Her sözleşme ilişkisi, kural olarak tarafları arasında hüküm doğurur. Bu nedenle taraflar, sözleşme ilişkisine girerlerken karşı tarafın kişiliği, durumu ve buna benzer durumları da dikkate alırlar. Ancak bazı hallerde taraflar sözleşme ilişkisine girmeyi dilemelerine karşın yanlardan birinin herhangi bir durumu nedeni ile karşı taraf kendisine ek güvenceler verilmesini talep edebilir. İşte bu tip bir durumda teminat talep eden (çoğunlukla alacaklı) tarafa ayni veya şahsi teminatlar verilmektedir. Uygulamada sıkça başvurulan ve bu nedenle oldukça önemli bir yer tutan sözleşme tipi olan kefalet sözleşmeleri, şahsi teminat verilmesine ilişkin hususları düzenlemektedir.

Bir kefalet sözleşmesinin varlığından bahsedebilmek için öncelikle doğmuş veya doğacak bir borcun varlığının söz konusu olması gerekir. Böyle bir durum söz konusu ise, artık alacaklı ve borçlunun aralarındaki hukuki ilişkide, borçlunun edimlerinin yerine getirilmesinin teminat altına alınması açısından çoğunlukla alacaklı ve borçlunun düzenlediği sözleşmeye katılan kefil ile kefalet sözleşmesi düzenlenmektedir. Bu sözleşme ile kefil, alacaklının karşı karşıya kaldığı veya kalacağı bir kısım riski üstlenmekte ve böylece şahsi teminat vermektedir.

Kefalet sözleşmesi, kefilin alacaklıya karşı, borçlunun borcunu ifa etmemesinin sonuçlarından kişisel olarak sorumlu olmayı üstlendiği sözleşmedir.

Kefalet sözleşmesi, mevcut ve geçerli bir borç için yapılabilir. Ancak, gelecekte doğacak veya koşula bağlı bir borç için de, bu borç doğduğunda veya koşul gerçekleştiğinde hüküm ifade etmek üzere kefalet sözleşmesi kurulabilir.

Yanılma veya ehliyetsizlik sebebiyle borçlunun sorumlu olmadığı bir borç için kişisel güvence veren kişi, yükümlülük altına girdiği sırada, sözleşmeyi sakatlayan eksikliği biliyorsa, kefaletle ilgili kanun hükümlerine göre sorumlu olur. Aynı kural, borçlu yönünden zamanaşımına uğramış bir borca kefil olan kişi hakkında da uygulanır.

Kefalet sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azamî miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin, sorumlu olduğu azamî miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır.

Ayrıca kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumluluğunu artıran değişiklikler, kefalet için öngörülen şekle uyulmadıkça hüküm doğurmaz.

Kefalet sözleşmelerinde eşin rızası aranmaktadır. Bu durumda eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilir; bu rızanın sözleşmenin kurulmasından önce ya da en geç kurulması anında verilmiş olması şarttır.

Kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumlu olacağı miktarın artmasına veya adi kefaletin müteselsil kefalete dönüşmesine ya da kefil yararına olan güvencelerin önemli ölçüde azalmasına sebep olmayan değişiklikler için eşin rızası gerekmez.

Ticaret siciline kayıtlı ticari işletmenin sahibi veya ticaret şirketinin ortak ya da yöneticisi tarafından işletme veya şirketle ilgili olarak verilecek kefaletler, mesleki faaliyetleri ile ilgili olarak esnaf ve sanatkârlar siciline kayıtlı esnaf veya sanatkârlar tarafından verilecek kefaletler, 27/12/2006 tarihli ve 5570 sayılı Kamu Sermayeli Bankalar Tarafından Yürütülen Faiz Destekli Kredi Kullandırılmasına Dair Kanun kapsamında kullanılacak kredilerde verilecek kefaletler ile tarım kredi, tarım satış ve esnaf ve sanatkârlar kredi ve kefalet kooperatifleri ile kamu kurum ve kuruluşlarınca kooperatif ortaklarına kullandırılacak kredilerde verilecek kefaletler için eşin rızası aranmaz.

Kefalet türleri olarak adi kefalet, müteselsil kefalet ve birlikte kefalet gösterilebilir.

Hangi sebeple olursa olsun asıl borç sona erince, kefil de borcundan kurtulur. Bir gerçek kişi tarafından verilmiş olan her türlü kefalet, buna ilişkin sözleşmenin kurulmasından başlayarak on yılın geçmesiyle kendiliğinden ortadan kalkar. Kefalet, on yıldan fazla bir süre için verilmiş olsa bile, uzatılmış veya yeni bir kefalet verilmiş olmadıkça kefil, ancak on yıllık süre doluncaya kadar takip edilebilir. Gelecekte doğacak bir borca kefalette, borçlunun borcun doğumundan önceki mali durumu, kefalet sözleşmesinin yapılmasından sonra önemli ölçüde bozulmuşsa veya mali durumunun, kefalet sırasında kefilin iyi niyetle varsaydığından çok daha kötü olduğu ortaya çıkmışsa, kefil alacaklıya yazılı bir bildirimde bulunarak, borç doğmadığı sürece her zaman kefalet sözleşmesinden dönebilir. Kefil, alacaklının kefalete güvenmesi sebebiyle uğradığı zararı gidermekle yükümlüdür.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 15.6.2017 tarih ve 2017/4099E-2017/9461K sayılı kararında ‘’Öte yandan icra kefaletinin diğer eşin borcu nedeniyle verilmiş olması, anılan maddede öngörülen eşin rızası koşulunu da ortadan kaldırmaz. Kefalet sözleşmelerinin geçerliliği için öngörülen bu şekil şartları icra kefaletleri hakkında da uygulanır. Ancak ve sadece usulüne uygun olarak verilen icra kefaletleri ilam hükmünde belge sayılacağından Türk Borçlar Kanunu'nun 583. ve 584. maddeleri hükümlerine uygun olarak yapılmış olması zorunludur. Anılan maddeler koşullarında yapılmayan icra kefaletinin ilam niteliğini taşıdığı düşünülemeyeceği gibi böyle bir belge esas alınarak ilamlı icraya ilişkin İcra ve İflas Kanunu hükümlerinin uygulanmasına ve icra kefili hakkında işlem yapılmasına da imkan bulunmamaktadır. Somut olayda, 01.02.2016 tarihli ve şikayete konu icra kefaletinin verildiği haciz tutanağının incelenmesinde sorumlu olunan azami miktar ile kefalet tarihinin ve icra kefili sıfatıyla yükümlülük altına girildiğinin belirtilmediği, icra kefaleti taahhüdünü içeren bölümün, kefilin kendi el yazısı ile yazılmadığı ve kefilin eşinin yazılı rızasını içermediği görülmekte olup bu haliyle, kefalet tutanağının, kefaletin şeklini düzenleyen Türk Borçlar Kanunu'nun 583. ve 584. maddelerinde belirtilen şartlarda düzenlenmediği anlaşılmaktadır.’’ denilmiştir. Yargıtay bu kararında birçok konuya açıklık getirmiştir. İcra dosyasına verilen ve eşinin borcu için olan kefaletin; kefalet sözleşmesinin şekil şartlarından olan eşin rızası şartını ortadan kaldırmayacağına, bu icra kefaleti geçersiz olduğundan ilamlı takibe konu olamayacağına, kefilin sorumlu olduğu azami miktar, kefil olunan tarih ve kefaletin hangi türde olduğu belirtilmediği ve kefilin kendi el yazısı ile yazması gereken yerleri el yazısı ile yazmadığından bu kefalet sözleşmesinin geçersiz olduğuna karar verilmiştir. Gerçekten de kefalet sözleşmesi yapılırken şekil şartlarına uyulmazsa kefil artık bu borçtan borçlunun yanında alacaklıya karşı sorumlu olmaz. Alacaklının alacağı için teminat istediği ve kefilin borçlunun yanında hukuki ilişkiye girip şahsi teminat verdiği durumlarda kefalet sözleşmesinin geçerli olup olmadığı büyük önem arz etmektedir. Kefalet sözleşmesinin geçerli olmadığı ve kefilin de dürüstlük kurallarına aykırı hareket etmediği durumlarda kefil borcundan kurtulacaktır. Alacaklının kefalet sözleşmesinin geçersiz olduğu hallerde şekle aykırı olarak imzalanan sözleşmenin geçerli olduğunu ispatlaması çok zordur. Bu yüzden Yargıtay’ın bu kararında belirttiği geçerlilik şekillerine uygun kefalet sözleşmesi yapılmalı ve sorunların önüne geçilmelidir.

Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 15.6.2016 tarih ve 2016/1518E-2016/10723K sayılı kararında ‘’Mahkemece toplanan delillere ve tüm dosya kapsamına göre, BK'nın 581. ve devamı maddelerinde kefalet sözleşmesinin geçerlilik şartlarının düzenlendiğini, ilgili yasal düzenlemelere göre, kefilin sorumlu olduğu miktarın ve kefalet tarihinin el yazısı ile yazılması gerektiği, ayrıca eş rızasının da alınmasının zorunlu olduğu, davaya konu kefalet sözleşmesinde kefalet tarihi bulunmadığı gibi, davalı sözleşme tarihinde evli olup eş rızasının da alınmadığı, her ne kadar eş rızasının aranmasına ilişkin hüküm 28/03/2013 tarihinde değiştirilmiş ise de, sözleşmenin kurulduğu dönemdeki yasal düzenlemenin geçerli olduğu, bu itibarla, eş rızası alınmaksızın ve TBK'da aranan şekil şartlarına uyulmaksızın yapılan kefalet sözleşmesinin geçerliliğinin bulunmadığı gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiş ve kararın onanmasına’’ denilmiştir. Somut olayda banka ile ticari kredi sözleşmesi imzalanırken kefil sözleşmenin sadece bir sayfasını imzalamış ve eşinin rızasını da almamıştır. Yerel mahkeme kefalet tarihi yazılmadığı ve yürürlükte olan kanuna göre zorunlu olan eş rızası alınmadığı için kefalet sözleşmesinin geçersiz olduğuna karar vermiştir. Kefil eğer ticari işletme ile ilgili bir konuda kefalet verecek olup da  kefaletin tarihi yukarıdaki kararda belirtildiği üzere 28.03.2013 tarihinden sonra olsaydı bu durumda kefilin eşinin rızası gerekmezdi. Eşin rızası şartı aranmasa dahi kefalet tarihi, kefilin sorumlu olduğu azami miktar sözleşmede gösterilmezse yine kefalet geçersiz olacaktır.

Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 9.10.2017 tarih ve 2016/10999E-2017/6682K sayılı kararında ‘’Kefalet sözleşmesinde limit bulunması geçerlilik şartıdır. Ancak sözleşmenin bir bütün olarak değerlendirilmesi halinde sözleşmenin başında yazılı olan limit, kefilin sorumlu olacağı miktar olarak kabul edilir. Somut olayda, 15/04/2008 tarihli sözleşmenin başında yazılı miktar bulunmaktadır. 10/04/1944 tarih ve 1943/14 Esas ve 1944/13 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca kefalet geçerli olduğundan sonradan yazılmış olduğunu kanıtlama yükümlülüğü iddia eden davacıya aittir. Limit miktarının farklı kalemle yazılmış olması ve para birimindeki farklılık miktarın sonradan yazılmış olduğu anlamına gelmez.’’ denilmiştir. Karar incelendiğinde Yargıtay’ın genel içtihatlarından farklı olarak kefalet sözleşmesini çok katı bir şekilde uygulamadığı görülmektedir. Yargıtay kefalet sözleşmesinin sadece başında bir azami miktar belirtilmesine karşın imzalanan bölümde miktar belirtilmemesinin kefaleti geçersiz kılmayacağını belirtmiştir. Bu kararını da 10.04.1944 tarihli içtihadı birleştirme kararına dayandırmıştır. Bu kararda sözleşmenin yazılı olması ve bir miktar belirtilmesi halinde kefaletin geçerli olacağı ifade edilmiştir. Türk Borçlar Kanunu uygulaması dikkate alındığında eski tarihli içtihadı birleştirme kararının artık uygulanmaması gerektiği, kefile aşırı sorumluluk yüklediği tartışılabilir. Kefilin geçerli bir kefalet sözleşmesi olmadığını ispat yükü altına girmesi hakkaniyete aykırıdır. Karşı tarafın somut olayda olduğu gibi miktarı sonradan kendisinin yazması halinde kefilin bu durumu ispatlayabilmesi çok zordur. Kefilin kendi el yazısıyla miktarı, kefalet tarihini yazması gerekiyorken sözleşmede sadece miktarın yazılması ve bu yazıyı kimin yazdığının araştırılmadan kefalet sözleşmesinin geçerli olduğuna karar verilmesi hukuka uygun değildir.

Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 21.2.2018 tarih ve 2016/4964E-2018/722K sayılı kararında ‘’Sözleşme 26.06.2014 tarihlidir. Sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 583. maddesinin 1. fıkra 2. cümlesinde; kefilin, sorumlu olduğu azami miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesinin şart olduğu hükmü konulmuştur. Yasada öngörülen bu şekil, geçerlilik şartı olup görevi gereği mahkemelerce, istinaf ve temyiz halinde bölge adliye mahkemesi ve Yargıtay'ca kendiliğinden gözetilmelidir. Davacının dayanağı 26.06.2014 tarihli sözleşmede temyiz eden kefil yönetimleri temsilen yöneticilerinin az yukarıda belirtilen şekilde el yazısı ile bir beyanları bulunmamaktadır. Bu durumda mahkemece kefalet sözleşmesi TBK'nın 583/I-c 2. cümlesinde belirtilen şeklide düzenlenmemiş olup geçersiz olduğundan temyiz eden davalılar A ve C blok yönetimleri hakkındaki davanın reddine karar verilmesi yerine bu husus gözden kaçırılarak yanlış değerlendirme ile kısmen kabulü doğru olmamış, kararın bozulması uygun görülmüştür.’’ denilmiştir. Yargıtay bu kararda kefalet sözleşmesinin geçerlilik şartlarının taraflar ileri sürmese dahi mahkemeler tarafından re’sen inceleneceğini belirtmiştir. Kanunda yazılan geçerlilik şartlarına uygun yapılmayan kefalet sözleşmesi geçersiz olacaktır ve mahkeme sözleşmeyi incelerken bu geçersizliği tespit edecektir.

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 13.11.2018 tarih ve 2018/9483E-2018/18592K sayılı kararında ‘’Davaya dayanak kira sözleşmesi 01.11.2014 tarihli olmakla, 6098 Sayılı TBK'nin yürürlüğe girmesinden sonra imzalanmıştır. Bu nedenle kefaletin şartlarının 6098 Sayılı Yasa hükümlerine göre belirlenmesi gerekir. TBK'nin kefalet sözleşmesinde şekil şartını düzenleyen 583. maddesi “Kefalet sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azami miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin, sorumlu olduğu azami miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır.” hükmünü içermektedir. Taraflar arasındaki kira sözleşmesinde kefilin sorumlu olduğu azami miktar ve kefalet tarihine ilişkin el yazısı ile yazılmış bir ibare bulunmamaktadır. Bu durumda TBK'nin 583. maddesinde belirtilen şekil şartlarına uyulmadan yapılan kefalet sözleşmesi geçersiz olduğundan mahkemece davalı kefil ... hakkındaki davanın bu nedenle reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.’’ denilmiştir. Somut olayda yerel mahkeme olan İcra Hukuk Mahkemesi kira sözleşmesinde verilen kefaleti geçerli saymış, kararın istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi kefalet konusunda davaya bakma görevinin genel mahkemelere ait olduğu halde davanın kabulüne karar verilmesinin yerinde olmadığını belirtip yerel mahkeme kararını kaldırmıştır. Daha sonra kefil bu istinaf kararını da temyiz etmiştir. Yargıtay kefalet sözleşmesini inceleyerek sözleşmede kefilin sorumlu olduğu azami miktar ve kefalet tarihine ilişkin el yazısı ile yazılmış bir ibare bulunmadığını belirterek kefaletin geçersiz olduğuna karar vermiştir. Geçersiz kefalet sözleşmesine dayanılarak da kefilin borçtan sorumlu olmayacağına karar verilmesi gerekirken aksi yönde verilen kararı Yargıtay hukuka uygun olarak bozmuştur.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 11.2.2019 tarih ve 2017/5234E-2019/938K sayılı kararında ‘’Somut uyuşmazlık, davalının itirazın iptaline konu icra takibine konu alacaktan sorumlu olup olmadığına ilişkindir. Davacının kiraya veren, davalının ise kefil sıfatıyla imzaladığı sözleşme 26/02/2014 tarihli olup sözleşme tarihinde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu yürürlüktedir. Kanunun 581 ve devamındaki maddelerinde kefalet sözleşmesi düzenlenmektedir. TBK'nın kefalet sözleşmesinin şeklini düzenleyen 583. maddesinin ilk fıkrasında "Kefalet sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azamî miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin, sorumlu olduğu azamî miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır." hükmü getirilmiş ve kefalet sözleşmesinin geçerliliği bakımından şekli koşullar öngörülmüştür. Taraflar arasında imzalanan kira sözleşmesinde davalının bilgisayar yazısıyla yazılmış "müteselsil kefil" ibaresinin altında imzası bulunmakta ise de kefilin sorumlu olacağı azami miktar ile kefalet tarihi ve müteselsil kefil olduğu el yazısı ile belirtilmediğinden taraflar arasında geçerli bir kefalet sözleşmesinin varlığından söz edilemeyecektir. Bu doğrultuda kefalet sözleşmesi geçerli olmamasına rağmen mahkemece yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamış ise de sonuç itibariyle doğru olan yerel mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle gerekçesi düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir.’’ denilmiştir. Yargıtay bu kararda kefilin hangi tür kefil olduğunu (adi veya müteselsil), sorumlu olacağı azami miktarı ve kefalet tarihini tamamen el yazısı ile yazması gerektiğini belirtmiştir. Gerçekten de TBK hükümleri incelendiğinde bu şartlar gerçekleşmeden kefalet sözleşmesine geçerlilik tanınamaz. Yargıtay zaten kefalet sözleşmesinde diğer unsurlar bulunmadığı için ek olarak eşin rızasının olup olmadığını incelemeden kefaletin geçersiz olduğunu belirtmekle yetinmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 23.5.2019 tarih ve 2017/1731E-2019/608K sayılı kararında ‘’Nihayet, kişiye yönelik teminat verme kıstasına bakılacak olursa, dava konusu sözleşmede teminat verenin amacının borçlu Kamaş Nakliyat İnş. Ltd. Şti.’ye yönelik olduğu ve borcun bu borçlu tarafından ödeneceğinin temin edildiği açıkça anlaşılmaktadır. Zira verilen teminat, asıl borçlu Kamaş Nakliyat İnş. Ltd. Şti.’nin davacıdan aldığı her türlü akaryakıt borçlarını karşılamaya yöneliktir. Başka bir deyişle bağımsız ve objektif bir sonucun gerçekleşmesine yönelik teminat verilmiş değildir. O hâlde, tüm ana kıstasların uygulanması sonucu davalının “Kefalet Sözleşmesi” başlıklı sözleşmedeki teminatının garanti sözleşmesi amacı ile değil, kefalet amacı ile verildiği sonucu ortaya çıkmaktadır. 818 sayılı BK’nın 18/1. (6098 sayılı TBK’nın 19/1.) maddesi gereğince de davalının bu iradesinin bir kefalet amacına yönelik olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda, dava konusu sözleşmenin kefalet sözleşmesi niteliğinde olduğu ve 818 sayılı BK’nın 484. (6098 sayılı TBK’nın 583.) maddesi gereğince kefilin sorumlu olduğu miktarın sözleşmede belirtilmemiş olması karşısında kefalet sözleşmenin bu hâli ile geçersiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla mahkemece, anılan hususlar karşısında bu sözleşmeye dayalı olarak davacının dava dışı Kamaş Nakliyat İnş. Ltd. Şti.’nin borcunu davalıdan talep edemeyeceği gözetilerek davanın reddine karar verilmelidir.’’ denilmiştir. Somut olayda verilen teminat için yapılan sözleşmenin Garanti sözleşmesi mi Kefalet sözleşmesi mi olduğu belirlenmeye çalışılmıştır. Yargıtay teminat eden kişinin bağımsız bir borcu üstlenmediğini, teminat verenin kendisinin bu sözleşmeden bir menfaati olup olmadığının yapılan sözleşmeyi nitelendiremeyeceğini, verilen teminatın açıkça borçlunun borcuna karşılık olduğunu belirtip bu sözleşmenin garanti değil kefalet sözleşmesi olduğuna karar vermiştir. Söz konusu sözleşmenin kefalet sözleşmesi olduğu ortaya koyulduğunda da Yargıtay bu sefer TBK’da aranan şartların oluşup oluşmadığını incelemiştir. Kefilin belirli, azami bir miktar belirtmeden ana sözleşmeden doğacak tüm sorumluluğa kefil oluyorum demesi kefalet sözleşmesinde kefilin kendi el yazısıyla sorumlu olduğu en yüksek miktarı yazması şartına aykırıdır. Yani kefilin sorumlu olduğu miktar sözleşmede belirtilmediğinden bu kefalet sözleşmesi geçersizdir.

Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 25.11.2019 tarih ve 2019/3191E-2019/5272K sayılı kararında ‘’Davacı, davalı borçlu ... Tur Otelcilik ve Gıda San. Tic. Ltd. Şti. ve davalı kefiller ... ve ... hakkında sözleşmenin ihlali nedeniyle alacak davası açmıştır. Mahkemece, davacının asıl borçlu ... Tur Otelcilik ve Gıda San. Tic. Ltd. Şti’ye yönelik davasının, davadan feragat nedeniyle reddine, davacı alacağının davalı kefillerden tahsiline karar verilmiş, bu hüküm sadece davalı kefiller tarafından temyiz edilmiştir. Kefiller sadece asıl borçlunun borcundan dolayı sorumlu tutulabilirler. Davacı, asıl borçlu hakkındaki davasından feragat ettiğine göre asıl borçlunun davacıya borcundan kurtulmuş olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda kefiller de kefalet sorumluluğundan kurtulmuş olurlar. Mahkemece kefiller hakkındaki davanın da reddine karar verilmesi gerekirken açıklanan bu husus gözden kaçırılarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, hükmün davalı kefiller yararına bozulması gerekmiştir.’’ denilmiştir. Karar incelendiğinde davalılar asıl borç için kefil olmuşlar, alacaklı ise açtığı alacağın tahsili davasında alacağından yani asıl borçtan feragat etmiştir. Bilindiği gibi feragat kesin hükmün sonucunu doğurur ve hakkı sona erdirir. Asıl alacak sona erdiğinden asıl alacağın fer’isi olan teminatlar da sona ermelidir. Ancak yerel mahkeme kefillerin bağımsız bir borcu olduğu gerekçesiyle aynı alacağın kefillerden tahsiline karar vermiştir. Yargıtay ise asıl alacak sona erdiğinden kefillerin de sorumluluğunun sona erdiğini belirtip verilen kararı bozmuştur.

SONUÇ

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu ile kefalet sözleşmesinin geçerlilik şeklinde ağırlaştırmalar yapılmıştır. Kefilin el yazısı ile bazı ibareleri yazması, eşin rızası gibi ağır şartlar getirilerek hem ailenin ekonomik durumu korunmaya çalışılmış hem de kefillerin sorumlu olacağı en yüksek miktarın somutlaştırılması ile özellikle tacirlerin ekonomik olarak mahvolmalarının önüne geçilmeye çalışılmıştır.

Yukarıda açıklandığı üzere kefalet sözleşmesi kanunda aranan şartları sağlamıyorsa geçersiz olmaktadır. Kanun koyucu ve Yargıtay bazı acele işlerde bazı şartların aranmamasına yönelik çözümler üretmiştir. Örneğin tacirlerin işletmeleriyle ilgili işlerde kefil olmalarında eşin rızası şartı aranmamaktadır. Aynı şekilde kambiyo senetlerinde şahsi teminat olarak tanımlanan avalde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile eşin rızası aranmamaktadır. Bu yumuşamanın temelde amacı ticari hayatın hızlılığını engellememek ve kambiyo senetlerinde hak sadece senetle ileri sürüldüğü için senet üzerindeki imzadan başka bir unsurun da incelenmesiyle senede olan güvenin azalmamasını sağlamaktır.

Stj. Av. H. Deniz ARLI