması ve uygulanması gerekmektedir[14]. Ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran veya azaltan nedenlerin yalnızca hukuka uygunluk nedenleri ile sınırlı olmadığını ifade etmemiz gerekir. Dolayısıyla; kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerle ilgili olarak TCK m.27/1 hükmünün uygulanması sözkonusu değildir[15]. Netice olarak; TCK m.27/1 hükmü ile getirilen düzenleme sadece hukuka uygunluk sebepleri açısından gündeme gelmekle birlikte, TCK m.27/2 hükmü ise hukuka uygunluk nedenlerinden sadece meşru savunma için kabul edilmiş bir ihtimali düzenlemektedir.

TCK m.27/2 hükmü ile birlikte, TCK m.28’de düzenlenen cebir, şiddet ve tehdit gibi kusurluluğu etkileyen yeni ve özel bir sebebin kanunda düzenleme altına alındığını ifade etmek gerekir[16]. Belirtmeliyiz ki; TCK m.27/2’de düzenlenen meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaş sebebiyle aşılması halinde somut olayın başında meşru savunma halinin şartlarının bulunması gerekse de, artık bu aşamadan sonra meşru savunmanın dışına çıkıldığını kabul etmek gerekir. Bu nedenle; meşru savunma hali gündeme geldiğinde fiilin hukuka aykırılık unsuru ortadan kalkarken, meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaş sebebiyle aşılması halinde ise, fiil tipik haksızlık niteliğini koruyacak ancak kişiye atfedilebilecek kusur bulunmadığından ceza verilmeyecektir. Meşru savunma hakkını kullanan kişi, savunma sınırını aştığı durumda hukuka uygunluk sebebi olan meşru savunmadan artık yararlanamayacak ve bu sebeple de kişinin savunma sınırını aşan fiili hukuka aykırılık niteliğini koruyacaktır[17]. TCK m.25/1’de yer alan meşru savunma hali ile TCK m.27/2’de düzenlenen meşru savunmada sınırın aşılması hali arasındaki teorik farklılık budur.

Bu farklılık TCK’da bulunan düzenlemeye paralel olarak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda da yer bulmuştur. Öyle ki; yargılamada meşru savunma şartlarının bulunduğuna kanaat getirildiği takdirde, sanık hakkında CMK m.223/2-d uyarınca beraat kararı verilecek iken, meşru savunmada sınırın aşıldığının tespit edilmesi durumunda ise CMK m.223/3-c gereği ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilecektir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu da 08.05.2012 tarihli, 2011/1-436 E. ve 2012/190 K. sayılı kararında; TCK m.27/2’de düzenlenen durumun kusurluluğu ortadan kaldıran bir neden olduğuna ve bu halin gerçekleşmesi gündeme geldiğinde CMK m.223/3 gereği kişinin kusuru bulunmaması nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi gerektiğine işaret etmiştir[18]. Netice itibariyle, meşru savunmada mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaş sebebiyle sınırın aşılması halinde fiil hukuka uygun hale gelmemekte ve hukuka aykırılık niteliği devam etse de olayın koşulları nedeniyle faile kusur atfedilemediğinden ceza verilmemektedir[19]. Ancak meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaş sebebiyle aşılması halinde fiilin bütünü ile hukuka aykırı olmadığını, yalnızca sınırın dışında kalan fiillerin hukuka aykırılık teşkil ettiğini ifade etmek gerekir[20].

TCK m.27/2 hükmünün uygulanabilmesi için somut olayda gerçekleşmesi gereken şartlara bakıldığında, doktrinde bir görüşün bu şartları objektif ve sübjektif şartlar olarak iki başlık altında incelediği görülmektedir[21]. Bunun yanında genel itibariyle TCK m.27/2 hükmünün uygulanması için gerekli olan şartları, meşru savunma olarak nitelendirilebilecek bir halin varlığı, meşru savunmada sınırın aşılması, sınırın heyecan, korku veya telaş sebebiyle aşılması ve heyecan, korku veya telaşın mazur görülebilecek nitelikte olması şeklinde sıralayabiliriz[22].

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 26.02.2008 tarihli, 2007/1-281 E. ve 2008/37 K. sayılı kararında da TCK m.27/ hükmünün uygulanması için gerekli şartlar; “meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın bulunması, saldırıya ilişkin koşulların var olması, savunmaya ilişkin koşullardan ölçülülük şartının, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması ve sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi” olarak sayılmıştır.

Sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaş sebebiyle aşılması şartı; TCK m.27/2’de düzenlenen hali, TCK m.27/1 hükmünden ayıran temel farktır[23]. Doktrinde; saldırı altında bulunan kişinin heyecanının, korkusunun veya telaşının mazur görülebilecek nitelikte olup olmadığının ayrıca araştırılmasına gerek olmadığı, “mazur görülebilecek” ifadesinin yalnızca açıklayıcı bir fonksiyon icra etmesi gerektiği, bir kimsenin karşı karşıya kaldığı bir saldırı sözkonusu olduğunda içine düştüğü heyecan, korku veya telaşın zaten her zaman mazur görülecek nitelikte olması gerektiği belirtilmiştir[24].

Meşru savunma koşullarının bulunduğu konusunda yanılgıya düşüldüğü takdirde, yani saldırı başlamamış veya bitmiş olmasına rağmen korku, heyecan ya da telaşla saldırının var olduğu veya devam ettiği zannedilerek savunmada bulunulursa, bu durumda TCK m.27/2 değil, TCK m.30/3’de bulunan hata hali gündeme gelecek olup, hata hali kastı, meşru savunmada sınırın aşılması ise kusurluluğu ortadan kaldırmaktadır[25].

III. Haksız Tahrik

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Haksız tahrik” başlıklı 29. maddesine göre; “Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir”.

TCK m.29 hükmünde düzenlenen haksız tahrik, kişinin kendisine karşı gerçekleştirilen haksız bir fiilin oluşturduğu hiddet veya şiddetli elemin etkisinde olarak bir suç işlemesi durumudur[26]. Haksız tahrik meşru savunmadan farklı olarak bir hukuka uygunluk sebebi olmamakla birlikte, TCK m.27/2’de düzenlenen hal gibi kusurluluğu etkileyen bir durumdur. Ancak; TCK m.27/2 hükmündeki durum ceza sorumluluğunu tamamıyla ortadan kaldıran durum oluştururken, haksız tahrik kurumu ise ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmayan ancak azaltan bir kurum niteliğindedir.

Haksız tahrik kurumunun uygulanması için gereken şartlar; haksız bir fiilin olması, bu haksız fiilin failde hiddet veya şiddetli elem meydana getirmesi, suçun bu hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında işlenmiş olması ve suçun tahrike sebebiyet veren haksızlığı gerçekleştiren kişiye karşı işlenmesi olarak sıralanabilir[27].

IV. Meşru Savunma ile Haksız Tahrik Karşılaştırması

Meşru savunma ile haksız tahrikin en temel farkı; meşru savunma bir hukuka uygunluk sebebiyken, haksız tahrikin ceza sorumluluğunu azaltan neden olmasıdır. Bunun yanında somut olayda meşru savunma bulunması durumunda, fiil haksızlık oluşturmamakta ve ceza sorumluluğu doğmamakla birlikte, haksız tahrik ihtimalinde ise fiil haksızlık niteliğini korur ve ceza sorumluluğu tamamen ortadan kaldırılmayarak, yalnızca cezada kanunun öngördüğü sınırlar çerçevesinde indirime gidilir.

Tüm bu teorik ve kavramsal ayırımların yanı sıra; esas somut olarak hangi fiillerin meşru savunma, hangi fiillerin haksız tahrik oluşturacağı yönünde tespite elverişli farklılıkların ortaya koyulması gerekmektedir. Bir durumda olayın meşru savunma mı yoksa haksız tahrik mi olduğunun tespiti büyük önem taşımakta, bu ayırımı tespit ederek somut olaya uygulamak açısından ise en elverişli vasıtayı “zaman” kavramı oluşturmaktadır[28]. TCK m.25/1 ile 29 hükümlerine karşılaştırmalı olarak yaklaştığımızda görülmektedir ki, meşru savunmanın tatbiki için haksız saldırının mevcudiyetini muhafaza etmesi gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle, meşru savunma ancak haksız saldırının devam etmesinin sözkonusu olduğu durumda gündeme gelir. Buna karşılık haksız tahrik ise, yapılan haksızlık sonrası failin hiddet veya şiddetli elemin etkisine kapılması için gerekli bir zaman diliminin geçmesi sonrası, bu etki altında failin fiili meydana getirdiği durumda oluşacaktır. Meşru savunma ile haksız tahrik müesseselerinin tatbiki açısından ayırım sağlayacak bu ölçüt saldırının var olduğu ana ilişkindir. Meşru savunmanın tatbiki için saldırı mevcut olmalı veya gerçekleşmesi ya da tekrarı muhakkak olmalıdır ki, bu saldırılara karşı ancak meşru savunmada bulunulabilir[29].

Etki ve tepki olarak da tanımlanan haksız tahrikte, haksız fiil ile buna duyulan hiddet veya ağır elem arasında illiyet bağı kurulacak biçimde insani bir kızgınlığın ve üzüntünün ifadesi, yani haksız saldırıda bulunana yansıması vardır. Meşru savunmada ve savunmanın sınırının aşılmasının makul görülebileceği halde ise; ortada bir etkiye tepki, yani haksız fiile karşı duyulan kızgınlığın veya şiddetli elemin yansıması değil, tipik bir şekilde hak sahibinin hakkını koruyabileceği ve bunda haklı görülebileceği durum vardır ki, mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaşın etkisiyle, TCK m.25/1’de meşru savunmanın saldırıya ve savunmaya ilişkin şartları bakımından öngörülen şartlar aşılmışsa, örneğin gerçekleşen, gerçekleşmesi veya özellikle tekrarı muhakkak olan haksız saldırıya karşı kendisini veya hakkı saldırı altında bulunan üçüncü kişiyi savunmak zorunda kalan kişinin somut olayda yaşadığı mazur görülebilecek heyecan, korku veya telaş ile saldırı arasında bağlantı kurulabilmekte ise, yani kabul edilebilir bir heyecanın, korkunun veya telaşın etkisi ile meşru savunma sırasında kişi saldırının gerçekleşeceğine veya tekrarına inanmışsa, bu durumda TCK m.27/2’nin tatbiki gündeme gelecektir ki, meşru savunmanın şartları ile sınırın aşılması müessesinin uygulanmasında sırf teorik tespit ve tartışmalar yeterli olmayıp, somut olayın özellikleri ile failin ve maktul veya mağdurun vaziyetlerine de bakılmalıdır.

Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 09.04.2007 tarihli, 2005/4811 E. ve 2007/2535 K. sayılı kararında; “Sanığın, kardeşinin canına yönelik olarak 2-3 metre mesafeden birden çok ateş eden ve halen silahlı saldırısı devam eden maktule, meşru savunma koşulları içerisinde hareket edip mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaştan dolayı 10 kez ateş ederek meşru savunma sınırını aştığının anlaşılmasına göre, hakkında 5237 sayılı TCK’nın 27/2. maddesi uyarınca ceza verilmemesi gerekirken, yazılı şekilde 765 sayılı TCK’nın 50. maddesinin uygulanması” bozma gerekçesi yapılmıştır.

Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 18.06.2008 tarihli, 2007/6072 E. ve 2008/5146 K. sayılı kararında; “(…) maktulün gelini sanık Şehnaz'ın 13.05.2005 tarihinde kollukta verdiği (müdafiisiz) ifadesinde; olay günü kayınbabasının kendisine tecavüz etmeye kalkışarak üzerine saldırdığını, o sırada çocuklarının bahçede olduklarını, kendisinin de elinde bulunan bıçağı rastgele salladığını, maktulün düşerken kafasının cama geldiğini, evi yıkadığını, kan izlerini yok ettiğini, bıçağı attığını ancak nereye attığını bilemediğini, olaydan sonra annesinin evine giderek ona durumu anlattığını belirttiği, aşamalarda verdiği ifadelerinde ise atılı suçu kabul etmediğini ifade ettiği olayda; Sanığın aksi sabit olmayan 13.05.2005 tarihli kolluk ifadesinin oluşa uygun olduğu ve maddi bulgularla örtüştüğü, sanığın kendisine yönelik cinsel saldırıyı defetmek maksadıyla elindeki bıçağı rastgele salladığı ve maktüle isabet eden darbelerden sadece birinin öldürücü nitelikte bulunduğu, sanığın mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaş nedeniyle meşru savunmada sınırı aştığı anlaşıldığı halde; sanık hakkında 5237 sayılı TCK'nın 27/2. maddesinin tatbiki yerine, 765 sayılı TCK'nın 449/1, 50, 59/1 ve 5237 sayılı TCK'nın 53/1. maddeleri uyarınca yazılı şekilde karar verilmesi,” bozma nedeni sayılmıştır.

Meşru savunmada, saldırı ile savunma arasında eş zamanlılık ilişkisi varken; haksız tahrik durumunda fiil tahrik edici eylemden belirli bir zaman diliminin geçmesi sonrası gerçekleştirilmektedir. Ayrıca; meşru savunma hükümlerinin uygulanması için saldırı niteliğini haiz bir haksızlığın var olması gerekli iken, haksız tahrik hükmünün uygulanması için bir haksız fiilin bulunması yeterli olup, bu haksızlığın ayrıca bir saldırı teşkil ediyor olması şart değildir[30]. Son olarak ise; meşru savunma amaçlı yapılan eylem haksız saldırının bertaraf edilmesi için zorunluluk ve gereklilik arz ederken, haksız tahrikte böyle bir zorunluluk ve gereklilik bulunmamaktadır[31].

V. Meşru Savunmada Sınırın Aşılması ve Haksız Tahrik Karşılaştırması

TCK m.27/2’de düzenlenen meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaş nedeniyle aşılması müessesinin uygulanabilmesi için, öncelikli olarak somut olayın başında meşru savunma şartlarının bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla somut olayın en başında meşru savunmanın şartlarının tamamının bulunduğundan bahsedilemeyen hallerde TCK m.27/2’nin tatbikine gidilmemelidir. Öncelikle somut olayda meşru savunma şartlarının bulunup bulunmadığına bakılmalı, sonrasında eğer bu şartlarda sınırın aşılması sözkonusu ise sınırın taksirle aşılıp aşılmadığı tespit edilmelidir. Sınırın taksirle aşıldığına kanaat getirildiğinde sınırın aşılması suretiyle icra edilen fiilin kanunda taksirli olarak işlenebileceği düzenlenmişse o takdirde TCK m.27/1 hükmü gereği fiilin taksirli halinin karşılığındaki cezada indirime gidilerek hüküm verilecektir. Buna karşılık; olayın başında meşru savunma şartlarının bulunmasına rağmen sınır kasten aşılıyorsa bu durumda sınırın aşılmasının mazur görülecek bir heyecan, korku veya telaş sebebiyle olup olmadığına bakılacak, eğer bu sebeplerle meşru savunmada sınır aşılıyorsa TCK m.27/2 hükmü gereği kişiye ceza verilmeyecekken, aksi durumda sınırı kasten aşan failin sınırı aşan fiili ile ilgili olarak ceza sorumluluğu gündeme gelecektir.

Uygulamada meşru savunmada sınırın aşılması ile haksız tahrikin tatbiki sorununda ayırımı sağlayacak en iyi ölçüt kanaatimizce haksız saldırının mevcut olduğu zamandır. Meşru savunma için kanunda saldırıya ilişkin üç durum kabul edilerek, üçünden yalnızca birisinin dahi olayda bulunması meşru savunmada bulunulması için yeterli görülmüştür[32]. Buna göre; icrasına başlanmış yani gerçekleşen bir saldırı, icrasına başlanması muhakkak bir saldırı veya icrası tamamlanmış olsa da tekrarı muhakkak olan saldırılara karşı ancak meşru savunmada bulunulması mümkündür[33]. Dolayısıyla; TCK m.27/2’de düzenlenen sınırın aşılmasına sebebiyet verecek hareketin, ancak bu nitelikte bir saldırıya karşı yapılması gerekmektedir.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 18.05.2015 tarihli, 2014/9291 E. ve 2015/8427 K. sayılı kararında; “ (…) bu sırada maktulün de sanığın elinden kurtularak karşısına geçtiği ve tek dizi üstünde çökmüş halde bulunan sanığa yaklaşık 5 metre mesafeden elindeki silahı tekrar doğrulttuğu, bunun üzerine sanığın da kendisine dolu silah doğrultan ve ateş etmeye hazırlanan maktule elindeki silahı doğrultarak peş peşe ateş etmek suretiyle ölümüne sebebiyet verdiği olayda, atış sayısı ve atış bölgesi nazara alınarak sanığın eyleminin meşru müdafaa sınırlarının mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaş sebebiyle aşılması kapsamında kaldığının kabulüyle TCK’nın 27/2 ve CMK’nın 223/3-c maddeleri uyarınca sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığına dair mahkemenin kabulünde isabetsizlik görülmemiştir.” ifadelerine yer vererek, tekrarı muhakkak bir saldırıya karşı TCK m.27/2 hükmünün uygulanması gerektiğini belirtmiştir.

Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 23.05.2012 tarihli, 2010/6552 E. ve 2012/4226 K. sayılı kararında; “(…) sanığın aksi kanıtlanamayan ve kollukta usulüne uygun olarak müdafıi huzurunda alınan savunmasına göre, maktulün tartışma sırasında şoför koltuğu ve ön yolcu koltuğu arasında bulunan tüfeği sanığa doğrulttuğu, bunun üzerine sanığın tüfeğin namlusundan tutarak kendisine ateş edilmesini engellemeye çalıştığı, bu sırada maktulün sanığın oturduğu koltuğa ve ön sağ kapı kısmına gelecek şekilde iki kez tüfeği ateşlediği, boğuşma esnasında üçüncü ateşin sanığın tüfeğin tetik tertibatını ele geçirmeye çalışması nedeniyle maktulün oturduğu koltuğa isabet ettiği, bu arada sanığın tüfeğin tetik tertibatını ele geçirdiği ve maktulün, tüfeği sanığın elinden alarak eylemine devam etme ihtimalinin bulunması ve sanığın yaşadığı olaydan ötürü heyecan, korku ve telaşa kapılması nedeniyle mağduru karın bölgesine gelecek şekilde bir el ateş ederek yaraladığı olayda; sanık hakkında TCK.nun 27/2. fıkrası uyarınca mazur görülebilecek heyecan, korku veya telaşla yasal savunmanın sınırının aşılması nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği halde, yazılı şekilde sanığın yasal savunma nedeniyle beraatına karar verilmesi,” bozma gerekçesi gösterilmiş ve Yargıtay, devam etme ihtimali olan bir saldırıya karşı TCK m.27/2 hükmünün uygulanabileceğini ifade etmiştir.

TCK m.29’da bulunan haksız tahrik kurumu açısından ise, tahrik edici harekete karşılık olarak icra edilen fiil tahrik edici hareket sona erip bittikten ve ne kadar süreceği tam olarak belirli olmasa da araya bir zaman dilimi girdikten sonra yapılan fiildir. Haksız tahrik sözkonusu olduğunda icra edilen, icra edileceği ve tekrarı muhakkak bir haksız hareket yoktur. Haksız hareket yapılmış, tamamlanmış ve sona ermiştir. Meşru savunma ile haksız tahriki birbirinden ayırt edebilecek en önemli ölçüt bizce haksız hareket ile ona karşı yapılan fiilin eş zamanlılığıdır. Bu nedenle haksız eyleme karşılık olarak yapılan harekette sınırın aşılması eğer eşzamanlı olarak devam edilen bir saldırıya karşı meydana getiriliyorsa TCK m.27/2 hükmü, haksız saldırı sona ermiş ve artık bir eşzamanlılık ilişkisinden söz edilmesi mümkün değilse de TCK m.29 hükmünün tatbikine gidilmesi gerekmektedir.

Doktrinde yer alan bazı çalışmalarda, sınırın oranda ve araçta aşılması yanında zaman bakımından aşılmasına da ayrı bir başlık olarak yer verildiği görülmektedir[34]. Kanaatimizce, zaman bakımından meşru savunmada sınırın aşılması mümkün olmamalıdır. TCK m.27/2’nin tatbiki için olayın başında meşru savunma şartlarının bulunması gerektiğinden, haksız fiil ile ona karşılık yapılan hareket arasında bir eşzamanlılık ilişkisinin olmadığı durumlarda yalnızca haksız tahrikin tartışılabileceğini, meşru savunmada sınırın aşılması kurumunun gündeme gelmemesi gerektiğini düşünmekteyiz. Zaman bakımından savunmada sınır; mevcut olmayan, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan bir haksız saldırı bulunmamasına rağmen aşılıyorsa burada TCK m.27/2 hükmü uygulama alanı bulmamalıdır. Böyle bir durumda; ancak meşru savunmanın maddi şartlarında hataya düşüldüğü gözetilerek, TCK m.30/1’de düzenlenen kastı kaldıran/esaslı hata çerçevesinde değerlendirme yapılabilmesi mümkündür[35].

Doktrinde belirtildiği üzere; gerçekleşmekte olan, gerçekleşmesi muhakkak olan veya tekrarı muhakkak olan saldırılara karşı ancak meşru savunmada bulunulması mümkün olduğundan, saldırısını sona erdirip kaçmaya başlayan bir kişinin arkasından ateş etmek meşru savunma olarak değerlendirilemeyeceği için, bu hadiselerde meşru savunmada sınırın aşılmasının da gündeme gelmesi sözkonusu olmamalıdır[36]. Bu tür ihtimallerde eşzamanlılık ilişkisi bulunmadığından, ancak haksız tahrikin mümkün olup olmadığı değerlendirilebilir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 06.05.2014 tarihli, 2012/1557 E. ve 2014/233 K. sayılı kararında; “Tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi halinde, meşru savunmada sınırı aşan faile CMK’nın 223/3-c maddesi uyarınca ceza verilmeyecektir. Bu durumda, kişinin, maruz kaldığı saldırı karşısında içine düştüğü heyecan, korku veya telaş dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması sözkonusu olacağından, meşru savunmada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilir. Dolayısıyla, belirleyici olan maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira kişi sırf maruz kaldığı saldırının etkisiyle, ‘heyecan, korku veya telaşa’ kapılarak meşru müdafaa sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşılık saldırının etkisinin yanında, saldırıdan kaynaklanmış olsa bile, öfke gibi nedenlerle sınır aşıldığında ise aynı korumadan faydalanılması sözkonusu olmayacaktır. Başka bir deyişle, failin amacı, saldırının defedilmesinden çok, kin duygusunu tatmine yönelik ise meşru savunmada sınırın aşılması değil, ancak haksız tahrik sözkonusu olabilecektir.” diyerek, haksız tahrik ile meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaş nedeniyle aşılmasının farkını açıklamış ve kararın devamında, “Kanun koyucu tarafından sadece meşru savunmaya ilişkin olarak kabul edilen ve anılan maddenin 2. fıkrasında düzenlenen mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelen nedenlerle sınırın aşılmasının olayda uygulanmasının söz konusu olup olamayacağına gelince; ticari taksi şoförlerine yönelik olarak özellikle geceleri gerçekleştirilen yağma ve öldürme olaylarının sanığın üzerinde olumsuz bir psikolojik etki oluşturmuş olması, olay tarihi itibariyle 61 yaşında olan sanığın yirmili yaşlarda bulunan maktul ve arkadaşlarının kendisine zarar vereceklerinden korkmuş bulunması, olay sırasında parkta olup tarafları ayırmak için gelen ve maktulün mahalleden arkadaşları olan tanıkların da maktul ve arkadaşları ile birlikte kendisine saldıracaklarını düşünmesi göz önüne alındığında, meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaş ile aşıldığının kabulü zorunludur. Sanığın, maruz kaldığı saldırının etkisiyle içine düştüğü psikolojik hal nedeniyle heyecanlanması, paniğe kapılması ve hatta korkması, bunun sonucunda da meşru savunma sınırını aşması hayatın olağan akışında beklenebilecek bir durum olup, somut olayda TCK’nın 27. maddesinin 2. fıkrasının uygulanma şartları gerçekleşmiştir.” ifadelerine yer vererek, olayda TCK m.27/2 hükmü için gerekli şartların oluştuğunu belirtmiştir.

VI. Rittenhouse Olayı Hakkında Türk Ceza Hukuku Açısından Değerlendirmemiz

25 Ağustos 2020 tarihinde ABD Kenosha'da Kyle Rittenhouse tarafından, polisin siyahi Jacob Blake'i vurmasını protesto eden göstericilere yarı otomatik tüfekle caddenin ortasından açılan ateş sonucunda iki kişi hayatını kaybetmiş, bir kişi ağır yaralanmıştır. Blue Lives Matter (Polislerin yaşamlarının değerli olduğunu savunan grup) destekçisi olan Kyle Rittenhouse olay gerçekleştiği sırada 17 yaşındadır. Rittenhouse; John Blake adlı siyahi bir kişinin polis tarafından saldırıya maruz kalması sonucunda Wisconsin’de gerçekleşen Black Lives Matter gösterilerine katılmış, küçük işletmeleri yağmalamak maksadıyla hareket eden kişileri engellemek amacıyla olay yerine gittiğini ifade etmiştir.

Yargılama süresince savcılar Rittenhouse'u bela aramak için Kenosha'ya gitmekle suçlarken; avukatları 18 yaşında olan sanığın, küçük işletmeleri yağmalamaktan korumak için olay yerinde bulunduğunu savunmuştur. Dava, jürinin oybirliğiyle 5 suçlamadan beraat kararı vermesi ile sonuçlanmıştır.

Açık kaynağa yansıyan görüntülerden anlaşıldığı kadarıyla; kaos havasının hakim olduğu bir şehirde Rittenhouse’un birden fazla kişi tarafından kovalandığı, yine bir anda birkaç kişinin çevresini sardığı ve dengesinin bozulup yere düşürüldüğü görülmektedir. Duruşmada Rittenhouse; öldürdüğü ilk kişi olan Rosenbaum’un kendisini öldürmekle tehdit ederek üzerine yürüdüğünü ve yine eşzamanlı olarak üzerine çorap, iç çamaşır ve deodorant attığını belirtmiştir. Bu kişi Rittenhouse’un tüfeğini almaya çalışırken, olay yerinde bulunan diğer insanların da “yakalayın”, “öldürün”, “onu vurun” şeklinde bağırmaya başladığı anlaşılmıştır. Rittenhouse ifadesinde, Rosenbaum’u tüfeğini almak için hamle yapması sebebiyle kendisini korumak için vurduğunu söylemiştir. Rittenhouse; etrafta bulunan insanların “birini vurdu”, “yakalayın onu”, “dövün” şeklindeki bağrışmaları ve yere düşmesi sonucu üzerine doğru koşan birisinin suratını ayağıyla ezeceğini düşünerek iki el ateş etmiş, ancak isabet ettirememiştir. Rittenhouse yerde yatmaya devam ederken, Huber isimli bir kişinin kaykay ile kafasına vurmaya başladığı ve tüfeğini çekmeye çalıştığı görülmüş olup, bunun üzerine Rittenhouse kendisini kurtarmak için Huber’in göğsüne bir el ateş etmek suretiyle ölümüne sebebiyet vermiştir. Rittenhouse bu hadiseler sonrası karakola doğru koşmaya devam ettiği sırada tekrar yere düşmüş, elinde silah olan ve öldürdüğü üçüncü kişi olan Grosskreutz elinde bulunan tabancayı koşarken Rittenouse’a doğrultmuş, bunun üzerine Rittenhouse 16 kez ateş ederek Grosskreutz’un ölümüne yol açmıştır.

Netice olarak; olayın yaşandığı bölgede şehrin mevcut durumu, şahısların şiddet eğilimli kişiliği, yağma maksadıyla olaylara katılmaları, Rittenhouse koşarak kaçmaya çalışırken bir anda onu çembere almaya çalışmaları, dengesi bozulup yere düştüğünde çevresinin sarılması, yalnızca kendisine saldıranlara ateş açması, en son atışı sonrası ellerini kaldıran kişiye ateş etmemesi ve linç edilme ihtimalinin bulunduğu hususlarının tümü birlikte gözönüne alındığında, olayda Türk Ceza Hukuku açısından TCK m.27/2’de bulunan meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaş sebebiyle aşılmasının meydana geldiği düşünülmelidir. Rittenhouse’un katıldığı olay, bu sırada maruz kaldığı saldırılar, saldırılara karşı canını korumak için yaptığı müdafaa ve bu sırada atış sayısının fazlalığı, sırf bu fazlalık nedeniyle meşru savunmada sınırın kasten veya taksirle aşıldığını göstermeyeceğinden, TCK m.27/1 yerine, m.27/2’nin tatbiki dikkate alınmalıdır. Türk Ceza Hukuku; meşru savunmayı bir beraat hali olarak düzenlerken, sınırın aşılmasını hukuka aykırı görmeye devam etmek suretiyle ceza verilmesine yer olmadığına dair hal kapsamında saymıştır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Cem Serdar

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-----------------

[1] Mahmut Koca, İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık, 14. Baskı, 2021, Ankara, s.279.

[2] Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Yorumlu - Uygulamalı Türk Ceza Kanunu Şerhi, 1. Cilt, Adalet Yayınevi, 2021, Ankara, s.660.

[3] Ersan Şen, Yeni Türk Ceza Kanunu Yorumu, Vedat Kitapçılık, 1. Baskı, 2006, s.67.

[4] Şen, a.g.e., s.68.

[5] Koca, Üzülmez, a.g.e., s.279.

[6] İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık, 17. Baskı, 2021, Ankara, s.357, 358.

[7] Veli Özer Özbek, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık, 12. Baskı, 2021, Ankara, s.301

[8] Koca, Üzülmez, a.g.e., s.280. Aktaran: Veli Özer Özbek, TCK İzmir Şerhi, Yeni Türk Ceza Kanununun Anlamı, C 1, 3. Baskı, 2006, Ankara, s.348.

[9] Koca, Üzülmez, a.g.e., s.283.

[10] Şen, a.g.e., s.69.

[11] Koca, Üzülmez, a.g.e., s.280.

[12] Koca, Üzülmez, a.g.e., s.280.

[13] Özgenç, a.g.e., s.493.

[14] Özgenç, a.g.e., s.493.

[15] Özgenç, a.g.e., s.494.

[16] Özbek, Doğan, Bacaksız, a.g.e., s.413.

[17] Cengiz Apaydın, Meşru Savunma, Seçkin Yayıncılık, 3. Baskı, 2020, Ankara, s.237.

[18] Elif Er, Türk Hukukunda Meşru Savunmada Sınırın Aşılması, Fasikül Hukuk Dergisi, Cilt:7, Sayı:70, Eylül 2015, s.18.

[19] Gökcan, Artuç, a.g.e., s.804.

[20] Özgenç, a.g.e., s.494.

[21] Bkz. Ali Emrah Bozbayındır, “Meşru Savunmada Sınırın Aşılması”, Ceza Hukuku Dergisi, Cilt:7, Sayı:8, Nisan 2012.

[22] Özbek, Doğan, Bacaksız, a.g.e., s.413,414.

[23] Özbek, Doğan, Bacaksız, a.g.e., s.414.

[24] Özgenç, a.g.e., s.504.

[25] Gökcan, Artuç, a.g.e., s.804.

[26] Koca, Üzülmez, a.g.e., s.358.

[27] Koca, Üzülmez, a.g.e., s.360.

[28] Özbek, Doğan, Bacaksız, a.g.e., s.315.

[29] Koca, Üzülmez, a.g.e., s.281.

[30] Özbek, Doğan, Bacaksız, a.g.e., s.315.

[31] Özbek, Doğan, Bacaksız, a.g.e., s.317.

[32] Gökcan, Artuç, a.g.e., s.674.

[33] Gökcan, Artuç, a.g.e., s.674.

[34] Bkz. Elif Er, a.g.e., s.17.

[35] Elif Er, a.g.e., s.19. Aktaran: Mahmut Koca, İlhan Üzülmez, “Hukuka Uygunluk Sebeplerinde Sınırın Aşılması (TCK m.27)”, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.XI, 2007, s.1,2.

[36] Koca, Üzülmez, a.g.e., s.281.