Komünist Manifesto’da Marx, “… burjuva çağını önceki bütün zamanlardan ayıran üretimin hiç durmaksızın ve kökten dönüştürülmesinden, bütün toplumsal ilişkilerin kesintisiz olarak değiştirilmesinden, sonu belli olmayan belirsizlikten ve endişeden” söz eder ve devamla “… donuk ve değişmez nitelikteki ilişkiler peşlerine taktıkları saygın düşünce ve görüşlerle birlikte silinip gidiyor, yeni biçimlenmiş ilişkiler, daha henüz kemikleşmeden miadını dolduruyor. Katı olan her şey buharlaşıp havaya karışıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor, insanlar kendi gerçek yaşam koşulları ve diğer insanlarla olan ilişkileriyle yüzleşmeye zorlanıyor. Böylesine güçlü üretim ve değişim araçlarını bir araya getirmiş olan modern burjuva toplumu, yer altı güçlerini kontrol edemeyen bir büyücüye benziyor…” diye yazar.
Komünist Manifesto’da yer alan bu tespitler, Marx’ın, kapitalizm ile modernizm arasındaki radikal dönüşümü ve değişimi erken kavrayanlardan olduğunu göstermektedir. Bundan dolayı Marx, son derece isabetli bir tespitle, modern sanayi ve üretim devriminin, insanın kapasitesini ve yaratıcılığını birçok yönden geliştireceğini öngörmüştür. Teknolojinin ve insanın yaratıcılığının bugün itibariyle geldiği aşama, Marx’ın bu öngörüsünün son derece isabetli olduğunu göstermektedir. Marx’ı etkileyen ve bu yönde düşünmeye sevk eden, sanayi devriminin ve bu devrimin uzantısı olan kapitalizmin yarattığı metalardan daha çok, “süreçler, güçler, insan yaşamının, yaratıcılığının, enerjisinin açığa çıkması”dır. Onun için Marx, “çalışan, üreten, yetiştiren, iletişim kuran, kendini geliştiren, bunun için hamle yapan, doğayı ve kendini örgütleyen ve yeniden örgütleyen insandır” diye yazar.
Yazılarında ağırlıklı olarak çağdaş toplumsal ve kültürel değişimleri gözlem altına alan Amerikalı siyaset bilimci ve aynı zamanda humanist bir Marxist olan Marshall Howard Berman, Marx’ın bu maksimini kullanarak yazdığı “All That Is Solid Melts Into Air/Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor” adlı kitabında, solun tasarılarını yönlendiren ve destekleyen rasyonalite ve ilerleme ilkelerine duyulan inancı sorgular. Bu sorgulamayı, solun nihai ve biricik tutkusu olan “dünyayı değiştirme” hedefine meydan okuyan post-modernizm öncesindeki süreci, yani modernizm sürecini inceleyerek sürdüren Berman, modernleşme, modernlik ve modernizm deyimleri arasındaki bağlantıları izleyerek modern zamanların hem bir özetini çıkarır, hem de analizini yapar.
Berman’a göre, modernleşme, kapitalizmin yükselişine eşlik eden ekonomik, toplumsal ve teknolojik gelişmeleri; modernlik, on dokuzuncu ve yirminci yüzyılların Avrupa ve Amerika toplumlarında, kapitalizm koşulları altında insan yaşamının değişen ve dönüşen niteliğini; modernizm ise, sanattan kültüre kadar hemen her alanda, kapitalist metropoliten merkezlerle bağlantılı radikal eylemlerden oluşan bir karşı dalgayı ifade eder.
Berman’a göre bu karşı dalga, etnik kökenlerin, sınıfların, ulusların, dinlerin ve ideolojilerin sınırlarını, tamamen ortadan kaldırmamış olmakla birlikte, bunların hemen hemen tamamını çapraz bir biçimde kesintiye uğratmış, buna bağlı olarak toplumsal kimliklerimizin süregelen özellikleri giderek bozulmuş ve zayıflamıştır. Bu aslında hemen her şeyin geçici olduğu, zamanla aşındığı ve giderek yok olduğu modern toplumun getirdiği bir hastalık durumudur. Bu aynı zamanda, Marx’ın, 1844’de yazdığı “Ekonomik ve Felsefi El Yazmaları” isimli kitabında Hegel’den ve Feuerbach’dan tevarüs ederek incelediği “yabancılaşma” kavramına da son derece uygun düşen bir sonuçtur. Bu sonuca bağlı olarak, kendi ekonomik faaliyetlerinin ürettiği mal, hizmet, para, sermaye gibi maddi değerleri kendisine yabancılaştıran, sadece bunlara değil, kendisine de yabancılaşan insan, adeta kendi yarattığı nesneler dünyasının kölesi haline gelmiş, böylece uğradığı özgürlük kaybıyla birlikte kendisini geliştirme olanağını da yitirmiştir.
Peki! Berman’ın analiz ettiği modernite ne zaman, nerede ve nasıl ortaya çıkmıştır? “Nations and Nationalism/Milletler ve Milliyetçilik” isimli kitabında Ernest Gellner, “Vahşi kültürler, bir kuşaktan ötekine kendilerini bilinçli bir tasarım, nezaret, gözetim ya da özel beslenme olmaksızın yeniden üretirler. Buna karşın, işlenmiş kültürler ya da bahçe kültürleri, ancak okumuş ya da uzmanlaşmış kişilerce yürütülebilir.” “Legislators and Interpreters/Yasa Koyucular ve Yorumcular” isimli eserinde, Gellner’in bıraktığı yerden sözü alarak devam eden sosyoloji profesörü Zygmunt Bauman şöyle yazar: “Yeniden üretmek için tasarıma ve nezarete gereksinimleri vardır; onlarsız, bahçe kültürleri yok olur, her yanı yabani otlar kaplardı. Her bahçede güvenlikten yoksun bir yapaylık duygusu vardır; bahçe, bahçıvanın sürekli dikkatini gerektirir, çünkü bir anlık ihmal ya da dalgınlık onu başlangıçtaki durumuna döndürebilir. (…) Modernitenin ortaya çıkışı, böylesi vahşi kültürlerin bahçe kültürüne dönüşmesi süreciydi. (…) On yedinci yüzyıl bu sürecin ivme kazandığı bir zamandı; on dokuzuncu yüzyılın başlarında söz konusu süreç, Avrupa yarımadasının batı ucunda genel olarak tamamlanmıştı. Oradaki başarısı sayesinde, dünyanın geri kalanında gıpta edilecek ya da onlara dayatılacak bir örüntü haline geldi. (…) Moderniteyi yaratan devletin pastoral iktidarı, (pastoral iktidar kendi adına değil, tebaasının daha iyi duruma gelmesi sağlama amacını güden iktidar) bahçıvan modeli üzerine kurulmuştur…”
Bugün geldiğimiz aşama itibariyle, Marx’ın yaşadığı zamandan çok daha fazla insanı ve toplumu tahakkümü altına alan modernizmin getirdiği sıkıntılar, gündelik hayatımızın her alanını ve anını kapsamış, yaşamak için gereksinim duyduğumuz hazzı elimizden almıştır. Berman’ın bu sıkıntıları aşmak için önerdiği yol, Marx’ın ve Nietzsche’nin zamanının bakış açısını kendimize mal etmek, onların perspektiflerinden yararlanmak suretiyle kendi ortamımıza yepyeni bir gözle bakmaktır. Böyle yaptığımızda, her birimiz hayatımızda sandığımızdan daha fazla derinlik olduğunu görecek, dünyanın her yöresinde, bizlerinkine benzer ikilemlerle boğuşan insanlarla kader birliği yaptığımızı hissedecek, sorunlarla hep birlikte mücadele edeceğiz.
Bu şekilde geriye gitmek, ileriye gitmek için bir yol olabilir belki. Berman’ın da ifade ettiği gibi bu yol, yani 19. yüzyılın modernizmlerini hatırlamak, bizlere 21. yüzyılın modernizmini yaratacak görüş ve cesareti verebilir. Dünün modernliklerini kendimize bu şekilde mal etmek, hem günümüzün modernliklerine yönelik bir eleştiri, hem de yarının ve daha sonraki günlerin modernliklerine – ve modern insanlara – bir inanç tazeleme imkanı verebilir.
Katı olan her şey buharlaştığı için modernizmin takipçisi, sadece bir toplumsal olgu değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasi bir analiz aracı olan post-modernizm olmuştur. Plüralist bir bilgi toplumuna geçiş olan post-modernizm ile birlikte bireyler, özellikle Batı toplumlarında üretici olmaktan çıkmış, tüketici olmuş, bireycilik ise, etnik, dini ve sınıfsal bağlılıkların yerini almıştır. Modernizmle baş etmenin yollarını ararken karşımızda bulduğumuz post-modernizmle birlikte, Marxizm ve liberalizm gibi klasik ideolojiler “meta-anlatılar” olarak görülmeye ve reddedilmeye başlamıştır. Her türlü mutlaklığa ve hakikat tekeline karşı olan post-modernizm, geleneğin gücünün ve işlevinin azalmasına, küreselleşmenin dünyayı küçük bir köy konumuna getirmesine, siyasi fikirler stokunun zayıflamasına bağlı olarak “insan deneyimine özgü nihai hakikat arayışlarının sonunu; sanatın siyasal ya da misyonerce iddialarının sonunu; egemen retoriğin, yerleşik sanatsal ölçütlerin, sanatsal kendine güvenin estetik zeminine ve sanatın nesnel sınırlarına yönelik ilginin sonunu ilan etmiştir.” (Zygmunt Bauman – Yasa Koyucular ile Yorumcular)
Post-modernizmin çığırtkanları, modernite projesinin iflas ettiğini ve sonunun geldiğini ileri sürseler de, bireysel özerklik ve toplumsal rasyonalite gibi sağlam değerler üzerine kurulu olan ve Büyük Atatürk ile başlayan Türk modernleşme süreci, ne yazık ki yarım kalmış ve o nedenle henüz sona ermemiştir. Tamamlanmak üzere beklemektedir. Tamamlama görevi de Zygmunt Bauman’ın ifadesiyle modern entelektüellerin görevidir.
Türkiye olarak bugün yaşadığımız sıkıntıları aşmanın, gelecekle ilgili olarak duyduğumuz kaygıları ve endişeleri gidermenin yolu yarım kalan modernleşme projesinin tamamlanmasına bağlıdır.
Güne bağlı sorunlarla uğraşarak fazlasıyla zaman ve enerji kaybeden entelektüellerimiz, biraz da bu konuya odaklansalar herhalde iyi olur.