T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2015/21-3366
K. 2019/987
T. 1.10.2019

MESLEKTE KAZANMA GÜCÜ KAYBI ORANININ TESPİTİ İSTEMİ ( İşverenin Kendi Hak Alanını Doğrudan İlgilendiren İş Göremezlik Oranının Tespiti Açısından İşçi Tarafından Açılan Tazminat Davasının Akıbetini Beklemek Zorunluluğu Olmadığı ve Maddi ve Manevi Tazminat Davasında Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının Taraf Sıfatı Bulunmadığı - Tespit Davası Yönünden Kesin Hüküm Oluşturacağının Kabul Edilemeyeceği/Direnme Kararının Bozulması Gerektiği )

KURUM TAHKİKATI DEVAM EDERKEN DAVA AÇILMASI ( Davacının Hukuki Yararının Bulunmadığı Gerekçesiyle Davanın Reddedildiği - Davacının İşverenin Hak Alanını İlgilendireceği İçin Davalı Kurum ve Sigortalı Aleyhine Eldeki Davayı Açtığı/İş Göremezlik Oranına İlişkin Kurum Tahkikatı Devam Etse Bile Davacının Davasında Hukuki Yararının Bulunduğu ve Mahkemece İşin Esasına Girilerek Karar Verilmesi Gerekirken Eksik İnceleme ile Karar Verilmiş Olmasının Usul ve Yasaya Aykırı Olduğu )

DAVA AÇMADA HUKUKİ YARARIN VARLIĞI ( Yargılamanın Amacına ve Usul Ekonomisi İlkesine Uygun Olarak Yargılama Yapılmasına Yarar Sağlayacağı - Mahkemece Tarafların Dava Dosyasına Sunduğu Deliller Olay veya Olgular Çerçevesinde Kural Olarak Davanın Açıldığı Tarihe Göre Kendiliğinden ve Yargılamanın Her Aşamasında Gözetilmesi Gerektiği/Tespit Davasının Konusunu Oluşturan Hukuki İlişkinin Var Olup Olmadığının Mahkemece Hemen Tespit Edilmesinde Davacının Menfaatinin Bulunması Gerektiği )

2709/m.36

5510/m.19,95

6100/m.114,115

ÖZET : Dava, iş göremezlik oranının tespiti istemine ilişkindir.

İş kazasından kaynaklanan tazminat davalarında işverenin hizmet sözleşmesinden doğan işçiyi gözetme borcuna aykırı davranması söz konusu olduğu için sözleşmeye aykırılığa dayalı sorumluluk hükümlerinin uygulanması gerekmekte olup, tazminat davalarında işveren aleyhine karar altına alınacak miktarı etkileyecek en önemli unsurlardan biri işçide meydana gelen meslekte kazanma gücünün kaybı oranıdır.

İşverenin kendi hak alanını doğrudan ilgilendiren meslekte kazanma gücünün kaybı oranının tespiti açısından işçi tarafından açılan tazminat davasının akıbetini beklemek bir zorunluluğu olmadığı gibi söz konusu maddi ve manevi tazminat davasında Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının taraf sıfatı bulunmadığından, tespit davası yönünden kesin hüküm oluşturacağı kabul edilemez. Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi bozmayı gerektirmiştir.

DAVA : Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Karaman İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 25.09.2014 tarihli ve 2014/241 E., 2014/365 K. sayılı karar davacı şirket vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 14.01.2015 tarihli ve 2014/22901 E., 2015/174 K. sayılı kararı ile:

(…Dava, iş göremezlik oranının tespiti istemine ilişkindir.

Mahkemece, iş kazasında yaralanan işçinin malûliyetinin tespitine yönelik idari aşamanın devam etmekte olması, henüz itiraz edilecek bir maluliyet oranının dahi belirlenmemiş olması ve davacının, ileride belirlenecek malûliyet oranına bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde itiraz hakkının mevcut olması, devam etmekte olan 2013/384 E. sayılı diğer alacak davasında da itiraz hakkının saklı olması sonucu dava açmakta hukûki menfaatinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davacının 28/06/2013 tarihinde iş kazası geçirdiği, iş kazasının davacı işveren tarafından 16/07/2013 tarihinde davalı Kurum'a intikal ettirildiği, davalı ...'nin davacı şirkete karşı açmış olduğu maddi ve manevi tazminat davasının halen derdest olduğu, davalı Kurum tarafından iş göremezlik oranın tespitine ilişkin tahkikatın halen ettiği anlaşılmaktadır.

Dava; hukuki nitelikçe meydana gelen iş kazası neticesindeki yaralanma ile ortaya çıkan iş göremezlik oranının tespitine karar verilmesi istemine ilişkin olup, uyuşmazlık; davacının iş bu davayı açmasında hukuki yararı bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 01.02.2012 gün ve 21011/10-642 Esas, 2012/38 Karar sayılı ilamında da açıkça belirtildiği üzere, uyuşmazlığın çözümü için öncelikle hukuk yargılamasının amacı ve davada menfaat (hukuki yarar) kavramları hakkında açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır.

Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır.

Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır (A., Ramazan; aktaran: Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, önsöz VII).

Hukuk Genel Kurulu'nun 24.06.1992 gün ve 1992/1-347 E., 1992/396 K. ve 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E., 2001/458 K. sayılı kararlarında da belirtildiği üzere buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir (Rechts-schutzbedürfnis). Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır.

Öte yandan, bu hukuksal yararın, "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması gerekir (Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.135).

Mülga 1086 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun yürürlükte olduğu dönem içinde öğreti ve yargısal kararlar, dava açarken hukuki yararın bulunması gereğini, "dava şartı" olarak kabul etmiştir. Bu şart, "dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri" olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan "olumlu dava şartları" arasında sayılmaktadır.

Nitekim, aynı görüş, Hukuk Genel Kurulu'nun 24.11.1982 gün ve 1982/7-1874 E.-914 K.; 5.6.1996 gün ve 1996/18-337 E.-542 K.; 10.11.1999 gün ve 1999/1-937 E.-946 K. ve 25.05.2011 gün ve 2011/11-186 E. 2011/352 K. sayılı kararlarında da, benimsenmiştir.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması “Dava Şartları” başlıklı 114. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır.

Bir davada, hukuki yarar ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı, her türlü duraksamadan uzaktır.

Bu ilkeden hareketle, dava şartı olarak hukuki yararın varlığının, mahkemece, taraflarca dava dosyasına sunulmuş deliller, olay veya olgular çerçevesinde, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre, kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerekir. Bu sayede, iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme)'nin 6. maddesi ve 1982 Anayasası'nın 36. maddesinde düzenlenen "hak arama özgürlüğü” nün dürüstlük kuralına uygun kullanılması sağlanabilecek; bu durum, haksız davalar açmak suretiyle, dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence oluşturacaktır.

Dava açmaktaki hukuki yarar; hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, bu yarar dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada halen mevcut bulunmalıdır. Ayrıca açılacak davanın, ortaya çıkacak tehlikeyi bertaraf edecek nitelikte olması gerekir. Bir kimsenin hakkına ulaşmak için mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan sözedilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez (Pekcanıtez, H./Atalay, O./Özekes, M.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s.297).

Uyuşmazlığın çözümünde, hukuki yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesinde yarar vardır:

Bilindiği üzere mahkemeden istedikleri hukuki korunmaya göre davalar eda davaları, tespit davaları ve inşai davalar olarak ayrılmaktadır.

Eda davalarında, bir şeyin yapılması, bir şeyin verilmesi veya bir şey yapılmaması istenmekte iken; inşai (yenilik doğuran) davalar ile de var olan bir hukuki durumun değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukuki durumun yaratılması istenir. İnşai (yenilik doğurucu) davanın kabulüyle yeni bir hukuki durum yaratılır ve hukuksal sonuç genellikle bir yargı kararı ile doğar.

Tespit davaları ise bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup, konusunu hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesidir.

Tespit davasında sadece tespit hükmü verilebilir. Tespit davasında verilen karar ile hukuki ilişkinin varlığı veya yokluğu kesin olarak tespit edilir, diğer bir anlatım ile davalının varlığını inkar ettiği ilişkinin var olduğu veya yokluğunu inkar ettiği hukuki ilişkinin yok olduğu kesin olarak hükme bağlanır.

Bir tespit davasının kabule şayan olabilmesi için, bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir.

Tespit davasında, eda davasından ve inşai davadan farklı olarak, davacının böyle bir menfaatinin bulunduğu varsayılmaz. Tespit davasında davacı, kendisi için söz konusu olan tehlikeli veya tereddütlü durumun ortaya çıkaracağı zararın ancak tespit davası ile giderilebileceğini kanıtlamalıdır. Çünkü tespit davası, hukuki bir durum ya da hak henüz inkar ya da ihlal edilmeden, yani herhangi bir zarar doğmadan açılabildiğinden, menfaatin doğmuş ve güncel olması gereğinin bir istisnası olarak ortaya çıkmıştır.

İşte davacının hukuki ilişkinin derhal tespitinde menfaatinin (hukuki yararının) varlığı için öncelikle, davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel (halihazır) ve ciddi bir tehlike ile tehdit edilmelidir. Bu tehdit çoğunlukla davalının davranışları ile ortaya çıkar.

Söz konusu bu tehdidin davacı için bir tehlike oluşturabilmesi, bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumunun tereddüt içinde olmasına ve bu hususun, davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmasına bağlıdır.

Bu yasal düzenleme ve açıklamalar ışığı altında inceleme konusu dava değerlendirildiğinde; mahkemece, davacının hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, davacı işverenin, hak alanını ilgilendireceği için davalı Kurum ve sigortalı aleyhine eldeki davayı açtığı, iş göremezlik oranına ilişkin Kurum tahkikatı devam etse bile, davacının davasında hukuki yararının bulunduğu açık olup; mahkemece işin esasına girilerek olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucunda yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, meslekte kazanma gücü kaybı oranının tespiti istemine ilişkindir.

Davacı şirket vekili; ...'nin 28.06.2013 tarihinde müvekkili şirketin bünyesinde çalışırken iş kazası geçirdiğini ve şirket aleyhine tazminat davası açtığını, açılan davanın derdest olup henüz ... ile ilgili maluliyet tespiti yapılmadığını ileri sürerek davalı ...'nin söz konusu iş kazası ile ilgili olarak iş göremezlik oranının tespitini talep etmiştir.

Davalı ... vekili; davacının iş göremezlik oranının tespitine ilişkin açtığı davada hukuki yararının bulunmadığını, öncelikle sigortalının iş göremezlik geliri bağlanması için Kuruma başvuruda bulunması gerektiğini ve bu aşamadan sonra idari yolların tüketilerek çıkacak sonuca göre dava açılması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalı ... vekili; müvekkili tarafından davacı işveren aleyhine Karaman İş Mahkemesinde tazminat davası açıldığını ve bu davada iş göremezlik oranının tespit edileceğini, iş göremezlik oranının tespiti için ayrı bir dava açmada hukuki yarar bulunmadığını belirterek davanın hukuki yarar yokluğundan reddini savunmuştur.

Mahkemece; iş kazasında yaralanan işçinin iş göremezlik oranının tespitine yönelik idari aşamanın devam etmekte olması ve davacının ileride belirlenecek iş göremezlik oranına bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde itiraz hakkının mevcut olması ve devam etmekte olan diğer alacak davasında da itiraz hakkının saklı olması nedeniyle dava açmakta hukuki menfaatinin olmadığı ve bu aşamada iş göremezlik oranının belirlenmesinin mahkeme kanalıyla yapılmasının fonksiyon gaspı oluşturacağı gerekçesiyle dava şartı yokluğu sebebiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Davacı şirket vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece; davalı sigortalının 28.06.2013 tarihinde iş kazası geçirdiği, iş kazasının davacı tarafından 16.07.2013 tarihinde davalı Kuruma bildirildiği, davalı sigortalının işveren aleyhinde açtığı maddi ve manevi tazminat davasının derdest olduğu, Kurum tarafından iş göremezlik oranına dair tahkikatın hâlen devam ettiği, idari aşama safhasında olan iş göremezlik oranına dair itiraz aşamasının dahi başlamadığı, davacının 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 95. maddesi gereği itiraz hakkının mevcut olması nedeniyle bu davada bir yararının bulunmadığı gerekçesiyle ve önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davacı şirket vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı işveren tarafından açılan ve davacıya ait işyerinde meydana gelen iş kazası nedeniyle sigortalının meslekte kazanma gücü kaybının tespitine dair iş bu davada, davacı aleyhine açılan iş kazasından kaynaklanan maddi-manevi tazminat davasına dair yargılamanın sürdüğü ve Kurumun meslekte kazanma gücü kaybının tespitine dair tahkikat aşamasının devam ettiği göz önüne alındığında davacının dava açmasında hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, Yerel mahkemenin verdiği ilk kararın davacı şirket vekilince temyiz edilmesine rağmen Özel Dairenin bozma kararında "...O hâlde davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...” şeklinde yazılan ifadenin maddi hata ile yazıldığı sonucuna varılarak "...O hâlde davacı şirket vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..." şeklinde değiştirilmesine ve maddi hatanın bu şekilde düzeltilmesine karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

Uyuşmazlığın çözümü bakımından dava şartları ve dava şartlarından olan hukuki yarar kavramı üzerinde kısaca durulmasında yarar bulunmaktadır.

Bilindiği üzere dava şartları 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 114-115. maddelerinde düzenlenmiş olup, davanın esası hakkında yargılama yapılabilmesi için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllerdir.

Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da, açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak, mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, kural olarak davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı (kural olarak) dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür .

HMK'nın 114/1-h maddesine göre davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması bir dava şartıdır. Maddenin gerekçesinde; “Burada sözü edilen hukuki yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukuki korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararın bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç konumda değilse onun hukuki yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir.” şeklinde açıklanmıştır. Davacının dava açmaktaki yararının hukuki, korunmaya değer, güncel ve dava açıldığı anda var olması gerekmektedir.

Bu ilkeden hareketle, bir davada hukuki menfaatin bulunup bulunmadığı konusu mahkemece tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde (kural olarak davanın açıldığı tarihe göre) kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmelidir. Bu sayede, haksız davalar açmak suretiyle, dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence de sağlanmış olmaktadır (Pekcanıtez, H., Medeni Usul Hukuku, 15. Bası, İstanbul 2017, s. 946-949).

İş Hukukunda ve Sosyal Güvenlik mevzuatında "sürekli işgöremezlik" olarak adlandırılan bedensel zararlara "kalıcı sakatlık" denildiği gibi, Yargıtay kararlarında ve Adli Tıp Kurumu raporlarında "beden gücü kaybı" veya "çalışma gücü kaybı" ya da "meslekte kazanma gücü kaybı"da denilmektedir. Bilindiği üzere, 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 19. maddesinde, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu oluşan hastalık ve özürler nedeniyle Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurulları tarafından verilen raporlara istinaden, Kurum sağlık kurulunca meslekte kazanma gücü en az %10 oranında azalmış bulunduğu tespit edilen sigortalının sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanacağı belirtilmektedir. Buna göre, bedensel ve ruhsal arızalar nedeniyle sigortalıya ya da hak sahiplerine sosyal sigorta yardımlarının yapılabilmesi ve bu yardımların kusurlu işveren veya üçüncü kişilerden tahsil edilebilecek peşin sermaye değerinin belirlenebilmesi için sigortalıya bağlanacak gelir ve işveren aleyhine hükmedilecek tazminatın miktarını doğrudan etkilemesi nedeniyle, işçide oluşan meslekte güç kayıp oranının ve bu oranın ne zaman meydana geldiğinin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeksizin kesin olarak saptanması gerekmektedir. İşçide oluşan meslekte güç kayıp oranı ve bu oranın ne zaman meydana geldiğinin saptanması ise ancak bu hususta yasal çerçevede bir raporun alınmış olmasına bağlıdır (Hukuk Genel Kurulunun, 25.12.2013 tarihli ve 2013/10-485 E. 2013/1749 K. sayılı karar).

Eldeki dava, meslekte kazanma gücü kaybı oranının tespiti istemine ilişkindir. İş kazasından kaynaklanan tazminat davalarında işverenin hizmet sözleşmesinden doğan işçiyi gözetme borcuna aykırı davranması söz konusu olduğu için sözleşmeye aykırılığa dayalı sorumluluk hükümlerinin uygulanması gerekmekte olup, tazminat davalarında işveren aleyhine karar altına alınacak miktarı etkileyecek en önemli unsurlardan biri işçide meydana gelen meslekte kazanma gücünün kaybı oranıdır. Bu yönüyle de işverenin kendi hak alanını doğrudan ilgilendiren meslekte kazanma gücünün kaybı oranının tespiti açısından işçi tarafından açılan tazminat davasının akıbetini beklemek bir zorunluluğu olmadığı gibi söz konusu maddi ve manevi tazminat davasında Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının taraf sıfatı bulunmadığından, tespit davası yönünden kesin hüküm oluşturacağı kabul edilemez.

Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : 1-)Yerel mahkemenin verdiği ilk kararı davacı şirket vekili temyize getirmesine rağmen Özel Dairenin bozma kararında "...O hâlde davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...” şeklinde yazılan ifadenin maddi hata sonucu yazıldığı sonucuna varılarak "...O hâlde davacı şirket vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..." şeklinde değiştirilmesine ve maddi hatanın bu şekilde düzeltilmesine;

2-)Davacı şirket vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 01.10.2019 tarihinde oybirliği ile kesin olarak karar verildi.

kazanci.com.tr