Haciz veya iflâs riskiyle karşılaşan borçluların alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla şüpheli birtakım tasarruflara giriştikleri görülmektedir. Kanun koyucu bu tip tasarruflara karşı alacaklıları korumak amacıyla onlara tasarrufun iptali davası (İİK m. 277-284) açma hakkı tanımıştır.
Hangi sebeplere binaen tasarrufun iptali davası açılabileceği Kanun’da (m. 278-280) tadadi olarak sayılmıştır. Anılan dava çerçevesinde en fazla tereddüt duyulan hususlardan biri de muvazaalı işlemlerin bu davaya konu edilip edilemeyeceğidir. Kısaca irade ile beyan arasında üçüncü kişileri yanıltmak amacıyla yaratılan uyumsuzluk hali olarak tanımlanabilecek muvazaa mutlak muvazaa ve nispi muvazaa olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Mutlak muvazaadan maksat tarafların sırf üçüncü kişileri aldatmak amacıyla görünüşte işlem yapmalarıdır. Nispi muvazaada ise taraflar görünürdeki işlemin yanı sıra gerçek iradelerine uyan gizli bir işlem daha yapmaktadırlar. Nispi muvazaada şayet gizli işlem kanunda belirtilen şekil ve usule uygun olarak yapılmışsa geçerli addedilmektedir.
Muvazaalı işlemlerin tasarrufun iptali davasına konu teşkil edip edemeyeceği gerek doktrinde gerekse Yargıtay kararlarında tartışmalıdır. Doktrinde ileri sürülen bir görüşe göre muvazaalı işlemlerin hukuken geçersiz olduklarından ve muvazaa davasında malın borçlunun mal varlığından çıkmamış olduğu iddia edildiğinden bu işlemlere karşı tasarrufun iptali davasının açılamaz.[1] Aksi yöndeki görüşe göre ise alacaklıların alacaklarına kavuşabilmeleri için muvazaalı işlemlere karşı da tasarrufun iptali davası açılabilmesine cevaz verilmelidir.[2]
Doktrindeki görüş ayrılığı Yargıtay kararları bakımından da geçerlidir. Yargıtay eski kararlarında muvazaalı işlemlere karşı tasarrufun iptali davası açılamayacağını içtihat etmekteydi. Örneğin: “… Dava İİK’nin 277 vd. maddelerine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Tasarrufun iptali, hukuken geçerli olan satışlar için istenilebilir. Muvazaalı satışlar tasarrufun iptali davasının konusunu oluşturmazlar. Kural olarak iptal edilen tasarruflar, muvazaalı akitlerden farklı olarak hukuken geçerlidir. Diğer bir anlatımla muvazaalı akitlerde, görülen akit değil tarafların gerçek iradelerine uygun bulunan akit tarafları bağlayıcı olduğu halde, İİK'nin 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarruflar özel hukuk ilişkisi açısından geçerliliğini korumaktadır. Bu nedenledir ki, alacaklının gerçek alacak ve ayrıntılarına yetecek miktardaki tasarrufun iptali, bunun dışında kalan kısım geçerliliğini koruyacağından olduğu gibi bırakılması gerekir. Yasa koyucu bu özelliği gözeterek "iptal davasının subutu halinde dava konusu teşkil eden mal üzerinde icra kovuşturması yapılabileceğini, davanın konusu taşınmaz olduğu takdirde ise 3.şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmeksizin taşınmazın haciz ve satışının istenilebileceği" öngörülmüştür (İİK'nin 283)…”.[3]
Buna karşılık, Yargıtay, daha yeni tarihli kararlarında ise muvazaalı işlemler için de tasarrufun iptali davası açılabileceğini kabul etmektedir. Yargıtay bu yöndeki karalarında açılan davaları genellikle “muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal davası” olarak isimlendirmektedir: “… (D)avada davacı tarafça, ipoteğin muvazaalı olduğu, gerçek bir borç ilişkisi olmamasına sürenin geçmesine rağmen süreli konulan ipoteğin kaldırılmadığı, ihmali şekilde yapılan bu muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürüp alacağını almak istemektedir. Kısaca davacının amacı alacağın tahsilini sağlamaktır. Dava BK’nın 19. maddesinde düzenlenen genel muvazaaya dayalı iptal davası olduğuna göre davanın subut bulması halinde, sadece davacının alacağının tahsiline engel olan işlemin somut olayda ipoteğin ve buna bağlı takibin iptali ile İİK’nın 283/1. maddesinin kıyasın uygulanarak, davacıya üçüncü kişinin ipoteği dikkate alınmaksızın, hacizli mal üzerinde haciz ve satış isteme yetkisi verilmesi gerekirken…”.[4]
Muvazaalı işlemlerin tasarrufun iptali davasına konu edilmesi gerektiğini savununlar bilhassa alacaklıların alacaklarını tahsil kapsamında yaşadıkları güçlükleri esas almaktadırlar. Bu görüşte belli ölçüde haklılık payı olduğu açıktır. Zira muvazaalı işlemlerin ispatı sadedinde alacaklılar türlü güçlüklerle karşılaşmaktadırlar. Bununla birlikte muvazaalı işlemlerin tasarrufun iptali davasına konu edilmesinin kabul edilmesi hukuken güç bir takım sorunlarla karşılaşılmasına yol açmaktadır. Her şeyden önce tasarrufun iptali davaları hukuken geçerli işlemlere karşı açılabilen bir davadır. Muvazaalı işlemler ise prensip olarak hukuken geçersizdir. Hukuken geçersiz işlemler için tasarrufun iptali davası açılmasının bir takım sakıncaları vardır. Söz gelimi, Yargıtay, bilhassa muvazaalı taşınmaz devirlerine ilişkin olarak açılan tasarrufun iptali davalarında dava sonunda İİK m. 283/1 hükmünün kıyasen uygulanarak tapu kütüğündeki kaydın iptal ve tesciline gerek olmaksızın davacının taşınmazın haciz ve satışını isteyebileceğini kabul etmektedir. Fakat alacağın tahsili maksadıyla başlatılan bir icra takibinden sonra açılan bir davada davacının talep sonucu tam olarak aydınlığa kavuşturulmadan (HMK m. 31) taşınmaz devir işleminin muvazaalı, yani geçersiz olduğunun tespit edilip diğer yandan tapu kaydının düzeltilmemesi zorlama bir yorumla ulaşılan bir netice gibi görünmektedir.[5]
Keza, muvazaa hukuksal nedenine dayalı tasarrufun iptali davasının her zaman yani bir süre kısıtlamasıyla karşılaşılmaksızın açılabileceği kabul edilmektedir. Bu yaklaşım biçimi fiiliyatta tasarrufun iptali davaları için Kanun’da öngörülen süreleri[6] anlamsız hale getirmektedir. Halbuki kanun koyucu tasarrufun iptali davasında bir takım süreler öngörerek bilhassa üçüncü kişilerin menfaatlerini korumuştur. Muvazaaya dayalı tasarrufun iptali davası ise herhangi bir süreye tâbi olmadığının kabul edilmesi ise üçüncü kişileri çok uzun süre dava tehdidi altında bırakmaktadır.
Diğer yandan, muvazaalı işlemler nedeniyle tasarrufun iptali davası açılabileceği görüşünün temelinde borçlunun alacaklılarına zarar vermek için yaptığı bütün işlemlerin aynı zamanda ve otomatikman muvazaalı olacağı varsayımının yattığı söylenebilir. Ne var ki, bu varsayım mutlak bir doğru olarak kabul edilemez. Zira doktrinde haklı olarak belirtildiği üzere, borçlu, alacaklılarına zarar vermek (onlardan mal kaçırmak için) sahip olduğu mal varlığı unsurlarını gerçekten başkalarına (bilhassa yakınlarına) devretme amacıyla da hareket etmiş olabilir. Yani ortada maddi hukuk bakımından geçerli işlemler de olabilir.[7]
Belirtmek gerekir ki, muvazaa hukuksal nedenine dayalı tasarrufun iptali davası yerine alacaklılar terditli dava açmak suretiyle menfaatleri açısından daha iyi bir koruma sağlayabileceklerdir. Diğer yandan bu sayede pozitif hukuk düzenine aykırı bir takım sonuçların ortaya çıkması da önlenmiş olacaktır. Yargıtay da muvazaa davası ile tasarrufun iptali davasının terditli dava olarak açılabileceğini kabul etmektedir: “… İcra ve İflâs Kanunu’nun 277 ve devamı maddeleri gereği açılan tasarrufun iptali davaları, aynı Kanun’un 281/1 inci maddesi gereğince basit yargılama usulüne tâbidir. Buna göre, anılan maddelere göre açılan tasarrufun iptali davasının, yazılı yargılama usulüne tâbi olan örneğin tapu iptali ve tescil veya menfi tespit davası ile birlikte görülmesi, farklı yargılama usulü ve farklı inceleme merciilerine tâbi olduğundan kural olarak mümkün değildir. Ancak somut olayda üçüncü kişinin işletmeyi devraldığı iddiasıyla sorumluluğu ve İİK 280/III üncü maddesi uyarınca ticari işletmenin devri nedeniyle vakıa olarak tasarrufun iptali birlikte ileri sürülmüş ise de dava terditli dava olarak açılmıştır. Mahkemece yazılı yargılama usulü uygulanmış ve asıl talep olan alacak davası hakkında kabul kararı verilmiştir. Esasen biri hakkında verilecek karar diğerini doğrudan ilgilendiren uyuşmazlıkta yer alan talepler arasında hukuki ve ekonomik anlamda bağlantı bulunduğu kuşkusuz olduğundan ve birden fazla asli talep bulunmadığından mahkemece tefrik kararı verilmesine yer olmadığına dair karar yerindedir”.[8]
Diğer yandan alacağın tahsili konusunda güçlükle karşılaşan alacaklı borçlunun muvazaalı bir takım işlemler yaptığını tespit etmişse bunu istihak davası (İİK m. 96-99) kapsamında da ileri sürebilecektir.
Sonuç olarak, kanaatimizce muvazaalı işlemlere karşı tasarrufun iptali davası prensip olarak açılamamalıdır. Bununla birlikte, nispi muvazaanın olduğu hallerde gizlenen işlemin geçerli olması ihtimalinde bu işleme karşı tasarrufun iptali davası açılabilmelidir. Öte yanda, şayet “muvazaa hukuksal nedenine dayalı tasarrufun iptali davası” bu şekilde uygulanmaya devam edilirse bu dava gerçek ve teknik anlamdaki tasarrufun iptali davasını (İİK m. 277-284) zamanla yutacak, onun yerini alabilecektir. Bu ise hukuk düzeni içinde açıklanması güç bir takım çelişkilerin ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Şayet tasarrufun iptali davasına ilişkin hükümler şu ya da bu sebeple yetersiz görülmekte ise bunun giderilmesinin yolu muvazaa hukuksal nedenine dayalı tasarrufun iptali davası gibi melez bir dava türü icat etmek değil, bu konuda gerekli görülen kanuni değişiklikleri gerçekleştirmektir.
Av. Dr. Cenk AKİL
--------------------
[1] Bilge Umar, Türk İcra İflâs Hukukunda İptal Davası, İstanbul 1963, s. 17; Baki Kuru, İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı, 2. B., Ankara 2013, s. 1400; Ramazan Arslan, Ejder Yılmaz, Sema Taşpınar Ayvaz ve Emel Hanağası, İcra ve İflâs Hukuku, 8. B., Ankara 2022, s.689-690; Timuçin Muşul, İcra ve İflâs Hukuku, Ankara 2013, C. II, s. 1751; Hakan Pekcanıtez, Oğuz Atalay, Meral Sungurtekin Özkan ve Muhammet Özekes, İcra ve İflâs Hukuku, 7. B., İstanbul 2020, s. 567; Kudret Aslan, Hacizde İstihkak Davası, Ankara 2005, s. 492; İdil Tuncer Kazancı, Tasarrufun İptali Davalarında İspat, Ankara 2015, s. 262; Güray Erdönmez, Alacaklılara Zarar Verme Kastıyla Yapılan Tasarrufların İptali, 2. B., İstanbul 2019, s. 41; Murat Atalı, İbrahim Ermenek ve Esin Erdoğan, İcra ve İflâs Hukuku, 6. B., Ankara 2022, s. 727; İbrahim Aşık, Yakup Oruç, Ozan Tok ve Faruk Saçar, İcra ve İflâs Hukuku, Ankara 2022, s. 733; Taner Emre Yardımcı, Tasarrufun İptali Davası, Ankara 2024, s. 35.
[2] Mehmet Kamil Yıldırım, İcra ve İflâs Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, İstanbul 1995, s. 142; Turhan Esener, Türk Hususi Hukukunda Muvazaalı Muameleler, İstanbul 1956, s. 108; Talih Uyar, Alper Uyar ve Cüneyt Uyar, İcra ve İflâs Kanunu Şerhi Cilt: 3, 3. B., Ankara 2014, s. 4322; Tolga Akkaya, “Mal Kaçırmaya Yönelik Muvazaalı Tasarrufların İcra ve İflâs Kanunu’nda Düzenlenen İptal Davasına Konu Olup Olmayacağı Sorunu”, MİHDER 2006/3, s. 674; Cüneyt Uyar, Muvazaa Sebebiyle Tasarrufun İptali Davası, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir 2024, s. 75.
[3] Yarg. 17. Hukuk Dairesi, 04/05/2015, 2013/21126 E., 2015/6450 K.
[4] Yarg. 4. Hukuk Dairesi, 18/10/2022, 2021/25858 E., 2022/12 K.
[5] Uyar, s. 79.
[6] Tasarrufun iptali davaları en geç tasarruf konusu işlemin yapılmasından itibaren beş yıl içinde açılmak zorundadır. Bkz. İİK m. 284.
[7] Erdönmez, s. 32.
[8] YHGK, 22.03.2022, 2021/(17)4-369 E., 2022/258 K