Osman Can, Mehmet Uçum

A.    YENİ ANAYASA SÜRECİNDE FİKRİ YAKLAŞIM

Anayasalar siyasal işleyişin hukuksal altyapısını oluşturmaktadır. Anayasalar temelde devlet yapılanmasını düzenler.

Anayasa yapımı ile anayasa yazımı birbirinden farklıdır. Demokratik bir ülkede anayasa, onu üreten toplumsal talep ve beklentilerin kurucu bir irade olarak ortaya çıkmasıyla toplum tarafından yapılır; demokratik temsilciler tarafından da yazılır. Yazılı anayasa, topluma ait temel siyasal iradeyi yansıtabiliyorsa toplum sözleşmesi olarak adlandırılabilir.

Türkiye’de tüm anayasalar elitist bir yaklaşımla ve bir mühendislik faaliyeti sonucunda, bürokratik iç iktidarlarca hazırlatılıp topluma dayatıldıkları için, anayasacılık tarihimiz, 1876’dan başlayan “ferman” anayasaları tarihidir. Elli yıllık darbe anayasalarının ürettiği siyasal kültür anayasaya ilişkin tartışmaları uzun süre biçimlendirdi. Çeşitli partiler veya kurumların hazırladıkları anayasa taslakları ise bu yaklaşımın dışına çıkamadı.

Toplum sözleşmesi ve toplumun geleceğini ilgilendiren temel siyasal metin olarak “yeni Anayasa”dan söz etmek için öncelikle, bunu mevcut vesayetçi devlet kültürünün ve dilinin dışında inşa etmek ilk yöntemsel adım olmak zorundadır.

Bu adım, toplumun, kendi geleneği, kültürü, gelecek vizyonu ve içinde yaşadığı uluslararası toplumun gerekleri temelinde, özgürce bir yeniden inşaya imza atmasını sağlar. Bu yöntemle hazırlanacak bir Anayasa ancak “yeni” sayılabilir.

Bugün bu noktadayız. Ekonomik gelişim, toplumsal farklılaşmanın ulaştığı aşama, farklılıkların politik kimliklere ve bilinçli tercihlere dönüşmesi, dünyayla etkileşim,  toplumu siyasal alanın temel aktörü haline getirmeye başladı. Farklılıkların derinliği ve açıklığı Türkiye’nin artık “devlet” eksenli siyasal kültürle yoluna devam edemeyeceğini göstermektedir. Bu bir yandan risktir. Ancak, Türkiye için bir şans ve toplumsal barışın tesisi için aynı zamanda bir imkân demektir.

Bu tarihi fırsat ancak, toplumsal barışın ve dinamiklerin önünü açan, yüzü geleceğe dönük bir anayasa ile değerlendirilebilir.

Elli yıllık darbe anayasalarının ürettiği devlet kültürü, toplumsal ayrışma riski yaratmaktadır. Ancak bu risk, toplumun merkeze alındığı yeni bir anayasal inşa ile tarihsel bir fırsata dönüştürülebilir.

Bunun için toplumu ayrıştıran hatlar ve farklılıklar üzerinden değil, ortak payda üzerinden bir dilin geliştirilmesi şarttır.

Bu yöntem, ideolojik ve teorik yasallıkların geçerliliklerini ortadan kaldırır. Toplumu merkeze aldığı için de, kimi siyasi partilerin tarihsel, ideolojik veya teorik ön kabullerinin aşılmasına imkân sağlar. Şiddeti oyun kuralı olmaktan çıkarır.

Toplumu merkeze almakla bir anayasanın yapımı da kolaylaşır. Çünkü bu durumda tüm partiler kendilerine göre taslaklar hazırlamayı bir kenara bırakıp, toplumu okumaya başlar. Bu ise, sürecin ön kabuller tarafından bloke edilmesini engeller.

Toplumu merkeze alan bir çıkış yöntemi birleştirici bir anayasa yapımının imkânını yaratır. Bu yöntemde cari devlet kültürünü üreten (ve onlar tarafından üretilen) bürokratik ve kurumsal gelenek, refleks veya duyarlılıklar referans tayininde dikkate alınamaz.

Toplumu merkeze almak ve yalnızca toplumsal eksende ortaya çıkabilecek olana ve evrensel değerlere referans değeri biçmek, yeni siyasal kültür demektir.

Toplumu merkeze almak, ayrıştırıcı hiçbir unsurun anayasa normuna dönüşmemesi demektir.

Özgürlüklere en büyük tehdit devlet aygıtından geldiğine göre, yeni Anayasa’da dikkate alınacak öncelikli husus, devlet aygıtını tehdit potansiyelinden arındırmak olmalıdır. Bunun ise, devleti yapısal dönüşüme uğratmakla, onu tüm yapısı ve karar süreçleriyle birlikte çoğulcu katılıma dayandırmakla mümkün olacağı açıktır.

Anayasa, devletin yasama, yürütme ve yargı erkini demokratik katılıma, varlık nedenini insan onuruna dayandırmak suretiyle meşruiyet sorununu çözebilir.

Devlet, özgürlüğün içeriğiyle değil, yalnızca başkalarına zarar veren sonuçlarıyla ilgilenmelidir. Devletin veya kurumlarının özgürlükler karşısında korunmaya değer bir manevi şahsiyeti olmamalıdır.

Tarihsel ve ideolojik öncüller yerine, toplumun geleceğe ilişkin tasavvurlarını ve tercihlerini esas alan anayasa yapımına öncelik verilmelidir.

Devlet, birey karşısında ve onun dışında bir varlık olarak görülmemeli, bireyin ürettiği, bireyin iradesine tabi ve bireyin hayatını kolaylaştıran bir araç olarak tanımlanmalıdır.

Azınlıkların korunması katılımla ve uluslararası yargı güvenceleriyle de sağlanmalıdır.

Egemenliğin topluma ait ve bütünsel bir egemenlik olduğu, fonksiyonlara ayrılmasının birden çok egemenliğin varlığı anlamına gelmeyeceği dikkate alınmalı, bu fonksiyonların siyasal muhalefet işlevi üstlenmelerine engel olacak bir sistem yaratılmalıdır.

Anayasal işleyişin merkezine “Meclis”in yerleştirilmesi gerekir.

Devletin üç temel erkinin (bütünsel egemenliğin fonksiyonlarının) kontrol ve denge yaratacak şekilde dizayn edilmesi, ancak tüm erklerin demokratik meşruiyetinin koşulsuz biçimde sağlanması gerekir. Buna göre:

Tüm erkler ve alt birimler (asker ve yargı dâhil), herhangi bir ideolojik öncüle bağlı olmaksızın, toplumsal kesit ve görüşler orantılı yansıma bulacak şekilde halka dayandırılmalı.

 Bireylerin ve grupların devlet yönetimine, kendilerine en yakın karar alma mekanizmalarından başlayarak, merkeze kadar tüm karar süreçlerine katılımı sağlanmalı. Bireyin, siyasal sisteme günlük hayat içinde katılımını sağlayacak yeni mekanizmalar yaratılmalı.

Mevcut yaşam tarzları ve yaşam tarzı tercihleri güvence altına alınmalı. Birlikte yaşama olgusu, birlikte yaşama hukukuna dönüştürülmeli.

Nihayet, nihai denetimin halkta olmasını sağlayacak demokratik bir denetim sistemi kurulmalıdır.

 

B.    YÖNTEM

1.     SÜREÇ

2011 seçimlerinin ardından, yeni anayasa vurgusu öne çıkmış bulunmaktadır. Ancak yeni Anayasa yöntemi üzerinde yapılan tartışmaların, farkında olunmaksızın ülkeyi revizyonla sınırlı bir anayasacılık faaliyeti tuzağına düşürmesi riski vardır. Yeni Anayasa tartışmasının yeni normlar ve yeni kurumlar üzerinden değil (örneğin başkanlık sistemi, anayasal vatandaşlık, özerklik veya başörtüsü vs…), toplumun isteklerini esas alan genel esaslar üzerinden yürütülmesi gerekir. Çünkü hiçbir siyasi partinin topluma anayasa dayatma hakkı yoktur. Siyaset kurumunun yapacağı şey, toplumun genel ve temel esaslarını belirlediği bir anayasayı ete kemiğe büründürmek; yani toplumun yaptığı anayasayı yazmak olacaktır. Anayasa yapımı topluma aittir. Meclis, üstlendiği temsil sorumluluğunu, toplumun önceliklerini ve esaslarını belirlediği anayasayı norm düzeyinde biçimlendirmek suretiyle yerine getirecektir.

Böyle bir strateji hem halkın “yeni Anayasa”dan ne beklediğini ifade etmesi bakımından son derece önemli bir çağrıya dönüşecek, hem de “yeni Anayasa” için geniş toplumsal kesitlerin hareketlenmesine imkân sağlayacaktır.

2011 seçimleriyle oluşan TBMM ve bu Meclisin kurduğu Hükümet dışında, resmi ve özel kurumlar, kuruluşlar, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşlarının “yeni Anayasa” sürecindeki rollerinin mümkün olan en minimal seviyede tutulması gerekmektedir. Sistemin yeniden yapılandırılmasına yönelik yeni bir anayasa sürecinin eski sistemin ürettiği kurumların görüşlerini referans alması beklenemez. ‘Darbe Anayasası’nın varlık kazandırdığı yargı, ordu ve benzeri kurumların bu süreci etkileme, yönlendirme ve yapımında temsilci bulundurma gibi taleplerine veya girişimlerine mutlak surette karşı çıkılmalıdır. Ancak sivil toplum örgütlerin çalışmalarının dikkate alınmasında yarar bulunmaktadır.

 

2.     YENİ ANAYASA İÇİN KURUCULUK MODELİ

“Yeni Anayasa” için “kuruculuk”, “toplum-entelektüel faaliyet-TBMM-halkoylaması” zinciri biçiminde tanımlanmalıdır. Yani “yeni kuruculuk”, toplum tarafından başlatılan, yine toplumun onayıyla sonlanacak bir faaliyet zinciridir.

Kuruculuğun ilk zinciri, “yeni Anayasa” sürecini başlatacak olan halk toplantıları örgütlenmesidir.

 “Yeni Anayasa” için halk toplantıları yoluyla, Türkiye toplumunun nasıl bir siyasal yapı istediği, nasıl bir toplumsal yaşam arzuladığı, nasıl bir devlet özlediği, özgürlüklere ve haklara nasıl baktığı, farklı olanlarla birlikte yaşama konusunda neler düşündüğü gibi konularda toplumun her bileşeninden, her katmanından, her çevresinden gelen bireylerin görüşleri derlenecektir.

Tüm bu toplantıların önkoşulsuz,  kırmızı çizgisiz ve verili Anayasa’ya göre bir suçlamaya izin verilmeksizin yürütülmesi ve böylece toplumsal taleplerin toplanması sağlanacaktır.

Her toplantının raporunun Anayasa Çalışma Grubu’na aktarılacağı da bilinmesi gereken bir husustur.

Anayasa Çalışma Grubu, entelektüel faaliyet grubudur. Grup, toplumsal yaşamın her alanından yeni anayasa fikrini geliştirecek, bu çalışmaya zaman ayıracak, yeni anayasanın toplumun istekleri ve ihtiyaçları esas alınarak hazırlanması gerektiğini benimsemiş fikir insanlarından, uzmanlardan, toplumsal yaşamın her alanından gelen kişilerden oluşmaktadır. Bu kişilerin kendi görüş ve yaklaşımlarının ötesinde, toplumsal talepleri merkeze alan, bunları analiz eden ve bu talepleri anayasal esaslara dönüştüren moderatörlük ve asistanlık faaliyeti yapmaları zorunludur. Bu çalışma grubunda ve alt gruplarında, hukukçu oranının da son derece düşük (en fazla %10 civarında) tutulması uygun görülmektedir.

Bu grup, yeni bir anayasa taslağı yazmayacağı gibi, yeni anayasa ihtiyacını yanıtlamak üzere norm, kural veya kurum tartışması da yapmayacaktır.

Amaç, Türkiye toplumunun ihtiyaçlarını doğru tespit etmek, onun isteklerini doğru okumak ve toplumsal etkileşim temelinde çalışmak olduğundan; bu çalışma grubunun temel çalışma verilerini, Yeni Anayasa İçin Halk Toplantıları’nın (YAP) raporları, halkın yeni anayasaya ilişkin çeşitli mecralarda dile getireceği talepler, konuya ilişkin yapılacak alan çalışmalarının sonuçları ve sanal ortamda düzenlenecek anketlerle forumların sonuçları oluşturacak. AÇG bunun yanında, diğer sivil girişimlerin ürettiği bilgi ve verileri de değerlendirecektir.

Bu çalışma grubu, anılan şekilde sürekli olarak toparlanacak veriler üzerinden olgusal analizler ve kavramsallaştırmalar yaparak, “yeni Anayasa”nın genel esaslarına ve diğer konulara yönelik raporlar hazırlayacak. Bu raporlar Meclis Başkanlığı’na, Siyasi Partilere ve kamuoyuna sunulacaktır. Meclis’in taslak hazırlama sürecinde destek istemesi halinde uzmanlık çalışması yapabilecektir.

Kuruculuğun demokratik temsil ayağı için ayrı bir kurucu meclis toplanabilir. TBMM de kurucu meclis olarak çalışabilir.

Ancak 2011 seçimlerinin ardından oluşan TBMM’nin tek başına kuruculuk iddiası sorunludur. %10’luk seçim barajının yarattığı temsil açığı minimum düzeyde gerçekleşmiş olsa dahi, işlemeyen parti içi demokrasi sorunu meşruiyet açığı yaratmaya devam etmektedir. Bu nedenle, en azından anayasa taslağının oluşturulması sürecinde meclis dışı partilere de temsil imkânı sunulmasında yarar vardır.

“Yeni Anayasa”, geçerlilik kaynağını yürürlükteki herhangi bir hukuk normundan almaz. Yürürlüğe girmediği sürece herhangi bir taslaktır. Yürürlüğe girdiği andan itibaren eski anayasayı yürürlükten kaldırdığından, hukuk düzeninin bundan sonraki temel referansı olmaya başlar.

Her halde Meclis’teki partilerin altında imzasının bulunduğu bir “Meclis kararı” gereklidir. Ancak bu Meclis kararı, kurucu bir iradenin başlangıcı olarak kaleme alınmalı; İçtüzük ve Anayasa’dan alınan bir yetkinin kullanılmadığını, aksine halkın saptanabilir ve kanıtlanabilir “kuruculuk” yetkisinden doğan özgün bir yetki kullanıldığını ifade etmelidir. Karar ile, seçimlerde partilerin ulaştıkları oy oranına göre temsiline imkân veren bir kurucu komisyon oluşturulmalı, bu komisyonda hazırlanmış taslak metin, Meclis Genel Kurulu’nda kabul edildikten sonra halkoyuna sunulmalıdır.

Bu karar, yeni Anayasa’nın hazırlanış, görüşülme, kabul edilme ve gerektiğinde referanduma sunulma ve kabul koşullarını kendi belirlemelidir. Bir norma gönderme yapmamalı (örneğin mevcut Anayasanın 175. Maddesine), o normun geçerlilik kaynağı olduğuna işaret etmemeli, yalnızca mecliste ortaya çıkan iradeyle anlam kazanmalıdır.

Bu karar, asli bir kuruculuk yetkisinin kullanıldığının ilanıdır.

Bu nedenle, mevcut Anayasa’nın 175. Maddesine ekleme yapmak suretiyle sürecin başlatılması anlayışından kesin bir ifadeyle uzak durulmalıdır. Aksine bir tutum, kuruculuk yetkisinin yürürlükteki Anayasa’dan alındığının ifadesi olacaktır. Bu durumda kuruculuğun 1980 darbecilerinde olduğu kabul edilmiş olacak, onların iradeleri çerçevesi dışına çıkılamayacaktır.

Bunun da ötesinde 330’u yakalama imkanı yaratılmak suretiyle yürütülecek bir çalışmanın uzlaşma ihtiyacını ortadan kaldırması nedeniyle hem katılımcılığı ortadan kaldırması, hem de revizyon ile sınırlı bir Anayasa metninin ortaya çıkması ihtimali bulunmaktadır. Bunun iktidar, muhalefet ve toplumsal talepler bakımından sorun yaratacağını söylemek yanlış olmaz.

Türkiye’nin geleceğinin inşa edileceği bir anayasa çalışmasının, geleceğe dönük temel kurallar üzerine inşa edilmesi, ülkeyi vesayet altında tutmanın ifadesi olan düzen normlarından bağımsız bir şekilde yürütülmesi gerekir.

Yukarıda ayrıntıları anlatılan Türkiye’nin yeni Anayasa yapım sürecinin modeli:

Sadece bir uzmanlık faaliyetine dayalı yürütülmediği için elitist değildir.

Halkın isteklerini ilkelerden, kavramlardan ve entelektüel katkılardan yoksun olarak hukuksal formülasyona dönüştürme tarzını seçmediği için popülist değildir.

Yeni Anayasa’nın yapım sürecini sadece Meclis’in yasalaştırma pratiğine indirgemediği için formalist değildir.

Sadece kendi sınırlarımızın içini esas alan bir anlayışla yürütülmediği için mahalli değildir.

Türkiye toplumunun gerçekliğine uygun bir yeni Anayasa yapım sürecini merkeze aldığı için de iktibasçı değildir.

Bütünlüğü kapsayan kuşatıcı bir bakışla ve tüm dinamikleri sürecin parçasına dönüştüren bir stratejiyle hazırlandığı için bu yaklaşım model oluşturabilecek niteliktedir.