‘Bu eser, acı çekip düşünen insanlıkla, düşünerek acı çeken insanlığa adanmıştır’ Karl MARKS
Berlin Duvarı’nın yıkılmasından, Sovyet İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra Marks ve Marksizm’de eski gücünü ve albenisini yitirdi. Bugün Batı’da veya Doğu’da ya da dünyanın başkaca yerlerinde, insanlar, Popperci, Kantçı, Platoncu, göstergebilimci, yapısalcı, çevreci, feminist, liberal, muhafazakar ya da varoluşçu olabiliyor, ama artık Marksist olmuyor.
Oysa Marks ve Marksizm, rahmetli Sovyetler Birliği’nin, Sovyetler Birliği’nde uygulanan ve sonu kötü biten, siyasal, sosyal ve ekonomik politikaların babası olmadığı gibi sorumlusu da değildir. Ama ne yazık ki, yapılan olumsuz propagandalar, manipülasyonlar sonucu oluşturulan genel algıya göre, bütün bunlardan dolayı sorumlu olan Marks ve Marksizm’dir.
Gerçekte Marks bu dünyadan ayrılıp giderken, yazdıklarını, yaptıklarını, söylediklerini, özetle ürettiklerini beraberinde götürmemiş, bütün bunları insanlığa armağan etmiştir. Onun armağan ettikleri, insanlara, ekonomistlere, ekonomi bilimine, sosyolojiye, sosyologlara, daha hala yol gösteren, rehberlik eden inanılmaz zenginlikte bir hazinedir. Onun ekonomi, felsefe, sosyoloji gibi alanlarda getirdiği çözümleme yöntemleri ve araçları, günümüzde daha hala kullanılmaktadır.
Örneğin günümüzde henüz aşılamamış olan en büyük eseri ‘Kapital’ ekonomi alanında hala bir başyapıttır. Her türlü övgüye değer ve insanın insanı sömürmesinin akılcı ve bilimsel bir anlatısı olan bu büyük eserinde Marks; Adam Smith ve David Ricardo’nun zenginliği yaratan değerin ‘iş değer’ olduğuna ilişkin görüşlerine, ‘işçi iş gücünü satar, onun iş gücünü kullanan da kar adı altında fazladan bir değer elde eder’ diyerek ‘artı değer’ kavramını eklemiştir.
Yine günümüzde sosyologlar, psikologlar ve ekonomistler tarafından işlenen ve geliştirilen ‘yabancılaşma’ kavramını ilk kez telaffuz eden de Marks’tır. Marks bu kavramla, insanın doğadan kopmak suretiyle kültürel ve toplumsal yönden kendisine ayrı bir doğa kurmak anlamında, doğaya yabancılaşmasını ve aynı zamanda kapitalist üretim ilişkilerinin, bu ilişkilerin oluşturduğu kapitalist pazar ekonomisinin ve toplumsal sistemin yarattığı yabancılaşmayı, yani insanın kendi doğasına yabancılaşmasını ifade eder.
Bu ikinci tür yabancılaşma, insanın kendi emeğine, kişiliğine, başka insanlara, hayata, dünyaya yabancılaşması olup, bu da ciddi psikolojik, sosyolojik, ekonomik sorunları beraberinde getirir. İnsan; makineleşir, maddeci, bencil ve çıkarcı olur, insani birtakım duygularından ve özelliklerinden uzaklaşır, kapitalist sistemin ve pazar ekonomisinin işleyen ya da işlemeyen çarklarından birisi haline gelir.
Günümüzde pek çok insanın yaşadığı psikolojik sıkıntıları, içinde bulunduğu bunalımı, kendisini kuşatan depresyonu aşmak için Prozac, Depreks, Fulsac, Florak, Zedprex, Cipram gibi zihni tatile çıkaran mutluluk haplarını kullanmasının nedeni, insanın, Marks’ın tanımladığı anlamda kendisine, çevresine, ilişkilerine, emeğine yabancılaşmasıdır.
Onun için Marks’ı yeniden okumak, Louis Althusser’in deyimiyle ‘masum okumak’, yani önyargılı okumamak gerekir.
Evet, sadece kendi zamanının tanığı değil, sonraki zamanların da en önemli ve etkili bir figürü olan Marks’ın, biyografisini yazan Fransız akademisyen Bernard Cottret’e göre ‘sanayi devriminin çağdaşı bir 19.yüzyıl hümanist burjuvası’, yani burjuvazinin çocuğu olan ve fakat burjuvazinin yarattığı kapitalizmi reddederek onun anti-tezi olan Marksist öğretiyi kuran, romantizm ile devrim arasında bir yaşam süren Marks, insan olarak, eş olarak, baba olarak nasıl bir kişidir?
Almanya’nın üzüm bağları ve şaraplarıyla ünlü Treves kentinde doğan Marks, her Treves’li gibi şarabı seven ve bu sevgisini ‘ben de biraz Luther gibiyim, şarap sevmeyen adamın büyük işler başaramayacağına inanırım’ sözcükleri ile son derece içten ve sıcak bir şekilde ifade eden bir insandır.
Sanata, destanlara özel ilgisi olan, antik çağa hayranlık duyan Marks, ‘Barut ve kurşun çağında Aşil olunabilir mi? Ya da günümüzün yayıncılık düzeniyle İlyada?’ diye sorar ve bu konudaki kişisel değerlendirmesini de şu şekilde yapar; ‘Zorluk, Yunan sanatı ve destanının toplumsal gelişmenin belirli biçimlerine bağlı olduğunu anlamak değildir. Zorluk şuradadır: Sanat ve destan bize estetik neşe sağlar, keyif verir, bazı yönleriyle de kural hükmünde olup, bizim için erişilmez örnekler oluşturur.’
‘Demokritos ve Epikuros’da Doğa Felsefesi Farkı, MÖ III Yüzyıl’ isimli kitabında, ‘Felsefe, Prometheus’un inancını; tüm Tanrılardan nefret ediyorum deyişini kendisine mal etmiştir. Bu deyiş, inancın kendisi olup, insan tarafından ulaşılan kendi bilincinde olmayı en yüce Tanrısallık olarak kabullenmeyen yerdeki ve göklerdeki tüm Tanrılara karşıdır… Prometheus felsefi takvimin en asil ermişi ve şehididir’ diyen Marks, Prometheus’un kahraman kişiliğinde aslında kendisini tanımlar, kendisini Prometheus ile özdeşleştirir. Zira o da tıpkı Prometheus gibi felsefi takvimin en asil ermişi ve şehididir.
Damadı Paul Lafargue, ‘Prometheus; zincirlere vurulmuş, bağrı akbabalarca delik deşik edilen bu eğilip bükülmez, asla evcilleştirilmez Titan, o haliyle bile Zeus’u tehdit ediyordu, Gökyüzünden ateşi gizlice çalıp insanlara metal işlemesini öğrettiği için de eski ve yeni mitolojilerin ateşin bulunmasına ilişkin şiirsel ve kahraman kişiliği oldu’ diye yazarken, aslında kayınpederi Marks’a gönderme yapmakta, bu bağlamda Marks ile Prometheus arasındaki benzerliğe işaret etmektedir.
Bazen öfkeli, bazen neşeli, hemen her zaman aykırı, aksi ve asi olmasının yanı sıra son derece romantik olan Marks, eşi bulunmaz zenginlikte bir düş gücüne ve mizah duygusuna sahiptir. Aynı zamanda çok da iyi bir şair olan Marks, gençliğinde son derece güzel edebi şiirler yazmıştır. Onun yazılarındaki akıcılık şairliğinden gelir. Ama herhalde kendi istediği ve kaderi de öyle geliştiği için şair olarak değil, filozof olarak ünlenmiş ve en güzel eserlerini de felsefe, ekonomi ve sosyoloji konularında vermiştir.
Peki, Marks eş olarak nasıl bir insandır? Marks, karısı Jenny ile bir aşk evliliği yapmış ve hayatı boyunca eşine olan sadakatini ve aşkını korumuştur. Alman romantizminin geleneğine bağlı kalarak, eşine şiirler yazmış, bu şiirlerde ‘gökleri, yeryüzünü, ormanları, fırtınaları, yıldızları, Schubert’in melodilerini terennüm ve bunları eşine armağan etmiştir.’
Hepimizin bildiği üzere, Sigmund Freud’un kurucusu olduğu psikoanalitik kurama göre, ‘karşı cinsteki ebeveyni sahiplenme ve kendi cinsinden olan ebeveyni saf dışı etme konusunda, çocuğun beslediği duygu, düşünce, dürtü ve fantezilerin toplamına Oidipus kompleksi’ deniyor.
Bu komplekse göre kız çocuğu babaya, erkek çocuğu da anneye düşkündür. Bu sadece çocuklar için böyle değil, anne ve babalar için de böyledir. Yani babalar kız çocuklarına, anneler de erkek çocuklarına daha düşkündürler.
Freud’un kuramı, insanlık tarihinin sadece belli bir dönemi için değil, tüm zamanlar için; belli toplumlar ve coğrafyalar için değil, tüm toplumlar ve insanlık coğrafyasının neredeyse tamamı için; bir kısım çocuklar için değil, hemen hemen tüm çocuklar için geçerli ve doğru olan bir kuramdır.
Ne Marks ne de kızları Freud’un kuramının istisnası değildirler. Bu bağlamda, Marks kızlarına son derece düşkün bir babadır, kızları da babaları Marks’a düşkündür. Bernard Cottret’e göre Marks’ın kızlarıyla olan ‘pater families / aile babası’ ilişkisi son derece hassas bir ilişkidir.
Hemen her babanın sahip olduğu bu hassasiyeti Marks, biraz hovarda ruhlu bulduğu damadı Lafargue’a, 1866 yılının Ağustos ayında yazdığı aşağıdaki mektubunda ifade eder. Bu mektupta yazılanlar, Marks’ın hem kızlarına olan düşkünlüğünü hem de yaşadığı zamanın değerlerine son derece bağlı, gerek kız babası olarak, gerekse kadın erkek ilişkilerinde ne kadar muhafazakar olduğunu göstermektedir.
Şimdi hep beraber bu mektubu okuyalım;
‘Sevgili Lafargue,
Şu saptamaları yapmama izin verin: Kızımla ilişkinizi sürdürmeye devam edecekseniz, sizin “kur yapma” yönteminizi tekrar gözden geçirmek gerekiyor. Bildiğiniz gibi henüz kararlaştırılmış bir durum söz konusu değil, her şey eğreti. Kızım her ne kadar nişanlınız konumundaysa da, bu tür işlerin uzun soluklu işler olduğu unutulmamalıdır. İki aşık aynı yerde uzun süre birlikte oturduklarında zorlu ve çetin sınavlara dayanmak zorunda kalırlar, tümüyle kendi aralarında kalması gereken yeni alışkanlıklar edinirler.
Bir hafta gibi kısa bir süre içerisinde tavırlarınızın bir günden diğerine değişmesini kaygıyla izliyorum. Bana göre gerçek aşk, bir aşığın sevdiğine karşı gösterdiği ılımlılıkla, hatta onun üzerine titremesiyle kendini gösterir. Gerçek aşkta yersiz teklifsizliklere, tutkunun olur olmaz biçimde sergilenmesine asla yer yoktur. “Ne yapayım, ben böyleyim”, diyorsanız, ben de kızımla aranızdaki ilişkide aklımı kullanmak durumunda kalırım. Kızımı eğer çevremize uygun biçimde sevmeyi bilmiyorsanız, kendi isteğinizle uzaktan sevmeyi becerin.
Laura’yla olan ilişkinize kesin bir çözüm getirmeden önce, sizin ekonomik durumunuzu bilmek zorundayım. Kızım sizin ne tür işlerle uğraştığınızı bildiğimi sanıyor. Ama yanılıyor. Bu meseleyi masaya yatırmadıysam, bunu sizin yapmanız gerektiğine inandığım için yapmadım.
Tüm varımı devrimci mücadele uğruna harcadığımı biliyorsunuz. Buna pişman değilim. Her şeye yeniden başlama olanağına sahip olsam, yine aynı şeyleri yapardım. Ama evlenmezdim. Annesi gibi kayalıklara bindirmemesi için kızımla ilgili olarak elimden gelen her şeyi yapacağım. Bu ilişki onayım (bu da benim zaafım) ve kızıma karşı olan tutumunuza dostluğumun katkısı olmaksızın asla bir sona ulaşmayacağına göre, omuzlarımda ağır bir sorumluluk var demektir.
Sizin bugünkü durumunuza gelince; özel olarak peşlerinden koşmamama karşın bana ulaşan bilgilere göre hiç de iç açıcı değil. Ama bunun üzerinde duracak değilim. Genel durumunuza baktığımızda hala bir öğrenci olduğunuzu biliyorum. Fransa’daki geleceğinizin Liege olayı nedeniyle yarı yarıya engellendiğinin, İngiltere’ye alışmanız gerektiğinin, bu bağlamda bunun çok önemli olduğunun, ancak dilinizin hala yetersiz kaldığının, en iyi olasılıkla bile önünüzdeki şansların sorunlar içereceğinin de farkındayım.
Sizinle ilgili gözlemim, çok istemenize ve uğraşmanıza karşın sizin doğuştan bir emekçi olmadığınızı ortaya koyuyor. Bu koşullar altında, kızımla bir yaşamı sürdürebilmeniz için dışarıdan destek almanız gerekmektedir.
Ailenize gelince; bu konuda herhangi bir bilgi sahibi değilim. Yardımcı olmak konusunda birtakım kolaylıklara sahip olduklarını varsaysak bile, bu durum size gerçekten yardımcı olacaklarını kanıtlamaz. Kaldı ki, nişanlanmanızı nasıl değerlendirdiklerini de bilmiyorum.
Tekrarlıyorum; tüm bu konularda aydınlatılmaya ihtiyaç duymaktayım. Öte yandan, gerçekçi bir insan olarak siz de kızım için zorlu bir yaşam isteyemezsiniz. Olumlu bir insan olarak duygusal hareket etmek istemeyecek iseniz, kızımın aleyhine lütfen duygusallık yapmayın oğlum.
Bu mektupla ilgili olarak her türlü yanlış anlamayı önlemek üzere, eğer hemen bugünden bir evlilik kararı almak niyetindeyseniz, bunun gerçekleşmeyeceğini bildirmek isterim. Kızım teklifinizi reddedecektir. Zaten ben de böyle bir karara karşı çıkarım. Evlilik kararı almadan önce adam olmak durumundasınız, sizin ve kızımın önünde bunu görebileceğimiz uzun bir zaman var.
Bu mektubun ikimiz arasında bir sır olarak kalmasını dilerim. Yanıtınızı bekliyorum. Sevgiyle.’