Koşullu salıverilme, iyi halli hükümlülerin cezalarının bir bölümünü ceza infaz kurumu dışında çekmelerine ve böylece belirli şartlara uymak kaydı ile özgürlüklerine daha erken kavuşmalarına imkan sağlayan, İnfaz Hukukuna ilişkin bir müessesedir. Cezalandırma ile amaçlanan; suçluyu uslandırma, topluma kazandırma ve suçtan caydırmadır.
Koşullu salıverilme, geçmişten bugüne mevzuatımızda yer almıştır. Koşullu salıverilme daha önce, 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun’un 19 ve Ek 2. maddelerinde; koşullu salıverilmenin geri alınması ise, mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 17. maddesinde düzenlenmekte idi. 5275 sayılı Ceza İnfaz Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle, koşullu salıverilme ve koşullu salıverilmenin geri alınması müesseseleri aynı Kanunda bir araya getirilmiştir.
Koşullu salıverilmenin tatbikinde, gerek eski ve yeni mevzuatın uygulanmasında ve gerekse hatalı yorumlamalar nedeniyle birçok hükümlünün mağdur olduğu bilinmektedir. Bu yazı, uygulamada yaşanan bazı sorunların çözümüne ışık tutabilecek bilgi ve kararların paylaşılması amacıyla hazırlanmıştır. Bu doğrultuda öncelikle, yürürlükte olan hükümler kapsamında koşullu salıverilmenin şartları uygulamadan örnekler verilmek suretiyle açıklanacak, daha sonra koşullu salıverilmenin geri alınması ve infaz hükümlerinin zaman bakımından uygulanmasında, yani lehe-aleyhe kanun değerlendirilmesinde izlenmesi gerektiğini düşündüğümüz yöntemler ve açık cezaevine ayrılma şartı açıklanacaktır.
A- 5275 SAYILI CEZA İNFAZ KANUNU’NDA DÜZENLENEN KOŞULLU SALIVERİLME ŞARTLARI
Koşullu salıverilmenin genel şartları, 5275 sayılı Ceza İnfaz Kanunu’nun 107. maddesinde düzenlenmiştir. Bu şartlar; cezanın bir kısmının infaz edilmesi, infaz süresinin iyi halli geçirilmesi, hükümlünün koşullu salıverilmesine dair mahkeme kararı bulunmasıdır. Maddede ayrıca, bazı suçların niteliğine göre süre ve koşullu salıverilmeden faydalanabilme imkanı olup olmadığı yönlerinden bazı istisnalar öngörülmüştür.
Birden fazla hapis cezası ile cezalandırılan hükümlünün cezaları, yalnızca İnfaz Kanunu m.107’de öngörülen koşullu salıverilme müessesesi hükümlerinin tatbiki bakımından toplanacaktır. Bu toplama, başka konularda hükümlünün bir haktan yararlanmasını engelleyecek şekilde uygulanamaz. Örneğin bu toplamayı yapıp, İnfaz Kanunu m.105/A’da düzenlenen denetimli serbestlikle cezanın infazı, kişinin açık ceza infaz kurumuna girmesi, infazın ertelenmesi ve ceza zamanaşımı kurallarının hükümlü aleyhine uygulanması doğru değildir.
I- Cezanın Bir Kısmının İnfaz Edilmesi Şartı
Koşullu salıverilmede aranan infaz şartı, hükmedilen cezanın miktarına göre değişmektedir. 5275 sayılı Kanun m.107/2’ye göre, koşullu salıverilmeden faydalanmak için ceza infaz kurumunda geçirilmesi gereken süre; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasında 30 yıl, müebbet hapis cezasında 24 yıl ve diğer süreli hapis cezalarında hükmedilen cezanın 2/3’sidir.
Maddenin üçüncü fıkrasında, birden fazla mahkumiyet halinde infaz edilecek süreler; dördüncü fıkrasında ise, suç örgütü kurmak veya yönetmek suçlarından ya da örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlardan dolayı mahkumiyet halinde infaz edilecek süreler düzenlenmiştir. Bu hallerde, koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için infaz edilmesi gereken süre artmaktadır. Bu infaz süresinin artışı; eski İnfaz Kanununda örgüt suçu yönünden kabul edilmişken, örgütün faaliyetleri kapsamında işlenen suçların infazında uygulanması öngörülmemiş idi. Bu konu tartışılsa da, ceza infaz kurumunda geçirilecek nitelikli iyi hal süresinin eski Kanun döneminde uygulanma sınırları hakkında, 3713 Terörle Mücadele Kanunu mülga m.17’ye ve mülga 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu m.13’e bakılabilir.
Gözaltı ve tutuklulukta geçen süreler, infaz edilmesi gereken süreden mahsup edilecektir. Örneğin; 15 yıl ceza alan bir hükümlünün koşullu salıverilmeden faydalanabilmesi için, ceza infaz kurumunda geçirmesi gereken süre 10 yıldır. Hükümlünün, yargılama safhasında gözaltında veya tutuklulukta geçen süreleri 10 yıldan mahsup edilecektir. Bu durumda hükümlünün, 7 yılını ceza infaz kurumunda geçirmesi gerekecektir.
Yukarıda yer alan örneğe konu hükümlünün 12 yaşını doldurduğu varsayıldığında, 5275 sayılı Kanun m.107/5 uyarınca infaz edilen her bir gün, hükümlü 15 yaşını dolduruncaya kadar iki gün olarak dikkate alınacaktır. Bu durumda, 12 ila 15 yaş arası 3 yıllık dönem, tam olarak ay ve gün hesabı yapılmak suretiyle ve iki ile çarpılarak hesaplanacaktır. Hükümlünün 15 yaşını doldurmasının ardından, infaza bir gün esasıyla devam edilecektir.
II- İnfaz Süresinin İyi Halli Geçirilmesi
5275 sayılı Kanun m.87’ye göre; “Hükümlünün, Kanunun 107. maddesinde öngörülen süreleri, ceza infaz kurumlarının düzen ve güvenliği amacıyla konulmuş kurallara içtenlikle uyarak, haklarını iyiniyetle kullanarak, yükümlülüklerini eksiksiz yerine getirerek geçirmiş ve uygulanan iyileştirme programlarına göre de toplumla bütünleşmeye hazır olduğunun disiplin kurulunun görüşü alınarak idare kurulunca saptanmış bulunması gerekir”.
İyi hal durumu maddede açıklanan şekilde saptanmayan hükümlü, koşullu salıverilmeden faydalanamaz. Ancak Türkiye’de, “iyi halli olma” şartının koşullu salıverilme müessesesinin amacına uygun denetlenip tespit edildiğini söylemek mümkün değildir. Koşullu salıverilme, otomatik bir uygulamaya dönüşmüştür. Koşullu salıverilmenin “iyi halli olma” şartı, ya “örtülü af” adlı kanunların otomatik, yani varsayılan unsuru veya ayrıca ciddi bir denetime tabi tutulmayan cezaevi şartı olarak uygulanmakta ve daha çok sonucu itibariyle, yani koşullu salıverilip de tekrar suç işleyenin kalan eski cezasını bihakkın (tümü ile) çekmesinde kullanılmaktadır. Koşullu salıverilen hükümlü için sorun; iyi halli olmayı kazanma değil, salıverildikten sonra cezanın dışarıda infazı sırasında koruma, yani infazı yakmamadır.
Koşullu salıverilme müessesesi toplumda örtülü af gibi görülmekte, cezasının 5275 sayılı Kanuna göre 2/3’si veya 3/4’ü ile mülga 647 sayılı Kanuna göre 2/5’sini ceza infaz kurumunda çeken hükümlünün otomatik olarak salıverileceği algısı oluşmaktadır. Hükümlünün uslanıp uslanmadığı, topluma karışmaya hazır olup olmadığı konularında yeterli değerlendirme yapılmamaktadır. Oysa hükümlü, koşullu salıverilmeyi hak etmeden ceza infaz kurumundan çıkarılmamalıdır.
Hükümlünün iyi hali, her bir infaz bakımından ayrı değerlendirilmelidir. Bir cezanın infazı sırasında disiplin cezası alan hükümlünün bu durumu, sadece o infaz yönünden koşullu salıverilmeden faydalanma imkanına etki eder. Eğer hükümlünün infazı gereken başka bir cezası bulunmakta ise, bu infaz bakımından iyi halin değerlendirilmesinde, önceki infaz sırasında aldığı disiplin cezası dikkate alınmamalıdır. Aksinin kabulü, cezalandırmanın ve koşullu salıverilme müessesesinin amaçlarına aykırı sonuçlar doğuracaktır.
III- Koşullu Salıverilme Kararı Verilmesi
5275 sayılı Kanun m.107/12’de, hükümlünün koşullu salıverilmesi hakkında ceza infaz kurumu idaresi tarafından hazırlanan gerekçeli raporun, hükmü veren mahkemeye; hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı derecedeki mahkemeye verileceği ve mahkemenin bu raporu uygun bulması halinde hükümlünün koşullu salıverilmesine dosya üzerinden karar vereceği düzenlenmiştir. Mahkeme, raporu uygun bulmadığı takdirde, gerekçesini kararında gösterecek ve bu karara karşı CMK m.267 ve devamı uyarınca itiraz yoluna gidilebilecektir. Burada geçen rapor, hükümlünün iyi halli olduğunu gösteren belgedir.
IV- İstisnalar
İnfaz Hukuku sistemimiz, bazı hallerde koşullu salıverilmeden faydalanmayı yasaklamıştır. Bu yasaklar genel itibariyle 5275 sayılı Kanunun 108. ve 110. maddelerinde düzenlenmekle birlikte, özel kanunlarla getirilen yasaklar da bulunmaktadır.
Kanunun 107. maddesinin 13. fıkrasının ikinci bendinde, koşullu salıverilme kararının geri alınmasından sonra aynı hükmün infazı ile ilgili bir daha koşullu salıverilme kararı verilemeyeceği; 16. fıkrasında ise, 5237 sayılı TCK’da düzenlenen “Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar”, “Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar”, “Milli Savunmaya Karşı Suçlar” başlığı altında yer alan suçlardan birinin, bir suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkumiyet halinde, hükümlünün koşullu salıverilmeden faydalanamayacağı düzenlenmiştir.
Ancak İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, 9 Temmuz 2013 tarihli Vinter ve diğerleri - Birleşik Krallık kararında, müebbet hapis cezası ile cezalandırılan hükümlünün aralıklı olarak koşullu bırakılıp bırakılamayacağının incelenmesi gereğine işaret etmiştir. Mahkemeye göre, karara konu müebbet hapis cezasında bu inceleme süresi 25 yılı geçemez.
Ölüm cezasının olmadığı bir infaz sisteminde, cezanın asıl amacının hükümlünün uslandığı hususunun tespit edildiği vakit topluma dönüşünün sağlanması olduğu dikkate alındığında, her hükümlüye "umut hakkı" tanınmalıdır. Aksi halde, koşullu ve denetimli serbest kalmanın olmadığı bir infaz sisteminde şeklen olmasa da benzer şekilde ölüm cezasının devam ettiği ve ceza infazının gerçek amacına hizmet etmediği sonucuna varılabilecektir. Kıta Avrupası İnfaz Sistemine göre, er veya geç her hükümlü uslanmalı ve uslandırılmalı, İnfaz Hukuku kuralları da bu kabule göre düzenlenmelidir.
İnfaz Kanunu’nun 108. maddesinde; hakkında ikinci defa tekerrür hükümleri uygulanan kişilerin koşullu salıverilemeyeceği düzenlenmiştir. Maddenin diğer hükümlerinde, koşullu salıverilme yasağı öngörmeyen, ancak koşullu salıverilme süre ve şartlarını ağırlaştıran hükümler de bulunmaktadır. Örneğin; hakkında ilk defa tekerrür hükümleri uygulanan kişinin koşullu salıverilmeden faydalanabilmesi için, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının 39 yılını, müebbet hapis cezasının 33 yılını, süreli hapis cezasının ise ¾’ünü iyi halli olarak geçirmesi gerekmektedir. Ancak tekerrür nedeniyle koşullu salıverilme süresine eklenecek miktar, tekerrüre esas alınan cezanın en ağırından fazla olamayacaktır.
Çocuğa karşı işlenen bir suçtan dolayı ağırlaştırılmış müebbet veya müebbet hapis cezasına hükmedilen bir kişinin koşullu salıverilmeden faydalanmasında da, yukarıda yer alan paragrafta açıklanan süreler geçerli olacaktır. Yine bu süreler, cinsel saldırı, çocuğun cinsel istismarı, reşit olmayanla cinsel ilişki, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçlarından mahkum olanlar bakımından da uygulanacaktır. Bu suçların çocuk tarafından işlenmesi hali saklıdır.
Kanunun 110. maddesinde, özel infaz usulleri düzenlenmiştir. Cezanın bu maddede belirtilen özel usuller kapsamında çektirilmesine mahkemece karar verildiği takdirde, koşullu salıverilmeden faydalanılabilmesi mümkün değildir. Altı ay veya daha az süreli hapis cezasının haftasonları veya geceleri ceza infaz kurumunda geçirilmek suretiyle infazına karar verilmesi halinde, koşullu salıverilme uygulanmayacaktır. Suç nedeniyle doğan zararı aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesine dair hukuki sorumluluk hali saklı kalmak kaydıyla, kadın veya 65 yaşını bitirmiş kişilerin 6 ay, yetmiş yaşını bitirmiş kişilerin 1 yıl, 75 yaşını bitirmiş kişilerin 3 yıl veya daha az süreli hapis cezasının konutunda çektirilmesine mahkemece karar verildiği takdirde de, bu usulden faydalananlar hakkında koşullu salıverilme kararı verilemeyecektir.
Koşullu salıverilme kararından sonra, denetim süresi içerisinde, kişinin kasten suç işlemesi veya hakimin uyarısına rağmen ısrarla yükümlülüklerine aykırı hareket etmesi hallerinde, koşullu salıverilmesi geri alınan kişilerin cezaları aynen infaz edilecektir. Doğrudan hükmedilen adli para cezalarının ödenmemesi nedeniyle cezanın hapse çevrilmesi halinde hükümlü, cezanın infazında koşullu salıverilmeden faydalanılamaz. Bununla birlikte, TCK m.50’de düzenlenen hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmesi hükmü kapsamında adli para cezasına çevrilen, fakat ödenmediği veya ödenemediği için tekrar hapse dönen cezalarda koşullu salıverilmenin uygulanmasını engelleyen bir hüküm bulunmamaktadır. Bu hüküm doğrudur, çünkü temel cezanın hapis olduğu durumda çevrilen para cezasının ödenmesi için bir tazyik hapsi uygulanması usulü düzenlenmemiştir. Kararı veren mahkeme; çevrilen para cezasını ödemeyen hükümlü hakkında, TCK m.50/6 uyarınca hapis cezasının bir kısmının veya tümünün infazına karar verir.
Koşullu salıverilmeden faydalanmayı engelleyen diğer bir özel düzenleme, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 167. maddesidir. Bu maddeye göre, Kanunun 160. maddesinde yer verilen zimmet suçunu işleyen kişilerin, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na veya Hazineye olan borç ve tazminatları ödemediği veya bu borç ve tazminatlar malvarlıklarından tahsil edilemediği sürece, koşullu salıverilmeden faydalanamayacağı düzenlenmiştir. Burada düzenlenen mutlak bir yasak olmayıp, Devletin zararının giderilmesini amaçlayan bir sınırlamadan ibarettir.
B. KOŞULLU SALIVERİLMENİN GERİ ALINMASI
5275 sayılı Kanun m.107/12’ye göre, koşullu salıverilen hükümlünün denetim süresinde hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlemesi veya hakimin uyarısına rağmen yükümlülüklerine uymamakta ısrar etmesi halinde, koşullu salıverilme kararı geri alınır.
Maddenin 15. fıkrasının (a) bendinde, “hükümlü geri kalan süre içinde işlediği kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkum edilirse” ibaresine yer verilmiştir. Maddenin 12 ve 15. fıkralarındaki ibareler arasındaki farklılık, özellikle denetim süresinde işlediği kasıtlı suç nedeniyle verilen hapis cezasının adli para cezasına çevrildiği hallerde duraksamaya yol açabilmektedir. Bu durumda, “hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlenmesi” yeterli görülecek ve netice ceza ne olursa olsun koşullu salıverilme geri mi alınacaktır, yoksa koşullu salıverilmenin geri alınabilmesi için denetim süresinde işlenen kasıtlı suçtan dolayı hapis cezası verilmesi mi gerekir?
Örneğin; denetim süresinde kasten işlenen suç nedeniyle verilen hapis cezası, TCK m.50’de düzenlenen seçenek yaptırımlara çevrildiğinde, koşullu salıverilme kararı geri alınacak mıdır?
Maddenin 12. fıkrasında geçen ”hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlemesi” ibaresi; Kanunda hapis cezasını öngören bir suçun işlenmesi halinde, netice ceza ne olursa olsun koşullu salıverilmenin geri alınacağını düşündürmektedir. Ancak maddenin 15. fıkrasında yer alan “hükümlü geri kalan süre içinde işlediği kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkum edilirse” ibaresi, koşullu salıverilmenin geri alınabilmesi için netice cezanın hapis cezası olması gerektiğini göstermektedir.
Yargıtay’ın konu ile ilgili görüşü, denetim süresinde hapis cezasını gerektiren bir suç işlenmesi ve bu suç nedeniyle hapis cezası verilmesidir.
Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 28.02.2013 tarihli, 2012/6224 E. ve 2013/1575 K. sayılı kararına göre; “denetim süresi içerisinde işlenen ikinci suçun kasıtlı bir suç olması, bu suçun hapis cezasını gerektiren bir suç olması ve bu suç nedeniyle hapis cezası verilmiş olması yeterlidir”.
Dairenin 18.04.2011 tarihli, 2011/253 E. ve 2011/2334 K. sayılı kararında ise; koşullu salıverilmenin geri alınabilmesi için hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suçtan hüküm giyilmesi gerektiği, adli para cezasının koşullu salıverilmenin geri alınmasını gerektirmediği belirtilmektedir. Kararda, “5275 sayılı Kanunun 107/12 ve 13/a maddelerinde koşullu salıverilmenin geri alınabilmesi için hapis cezası gerektiren kasıtlı bir suçtan hüküm giymesi veya infaz hakiminin yüklediği yükümlülüklerin bu süre içinde yerine getirilmemesi gerektiği, olayımızda hırsızlık suçundan kasıtlı suç işlediği anlaşılmış olan hükümlünün cezasının para cezasına çevrildiği ve TCK m.50/5 gereğince uygulamada asıl mahkumiyetin bu madde hükümlerine göre çevrilen adli para cezası olduğu, adli para cezasının ise koşullu salıverilmenin geri alınmasını gerektirmediği” gerekçesine yer verilmiştir.
Kanunun 107. maddesinin 12. fıkrasına göre; koşullu salıverilmenin geri alınmasını gerektiren diğer bir neden, hakimin uyarısına rağmen yükümlülüklerin yerine getirilmemesinde ısrar edilmesidir. Bu hükmün de, maddenin 15. fıkrasının (b) bendi ile birebir örtüşmediği ve yorum farklarına sebebiyet verebileceği görülmektedir. 15. fıkranın (a) bendinde, “hükümlünün bağlı tutulduğu yükümlülükleri yerine getirmemesi halinde” ibaresine yer verilmesi, yükümlülüklerin ilk kez ihlalinde koşullu salıverilmenin geri alınabileceğini; 12. fıkrada geçen “kendisine yüklenen yükümlülüklere, hakimin uyarısına rağmen, uymamakta ısrar etmesi” ise, yükümlülüğün birden fazla ihlalini, yükümlülükleri yerine getirmeme konusunda ısrarlı tutumu düşündürmektedir. Madde bu açıdan bir anlam bütünlüğü içermese de, koşullu salıverilme esnasında hükümlüye yükümlülüklerine uyma zorunluluğu bulunduğunun açıklandığı ve uymaması halinde koşullu salıverilmenin geri alınabileceği yönünde ihtar yapıldığı bilinmektedir. Bu nedenle, denetim süresinde yükümlülüğünün ihlalinin hakimin uyarısına rağmen gerçekleştirildiği düşünülebilir. Ancak bu durumda dahi, maddenin 15. fıkrasında geçen yükümlülük ihlalinin, 12. fıkrada belirtilen “ısrar” anlamına gelmeyeceği gözardı edilmemelidir. Kanaatimizce, hükümlünün lehine olan 12. fıkranın tatbiki yerindedir.
Hükümlünün denetim süresinde kasıtlı bir suçtan hapis cezasına mahkum edildiği halde, hükmü veren ilk derece mahkemesi veya bölge idare mahkemesi tarafından; yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde ise, koşullu salıverilme kararına esas teşkil eden hükmü veren ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi veya koşullu salıverilme kararını veren mahkeme tarafından koşullu salıverilmenin geri alınmasına karar verilebilecektir. Bu yönde verilecek kararlara karşı, CMK m.267 ve devamı uyarınca itiraz yoluna başvurulabilecektir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesin olup, bu kararlara karşı olağan kanun yollarına başvurma olanağı bulunmamaktadır. Kesin olan bu kararlar ancak olağanüstü kanun yolu olan “kanun yararına bozma” müessesesi ile ortadan kaldırılabilir.
Koşullu salıverilmenin geri alınması halinde hükümlünün, sonraki suçu işlediği tarihten itibaren kalan cezasının aynen; yükümlülüklere aykırı davranması halinde ise, yükümlülüklere uymama tarihi ile bihakkın salıverilme tarihi arasındaki süreyi geçmemek şartıyla takdir edilecek bir sürenin ceza infaz kurumunda çektirilmesine karar verilir. Koşullu salıverilmenin geri alınmasına karar verilebilmesi için, denetim süresinde işlenen kasıtlı suç nedeniyle hapis cezasına mahkumiyet kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi gerekir. Aksinin kabulü, “suçsuzluk/masumiyet” karinesine aykırıdır. Anayasa m.38/4’de, suçluluğu kesinleşmiş mahkeme kararı ile sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı ifade edilmiştir. Karar kesinleşmeden hüküm “sabit” hale gelmeyeceğinden, koşullu salıverilmenin bozulması ve ikinci suç tarihinden başlamak üzere eski mahkumiyetin bihakkın infazına geçilmeyecektir. Kasıtlı işlenen ikinci suçtan dolayı mahkumiyetin koşullu salıverilme kararı veren mahkemeye bildirimi; kararın verildiği zaman değil kesinleştiğinde yapılacaktır. Çünkü koşullu salıverilmeyi, ancak ikinci kararın kesinleşmiş hali bozabilir. Ayrıca kesinleşmemiş mahkumiyet kararı, temyiz incelemesi sonrasında bozulup değişebilir.
Koşullu salıverilme kararının geri alınmasından sonra, aynı hükmün infazı ile ilgili bir daha koşullu salıverilmeden faydalanılamaz.
Koşullu salıverilmenin geri alınabilmesi için gözetilmesi gereken en önemli şart, öncesinde hükümlü hakkında yürürlükteki İnfaz Mevzuatına uygun koşullu salıverilme kararı verilmesi zorunluluğudur.
Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 13.02.2013 tarihli, 2012/6226 E. ve 2013/952 K. sayılı kararında; ancak koşullu salıverilme kararı verilmesinden sonra ve bihakkın tahliye tarihi dolmadan kasıtlı bir suç işlendiği takdirde koşullu salıverilmenin geri alınabileceği açıklanmıştır. Karardan anlaşıldığı üzere; hükümlü hakkında koşullu salıverilme kararı alınması zorunlu olup, bu kararın geri alınabilmesi ancak koşullu salıverilme kararı verilmesinden sonra kasıtlı bir suç işlenmesi halinde mümkündür.
Koşullu salıverilme kararının geri alınabilmesi için, ortada ikinci suç tarihinden önce usulüne uygun bir koşullu salıverilme kararı verilmiş olması gerektiği öğretide de kabul edilmektedir[1].
Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin 15.10.2012 gün, 2012/20292 E. 2012/15253 K. sayılı kararında;
“5275 sayılı Cezaların ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un ‘Koşullu salıverilen hükümlünün, denetim süresinde hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlemesi veya kendisine yüklenen yükümlülüklere, hakimin uyarısına rağmen uymamakta ısrar etmesi halinde koşullu salıverilme geri alınır.’ şeklindeki 107/12. maddesi karşısında, hükümlünün 24.03.2006 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere 24.06.2009 tarihinde şartla salıverilmesine karar verildiği, ancak hükümlünün yargılama sırasında 27.04.2006 tarihinde yapılan celsede tahliyesine karar verilmiş olduğu, bu haliyle şarta salıverilmesinin geçerli olacağı tarihten sonra ancak şartla salıverilme kararının verildiği tarihten önce işlemiş olduğu suç nedeniyle hakkında verilen şartla salıverilme kararının geri alınamayacağı, şartla salıverilme kararının geri alınmasına gerekçe gösterilen ikinci suçun işlendiği tarih itibariyle ortada sanık hakkında verilmiş bir şartla salıverme kararının bulunmadığı”
Gerekçesiyle şartla salıverilmenin geri alınması kararına yapılan itirazın reddi kararı, CMK m.309/3 uyarınca bozulmuş ve infaz durdurulmuştur.
Hükümlünün koşullu salıverilme tarihinin, bihakkın tahliye tarihinin ve denetimde geçireceği sürenin belirlenmesi, ancak koşullu salıverilme kararı ile mümkün olabilir. Bunun için de İnfaz Savcılığı, önce hükümlü hakkında müddetname düzenler ve sonra da koşullu salıverilme kararı vermesi için mahkemesine müracaat eder. Bu tasarruflardan sonra, hükümlünün koşullu salıverildiği kabul edilir.
Hukukun evrensel ilke ve esasları ile Anayasa ve kanunlar üstündür. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının korunmasında, gerekçe ne olursa olsun kanunlar gözardı edilemez ve birey aleyhine uygulanamaz. Kanuna göre net olan husus; geçerli İnfaz Mevzuatına göre hükümlü hakkında verilmiş koşullu salıverilme kararı olmadıkça ve ikinci suç bu karar tarihinden sonra işlenmedikçe, hiç kimse hakkında bihakkın tahliye tarihine kadar hapis cezasının infazı usulü uygulanamaz. Çünkü ortada bozulup geri alınacak bir koşullu salıverilme kararı olmadığı gibi, bu karardan sonra işlenmiş ikinci bir suç da yoktur.
C. İNFAZ HÜKÜMLERİNİN ZAMAN BAKIMINDAN UYGULANMASI, DENETİMLİ SERBESTLİK VE AÇIK CEZA İNFAZ KURUMUNA AYRILMA ŞARTI
Uygulamada, eski ve yeni kanun tartışmaları, İnfaz Hukukunda lehe uygulamanın nasıl yapılacağı, ceza infaz rejimi gerekçe gösterilmek suretiyle hükümlünün koşullu salıverilmesi veya denetimli serbestlik haklarının kısıtlanıp, daha fazla cezaevinde kalmasının hukuka uygun olup olmayacağına dair sorunlarla karşılaşılabilmektedir. Bu sorunlar genel itibariyle, mülga 647 sayılı Kanunda düzenlenen koşullu salıverilme şartları ile 647 sayılı Kanunu ilga eden 5275 sayılı Kanunda öngörülen infaz süresi şartları arasındaki ayırımdan kaynaklanmaktadır. Yasa değişiklikleri, eski-yeni kanunlar bakımından yapılan uygulama, bu kapsamda “kül uygulama” olarak adlandırılan hükümlü lehine tatbikatta temel usulden sapılması, kişi hürriyeti aleyhine beklenmeyen ve istenmeyen sonuçlar doğurabilmektedir.
647 sayılı Kanunun 19. maddesinin birinci fıkrası, “Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına hükümlüler 25 yıllarını; müebbet ağır hapis cezasına hükümlüler 20 yıllarını; diğer şahsi hürriyeti bağlayıcı cezalara mahkum edilmiş olanlar hükümlülük süresinin ½’sini çekmiş olup da Tüzüğe göre iyi halli hükümlü niteliğinde bulundukları takdirde, talepleri olmasa dahi şahsi şartla salıverilirler.” hükmünü amirdir.
647 sayılı Kanun Ek m.2’nin birinci fıkrasında, hükümlülerin yarı açık veya açık cezaevlerine seçilmelerine karar verme işleminin, Adalet Bakanlığı tarafından her yılın Ocak ayı içerisinde tespit edilerek cumhuriyet savcılıklarına bildirilen şartla salıverilme tarihine göre yapılacağı ve Bakanlıkça bildirilen bu tarih aşılmamak ve kapalı kurumlarda çalışanlara öncelik tanınmak kaydıyla; 9, 10 ve 11. maddeler gereğince tabi tutulacakları müşahedeleri sonucu yarı açık veya açık müesseselere naklolunan hükümlülerin; anılan müesseselerde kaldıkları her ay için 6 gün, 19. maddenin 1, 2 ve 3. fıkralarına göre tespit edilecek şartla salıverilme tarihlerinden indirilmek suretiyle şartla salıverilme işlemi yapılacağı düzenlenmiştir.
Maddenin ikinci fıkrasında, kapalı infaz kurumlarında bulunanlardan yarı açık veya açık infaz kurumlarına ayrılmaya hak kazanıp da olanak sağlanmaması sebebiyle nakli yapılamayanların, iktisap ettikleri hak tarihinden sonra kapalı kurumlarda geçirecekleri sürelerin de yarı açık veya açık müesseselerde geçmiş sayılacağı belirtilmiştir.
647 sayılı Kanunun Ek 2. maddesinde öngörülen her aydan 6 gün indirim yapılacağı düzenlemesi, yalnızca açık ceza infaz kurumunda bulunan ve açık ceza infaz kurumunda bulunmaya hak kazanan, ancak olanak sağlanmaması nedeniyle açık ceza infaz kurumuna geçişi yapılamayan hükümlüler hakkında tatbik edilecektir.
5275 sayılı Kanuna 6291 sayılı Kanunla eklenen 105/A maddesinin birinci fıkrasında; infaz hakiminin, ceza infaz kurumu idaresi tarafından hükümlü hakkında hazırlanan değerlendirme raporunu dikkate alarak vereceği kararla, açık ceza infaz kurumunda cezasının son altı ayını kesintisiz olarak geçiren ve koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi halli hükümlünün cezasının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infaz edilebileceği düzenlenmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, açık ceza infaz kurumuna ayrılma şartları oluşmasına rağmen, iradesi dışındaki bir nedenle açık ceza infaz kurumuna ayrılamayan iyi halli hükümlülerin de, açık ceza infaz kurumuna ayrılma şartlarının oluşmasından itibaren en az altı aylık sürenin geçmiş olması ve diğer şartları da taşımaları halinde, bu infaz usulünden yararlanabilecekleri öngörülmüştür.
6411 sayılı Kanunun 13. maddesi, 5275 sayılı Kanunun 105/A maddesine, 31.12.2015 tarihine kadar geçerli olmak üzere geçici bir hüküm ekleyerek, son altı ayını veya en az altı ayını açık cezaevinde geçirme veya geçirme hakkını kazanmasına rağmen iradesi dışında bir nedenle açık ceza infaz kurumuna ayrılamayan iyi halli hükümlüler için aranan bu süre şartını kaldırmıştır. Bir başka ifadeyle, 6411 sayılı Kanun sadece açık ceza infaz kurumunda bulunan veya fiilen açık ceza infaz kurumunda bulunmasalar dahi, bu kuruma ayrılma hakkını elde edenlerin, kapalı ceza infaz kurumunda geçirmeleri gereken en az 6 aylık süre koşulunu ortadan kaldırmıştır.
Uygulamada, mülga 647 sayılı Kanunun yürürlükte olduğu tarihte açık ceza infaz kurumuna ayrılmak için aranan şartlar ile 5275 sayılı Kanun ve Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği hükümlerinde öngörülen şartların çatışabildiği ve bu çatışmaların da hükümlü yönünden 6291 ve 6411 sayılı kanunlarla getirilen ve lehe olan yeni düzenlemelerin tatbik edilmesi konusunda çelişki meydana getirdiği görülmektedir.
Koşullu salıverilme süresini “denetimli serbestlik süresi” adı altında, hem eski İnfaz Kanunu ve hem de yeni İnfaz Kanununa tabi hükümlüler bakımından genişleten 6291 ve 6411 sayılı kanunlarda öngörüldüğü üzere, koşullu salıverilmesine bir yıl ve daha az süre kalan iyi halli hükümlülerin denetimli serbestlik altında salıverilmelerinin şartı, açık ceza infaz kurumuna ayrılma hakkının elde edilmesi olarak ifade edilmiştir. Bu kapsamda, hükümlü o an açık cezaevinde bulunsun veya bulunmasın, tabi olduğu İnfaz Hukuku ve koşullu salıverilme ile açık cezaevine ayrılma şartları bakımından “kül uygulama” neyi gerektirmekte ise, yani hangi kanun hükümlerinin tatbiki hükümlünün lehine ise, infaz rejimi gerekçe gösterilmek suretiyle hükümlünün hürriyeti aleyhine uygulama yapılmaksızın o kanunun tatbiki yoluna gidilmelidir.
Bu hak elde edilmeden, 6291 ve 6411 sayılı kanunlar uyarınca, koşullu salıverilmelerine bir yıl veya daha az süre kalan iyi halli hükümlülerin infazının geri kalan kısmını denetimli serbestlik altında geçirmeleri mümkün olamayacaktır. Hapis cezası süresi kasıtlı suçlarda üç yılın üstünde olan mahkumlar ise, önce kapalı ceza infaz kurumunda bulunma sürelerini tamamlamak zorundadırlar. Bu zorunluluk gerçekleşmedikçe, hükümlü açık ceza infaz kurumuna ayrılamayacak ve erken koşullu salıverilmeden faydalanamayacaktır.
1 Haziran 2005 tarihinden önce suç işleyenleri de kapsayan, bir yıl erken koşullu salıverilme, kanaatimizce eski hükümlüler yönünden kapalı ceza infaz kurumunda bulunmaları gereken süre şartına bağlanmamalıdır. Çünkü TCK m.7/3’e göre, her ne kadar infaz rejimi yönünden o an yürürlükte olan kurallar uygulanacak ise de, koşullu salıverilmeye ilişkin değişikliklerde lehe hükümlerin tatbiki zorunludur.
Hükümlünün bir yıl erken serbest bırakılması, kanaatimizce net bir koşullu salıverilme ve buna bağlı denetimli serbestlik düzenlemesidir. Çünkü denetimli serbestlik, iyi halli hükümlünün cezaevinde geçireceği bakiye sürenin, koşullu olarak dışarıda tamamlanmasını öngörmektedir. Bu düzenlemenin, infaz rejiminin derhal uygulanması kuralından hareketle daraltılıp, hükümlünün daha fazla süre ile ceza infaz kurumunda kalması sonucunu doğurması kabul edilemez.
Öğretide de, ceza infaz kurumunda geçirilecek süreyi uzatan infaz hükümlerinin, hükümlü aleyhine sonuç doğurması nedeniyle derhal uygulanmayacağı kabul edilmektedir[2].
İnfaz rejiminin değiştirilmesi ile hükümlünün ceza infaz kurumunda kalacağı süre uzatılamaz. Açık ceza infaz kurumunda bulunma ve bulunmaya hak kazanma, TCK m.7/3’de derhal uygulama ilkesinin istisnası olarak öngörülen koşullu salıverilme müessesesinden yararlanabilmenin şartıdır. Bu nedenle, açık ceza infaz kurumunda bulunma ve bulunmaya hak kazanma şartı, infaz rejimi ile değil, koşullu salıverilme müessesesi ile ilgili bir husustur. Bu bakımdan, hükümlünün suçu işlediği 647 sayılı Kanun döneminde olmayan bu şart, infaz rejimine ait bir kurum olduğundan bahisle hükümlüler aleyhine uygulanamaz.
Açık ceza infaz kurumuna ayrılma şartının, TCK m.7/3’de yer alan ve lehe kanunun uygulanmasını öngören “koşullu salıverilme” müessesesi kapsamında olduğu kabul edilmelidir. Koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında, 647 sayılı Kanun hükümleri ile 6291 ve 6411 sayılı kanunlarla getirilen lehe hükümler tatbik edilmelidir.
Türk Ceza Kanunu’nun 7. maddesinin 3. fıkrası hükmü uyarınca, koşullu salıverilme süresi hesaplanırken mülga 647 sayılı Kanun hükümlerinin tatbik edilmesi, bunun yanında hükümlü lehine olan 6291 ve 6411 sayılı kanun hükümlerinin uygulanmaması kabul edilemeyeceği gibi, hükümlü aleyhine sonuç doğuran ciddi bir çelişkiye de yol açar. Esas olan, gerek koşullu salıverilme ve gerekse denetimli serbestlikle salıverilme bakımından hükümlü lehine uygulamanın yapılmasında, lehe çıkan yeni Kanunun tatbikinin daraltılmamasıdır.
Aksinin kabulü, suçun işlendiği tarihte mevcut olmayan, açık ceza infaz kurumuna geçebilmek için toplam cezanın üçte birinin infaz edilmesi kuralının hükümlü hakkında geçmişe etkili olarak uygulanması anlamına gelir ki, bu husus hukukun evrensel ilkelerinden “suçta ve cezada kanunilik” başta olmak üzere “hukuk devleti” ve ”kişi özgürlüğü ve güvenliği” ilkelerine aykırıdır. Bu aykırılığı destekleyen bir yorum, infaz rejimi değişikliği ve infaz rejiminin derhal uygulanması kuralından hareketle, hükümlünün durumunun ağırlaştırılması ve ceza infaz kurumunda daha uzun süre kalması sonucunu doğuracaktır.
647 sayılı Kanunun yürürlükte olduğu dönemde, infaz rejimini değiştiren kanunların, kanunda aksine açıklık olmadığı sürece mutlak olarak derhal uygulanmaları gerektiği ve bu konuda tek sınırın infaz rejiminin değişmesi sonucunda cezanın niteliğinin de değişmesi olduğu kabul edilmekte idi[3].
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 04.10.1993 tarih, 1993/9-185 E. ve 1993/224 K. sayılı kararına göre; “… Önceden verilip kesinleşmiş bulunan mahkumiyetlerin infazı sırasında da sonradan yürürlüğe giren lehteki hükümlerin uygulanacağı açıktır” .
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 18.11.1985 tarih, 1985/268 E. ve 1985/361 K. sayılı kararında da; “… Cezaların yerine getirilmesine ilişkin rejimleri değiştiren yasaların derhal uygulanması gerekmekte ise de, değişikliği yapan yasaların, cezaların niteliğini değiştirmemesi gerekir. Cezanın yerine getirilmesine ilişkin yasadaki değişiklik, mahkumiyet süresini uzatıyorsa veya hükümlüye yüklenen yükü artırıyorsa, bu hal cezanın niteliğini değiştirdiğinden derhal uygulanamayacağı …” ifade edilmiştir[4].
Yargıtay’ın bu kararlarına atıf yapan Otacı’ya göre, “İnfaz Hukukunda temel kural, derhal uygulama ilkesidir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7/3. maddesine göre erteleme, koşullu salıverme ve tekerrüre ilişkin olanlar bu kuralın istisnasını teşkil eder. Bu nedenle, lehe kanunun belirlenmesinde İnfaz Hukukunun gözönüne alınıp alınmayacağı, artık üzerinde tartışma yapılmaması gereken bir konudur. Eski ve yeni yargı kararları ve doktrin görüşü, lehe kanun belirlenmesinde infaz hukukunun da dikkate alınması gerektiğinde ittifak halindedir.
İnfaz Hukuku açısından lehe kanunun tespiti, devam eden infazlar kadar koşullu salıverme süresi dolmuş cezalar açısından da önem kazanmaktadır. Koşullu salıverme süresi dolduğu için tahliye edilen hükümlünün, uyarlama yargılaması sonucunda cezasındaki azalma, hak ederek salıverilme tarihini de geriye çekeceğinden lehe olduğu kabul edilmelidir” [5].
Doktrinde Özbek[6], koşullu salıverilme müessesesini bir infaz kurumu olarak kabul etmekle birlikte, TCK m.7/3’de bu müessesenin derhal uygulama ilkesinin istisnalarından biri olarak öngörülmesinin, yeni kuralın infaz rejimini ağırlaştırmış olabileceği düşüncesine dayandığını ifade etmektedir.
Koşullu salıverilme süresinin hükümlü aleyhine kısıtlanması veya daraltılması mümkün olmadığı gibi, infaz rejiminin cezayı uzatan yönleri de Anayasaya aykırıdır. Anayasa m.38/1’ye göre, kimse işlendiği zaman yürürlükte olmayan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamayacağı gibi, kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemeyecektir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında da, suç ve ceza zamanaşımı ile ceza mahkumiyetinin sonuçları konusunda birinci fıkra hükümlerinin tatbik edileceği belirtilmiştir.
Ceza ile cezanın infazı ayrı kavramlar olduğundan, ceza mahkumiyetinin sonucunun infaz rejimi ile değiştirilmesi de mümkün değildir. Kanun koyucunun amacı farklı olsa idi, yeni düzenleme, 5275 sayılı Kanunun “Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı” başlıklı 105/A maddesinde değil, “Koşullu salıverilme” başlıklı 107. maddesinde gerçekleştirilirdi.
Aksinin kabulü, “suçta ve cezada kanunilik” ilkesinin çiğnenmesi anlamına gelecek ve infaz rejimine müdahale edilmek suretiyle cezaya müdahale edilmiş olacaktır.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de, 10 Temmuz 2012 tarihli Del Rio Prada-İspanya kararında, başvurucunun cezasına uygulanacak indirimin esaslarını, başvurucunun aleyhine, yani ceza infaz kurumunda daha çok süre geçirmesine sebebiyet verecek şekilde ve geçmişe etkili olarak uygulanmasını mümkün kılan İspanya Yüksek Mahkemesi kararının, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin “Kanunsuz ceza olmaz” başlıklı 7. maddesini[7] ihlal eder nitelikte olduğunu belirtmiştir. Kararda, suç tarihinde mevcut olmayan, sanığın aleyhine ve geçmişe yönelik uygulanacak Yüksek Mahkeme kararının suç tarihinde sanık tarafından öngörülmesinin zor olduğu ifade edilerek, Sözleşmenin 7. maddesinin ihlal edildiği belirtilmiştir.
Mahkeme içtihatlarında, esası itibariyle “ceza” içeren bir düzenleme ile cezanın “infaz edilmesi” ya da “yerine getirilmesi” ile ilgili olan düzenlemeler arasında ayırım yapıldığı görülmektedir. Bu sebeple Mahkeme, özü ve amacı itibariyle bir cezanın indirimine ya da infaz rejiminde bir değişiklik öngörmek suretiyle daha erken salıverilmeye ilişkin müesseselerin m.7 anlamında “ceza” olmadığını sıklıkla tekrarlamış, ancak pratikte bu ayırımın kesin olmadığını ifade etmiştir[8].
İncelemeye konu olayda da Mahkeme, Sözleşmeci devletlerin ceza siyasetlerini, suçlara uygulanacak cezaları yükseltmeyi de kapsayacak şekilde belirleme konusunda serbest olduğunu belirtmiş, ancak ulusal mahkemelerin, suç tarihinden sonra gerçekleştirilen yasal değişikleri sanığın aleyhine ve geçmişe etkili olarak uygulayamayacaklarını ifade etmiştir. Mahkeme, Ceza Hukuku kurallarının geçmişe yönelik uygulamasının, sadece sanığın lehine olan düzenlemeler için mümkün olduğuna hükmetmiştir.
Ancak Del Rio Prada-İspanya kararında Mahkeme, sanığın suç işlediği tarihte mevcut olmayan ve öngöremeyeceği nitelikte aleyhe bir düzenlemenin geçmişe etkili olarak uygulanmasını, düzenlemenin esas itibariyle başvurucunun cezaevinde kalacağı süreyi uzattığı gerekçesiyle, Sözleşmenin 7. maddesini ihlal eder nitelikte olduğuna karar vermiştir.
Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Beyza Başer
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)