1. Giriş

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tutuklama kararı” başlıklı 101. maddesinin 5. fıkrasına göre; CMK m.100 ve CMK m.101 gereğince verilen tutuklama kararına karşı itiraz kanun yolu açıktır. “İtiraz usulü ve inceleme mercileri” başlıklı CMK m.268/2’ye göre; kararına itiraz edilen hakim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltecek, yerinde görmezse itirazı aynı maddenin 3. fıkrasında tespit edilen “itirazı incelemeye yetkili mercie” gönderecektir. Bir başka ifadeyle; tutuklama tedbirinin tatbikine ilişkin kararına karşı itiraz yoluna başvurulması, yani soruşturma aşamasında sulh ceza hakimliğinin, kovuşturma aşamasında ise görevli ve yetkili mahkemenin kararlarına itiraz edilmesi halinde, itiraz konusu kararı veren hakimlik veya mahkeme kararını gözden geçirecek, itirazı yerinde bulmazsa dosyayı itiraz merciine yollayacaktır. “Karar” başlıklı CMK m.271 uyarınca, itiraz yerinde görülürse merci aynı zamanda itiraz konusu hakkında da karar verir ve bu karar kural olarak kesindir[1].

“Tutuklama nedenleri” başlıklı CMK m.100/1’in “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” hükmünden de anlaşılacağı üzere, tutuklamanın önşartı kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığıdır. Somut delil, esasen bir tür maddi vakıadır. Yargılama konusu olayın temeline ilişkin maddi vakıa; bir sonucu sağlam bir biçimde ortaya koymakta ise, buna delil denmektedir[2].

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Delillerin ortaya konulması ve reddi” başlıklı 206. maddesinin 2. fıkrasına göre; kanuna aykırı olarak elde edilen delil reddolunur. “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” başlıklı Anayasa m.38/6’ya göre; “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez”.

Tartışma konumuzu oluşturan soru; kovuşturma aşamasında itiraz merciinin esas mahkemesinin yerine geçerek kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin, CMK m.206/2-a’ya göre hukuka aykırı elde edilmesinden bahisle sanığın beraat etme ihtimalinin olduğunu öne sürerek tutuklu sanığın bihakkın veya adli kontrol tedbirleri tatbik edilmesi şartıyla tahliye edilmesine karar verip veremeyeceğidir.

Kanaatimizce bu soruya, mutlak olumlu veya olumsuz bir cevap verilmesi mümkün değildir. Kural olarak delilleri takdir yetkisi esas mahkemesine aittir. Ancak delillerin elde edilmesinde açık bir keyfilik, ihmal veya bariz takdir hatası mevcutsa; örneğin delil işkence ile elde edilmişse veya takdir ve değerlendirmeye ihtiyaç duyulmaksızın delilin hukuka aykırılığı ortada ise, itiraz merciinden, delillerin hukuka uygunluğu denetiminden bütün olarak el çekmesi veya itiraz incelemesinde açık ve itiraz konusunun esasına müessir hukuka aykırılıkları görmezden gelmesi beklenmemelidir.

2. Delil Elde Etme ve Değerlendirme Yasakları

Ceza Muhakemesi Hukuku, uyuşmazlıkların sınırsız ve kontrolsüz bir biçimde elde edilmiş delillerle çözülmesine izin vermemektedir. Ceza yargılamasının amacı maddi hakikate ulaşmak olduğu kadar adaleti de sağlamaktır ve adalet, Anayasa ve kanunlarla güvence altına alınmış kişi hak ve hürriyetlerine riayet edilmesini gerektirir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda da delil elde etme yasaklarını görmek mümkündür. Örneğin; CMK m.45 uyarınca tanıklıktan çekinme hakkını kullanan bir kimsenin beyanlarının delil olarak kullanılması mümkün değildir. Benzer şekilde; “İfade alma ve sorguda yasak usuller” başlıklı CMK m.148’e aykırı bir biçimde kişinin özgür iradesini kullanmasını engelleyici nitelikte kötü muamele, işkence, ilaç verme, aldatma, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçlar kullanma gibi bedensel ve ruhsal müdahalelerle elde edilmiş deliller, aynı maddenin 3. fıkrası uyarınca delil olarak kullanılamaz. Delillerin elde edilmesinde belirli kişilerin emri ve yönetimi esastır; arama ve elkoyma, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi, gizli soruşturmacı ve teknik araçlarla izlemeye ilişkin hükümler, bu yollarla delil elde etme usullerini düzenlemektedir.

Usulüne aykırı bir şekilde elde edilmiş delillere kararlarda dayanılıp dayanılamayacağı hususunu, delil değerlendirme yasakları açıklamaktadır ve “her delili elde etme yasağında aynı zamanda delili değerlendirme yasağının da bulunup bulunmadığının sorulması ve buna cevap aranması gerekir” [3], çünkü “bu iki yasağın birbiriyle bağlantılı olduğu ve bir delilin elde edilmesi konusunda yasak bulunduğunda, bunun doğal sonucu olarak bu delilin değerlendirme dışı tutulacağını söylemek son derece güçtür”[4]. CMK m.148/1’e aykırı elde edilen delillerin değerlendirilmeyeceği şüphesizdir.

Benzer şekilde; tanıklıktan çekinme hakkı bulunanlara bu haklarının, tanığa yakınları yönünden ceza yargılamasının başlamasına neden olabilecek soruları cevaplamayabileceğinin hatırlatılmaması sonucu elde edilen beyanlar değerlendirilemeyecektir. Yargıtay 18. Ceza Dairesi tarafından benimsenen “ani gelişen durum” ve “aksi takdirde kanıtların kaybolması ve bir daha elde edilememesi” kriteri istisna olmak üzere, hukuka aykırı telefon kayıtları delil olarak kullanılamayacaktır[5]. Buna karşılık; “Devlet sırrı niteliğindeki belgelerle ilgili tanıklık” başlıklı CMK m.47/2’ye aykırı usulde alınan beyanlar, yargılamanın bütününün dürüstlüğünü zedelemediği sürece[6] sanığa sessiz kalma hakkının hatırlatılmaması sonucu elde edilen beyanlar, bir işlemin yetkili olmayan kişilerce yapılması vasıtasıyla elde edilen deliller[7] değerlendirilebilmektedir.

3. Delil Değerlendirme Yetkisi

Kovuşturma aşaması, görevli ve yetkili mahkemece yürütülür. “Delilleri takdir yetkisi” başlıklı CMK m.217/1’e göre; “Hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir”.

CMK m.206/2-a’ya göre delilin hukuka uygun olup olmadığını değerlendirme yetkisi, işin esasını gören mahkemeye aittir. Anayasa Mahkemesi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi yerleşik içtihatlarından anlaşılacağı üzere; dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiğinden bahisle yapılan başvurularda, “bariz bir şekilde keyfi olmadıkça” bir usulsüz elde edilen delil iddiası değerlendirilmemekte, bir bütün olarak yargılamanın dürüstlüğünü bozmayan durumlarda delillere bakılmamakta, yani delillerin takdir ve değerlendirmesinin esas mahkemesine ait olduğu vurgulanmaktadır[8].

Kanaatimizce bu yaklaşım isabetlidir. Delil değerlendirmesi, esas mahkemesinin yetkisindedir. Başka bir yargı makamı, esas mahkemesinin yargılama yetkisine müdahale etmemelidir.

4. İtiraz Kanun Yolunda Delil Değerlendirmesi

“İtiraz olunabilecek kararlar” başlıklı CMK m.267’ye göre hakim kararları ile kanunun gösterdiği hallerde mahkeme kararlarına karşı itiraz kanun yoluna başvurulabilir. Esas mahkemesinin CMK m.206/2-a’ya göre sanık ve avukatının talebinin tersine delilin hukuka uygun olduğuna yönelik kararı itiraz kanun yoluna tabi değildir. Duruşma sırasında delillerin CMK 206'ya göre ortaya koyup tartışılmasında 206/2-a'ya göre verilen kararlar mahkemede hakim bir kişi de olsa heyet de olsa yine mahkeme kararıdır. Bu mahkeme kararının itiraza açık olduğu yönünde de bir hüküm bulunmamaktadır. CMK m.267 gereğince bu hususun itiraza açık olmadığı açıktır, yani bu durumda delillerin hukuka uygun olup olmadığı konusunda verilen kararların hukukilik denetimi istinaf veya temyiz mercileri tarafından esasla birlikte yapılacaktır.

Buna karşılık tutuklama kararı; “Giriş” bölümünde açıkladığımız üzere, itiraza tabidir. Tutuklama kararında “kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delil” hususunda itiraz merciinin “hukuka aykırı delilin değerlendirilmesi problemiyle karşılaşması mümkündür” [9].

Bir görüşe göre; “her ne kadar CMK m.206/2-a ve m.217/2’de yer alan kullanma ve değerlendirme yasağının muhatabı asıl uyuşmazlığı çözecek mahkeme de olsa, hukuka aykırı delillerin kullanılması yasağının Anayasa m.38/6 gereğince tüm yargı mercilerini bağlayan bir yasak olduğu unutulmamalıdır.” [10], yani itiraz mercii delilin hukuka aykırı olduğunu tespit edebilir ve tutukluluğa itirazda sözkonusu delili değerlendirme dışı bırakarak tahliye kararı verebilir. Aynı görüş; itiraz kanun yolunun fonksiyonunun tali nitelikte uyuşmazlıkları çözmek olduğunu, itiraz merciinin itiraz konusu hakkında verdiği kararın kesin olduğunu, ancak bir delilin hukuka aykırı olup olmadığına ilişkin tespitinin bağlayıcı olmayacağını, bu hususun esas mahkemesi tarafından serbestçe takdir edileceğini savunmaktadır[11].

5. Sonuç

Bu görüşte bir derece isabet olsa da, esas mahkemesinin yargı yetkisine müdahale edilmemesi gerekliliği gözardı edilmemelidir. Kanaatimizce itiraz mercii; “Delil Elde Etme ve Değerlendirme Yasakları” başlığı altında açıkladığımız hukuka aykırı elde edilen delillerin değerlendirilebildiği durumları dikkate almalı, böyle bir hal sözkonusu ise delilin dosyadan çıkarılmasına karar vermemeli, yani dosyanın bütünü içinde takdir edilmesi gereken delil usulsüzlüğü iddialarında müdahale etmemeli, sözkonusu delilleri dosyadan çıkarmamalıdır. Ancak tutukluluk kararı bilhassa ifade almada ve sorguda yasak usullerle elde edilmiş delillere veya tanıklıktan çekinme hakkı olan kişiye bu bildirim yapılmaksızın alınan beyanlara dayanmakta ise, itiraz mercii bunları dosyadan derhal çıkarmalı veya hukuka aykırı olduğunu değerlendirip, kuvvetli suç şüphesini gösteren başka delil yoksa, somut delil olmadığından bahisle sanığın tahliyesine karar vermelidir.

İtiraz mercii; itirazın önüne geçen, dosyanın esasına girilmesine yol açan, açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası niteliğinde olmayan, takdir ve değerlendirilmesi esas mahkemesine ait olan delili CMK m.206’ya göre inceleyip, bu delilin hukuka aykırılığına karar vermek suretiyle sonuca varamaz. İtiraz mercii; itiraz kanun yolu uyarınca önüne gelen talebin yasal şartları taşıyıp taşımadığına bakar, bu incelemeyi yaparken de kararına itiraz edilen mahkemenin yerine geçip karar veremez, yani esas mahkemesinin yargılama yetkisine müdahale edemez.

Son olarak belirtmeliyiz ki;

CMK m.217/2 gereğince, yüklenen suç ancak hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş delillerle kanıtlanabilir. Anayasa Mahkemesi’nin ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin, esas mahkemenin delil değerlendirme yetkisine kural olarak müdahale etmemesi; bu Mahkemelerin görevinin ceza yargılaması değil, insan hakları yargılaması olmasından kaynaklanmaktadır, yani Mahkemeler insan hakları kurallarına uyulup uyulmadığı ile sınırlı bir yargılama yapmaktadırlar. Bu Mahkemelerin esas mahkemesinin delil değerlendirme yetkisine müdahale etmemesi, yalnızca bu yetkinin esas mahkemesinde olduğunu teyit etmektedir. Mahkemelerin bu yaklaşımından esas mahkemesinin CMK m.217/2’ye aykırı bir şekilde hüküm kurabileceği anlaşılmamalıdır.

Kanaatimizce; temyiz mercii olan ve CMK m.288/1 uyarınca hükmün hukuka uygunluğunu denetlemekle görevlendirilen Yargıtay’ın usulüne aykırı elde edilmiş delillere müdahale etmemesi, Anayasa Mahkemesi ve İHAM tarafından benimsenen “yargılamanın tümü içerisinde dürüst yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediğini” esas alması, hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanmasını hukuka kesin aykırılık hallerinden sayan CMK m.289/1-i’ye aykırıdır.

İtiraz kanun yolu ise her ikisinden farklıdır. İtiraz kanun yolunda, bir koruma tedbiri veya yargılama usulü ile ilgili verilen ara karara karşı itiraz merciine başvurulduğu görülmektedir. Bu durumda itiraz mercii; işin esasına girip, kararına itiraz edilen mahkemenin yerine geçerek hareket etmemelidir, bu kapsamda delilleri de itiraz konusu ile sınırlı incelemeli, CMK m.206 uyarınca esas mahkemesinin takdir ve değerlendirmesinde olan ortaya koyulan delillerin reddi ve kabulü ile ilgilenmemelidir. Bununla birlikte itiraz mercii, açık keyfilik veya hukuka aykırılık, bariz takdir hatası kapsamına giren bir delille ilgili, bu delilin itiraz konusunu ilgilendirmesi kaydıyla karar verebilir. Ancak bu karar; delilin reddi veya kabulü değil, yalnızca itirazın başvuran lehine sonuçlanması ile sınırlı olmalı, bu konuda nihai kararı esas mahkemesine bırakmalıdır. Çünkü yasal mevzuatta, CMK m.206 uyarınca kabulü veya reddi yönünde incelenen delille ilgili verilen ara karara karşı itiraz kanun yoluna gidilebileceğine dair bir hüküm bulunmamaktadır. “İtiraz olunabilecek kararlar” başlıklı CMK m.267 uyarınca, kanunun göstermediği hallerde mahkeme kararına karşı itiraz kanun yoluna başvurulamaz.
 
Prof. Dr. Ersan Şen
Stj. Av. Fatma Betül Bodur

 
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

----------------------------------------
[1] Bu kuralın istisnası, ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yolunun açık olmasıdır.
[2] Yurtcan, Erdener. CMK Şerhi, Cilt I, Adalet Yayınevi, Ankara 2015, s. 325.
[3] Yurtcan, Erdener, CMK Şerhi Cilt II, s.801.
[4] Ibid.
[5] Yargıtay 18. Ceza Dairesi, 2015/33931 E., 2017/5905 K., 16.05.2017.
[6] Bu hususta bkz. genel olarak; İbrahim ve Diğerleri - Birleşik Krallık [BD], 50541/08 50571/08 50573/08 40351/09, İHAM 2016.
[7] Bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2005/7-144 E., 2005/150 K., 29.11.2005 ile Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm, Jakob Gabriel Başvurusu, Başvuru Numarası: 2013/2392, 15.04.2015, par. 44-49.
[8] Bu hususta bkz. genel olarak; Jalloh-Almanya [BD], 54810/00 İHAM 2006-IX, Jakob Gabriel Başvurusu, par.36, 50.
[9] Şenol, Cem, Teori ve Uygulamada Ceza Muhakemesinde Hukuka Aykırı Delillerin Kullanılması ve Değerlendirilmesi Yasağı, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul 2015, s.299.
[10] Ibid.
[11] Şenol, a.g.e., s.300.