'Tanrı vergisi' anlamına gelen karizma teolojik bir kavramdır. Gerek Hazreti İsa’nın havarileri üzerindeki gücünün, gerekse Katolik teolojide azizlere atfedilen gücün kaynağı olan karizma, aynı zamanda sosyo-politik bir kavramdır.
Bu yönüyle karizma, diğer insanlar üzerinde psikolojik bakımdan denetim kurmak ve etki sağlamak suretiyle liderlik oluşturma yeteneği olan cazibe veya kişisel güç anlamına gelir. (Politics-Andrew Heywood)
Diğer bir deyişle karizma, kişinin başkaları üzerinde sadakat, duygusal yönden bağımlılık ve adanmışlık yaratma becerisidir.
Bu yönü itibariyle karizma, önemli bir özelliktir. Ama Stalin, Hitler ve Mussolini gibi karizmatik liderler dikkate alındığında, önemli olanın karizmadan daha çok liderin izlediği yolun, gösterdiği siyasal hedefin ve amacın, bu hedefe ulaşmak için kullandığı araç veya araçların doğru ve yerinde olup olmadığı, hakikate uygun bulunup bulunmadığıdır.
O nedenle, siyasi alanda önemli olan liderin karizması değil, hakikatlerdir. Eğer lidere hükmeden hakikatler değil de kendini bilmezlik olursa ya da o lider hakikat duygusunu yitirmiş ise, o liderin de, o liderin hükmettiği toplumun da sonu felaket ve hüsran olur.
Zira hakikat daha çok işe yarar ve eninde sonunda kendi hükmünü icra eder, o nedenle, hakikat her zaman ve her koşulda, her şeyin üzerindedir ve öyle olduğu için de hakikat ne lidere ve ne de liderin vaatleri ile program veya hedeflerine teslim olmaz.
Siyasi tarih bunun örnekleriyle doludur. Nitekim Stalin, Hitler, Napolyon gibi hakikat duygusunu yitirmiş olan ve karizmanın sonunun ‘kendini ve haddini bilmezlik’ olduğunu bilmeyen liderler, hem kendilerini hem de başlarında bulundukları toplumları felakete götürmüşlerdir. Atatürk’ü büyük ve karizmatik yapan en önemli özellik de, Atatürk’ün hakikat duygusunu hiçbir zaman yitirmemiş olması ve her zaman ve her koşulda hakikate uygun davranmasıdır.
Ama hakikat duygusunu veya olgusunu yitirmek ve bu suretle yönettikleri toplumu felakete götürmek, sadece bazı örneklerini verdiğimiz karizmatik liderlere özgü bir durum veya eksiklik değildir. Bu liderlere destek ve akıl veren kimi sözde aydınlar da bu siyasi miyopluğun failleridir ve bundan sorumludurlar.
Fransız düşünür Julien Benda ‘Aydınların İhaneti’ isimli özgün eserinde, ister sağda isterse solda olsun, ırkçı olan, siyasi dogmalara, statü, makam ve para gibi her türden çıkara teslim olan ve o nedenle hakikat duygusuyla adalet standartlarını yitiren bu aydınların, hakikate karşı yaptıkları ihaneti ‘bağlanma’ olarak niteler ve aydının asli görevini ‘hiçbir düşünceye, hiçbir kişiye, hiçbir makama, dünyevi hiçbir çıkara bağlanmamak’ olarak açıklar.
Benda’ya göre günümüz aydınlarının sorunu, ‘sahip oldukları ahlaki otoriteyi, sekterlik, kitle dalkavukluğu, milliyetçi çığırtkanlık, sınıf çıkarları gibi kolektif duyguların örgütlenmesi adını verdiği şeye devretmiş olmalarıdır.’
Edward W.Said, aydının/entelektüelin bu durumunu Reith Konferansları’ndan derlediği ‘Entelektüel/Sürgün, Marjinal, Yabancı’ isimli kitabında şu şekilde açıklar; ‘Ne koruyacak makamları ne de başında nöbet tutup güçlerine güç katacakları toprakları olan entelektüellerde bazılarını çok rahatsız eden bir şeyler vardır; kendini beğenenleri de yok değildir ama onlar daha çok kendileriyle dalga geçerler mesela, lafı eveleyip gevelemektense dobra dobra konuşurlar. Ama şu gerçekten kaçış yoktur: kendilerini böyle gören entelektüellerin ne yüksek mevkilerde eşleri ve dostları, ne de resmi makamlarda itibarları olur. İnsan yalnız kalır, doğru; ama her zaman sürüye uyup mevcut duruma hoşgörü göstermekten iyidir yalnızlık.’
Ama elbette bütün bunları yapacak veya yapabilecek olan aydınlar, İtalyan Marksist, gazeteci, sendikacı ve siyaset felsefecisi Antonio Gramsci’nin ‘Hiçbir düşünceye memur olmayan, topluma aktif olarak katılan, aynı yerde oturup kalmayan, her zaman hareket halinde olan, sürekli eylem ve düşünce üreten, tabulara esir olmayan organik aydınlardır.’
Yani bunlar yine Gramsci’nin tanımıyla ‘Bir düşünce üretip bununla ünlenen, bunun arkasına geçen ve hep bundan beslenen, iktidara ya da başkaca güç odaklarına yaslanarak bunlardan geçinen plastik aydınlar’ değildir.