İstanbul Barosu’nun Genel Kurulu 6 ve 7 Kasım 2010 günleri yapılıyor. Bu genel kurula da bundan önceki genel kurullarda olduğu gibi bilinen gruplar sayıları biraz daha artmış olarak katılıyor. Grupların sayısının artması yeni bir seçenek umudu vermiyor. Çünkü İstanbul Barosu’nda bu dönem çıkan gruplarda dâhil tüm gruplar esas olarak kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşu anlayışı içinde pozisyon alıyorlar. Birbirlerinden farklarını bu sistemsel anlayışı hangi seviyede korudukları veya bu konuda açık yahut örtülü tutum almaları ya da sistem içi muhalif, sitem içi iktidar konumlarında bulunmaları belirliyor. Bunun yanında gruplar içinde yer alan birçok avukatın aslında grup anlayışlarıyla uyumlu olmadıkları da görülüyor. Sorun sistem içinden değil sistem dışından ve sisteme kökten karşı muhalif bir konumdan seçenek üretilememesinden doğuyor. Dolayısıyla avukatların büyük çoğunluğu çok fazla benimsemeseler de yönetime talip olan gruplar arasında tercih yapmak zorunda kalıyorlar. Bu özelliklere sahip bir seçim sürecinin İstanbul Barosu’nda yönetimi değiştirse bile baroyu değiştiremeyeceği kolaylıkla görülebilir.
Oysa İstanbul Barosu değişmeli, barolar değişmeli, statükonun taşıyıcı kolonlarından biri olan tüm meslek kuruluşları değişmeli çünkü Türkiye değişiyor. Türkiye demokratik dönüşüm sürecini yaşıyor. Türkiye toplumu ihtiyaçlarının ve dinamiklerinin gerektirdiği hukukunu arıyor. Türkiye toplumu tüm farklılıklarını göz ardı eden, baskılayan, yaşam tarzlarını suç sayan zalim ve otoriter bir hukuk düzeninden demokratik bir hukuk düzenine geçmek istiyor. Türkiye toplumu tüm farklılıklarını dikkate alan, birlikte yaşama olgusunu birlikte yaşama iradesi olarak ortaya koyan, bütünlüğünü özgürlüğü esas alarak sağlayan bir hukuk istiyor. Bunu öncelikle yeni bir anayasa talebi olarak ortaya koyuyor. Hukuk kurumu olan baroların, hukuk uygulayıcıları avukatların yeni hukukun oluşturulmasında sorumlulukları var.
Türkiye toplumunun yaşadığı bu dönem tarihsel önemdedir. Türkiye’nin yüz yıldır egemen olan seçkinci yapılardan, meşruiyeti kendilerince belirlenmiş, halk nazarında asla meşru kabul edilememiş iç iktidarlardan kurtulmasının mümkün hale geldiği bir geçiş dönemini yaşıyoruz. Türkiye toplumu demokratik dönüşümünü bütün tutucu ve gerici dirençlere rağmen gerçekleştirecek. Bu değişim sürecinde İstanbul Barosu nerede yer alacak, avukatlar nasıl bir rol oynayacak. Asıl soru bu.
Anayasal ve yasal hükümlerle otoriter idari yapının içinde konumlandırılmış baroların statükonun korunması misyonunu sürdürerek demokratik değişime katkı yapmaları mümkün değil. Çoğulcu olmayan, yönetimini nispi temsil esasına göre belirlemeyen baroların demokratik bir yapıya sahip olmaları mümkün değil. Kendisi demokratik bir kurum olmayan baroların demokrasiden yana tutum almaları, demokrasinin hukukunu üretme çabasında olmaları mümkün değil. Sadece yönetime gelen demokrat insanların iyi niyetiyle baroların demokrasi sürecinin yapıcı kurumları olmalarını sağlamak mümkün değil. Mümkün olmadığı geçmişte görüldü. Zaman zaman gördüğümüz özgürlükçü ve demokratik baro pratikleri anayasa ve yasalarla tahkim edilmiş otoriter kurum kültürünün içinde yok olup gitti.
Özgürlükçü ve demokratik baro pratikleri etkili ve değiştirici olmaktan çok sadece sorunları dile getiren birer çığlık olarak kaldı. Ama çoğunlukla ne oldu. Mensubu olan avukatlar üzerinde vesayet kullanan, hak arama özgürlüğünü değil devleti korumayı esas alan bir avukatlığı hayata geçiren baro pratikleri egemen oldu. Barolar nasıl ki otoriter idari yapının bir parçası iseler vesayetleri altındaki avukatlık pratiği de otoriter devletin avukatlığı oldu. Dünya görüşleri sebebiyle hak arama özgürlüğünü temsil eden bir avukatlık anlayışını seçenlerde bağımlı ve taraflı yargının sultası altında ezildi. Bu ülkede avukatlık yapıp da yargının sistematik hale gelmiş adil olmayan ve avukatları çaresizleştiren uygulamalarından şikâyet etmeyen avukat olmadı. Avukatların yaşadığı tüm mesleki ve sosyal sorunların arkasında, yargıya, barolara ve avukatlığa ilişkin oluşturulmuş üstenci, otoriter ve baskıcı bu sistem var. Bu nedenle yıllardır avukatlığın sorunlarından söz edip baroların yönetimine gelenler bu sorunların çözümünde etkili olamadılar. Bu sistem devam ettiği sürece hiç kimse avukatlığın sorunlarının çözümüne katkıda bulunacak bir baro pratiği hayata geçiremez. Bu nedenle baroların, bu nedenle avukatlığın değişmesi gerekir.
Ve bu nedenle Baroyu değiştirmek yönetimini değiştirmek değildir. Baroyu değiştirmek baroyu otoriter idari yapının parçası olmaktan çıkarmak ve gerçek bir hukuk kurumuna dönüştürmek demektir. Baroyu çoğulcu demokratik bir yönetime sahip olacağı bir kuruma dönüştürmek demektir. Baroyu avukatların vasisi olmaktan çıkarmak, avukatlık faaliyetini kolaylaştıran bir meslek örgütüne dönüştürmek demektir.
Bu mümkün müdür. Evet mümkündür. İstanbul Barosunun demokrat avukatları bunu mümkün kılacak bir güce sahiptir. İstanbul Barosunun demokrat avukatları, hangi politik aidiyete sahip olurlarsa olsunlar, hangi dünya görüşünü tercih etmiş olurlarsa olsunlar demokrasi paydasında bir araya gelmeyi başarmalılar. Türkiye gecikmiş demokratik dönüşümünü yaparken baroların ve avukatlığın bunun dışında kalması mümkün olamaz. Demokratik Türkiye yapılandırılırken elbette barolarda yeniden yapılanacak, elbette avukatlık da yeni baştan kurulacak. İşte bu süreçte Demokrat Avukatlar bu sürece fikren ve pratik olarak önemli katkı yapabilirler.
Demokrat Avukatlar çalışması tüm grupları geride bırakarak, yeni ve zamanın ruhuna uygun bir ses olarak demokrat avukatların bireysel kimlikleriyle bir araya gelmesiyle başlayabilir. Ön yargılardan, ön kabullerden uzak demokrasi fikrine dayanan, demokrasi fikrini baro ve avukatlık zemininde özgürlük esaslı somutlamayı amaçlayan bir Demokrat Avukatlar hareketi olabilir.