Derece mahkemelerinin dava konusu edilen işlemlerin iptal edilmesinde bireyin menfaati bulunup bulunmadığını değerlendirmesiyle ve buna dair usul kurallarını uygulamasıyla ilgili şekilci yorumlarının, bireyin hukuksal durumunu etkileyen idari işlemden doğan uyuşmazlığın mahkeme önünde karara bağlanmasını engellemesi halinde mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilebilir.
İlgili Kararlar:
♦ (Levent Tütüncü, B. No: 2015/3690, 18/7/2018)
♦ (Kudusi Şerifte Kain Maryakop Ermeni Kilisesi Vakfı, B. No: 2016/14982, 12/9/2019)
♦ (Billur Solagay, B. No: 2018/3709, 11/2/2021)
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
LEVENT TÜTÜNCÜ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2015/3690) |
|
Karar Tarihi:18/7/2018 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
Raportör |
: |
Gülbin AYNUR |
Başvurucu |
: |
Levent TÜTÜNCÜ |
Vekili |
: |
Av. Canan YIRGIN YILMAZ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada başvurucunun dava konusu işlemle olan menfaat bağının yargılama sürecinde ortadan kalktığı gerekçesiyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/2/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesinde (GATA) kadın hastalıkları ve doğum uzmanı olarak görev yapmakta iken aynı bölüm için ilan edilen profesörlük kadrosuna atanma talebiyle müracaatta bulunmuştur.
9. Aynı kadroya atanmak için başvuruda bulunan diğer adayın şikâyeti üzerine GATA Komutanlığı Etik Kurulu (Etik Kurulu) tarafından başvurucunun bilimsel eserleri üzerinde inceleme yapılmıştır. Etik Kurulu 7/11/2012 tarihli kararıyla başvurucunun basılmamış ve yayımlanmamış bir eseri profesörlüğe yükseltilme başvurusunda kullandığı gerekçesiyle yanıltma niteliğinde etik kusuru, aynı eseri iki ayrı dergide yayımlatması nedeniyle de yayın tekrarı etik kusuru işlediğini tespit etmiştir.
10. Genelkurmay Başkanlığı 19/12/2012 tarihinde, Etik Kurulun anılan kararına istinaden ilgili mevzuat hükümleri gereğince başvurucu hakkında iki yıl akademik yükseltme sırasında başvuramama ya da atanamama yaptırımı uygulanmasına karar vermiştir.
11. Başvurucu, Etik Kurulu kararının ve bu karara istinaden hakkında yaptırım uygulanmasına ilişkin Genelkurmay Başkanlığı işleminin iptali istemiyle 14/3/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır.
12. Dava devam ederken başvurucu 16/9/2013 tarihi itibarıyla kendi isteğiyle emekli olmak suretiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ayrılmıştır.
13. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 2/7/2014 tarihinde, konusu kalmayan uyuşmazlığın esası hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Oyçokluğuyla verilen kararın gerekçesinde, yargılama devam ederken başvurucunun 16/9/2013 tarihinde emekli olarak TSK'dan ayrıldığı tespitine yer verilmiş; bu sebeple dava konusu yaptırım kararının uygulanma durumunun söz konusu olmadığı belirtilmiştir. Dava konusu işlemlerin iptal edilmesinde başvurucunun menfaatinin kalmadığı değerlendirmesinde bulunulan kararda, başvurucunun talebi yönünden uyuşmazlığın konusunun kalmadığı kanaat ve sonucuna varıldığı ifade edilmiştir. Kararda ayrıca, davanın açıldığı tarihteki haklılık durumu dikkate alınarak yargılama giderlerinin davalı idareye yükletilmesi gerektiği belirtilmiş; buna göre harç ve posta ücreti ile vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderlerinin davalı idareden alınarak başvurucuya verilmesine hükmedilmiştir.
14. Karşıoy gerekçesinde ise başvurucunun emekli olmasının mevcut davanın görülmesinde menfaatinin kalmadığı anlamına gelmeyeceği, bu sebeple davanın konusuz kaldığından söz edilemeyeceği belirtilmiştir. Etik Kurulu kararı hâlen mevcut olduğundan davanın görülüp sonuca bağlanmasında başvurucunun menfaati bulunduğu ifade edilen karşıoy gerekçesinde, ayrıca yaptırım kararının başvurucunun emekli olmasından sonra da etkilerinin olabileceğine dikkat çekilmiş, ardından esas yönünden dava konusu işlemlerin hukuka aykırılık sebeplerine yer verilmiştir.
15. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Mahkemenin 21/1/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
16. Nihai karar 4/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 27/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
18. Bireysel başvurunun incelenmesi sürecinde 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile Anayasa'ya eklenen geçici 21. maddenin birinci fıkrasının (E) bendiyle AYİM kaldırılmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Kanunlar
19. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı 44. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Kaydı yapılan dilekçeler, Genel Sekreterlikçe;
...
c) Ehliyet,
...
Noktalarından sırası ile incelenir.
Bu noktalardan kanuna aykırı görülmeyenlerin tebligat işleri yapılır.
Kanuna aykırı görülen dilekçeler, karar verilmek üzere görevli Daire veya Daireler Kuruluna havale olunur..."
20. 1602 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek karar" kenar başlıklı 45. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Daireler veya Daireler Kuruluna gelen dilekçelerde 44 üncü maddede yazılı noktalardan kanunsuzluk görülürse:
A) ... (c) [bendinde yazılı hâlde], davanın reddine;
... karar verilir..."
21. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı 14. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Dilekçeler,
...
c) Ehliyet,
...
yönlerinden sırasıyla incelenir."
22. 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek kararlar" kenar başlıklı 15. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;
...
b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,
...
Karar verilir."
2. Danıştay İçtihadı
23. Danıştay İkinci Dairesinin 3/11/2008 tarihli ve E.2008/3586, K.2008/4247 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Dava, davacı tarafından ... Lisesi Müdürü olarak görev yaptığı dönemde hakkında 70 puanla orta düzeyde düzenlenen 2006 yılı sicil raporunun iptali istemiyle açılmıştır.
İstanbul 5. İdare Mahkemesi[nce] davacının yargılama devam ederken emekliye ayrıldığı, sicil raporunun iptalini isteme konusunda güncel bir menfaat ilişkisinin kalmadığı gerekçesiyle ... davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir.
...
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 1/a bendinde iptal davaları, "idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan" davalar olarak tanımlanmaktadır.
Maddede öngörülen menfaat ihlali koşulu, bu tür davaların kabulü ve dinlenilebilmesi için aranılan koşullardan biridir. Gerek doktrin gerekse yargısal içtihatlarda bu şart, subjektif ehliyet şartı olarak kabul edilmekte, ancak ne tür bir menfaat ihlalinin gerçek ve tüzel kişilere iptal davasını açma hakkı sağladığını gösterecek kesin bir ölçü ortaya konulamamakta ve bu ilişki kural olarak iptal davasına konu olan kararın niteliğine göre saptanmaktadır.
Genelde kişisel, meşru ve güncel bir menfaatin varlığı ve bunların ihlali, menfaat ilişkisinin kurulmasında yeterli sayılmakta ve bu husus davanın niteliğine ve özelliğine göre idari yargı mercilerince belirlenmekte, davacının idari işlemle ciddi ve makul, maddi ve manevi bir ilişkisinin bulunduğunun anlaşılması, dava açma ehliyetinin varlığı için yeterli sayılmaktadır.
...
Bu durumda, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun emeklilerin yeniden kamu hizmetine alınmasını düzenleyen 93. maddesi ve Devlet memurlarından 6 yıllık sicil notu ortalaması 90 ve daha yukarı olanların aylık derecelerinin yükseltilmesinde dikkate alınmak üzere bir kademe ilerlemesi uygulanacağını hüküm altına alan 64. maddesi uyarınca davacı hakkında düzenlenen sicil raporu ve sicil notunun önem kazandığı ve davacının menfaatini doğrudan ilgilendirdiği gibi, sicil amirlerince olumsuz düşüncelerle orta düzeyde düzenlenen uyuşmazlık konusu sicil raporu ile davacı arasında manevi ilişkinin de devam etmesi karşısında, uyuşmazlığın esası incelenerek hüküm kurulması gerekirken, davacının güncel bir menfaat ilişkisinin kalmadığı gerekçesiyle davanın [reddi] yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, [kararın bozulmasına]..."
24. Danıştay Beşinci Dairesinin 15/12/2014 tarihli ve E.2012/2143, K.2014/9343 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Dava,koruma ve güvenlik görevlisi olarak görev yapmakta iken tutukluluk hali nedeniyle görevden uzaklaştırılan davacının, memuriyet görevine başlatılması ve 1/3 oranında kesilen maaşının ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 05.01.2010 tarihli işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
İstanbul 8. İdare Mahkemesince ... davacının,03.02.2010 tarihinde hizmetli kadrosunda göreve başlatıldığı, 16.04.2010 tarihinde de malulen emekli olduğu anlaşılmakla, memuriyet görevine dönmek istemiyle yaptığı başvurunun reddinden kaynaklanan uyuşmazlık yönünden davanın konusunun kalmadığı; ... davacının memuriyet görevine başlatılmamasına ilişkin kısmı yönünden davanın konusunun kalmaması nedeniyle uyuşmazlığın bu kısmı hakkında karar verilmesine yer olmadığına, maaşından yapılan kesintilerin ödenmesi talebinin reddine dair kısmı yönünden de davanın reddine karar verilmiştir.
...
İptal davalarında, idari işlemlerin kuruldukları tarih itibariyle yargısal denetime tabi tutulmaları gerektiği kuşkusuzdur. İdare Hukukunun genel ilkelerine göre iptaldavasıaçılabilmesiiçin, davacı ile dava konusu işlem arasında menfaat ilişkisinin varlığı yeterli olup, ayrıca bu işlemle menfaat ilişkisinin davanın sonuçlanmasına kadar devam etmesi aranmamaktadır.
Davacının idari işlemle ilişkisinin davanın sonuçlanmasına kadar devam etmesini zorunlu tutmak, iptal davalarını sadece davacılar yönünden ortaya koyduğu sonuçlarla değerlendirmek ve bu davaların amacını ihmal etmek anlamını taşır. Bunun sonucu olarak, dava görülmeden önce alınacak yeni idari kararlarla davacının iptali istenilen işlemle ilişkisini kesmek ve böylece hukuka aykırılığı ileri sürülen işlemi yargısal denetim dışında bırakmak yolu açılmış olur.
Bu durumda, yargısal denetimden amaç "hukuka uygunluk" denetimi olduğuna, yargısal denetim işlemin kurulduğu tarih itibariyle gerçekleştiğine ve yeni işlem tesis edilene kadar hukuki sonuç doğurduğuna göre, Mahkemece dava konusu işlemin hukuka uygunluğunun denetlenerek bir karar verilmesi gerekmekte iken dava konusu işlemden sonra kurulan 16.04.2010 günlü bir başka işlem ile davacının malulen emekli edildiği ve davanın konusuz kaldığından bahisle karar verilmesine yer olmadığına ilişkin olarak verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir.
...
Açıklanan nedenlerle, [kararın] bozulmasına..."
25. Danıştay Onikinci Dairesinin 28/10/2015 tarihli ve E.2015/1273, K.2015/5657 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Dava;... İl Özel İdaresi'nde genel sekreter olarak görev yapmakta iken 12 Haziran 2011 tarihinde yapılacak olan ... milletvekili genel seçimlerine katılmak için ... tarihinde istifa ederek görevinden ayrılan davacının, seçimler sonucunda eski görevine atanmak istemiyle yaptığı başvurusu üzerine İl Özel İdaresinde uzman kadrosuna atanmasına ilişkin [işlemin] iptali istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, ... davacının, seçimler sonucunda tekrar görevine dönebilmek amacıyla yapmış olduğu başvurusu neticesinde genel sekreterlik kadrosunun dolu olması nedeniyle İl Özel İdaresinde 1. dereceli uzman kadrosuna atanmasına ilişkin dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
...
Davalı idarece her ne kadar davacının ... tarihinde emeklilik isteminde bulunduğu ve bu isteği üzerine emekliye ayrıldığı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının ... tarihli yazısından anlaşıldığından, iş bu davanın davacı yönünden hukuki bir yararının bulunmadığı gibi, davanın konusuz kaldığı ileri sürülmüş ise de; iptal davası açılabilmesi için davacının dava konusu işlem nedeniyle menfaatinin ihlal edilmiş olması yeterli olup, bu işlemle menfaat ilişkisini dava sonuna kadar sürdürmesi gerekmediğinden, davalı idarenin davacı emekli olduğundandavanın konusuz kaldığı yolundaki iddiasına da itibar edilmemiştir.
... davacının, görevine dönme talebinde bulunduğu tarihte durumuna uygun eşdeğer görevlerin bulunup bulunmadığı hususunda gerekli ve yeterli inceleme yapılarak bir karar verilmesi gerekirken ... davanın reddi yolunda verilenİdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
27. İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Ali Diren, B. No: 2015/13108, 18/4/2018, §§ 26-29.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 18/7/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, TSK'daki görevinden ayrılmış olsa da akademik çalışmalarının devam ettiğini hatırlatarak; gerek etik ihlalde bulunduğu yönündeki kararın gerekse bu karara istinaden uygulanan yaptırımların akademik unvanını ve itibarını lekelediğini belirtmektedir. Başvurucu, söz konusu işlemlerin dosyasında saklanması nedeniyle bundan sonraki akademik hayatını olumsuz etkileyeceğinden şikâyet etmekte; dolayısıyla sonuçları itibarıyla menfaatini etkilediğine dikkat çekmektedir. Mahkemenin makul ve yeterli bir gerekçe oluşturmaksızın sadece emekli olmasını dayanak göstererek dava konusu işlemlerin iptalini istemekte menfaatinin kalmadığı yolundaki yorumunun katı bir yorum olduğunu belirten başvurucu, bu yaklaşımdan hareketle idari işlemlerin yargısal denetiminin yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
30. Başvurucu ayrıca, profesör kadrosuna atanmak için başvuruda bulunma imkânının elinden alınması nedeniyle yıllar süren akademik çalışmaları karşılıksız bırakılarak maddi ve manevi yönden yıpratıldığından, belirtilen kadronun mali haklarından yoksun kaldığından şikâyet etmekte; maddi ve manevi varlığın korunması ile mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
2. Değerlendirme
31. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun yukarıda yer verilen şikâyetlerinin özü, idari işlemin iptali istemiyle açtığı davanın dava konusu işlemle olan menfaat ilişkisinin yargılama sürecinde ortadan kalktığından bahisle uyuşmazlığın konusunun kalmadığı gerekçesiyle esasının incelenmemesidir. Bu itibarla başvurucunun ihlal iddiaları adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
33. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni hak ve yükümlülüklerin karara bağlanmasıyla ilgili bir yargılama usulünde uygulanabilmesi için öncelikle ortada bir uyuşmazlığın bulunması gerekmektedir (bkz. İsmail Taşpınar, B. No: 2013/3912, 6/2/2014, §21).
34. Bireyin menfaatini etkilemeyen idari işlemlerin esasen herhangi bir uyuşmazlığa sebebiyet verme imkân ve kabiliyeti bulunmayan nitelikte işlemler olduğu söylenebilir. Bu çerçevede somut başvuruda da idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın başvurucunun idari işlemin iptalini istemekte menfaatinin ortadan kalktığı, bu sebeple uyuşmazlığın konusunun kalmadığı gerekçesiyle reddedildiği görüldüğünden somut olayda bir uyuşmazlığın bulunup bulunmadığının ortaya konulması önem arz etmektedir.
35. Bu bağlamda bireysel başvuruya esas olan davada derece mahkemesinin, başvurucunun yargılama sürecinde gelişen yeni hukuki durumunu (emekli olmasını) dikkate alarak idari işlemin iptal edilmesindeki menfaatinin ortadan kalktığı yolundaki yorumdan hareketle uyuşmazlığın konusunun kalmadığı yönünde tespit ve değerlendirmede bulunduğuna dikkat çekmek gerekir. Bir başka ifadeyle derece mahkemesinin dava konusu edilen idari işlemin davanın açıldığı tarihte başvurucunun menfaatini etkilediği, dolayısıyla dava tarihi itibarıyla ortada bir uyuşmazlık bulunduğu noktasında herhangi bir tereddütünün bulunmadığı, nitekim bu değerlendirmesini gerekçeli kararında da ifade ettiği, bu kapsamda davanın açıldığı tarihteki haklılık durumunu dayanak göstererek dava sonundaki yargılama giderlerini başvurucuya yüklemediği görülmektedir. Ayrıca hukuk sistemimiz içinde-menfaat koşulu tartışmasından ayrı olarak- aynı nitelikteki idari işlemlerden doğan uyuşmazlıkların idari davalara konu olduğu noktasında bir tartışma bulunmadığı, hatta menfaat koşulu bağlamında da bireysel başvuruya konu dava ile aynı hukuki koşullardaki uyuşmazlıkların esasının incelendiği dikkate alındığında (bkz. §§ 23-25) somut olayda Sözleşme'nin 6. maddesinin uygulanabilirliği noktasında herhangi bir sorun bulunmadığı anlaşılmıştır.
36. Öte yandan açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
37. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
38. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
39. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
40. Bireyin kamu makamları tarafından kamu gücü kullanılarak hakkında gerçekleştirilen ve sonuçları itibarıyla hukuksal durumunu, dolayısıyla menfaatini etkileyen bir idari işlemle ilgili uyuşmazlığın mahkeme önünde incelenmesi imkânından yoksun bırakılması mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil edebilir.
41. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucunun etik ihlalde bulunduğu yolundaki kararın ve bu karara istinaden hakkında yaptırım uygulanmasına ilişkin idari işlemin uyuşmazlık konusu edildiği bir idari dava söz konusudur. Başvurucunun söz konusu idari işlemlerin iptali istemiyle açtığı davada, dava konusu işlemlerle olan menfaat ilişkisinin yargılama sürecinde ortadan kalktığı gerekçesiyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
42. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
43. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa'nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.
44. Bu sebeple müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
45. Somut başvuruda, davanın esasının incelenmemesi yönündeki mahkeme kararının idari işlemlere karşı iptal davası açılabilmesi için öngörülen menfaat koşulunun bulunmadığı gerekçesine dayandığı görülmektedir. Belirtilen koşulun idari yargıya ilişkin usul hukuku kuralları kapsamında dava açma ehliyetinin unsurlarından biri olduğu ve bu müesseseyle ilgili düzenlemelere de 1602 sayılı mülga Kanun'un 44. ve 45. maddelerinde yer verildiği görülmektedir. Dolayısıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
(2) Meşru Amaç
46. Anayasa'nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (Yusuf Bilin, B. No: 2014/14498, 26/12/2017, § 53; AYM, E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016, § 10).
47. İdari makamlar tarafından gerçekleştirilen ancak bireyin menfaatini etkilemeyen, bir başka ifadeyle birey üzerinde herhangi bir hukuksal sonuç doğurmayan işlemlerin uyuşmazlık konusu yapılarak hem yargının hem de idarenin sürekli ve gereksiz bir biçimde meşgul edilip işleyemez hâle gelmesini engellemek, bu suretle gerek yargı hizmetinin gerekse idarenin asli görevi olan kamu hizmetlerinin hızlı, düzenli ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak düşüncesiyle davacı ile arasında menfaat bağı kurulamayan işlemlerden doğan uyuşmazlıkların esasının incelenmemesi idari yargıya ilişkin bir usul kuralı olarak düzenlenmiştir.
48. Yargılama usullerinin düzenlenmesinde usul ekonomisinin gözetilmesi, bu suretle iyi adalet yönetiminin de sağlanarak kamu yararının gerçekleştirilmesi Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biridir. Dolayısıyla usul ekonomisi ile iyi adalet yönetimi ilkesi gözetilerek idari işlemlerin dava konusu edilebilirliğinin belli koşullara bağlanması mümkündür.
49. Somut olayda usul kurallarını yorumlayan derece mahkemesinin başvurucunun dava konusuişlemlerin iptalini istemekte menfaatinin kalmadığı gerekçesiyle idari işleme karşı açılan iptal davasının esasını incelememesinin yukarıda değinilen kamu yararının gerçekleştirilmesine yönelik meşru bir amaca dayandığı sonucuna ulaşılmıştır.
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
50. Anayasa Mahkemesi; bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, § 52).
51. Ölçülülük ilkesi, elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
52. Ölçülülüğün üçüncü alt ilkesi olan orantılılık, hakkın sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengenin sağlanmasını gerektirmektedir. Öngörülen tedbirin bireyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenmemesi gerekmektedir.
53. Dava konusu edilen bir idari işlemin bireyin menfaatini ihlal edip etmediğini belirleme ve mevzuatı bu yönüyle yorumlama görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Derece mahkemeleri, önlerindeki uyuşmazlığın niteliğini ve ilgili mevzuat hükümlerini gözönünde bulundurarak dava konusu işlemin davacının hukuki durumu üzerinde yaratabileceği etki ve sonuçlardan hareketle menfaatini ihlal edip etmediğini değerlendirirler. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava konusu edilen işlemin başvurucunun menfaatini ihlal edip etmediğinin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, idari işlemin bireyin menfaatini etkilemediğiyle ilgili derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir.
54. Derece mahkemeleri, dava konusu edilen işlemin bireyin menfaatini ihlal edip etmediğini irdelerken ve buna dair usul kurallarını uygularken söz konusu düzenlemenin getirilmesi ile ulaşılmak istenen kamu yararı ile bireyin menfaatleri arasında adil bir denge gözetmelidir. Bu bağlamda menfaat ihlali koşulundan hareketle uyuşmazlığın esasının incelenebilirliğinin değerlendirilmesinde kamu yararı ile bireyin menfaatleri arasındaki denge kurulurken dava konusu edilen işlemin mahiyeti, başvurucunun hukuki durumuna ve gelecek yaşantısına ne şekilde etkilerinin olduğu, işlemin hukuka uygunluk denetiminin gerçekleştirilmememiş olmasından dolayı bertaraf edilemeyen bu etkilerin başvurucuya bir külfet yükleyip yüklemediği gibi hususlar gözönünde bulundurulabilir.
55. Bu kapsamda bireyin hukuki durumu üzerinde birtakım etki ve sonuçlar doğurduğu, dolayısıyla hak ve menfaatlerini etkilediği çok açık olan bir idari işlemi yargı mercileri önünde uyuşmazlık konusu etme olanağından yoksun bırakılması bu konuda mahkemeye erişimini imkânsız hâle getirebileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir.
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
56. Bireysel başvuruya dayanak davada uyuşmazlık konusu edilen işlemler başvurucunun etik ihlalde bulunduğu yolundaki karar ile bu karara istinaden hakkında yaptırım uygulanmasına ilişkin işlemdir. Mahkeme, başvurucunun dava sürecinde emekli olmasını dayanak göstererek dava konusu işlemlerle olan menfaat ilişkisinin ortadan kalktığı gerekçesiyle uyuşmazlığın esasını incelememiştir.
57. Bireyin menfaatini etkilemeyen uyuşmazlıkların esası hakkında karar verilmemesi suretiyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin usul ekonomisi ile iyi adalet yönetimi ilkesinin sağlanarak kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi bakımından elverişli ve gerekli olmadığı ifade edilemez. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt ise orantılılıktır.Bu itibarla, uygulanan tedbirle başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.
58. Yukarıda yer verilen (bkz. §§ 23-25) Danıştay içtihadında ortaya konulduğu üzere bireylerin kamu görevlisi sıfatını haiz olmaları nedeniyle haklarında tesis edilen ve hukuki durumları üzerinde birtakım etki ve sonuçlar doğuran muhtelif mahiyetteki idari işlemlere karşı açtıkları davalarda kamu görevlisi statülerinin yargılama sürecinde sona ermiş olması idari işlemle olan menfaat bağını ortadan kaldıran bir durum olarak kabul edilmemektedir.
59. Anılan içtihattaki yaklaşımın öz itibarıyla statü hukukuna göre çalışan kamu görevlilerinin kamu personel hukuku kapsamında haklarında tesis edilen idari işlemlerin onların aktif meslek yaşamları haricinde maddi ve manevi varlıkları üzerinde de birtakım etki ve sonuçlar gösterebilmesi, öte yandan meri mevzuatın emeklilik/istifa/ihraç vb. sebeplerle kaybedilen kamu görevliliği statüsünün belirli koşullar altında yeniden kazanılmasına imkân sağlaması karşısında böyle bir durumda idari işlemin kişi üzerinde etkilerini devam ettirecek olması gibi gerekçelere dayandığı anlaşılmaktadır. Buna göre Danıştayın söz konusu içtihadının idari işlemin bireyin mevcut ve gelecekteki hukuki durumu üzerindeki olası tüm etki ve sonuçlarını dikkate almak suretiyle menfaat ihlali koşulundan hareketle uyuşmazlığın esasının incelenebilirliğinin tespitinde kamu yararı ile bireyin çıkarları arasındaki adil dengeyi gözeten, objektif ve hukuken kabul edilebilir ölçütler içerdiği görülmektedir.
60. Somut olayda etik ihlalde bulunduğu yönündeki idari kararın, akademik kariyeri de bulunan ve bu kariyerini TSK bünyesindeki kamu görevinden sonra da ve bu görevden bağımsız şekilde devam ettirmesine hukuken imkân bulunan başvurucunun gelecekteki akademik hayatı üzerinde birtakım hukuksal sonuçlar doğurma kapasitesinin olduğu, öte yandan etik ihlalde bulunduğu yönündeki tespit nedeniyle ilan edilen kadroya başvuruda bulunamadığından atanamamış olmasının başvurucunun kadroya bağlı mali hakları üzerinde de etkilerinin olabileceği, bu hâliyle söz konusu işlemlerin başvurucunun menfaatini etkilediği açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Bireysel başvuruya konu derece mahkemesi kararında ise belirtilen ölçütler kapsamında herhangi bir irdelemeye gidilmeksizin ve dava konusu işlemlerin başvurucunun tüm yaşantısı üzerindeki etki ve sonuçları görmezden gelinerek salt emekli olması nedeniyle kamu görevlisi statüsünün sona erdiğinden idari işlemin iptal edilmesindeki menfaatinin ortadan kalktığı yönünde şekilci bir yaklaşımla hareket edilmek suretiyle söz konusu işlemlerin hukuka uygunluk denetiminin yapılmadığı görülmektedir. Dolayısıyla belirtilen işlemlerin hâlen hukuken mevcut olduğu da bu noktada gözardı edilemez.
61. Yukarıda yer verilen tespitlere göre derece mahkemesinin somut davada başvurucunun dava konusu edilen işlemlerin iptal edilmesinde menfaati bulunup bulunmadığını değerlendirmesiyle ve buna dair usul kurallarını uygulamasıyla ilgili bu şekilci yorumunun, başvurucunun hukuksal durumunu etkileyen idari işlemden doğan uyuşmazlığın mahkeme önünde karara bağlanmasını engellediği görülmektedir. Bu suretle belirtilen işlemlerin hukuka uygun olup olmadığının yargı denetimi yolu ile ortaya konulması imkânından yoksun bırakılmasının ise söz konusu işlemlerin yukarıda yer verilen etki ve sonuçları dikkate alındığında başvurucuya ağır bir külfet yüklediği değerlendirilmiştir.
62. Bu sebeple başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
63. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Diğer İhlal İddiaları
64. Başvurucu, bireysel başvuru dilekçesinde ayrıca AYİM’in kuruluş ve yapısı itibarıyla bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmamasından, kararlarına karşı başvurulabilecek bir temyiz merciinin bulunmamasından ve karar düzeltme taleplerinin aynı daire tarafından incelenmesinden, karar düzeltme talebinin reddedilmesi nedeniyle para cezasına hükmedilmiş olmasından da şikâyet etmekte; bu sebeplerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
65. Somut başvuruya konu Mahkeme kararının Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna varıldığından başvurucunun ileri sürdüğü diğer şikâyetler hakkında ayrıca değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
66. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
67. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi ve uğradığı zararın tazminine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
68. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
69. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
70. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için -Anayasa'nın geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari yargı merciine GÖNDERİLMESİNE (AYİM İkinci Dairesinin 2/7/2014 tarihli ve E.2013/439, K.2014/1048 sayılı kararı),
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/7/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
KUDUS-İ ŞERİFTE KAİN MARYAKOP ERMENİ KİLİSESİ VAKFI BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2016/14982) |
|
Karar Tarihi: 12/9/2019 |
R.G. Tarih ve Sayı: 1/10/2019 - 30905 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan y. |
: |
Recep KÖMÜRCÜ |
Üyeler |
: |
M. Emin KUZ |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
Raportör |
: |
Özgür DUMAN |
Başvurucu |
: |
Kudus-i Şerifte Kain Maryakop Ermeni Kilisesi Vakfı |
Vekili |
: |
Av. Ali ELBEYOĞLU |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru bir vakfın mazbut vakıflar arasına alınması işlemine karşı açılan davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/8/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OL GULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
A. Uyuşmazlığın Arka Planı
8. Başvurucu merkezi Kudüs şehrinde olan Ermeni kilisesi vakfıdır.
9. Vakıflar Genel Müdürlüğünce (Genel Müdürlük) "İstanbul-Kumkapı'da Kudüs'e bağlı Maryakup Ermeni Kilisesi Vakfının" teftişi sonucu bir rapor düzenlenmiştir. Bu raporun ilgili kısmı şöyledir:
"...mezkûr vakfın 1322 tarihli ilâmla Kudüs'deki Maryakup Kilisesi fukaralarına yardım gayesi ile kurulduğu, Kudüs'deki Maryakup Ermeni Kilisesinin Ürdün Krallığı hudutları içerisinde kalan Ermeni Patrikhanesine bağlı olduğu, Kudüs Patrik Kaymakamı tarafından vakfın idaresi hususunda İstanbul Kumkapı'daki Ermeni Patrikhanesi Hukuk Müşaviri [M.A.ya] vekâletname verildiği, ancak vakfın gelir-giderlerinin hâlen İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğünce takip edildiği, bu durum muvacehesinde gelirleri ile yurt dışındaki gayesini gerçekleştirmesine fiilen imkân olmayan vakfın 2762 sayılı Vakıflar Kanununun 3513 sayılı Kanunla değişik 1. maddesinin (D) fıkrası gereğince mazbut vakıflar arasına alınması [uygun olur.]..."
10. Vakıflar Genel Müdürlüğü 12/4/1973 tarihli bir yazı ile söz konusu vakfın gelirlerinin kaç senedir idarelerince tahsil edildiği ve hangi kilisenin fukarasına sarf olunduğunun tetkikini İstanbul Bölge Müdürlüğünden sormuştur. Bölge Müdürlüğünce verilen cevap yazısında; gelir fazlalarının 1934 ila 1950 yıllarına ait olanlarının emanet hesabına alınarak Av. M.A.ya ödendiğini, ancak hangi kilisenin fukarasına sarf olunduğu veya paranın akıbeti hususunda bir bilgiye rastlanılmadığı bildirilmiştir.
11. İdare Meclisi 18/7/1973 tarihinde bu vakfın mazbut vakıflar arasına alınmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, 5/6/1935 tarihli ve 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu'nun 1. maddesinin birinci fıkrasının (D) bendine göre kanunen veya fiilen hayri hizmeti kalmamış olan vakıfların, Genel Müdürlükçe idare edileceği ve bunlara mazbut vakıflar denileceği belirtilmiştir. Kararda, bu hükme göre Türkiye'deki akarların meşrutunleyhi olan hayrata hizmeti ve gelirlerinin hayratına sarfı fiilen kalkmış olduğundan bu vakıf namına kayıtlı akarların mazbut vakıflar hâline geldiği ve Patrikhane ile Manastırın müdahale hakkının kalmadığı vurgulanmıştır. Ayrıca yönetici veya yönetim kurulu seçimine rastlanılmayan vakfın mülhak vakıf gibi idare edilerek yıllık kesin hesaplarının tanzim edildiği açıklanmıştır.
12. Bu vakfın vakfiyesine rastlanılmamış olup Rumi takvime göre 1322 tarihli (Miladi 1906-1907) bir hüccet mevcuttur. Söz konusu hüccetin ilgili kısmı şöyledir:
"Kudüsi şerifte kain ermeni milletine mahsus Mar Yakup manastırının ba senedi hakani mali müşteresı olan İzmid sancağına tabi Yalova kazasında Süleyman Bey mahallesinde mukaddema ... Sırf mülk bir bap hane maa bahçe ve elvyevm ... bir bap mağaza ve ... bir bap han ve ... Fırın maa odalar ve ... İki bap dükkan ve .. Bir kıta tarla manastırı mezkûrda vakfedilmek ve icareteyn suretiyle ileride talibine satılmak üzere vakfiyesinin tanzimi hakkında Kudüsü şerif ermeni patrikliği dersaadet vekili Kiğork Elpiskopos mührüyle memur nezareti celilei evkafa takdim olunup ... Kudüsü Şerifte vaki Mar Yakup manastırına merbut olmak üzere mukayyet iken ... İstanbul'da Kumkapı'da kâin Kudüsü Şerif ermeni patrikhanesine merbut patrikhane odasına varup ceridede ... huzurlarında akdi meclisi şer'i ali ettikte Kudüsü Şerifte kâin ermeni milletine mahsus Mar Yakup kilisesinde bulunan fukarai ruhi ve eytam ve bikesler vakfının mütevellisi ve Kudüsü şerif patrikliği dersaadet vekili hürmetlü Kiğork piskopos Efendi veledi papas ... İştira olunup taliplerine icar ile hasıl olan icarat ve gallatı meşrutünleh olan Kudüsü Şerifte kain Mar Yakup kilisesi evkafından olup benim asla ve kat'a alaka ve ... yoktur deyu ... [bittaleb ketb ve imlâ olundu]."
B. Başvuruya Konu İptal Davası Süreci
13. Başvurucu, mazbut vakıflar arasına alınma yönündeki idari işleme karşı 19/7/2012 tarihinde Ankara 15. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde 18/3/1888 tarihli St. James Kardeşliği Genel Kurulunca çıkarılan yönetmelikle kurulan ve aynı yönetmelikle Kudüs St. James Ermeni Patrikhanesince yönetilen bir vakıf olduğunu, Türkiye'de herhangi bir şubesi veya temsilcisinin de bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucu davaya konu idari işlemin hukuka aykırı olduğunu ifade etmiştir. Vakfın fakir ve fukaranın barınma, yeme ve içme masrafları ile eğitim masraflarının karşılanması için kurulduğunu belirten başvurucu yabancı vakıf statüsündeki vakıflar yönünden Genel Müdürlüğün işlem yapma yetkisinin olmadığını öne sürmüştür.
14. Davalı idarenin cevap dilekçesinde; başvurucunun 18/3/1888 tarihinde Kudüs'te kurulmuş bir vakıf olduğu ve o tarihte yürürlükte olan mevzuat gereği yabancı tüzel kişilerin Osmanlı toprağında taşınmaz edinmesine imkân bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca 16/2/1912 tarihli Eşhas-ı Hükmiyenin Emvali Gayrimenkuleye Tasarruflarına Mahsus Kanun-u Muvakkat hükümlerinden yalnızca Osmanlı cemaat ve müessesatı hayriyesinin yararlanabileceği ifade edilmiştir. Davalı idareye göre, yabancı bir hükmi şahıs olduğu için söz konusu mevzuata göre başvurucu Türkiye'de taşınmaz edinemeyeceğinden, kendisine ait olduğunu ileri sürdüğü taşınmazlar başka bir vakfa aittir. Bunun yanında, vakıf kayıtları arşivine göre 647 numaralı defterin 14. sayfasının 40. sırasında kayıtlı Kudüste Maryakop Ermeni Manastırı Vakfına ait Hicri 21 Zilhicce 1246 (Miladi 2/6/1831) tarihli hüccet ile Hicri 1270 (Miladi 1854) tarihli temessük kaydına göre söz konusu vakfın Şeyhülislam nezaretinde yönetilip Osmanlı devleti hukuk kurallarına göre kurulan ve işleyen bir vakıf olduğu belirtilmiştir. İdare başvurucu vakfın ise 1888 yılında İsrail'de kurulduğu ifade edildiğine göre bu vakıf ile bir ilgisinin olmadığını savunmuştur. İdare son olarak Hicri 1246 tarihli hüccete göre Miladi 1831 yılında kurulan vakfın 1948 yılında bağımsızlığını kazanan İsrail'de kurulan başvurucu vakıf ile aynı vakıf olmadığını ifade etmiştir.
15. Mahkeme 12/12/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Genel Müdürlüğün Kültür ve Tescil Daire Başkanlığı arşivindeki 647 numaralı defterin 14. sayfasının 40. sırasında kayıtlı 21 Zilhicce 1246 (Hicri) tarihli hüccete değinilmiştir. Gerekçede, Kudüs-i Şerifte Kain Maryakop Ermeni Manastırı Vakfından bahsedilen bu hüccete göre İstanbul'un çeşitli semtlerinde taşınmazı bulunan ve dava konusu işlemde mazbut vakıflar arasına alınan vakfın da bu hüccette geçen vakıf olduğunun kabulü gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme, Hicri 1246 yılının Miladi olarak 1831 yılına tekabül ettiğine işaret ederek bu açıdan mazbut vakıflar arasına alınan vakfın 1831 yılında mevcut olduğunu vurgulamıştır. Mahkeme başvurucu vakfın ise dava dilekçesinde belirtildiği üzere 18/4/1888 tarihli St. James Kardeşliği Genel Kurulunca çıkarılan yönetmelikle kurulduğunu belirtmiş, bu sebeple dava konusu işlemde bahsi geçen vakıf ile davacı vakfın aynı vakıf olmadıklarını açıklamıştır. Mahkeme başvurucu vakfın dava konusu işlemde bahsi geçen vakıf olmadığı kanaatiyle bu davayı açmada menfaatinin ve ehliyetinin bulunmadığı sonucuna varmıştır.
16. Başvurucunun temyiz ettiği karar Danıştay Onuncu Dairesince 15/12/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi ise aynı Daire tarafından 13/6/2016 tarihinde reddedilmiştir.
17. Nihai karar başvurucu vekiline 1/8/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu 26/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
C. Alacak Davası Süreci
19. Başvurucu İstanbul'un Üsküdar ilçesinde bulunan bazı taşınmazlara ilişkin olarak vakıf lehine icareteyn şerhi olmasına rağmen davalı idare tarafından taviz bedeli tahsil edilerek haksız olarak şerhlerin kaldırıldığı gerekçesiyle Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) 6/11/2013 tarihinde Genel Müdürlük aleyhine alacak davası açmıştır.
20. Asliye Hukuk Mahkemesi, Kudus-i Şerifte Kain Maryakop Ermeni Kilisesi Vakfı ile Mazbut Maryakop Ermeni Kilisesi Vakfının aynı olup olmadığını İstanbul Ermeni Patrikliğinden sormuştur. Patrikliğin 23/7/2013 tarihli yazısında, Maryakop Ermeni Kilisesi Manastırı Vakfının merkezinin Kudüs'te olup Türkiye'de Maryakop Ermeni Kilisesi adında merkezi olan bir vakfın bulunmadığı bildirilmiştir. Patriklik ayrıca Maryakop Ermeni Manastırı Dünya'da sadece Kudüs'te bulunduğunu ve Kudüs Ermeni Patrikliği tarafından idare edildiğini, Türkiye'de şubesinin bulunmadığını açıklamıştır.
21. Asliye Hukuk Mahkemesinin yazısı üzerine Dışişleri Bakanlığınca gönderilen cevap yazısının ekinde 30/8/2013 tarihli Kudüs Başkonsolosluğunun vakıf hakkındaki notu gönderilmiştir. Bu notta, vakıf hakkında bilgi edinmek üzere Piskopos ile görüşüldüğü, bu vakfın Selahaddin Eyyubi zamanından itibaren bin yılı aşkın bir süredir Kudüs'te bulunduğu ve Yavuz Sultan Selim'den başlamak üzere bütün Osmanlı padişahlarının manastıra ilişkin fermanlarının Patrikhanede saklandığı belirtilmiştir. Nota göre Patrikhanedeki eşyanın üzerinde İngilizcesi Saint Jamese karşılık gelen Maryakop Manastırı Vakfına ait olduğuna dair etiketler bulunmaktadır. Patrikhanenin tam adı The Armenian Orthodox Patriarchate (Convent) of St. James olarak geçmektedir. Notta Maryakop Kilisesi, Maryakop Manastırı, Maryakop Manastırı Vakfı gibi tanımların hepsinin halk tarafından Kudüs Ermeni Patrikhanesini işaret ettiği, Kudüs Ermeni Patriğinin vakfın başkanı olduğu belirtilmiştir. Ayrıca vakfın Ermeni toplumuna çeşitli hizmetler götürdüğü, 1865 yılında açılan kız okulunun 1927 yılından beri karma eğitim verdiği, vakfa bağlı bir din okulunun da bulunduğu açıklanmıştır. Son olarak Kudüs Eski Şehir'deki Ermeni mahallesinde vakfın hissedar olduğu taşınmazlardan toplanan gelirler ve cemaatin bağışları gibi gelir kalemlerinin olduğu ifade edilmiştir.
22. Asliye Hukuk Mahkemesi 24/3/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"... Toplanan deliller, Ermeni Patrikliği cevabi yazısı, İstanbul 15. İdare Mahkemesinin 2012/1162 esas 2013/1751 karar sayılı ilamı, keza İstanbul 10. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/18 esas ve 2014/156 karar sayılı ilamı nazara alındığında davacı Maryakop Ermeni Kilisesi Vakfı ile davalı idarenin belirttiği mazbut Maryakop Kilisesi Vakfının aynı vakıflar olmadığı, dava dilekçesinde belirtilen taşınmazlarla ilgili olarak da davacı vakfın bir ilgisinin olmadığı, davacı vakfın 8 Mart 1888 tarihinde St. James Kardeşliği Genel Kurulunca çıkarılan bir yönetmelikle kurulan bir vakıf olduğu, mazbut Maryakop Kilisesi Vakfının ise 1831 yılında Osmanlı İmparatorluğu döneminde kurulan bir vakıf olması nedeniyle davacı vakfın Maryakop Kilisesi Vakfı ile bu vakıf adına kayıtlı taşınmazlar ile bir ilgisi bulunmadığından açılan davanın reddi gerektiği sonucuna varmıştır."
23. Bu karar tebliğe çıkarılmamıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
24. 2762 sayılı mülga Kanun’un 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücut bulmuş vakıflardan
...
D - Kanunen veya fiilen hayri bir hizmeti kalmamış olan vakıflar,
...
Vakıflar Umum Müdürlüğünce idare olunur. Bunların hepsine birden (Mazbut vakıflar) denir.
(Değişik: 31/5/1949-5404/1 md.) Mütevelliliği vakfedenlerin fer`ilerine şart edilmiş vakıflara (Mülhak Vakıflar) denir. Bunlar mütevellileri tarafından idare olunur. Mütevelliler Vakıflar Genel Müdürlüğünün ve Genel Müdürlük de İdare Meclisinin kontrolü altındadır.
..."
25. 2762 sayılı mülga Kanun’un 18. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Birinci maddede zikredilen mülhak vakıfların tevliyetleri bu kanun hükümleri dairesinde Umum Müdürlükçe tevcih olunur. Milli sınırlar dışında kalan vakıfların mütevellilikleri vakfiyetlerine göre tevcih olunur."
26. 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bu Kanunun uygulanmasında;
...
Mazbut vakıf: Bu Kanun uyarınca Genel Müdürlükçe yönetilecek ve temsil edilecek vakıflar ile mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince Vakıflar Genel Müdürlüğünce yönetilen vakıfları,
Mülhak vakıf: Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve yönetimi vakfedenlerin soyundan gelenlere şart edilmiş vakıfları,
Cemaat vakfı: Vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış, mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıfları,
...
İfade eder."
27. 5737 sayılı Kanun’un 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Mazbut vakıflar, Genel Müdürlük tarafından yönetilir ve temsil edilir.
Mülhak vakıflar, Anayasaya aykırılık teşkil etmeyen vakfiye şartlarına göre Meclis tarafından atanacak yöneticiler eliyle yönetilir ve temsil edilir. Vakıf yöneticileri kendilerine yardımcı tayin edebilirler. Mülhak vakıf yöneticilerinde aranacak şartlar ile yardımcılarının nitelikleri yönetmelikle düzenlenir. Vakfiyedeki şartları taşımamaları nedeniyle kendilerine yöneticilik verilemeyenler bu şartları elde edinceye, küçükler ile kısıtlılar fiil ehliyetlerini kazanıncaya ve boş kalan yöneticilik yenisine verilinceye kadar, vakıf işleri Genel Müdürlükçe temsilen yürütülür.
Cemaat vakıflarının yöneticileri mensuplarınca kendi aralarından seçilir. Vakıf yöneticilerinin seçim usûl ve esasları yönetmelikle düzenlenir.
..."
28. 5737 sayılı Kanun’un 7. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce mazbut vakıflar arasına alınan vakıflarla, bu Kanuna göre mazbut vakıflar arasına alınan vakıflara bir daha yönetici seçimi ve ataması yapılamaz."
29. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı 14. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Dilekçeler,
...
c) Ehliyet,
...
yönlerinden sırasıyla incelenir."
30. 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek kararlar" kenar başlıklı 15. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;
...
b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,
...
Karar verilir."
B. Uluslararası Hukuk
31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
32. İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Ali Diren, B. No: 2015/13108, 18/4/2018, §§ 26-29.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
33. Mahkemenin 12/9/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
34. Başvurucu vakıf, mazbut vakıflar arasına alınma işlemine karşı açtığı davanın ehliyet yönünden reddedildiğinden yakınarak derece mahkemelerinin kararlarında belirtildiğinin aksine Türkiye'de bir merkezinin, şubesinin veya temsilcisinin olmadığını vurgulamıştır. Başvurucu; 18/3/1888 tarihli St. James Kardeşliği Genel Kurulunca çıkarılan bir yönetmelikle kurulan, aynı yönetmeliğe göre Kudüs St. James Ermeni Patrikhanesince yönetilen, İsrail'de faaliyet gösteren ve merkezi Kudüs şehrinde olan bir vakıf olduğunu belirtmiştir. Başvurucuya göre dava konusu idari işlemin muhatabı olan Maryakop Kilisesi Vakfı aynı vakıf olduğundan ortada tek bir vakıf bulunmaktadır. Başvurucu, davalı idarenin cevap dilekçesinde de bu vakfın Kudüs'te olduğunun ve Türkiye'deki temsilcisinin de başvurucunun avukatı olan Av. M.A. olduğunun kabul edildiğini ifade etmiştir.
35. Başvurucu ayrıca, Türkiye Ermeni Patrikliğinin konu hakkındaki yazısı ile Kudüs Başkonsolosluğunun raporunu delil olarak göstermiştir. Buna göre söz konusu vakfın ilk kuruluş tarihinin ne 1831 ne de 1888 olduğu, Yavuz Sultan Selim tarafından çıkarılan fermanla kurulduğu öne sürülmüştür. Başvurucu o günden beri Kudüs'te faaliyet gösterdiğini ve İstanbul, Erzurum ve Adana'da birçok taşınmazı bağış yoluyla edindiğini, Kudüs'ün elden çıkmasından sonra Türkiye'de kalan taşınmazlar yönünden sorunlar yaşandığını belirtmiştir. Başvurucu Cumhuriyet'in ilk yıllarında Türkiye'deki temsilcileri aracılığıyla mülklerin idare edildiğini, bu amaçla Av. M.A.nın yetkilendirildiğini, ancak daha sonra takip imkânının ortadan kalktığını ve davalı idarenin habersiz olarak vakfı mazbut vakıflar arasına aldığını beyan etmiştir. Başvurucu sonuç olarak merkezi yurt dışında olan bir vakfın yönetimine el konulamayacağını belirterek buna ilişkin olarak açılan davanın da ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
36. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun yukarıda yer verilen şikâyetlerinin özü, dava konusu işlemin muhatabı olan vakıf olmadığı gerekçesiyle idari işlemin iptali istemiyle açtığı davanın ehliyet yönünden reddedilmesine ilişkindir. Bu itibarla başvurucunun ihlal iddiaları adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
39. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
40. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
41. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
42. Bireyin kamu makamları tarafından kamu gücü kullanılarak hakkında gerçekleştirilen ve sonuçları itibarıyla hukuksal durumunu, dolayısıyla menfaatini etkileyen bir idari işlemle ilgili uyuşmazlığın mahkeme önünde incelenmesi imkânından yoksun bırakılması mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder.
43. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucunun mazbut vakıflar arasına alınmasına ilişkin idari işlemin uyuşmazlık konusu edildiği bir idari dava söz konusudur. Başvurucunun söz konusu idari işlemin iptali istemiyle açtığı davada, dava konusu işlemin muhatabının başka bir vakıf olduğu gerekçesine dayalı olarak reddedilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
44. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
45. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa'nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
46. Somut başvuruda, derece mahkemelerinin başvurucunun davaya konu idari işlemin muhatabı vakıf olmadığı gerekçesiyle davayı ehliyet yönünden reddettikleri anlaşılmaktadır. İdari yargıda dava açma ehliyetiyle ilgili düzenlemelere 2577 sayılı Kanun'un 28. ve 29. maddelerinde yer verildiği görülmektedir. Buna göre anılan hükümler mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağını oluşturmaktadır. Söz konusu kanun hükümlerinin somut olay bağlamında uygulanması ve sonuçları ise ölçülülük bağlamında değerlendirilecektir.
(2) Meşru Amaç
47. Anayasa'nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (Yusuf Bilin, B. No: 2014/14498, 26/12/2017, § 53; AYM, E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016, § 10).
48. Yargılama usullerinin düzenlenmesinde usul ekonomisinin gözetilmesi, bu suretle iyi adalet yönetiminin de sağlanarak kamu yararının gerçekleştirilmesi Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biridir. Dolayısıyla usul ekonomisi ile iyi adalet yönetimi ilkesi gözetilerek idari işlemlerin dava konusu edilebilirliğinin belli koşullara bağlanması mümkündür. Bu durumda müdahalenin yukarıda değinilen kamu yararının gerçekleştirilmesine yönelik meşru bir amaca dayandığı sonucuna ulaşılmıştır.
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
49. Anayasa Mahkemesi; bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, § 52).
50. Ölçülülük ilkesi, elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
51. Ölçülülüğün üçüncü alt ilkesi olan orantılılık, hakkın sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengenin sağlanmasını gerektirmektedir. Öngörülen tedbirin bireyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenmemesi gerekmektedir (Levent Tütüncü, B. No: 2015/3690, 18/7/2018, § 52).
52. Ehliyet kavramı, taraf ehliyeti ve dava ehliyeti kurumlarını kapsamaktadır. Öğretide ve uygulamada birleşildiği üzere dava ehliyeti, gerçek ve tüzel kişilerin medeni hakları kullanma yeterliğinin usul hukukunda somutlaşması, biçime dönüşmesidir. Taraf ehliyeti ise davada bir yan olma yeterliğini anlatır ve medeni haklardan yararlanma yeterliğinin usul hukukunda biçimlenişidir (AYM, E.1987/30,K.1988/5, 15/3/1988).
53. Dava konusu edilen bir idari işlemin iptali davasında davacının ehliyetinin olup olmadığını belirleme ve mevzuatı bu yönüyle yorumlama görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Derece mahkemeleri, önlerindeki uyuşmazlığın niteliğini ve ilgili mevzuat hükümlerini gözönünde bulundurarak davacının dava konusu işlemin muhatabı olup olmadığını, işlemin davacının hukuki durumu üzerinde yaratabileceği etki ve sonuçlardan hareketle menfaatini ihlal edip etmediğini değerlendirirler. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava konusu edilen işlemin başvurucunun menfaatini ihlal edip etmediğinin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, derece mahkemelerinin idari işlemin bireyin menfaatini etkilemediğiyle ilgili yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir (bazı farklarla birlikte bkz. Levent Tütüncü, § 53).
54. Derece mahkemeleri, dava konusu edilen işlemin bireyin menfaatini ihlal edip etmediğini irdelerken ve buna dair usul kurallarını uygularken söz konusu düzenlemenin getirilmesiyle ulaşılmak istenen kamu yararı ile bireyin menfaatleri arasında adil bir denge gözetmelidir (Levent Tütüncü, § 54).
55. Bu kapsamda bireyin hukuki durumu üzerinde birtakım etki ve sonuçlar doğurduğu, dolayısıyla hak ve menfaatlerini etkilediği çok açık olan bir idari işlemi yargı mercileri önünde uyuşmazlık konusu etme olanağından yoksun bırakılması bu konuda mahkemeye erişimini imkânsız hâle getirebileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir(Levent Tütüncü, § 55).
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
56. Bireysel başvuruya dayanak olan davada uyuşmazlık konusu, bir vakfın mazbut vakıflar arasına alınmasına ilişkin işlemdir. Mahkeme, başvurucunun dava konusu işlemin muhatabı olan vakıf olmadığı gerekçesiyle ehliyet yönünden davanın reddine karar vermiştir.
57. Somut olaydaki müdahalenin elverişliliğini veya gerekliliğini değerlendirmeyi gerektirir bir durum bulunmayıp ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.
58. Başvurucu vakıf, merkezi Kudüs'te bulunan ve Kudüs Ermeni Patrikliği tarafından idare edilen tek bir vakfın bulunduğunu ve başka bir vakıf olmadığını öne sürmüştür.
59. Başvurucunun dayandığı belgelerden olan İstanbul Ermeni Patrikliğinin 23/7/2013 tarihli yazısında, Maryakop Ermeni Manastırının Dünya'da sadece Kudüs'te olduğu ve Kudüs Ermeni Patrikliği tarafından yönetildiği belirtilmiştir. Dışişleri Bakanlığına yazılan yazı üzerine gönderilen cevap ekindeki notta ise İstanbul'da bulunan kilisenin ayrı bir vakfı olup olmadığı belirtilmemiş, ancak Kudüs'te bulunan vakfın Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren fermanlarla verilen izinler çerçevesinde faaliyet gösterdiği açıklanmış ve Kudüs'teki vakıfla ilgili bilgilere yer verilmiştir.
60. Bunun yanında başvuruya konu dava dosyasına sunulan ve dava konusu idari işlemin dayanağı olan Genel Müdürlükçe düzenlenen denetim raporunda, Maryakop Ermeni Kilisesi Vakfının Kudüs'e bağlı olduğu ve 1322 tarihli ilamla Kudüs'teki Maryakop Ermeni Kilisesi fukarasına yardım etmek için kurulduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca Kudüs Ermeni Patrikliği tarafından vakfın idaresi hususunda İstanbul Kumkapı'daki Ermeni Patrikhanesi Hukuk Müşavirine vekâletname verildiği ifade edilmiştir. İdare ve derece mahkemeleri vakfın Hicri 1246 tarihli hüccette yer aldığını belirtmiş, ancak idarenin düzenlettirdiği raporda bu defa söz konusu vakfın 1322 tarihinde kurulduğu belirtilmiştir.
61. Diğer taraftan idari işlemin muhatabı olan vakfın işlerinin bir vekâletname çerçevesinde İstanbul Ermeni Patrikliği bünyesinde görev yapan bir avukat tarafından yürütüldüğü görülmektedir. 1322 tarihli hüccette de "Kudüsü Şerif Ermeni Patrikliği Dersaadet vekili", "Kudüsü şerifte vaki Maryakup Manastırına merbut", "Kudüsü Şerifte kain Ermeni milletine mahsus Maryakup kilisesinde bulunan ... vakfının mütevellisi" gibi ifadeler kullanılmaktadır.
62. Buna göre olayda gerçekten de iki ayrı vakfın bulunup bulunmadığı ve başvurucunun davaya konu idari işlemin muhatabı olup olmadığı hususundaki belirsizliğin bütün açıklığıyla giderilemediği görülmektedir. Dolayısıyla başvurucunun dava konusu idari işlemin muhatabı vakıf olup olmadığı hususunda derece mahkemelerince yeterli bir araştırma yapılmadan davanın ehliyet yönünden reddi yönünde karar verildiği sonucuna varılmıştır. İdarenin ve başvurucunun sunduğu kayıt ve belgeler ile özellikle dava konusu idari işlemden önce söz konusu vakfın işlerinin yürütülme süreçleri ve tarihçesi incelenerek başka bir vakfın mevcut olup olmadığının bütün ilgili kurum ve kuruluşlardan araştırılmak suretiyle bu belirsizliğin giderilmesinin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Bu şekilde başka bir vakfın mevcut olup olmadığı ilgili ve yeterli bir araştırma ile kesin olarak tespit edilmeden davanın ehliyet yönünden reddedilmesi başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemektedir.
63. Bu sebeple başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
64. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
65. Başvurucu idare tarafından mazbut vakıflar arasına alınması ve taşınmazlarından yoksun bırakılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
66. Somut başvuruda davanın ehliyet yönünden reddedilmesinin Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna varıldığından başvurucunun mülkiyet hakkının ihlali iddiası çerçevesinde ileri sürdüğü diğer şikâyetler hakkında bu aşamada ayrıca değerlendirme yapılmasına gerek olmadığına karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
67. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
68. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).
69. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
70. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).
71. Buna göre; Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
72. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır (Mehmet Doğan, § 60).
73. Başvurucu, başvuruya konu yargı kararının iptal edilmesi talebinde bulunmuştur.
74. Yeterli araştırma yapılmadan davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varıldığından, somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
75. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 15. İdare Mahkemesine (E.2012/1162, K.2013/1751) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
76. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL tutarındaki yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın bu aşamada ayrıca incelenmesine YER OLMADIĞINA,
D. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 15. İdare Mahkemesine (E.2012/1162, K.2013/1751) GÖNDERİLMESİNE,
E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/9/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
BİLLUR SOLAGAY BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2018/3709) |
|
Karar Tarihi: 11/2/2021 |
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan y. |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
Basri BAĞCI |
Raportör |
: |
Selçuk KILIÇ |
Başvurucu |
: |
Billur SOLAGAY |
Vekili |
: |
Av. Nurgül DAŞTAN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, acele kamulaştırma kararının iptali istemiyle açılan davada menfaat koşulunun bulunmadığı gerekçesiyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/1/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
A. Başvuruya Konu İptal Davası Süreci
8. 19/10/2006 tarihli ve 2006/11296 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile İstanbul'un Fatih ilçesi Hatice Sultan Mahallesi'nde kâin 467 pafta, 2525 ada, 46 parsel sayılı taşınmazın acele kamulaştırma usulüyle kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Söz konusu karar 13/12/2006 tarihli ve 26375 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Anılan taşınmazın tapu kaydına göre taşınmazın hissedarlarından biri Murat oğlu İbrahim'dir.
9. Başvurucu, söz konusu taşınmazda pay sahibi olduğunu ileri sürerek 19/10/2006 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle Danıştayda dava açmıştır. Başvurucunun mahkemeye sunduğu ve İstanbul 16. Asliye Hukuk Hâkimliğince verilen 24/6/1969 tarihli veraset ilamına göre başvurucu, Emrullah oğlu İbrahim Solagay'ın mirasçısı olan Ahmet Hasan Solagay'ın mirasçısıdır.
10. Davaya bakan Danıştay Altıncı Dairesi (Daire) 14/7/2009 tarihli ara kararıyla taşınmazın tapu kaydında adı geçen Murat oğlu İbrahim ile başvurucunun sunduğu veraset ilamında adı geçen Emrullah oğlu İbrahim Solagay'ın aynı kişi olduğunu gösteren nüfus kayıt örneği vb. her türlü bilgi ve belgenin gönderilmesini istemiş ancak başvurucu herhangi bir belge ibraz etmemiştir.
11. Daire 8/2/2010 tarihli kararıyla davayı ehliyet yönünden reddetmiştir. Daire, başvurucunun tapu kaydında adı geçen Murat oğlu İbrahim ile kendisinin mahkemeye sunduğu veraset ilamında geçen Emrullah oğlu İbrahim Solagay'ın aynı kişi olduğunu ispatlayamadığını vurgulamıştır.
12. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 3/4/2013 tarihli kararıyla onanmıştır.
13. Bu süre zarfında başvurucu, tapu kaydındaki baba isminin tashihi talebiyle 11/5/2010 tarihinde İstanbul 14. Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu kaydının düzeltilmesi davası açmış; yine mirasçılık belgesi istemiyle 13/12/2012 tarihinde İstanbul 7. Sulh Hukuk Mahkemesine başvuruda bulunmuştur. Ayrıca başvurucu; uyuşmazlığa konu gayrimenkulün maliki olan dedesi İbrahim'in babasının adının tapuda sehven Murat olarak yazıldığını, dedesinin babasının gerçek isminin Emrullah olduğunu belirterek Emrullah oğlu İbrahim ile Murat oğlu İbrahim'in aynı kişi olduğunun tespitine karar verilmesi istemiyle 5/8/2013 tarihinde İstanbul 23. Asliye Hukuk Mahkemesinde de tespit davası açmıştır.
14. Başvurucu, uyuşmazlığa konu taşınmazın tapuda adına kayıtlı olduğu kişinin mirasçısı olduğunu ve uyuşmazlıkla menfaat ilişkisinin bulunduğunu ispatlamak amacıyla açtığı davaların bekletici mesele yapılması talebini de içeren 9/9/2013 tarihli dilekçeyle kararın düzeltilmesi isteminde bulunmuştur.
15. İDDK'nın 5/11/2014 tarihli ara kararıyla, başvurucunun murisinin pay sahibi olduğunu belirttiği acele kamulaştırmaya konu edilen taşınmazın tapuda adına kayıtlı olduğu kişinin mirasçısı olduğunu ispatlamak amacıyla tapudaki kaydın düzeltilmesi davası açtığı, öte yandan tapuda malik görünen kişinin başvurucunun nüfus kaydında ve veraset ilamında adı geçen murisi ile aynı kişi olduğunun tespit edilmesi amacıyla da tespit davası açtığı belirtilerek sözü edilen davalar hakkında karar verilinceye kadar dosyanın bekletilmesine karar verilmiştir.
16. İDDK tarafından 20/4/2016 tarihinde İstanbul 7. Sulh Hukuk Mahkemesine müzekkere yazılmış ve başvurucunun muris İbrahim Solagay'ın veraset ilamı ile ilgili olarak açtığı davada davanın kabulüne ilişkin 6/2/2013 tarihli kararın Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 31/3/2014 tarihli kararıyla bozulması üzerine uyuşmazlık hakkında bir karar verilip verilmediği, verilmiş ise sonucu ile kararın bir örneğinin gönderilmesi, henüz bir karar verilmemiş ise davanın ne aşamada olduğunun bildirilmesi hususunda gereği rica edilmiştir. İstanbul 7. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen 15/5/2016 tarihli cevapta Yargıtayın bozma kararı üzerine dosyanın yeniden esasa kaydedildiği ancak davanın takip edilmemesi üzerine 6/11/2014 tarihinde işlemden kaldırıldığı ve 3/4/2015 tarihinde de davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği belirtilmiştir.
17. Bekletme kararından sonra 25/10/2017 tarihinde İDDK tarafından 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 54. maddesinde yazılı nedenler bulunmadığı gerekçesiyle kararın düzeltilmesi isteminin reddine hükmedilmiştir.
18. Nihai karar, başvurucu vekiline 20/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. Başvurucu 19/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. Mirasçılık Belgesi İstemine Yönelik Dava Süreci
20. Başvurucu, muris İbrahim Solagay'ın veraset ilamı talebiyle 13/12/2012 tarihinde İstanbul 7. Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. İlgili Mahkemece 6/2/2013 tarihinde talebin kabulüne karar verilerek 72pay olarak kabul olunan miras ilgili mirasçılar arasında paylaştırılmıştır. Mahkemece ayrıca, başvurucunun dedesi İbrahim Solagay'ın 9/12/1933 tarihinde vefatıyla mirasçısı olarak kalanlardan başvurucunun babası Ahmet Hasan Solagay'ın 31/7/1998 tarihinde vefat ettiği de belirtilmiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 31/3/2014 tarihli hükmüyle, taraf teşkili sağlanmaksızın işin esası hakkında karar verildiği gerekçesiyle bozulmuştur.
21. Bozma kararı üzerine tekrar esas numarası alan dava, takip edilmemesi üzerine ilgili Mahkemenin 6/11/2014 tarihli kararıyla işlemden kaldırılmış ve 3/4/2015 tarihinde de davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
C. Tespit Davası Süreci
22. Başvurucu tarafından 5/8/2013 tarihinde İstanbul 23. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tespit davasında 27/2/2018 tarihinde davanın kabulüne hükmedilmiş ve Emrullah oğlu İbrahim ile Murat oğlu İbrahim'in aynı kişi olduğunun tespitine karar verilmiştir.
23. Anılan kararın gerekçesinde özetle dava konusu İstanbul'un Fatih ilçesi Hatice Sultan Mahallesi, 467 pafta, 2525 ada, 46 parselde iken kamulaştırma sonrası tevhit edilerek 3039 ada, 1 parsel olarak tescil olan taşınmazın Emrullah oğlu İbrahim adına kayıtlı olduğu, Mahkemece tapu kütükleri üzerinde Osmanlıca konusunda uzman bilirkişi aracılığıyla yapılan incelemeden belgelerdeki Emrullah isminin Allah lafzı elif ve güzel he ile kısaltıldığı, baştaki elif görülmediği takdirde Murat isminin yazılımı ile Emrullah isminin yazılımının el yazısında karıştırıldığının anlaşıldığı ve davanın kabulüne Emrullah oğlu İbrahim ile Murat oğlu İbrahim'in aynı kişi olduğunun tespitine karar verildiği belirtilmiştir.
24. Bahsi geçen kararın taraflarca istinaf edilmemesi üzerine hüküm 6/6/2018 tarihinde kesinleşmiştir.
D. Tapu Kaydının Düzeltilmesi Davası Süreci
25. İstanbul 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 6/11/2018 tarihli kararıyla, İstanbul 23. Asliye Hukuk Mahkemesinde toplanan deliller ve Mahkemeye getirtilen kayıtlar ile de tapu kaydındaki Murat oğlu İbrahim'in başvurucunun dedesi olduğu kanıtlanan Emrullah oğlu İbrahim olduğu anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
26. Söz konusu karara karşı taraflarca istinaf başvurusunda bulunulmuştur ve dava derdest durumdadır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
27. 2577 sayılı Kanun'un "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"1. İdari dava türleri şunlardır:
a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları..."
28. 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı 14. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Dilekçeler,
...
c) Ehliyet,
...
yönlerinden sırasıyla incelenir."
29. 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek karar" kenar başlıklı 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;
...
b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,
...
Karar verilir."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
30. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
31. İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Ali Diren, B. No: 2015/13108, 18/4/2018, §§ 26-29.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 11/2/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
33. Başvurucu; menfaat ilişkisini ispatlamak amacıyla davalar açtığını, karar düzeltme aşamasında taraf ehliyetini ispatlamaya yönelik davalar sonuçlanıncaya kadar dosyanın bekletilmesine karar verilmiş olmasına karşın bu karara riayet edilmeyerek ve herhangi bir bildirim yapılmayarak davanın usulden reddine hükmedildiğini, haksız şekilde yargı yolunun sonlandırıldığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
34. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun yukarıda yer verilen iddialarının adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı
37. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
38. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık kapsamında bir talebi mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (AYM, E.2013/40, K.2013/139, 28/11/2013).
39. Bireyin kamu makamları tarafından kamu gücü kullanılarak hakkında gerçekleştirilen ve sonuçları itibarıyla hukuksal durumunu, dolayısıyla menfaatini etkileyen bir idari işlemle ilgili uyuşmazlığın mahkeme önünde incelenmesi imkânından yoksun bırakılması mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil edebilir (Levent Tütüncü, B. No: 2015/3690, 18/7/2018, § 40).
40. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu tarafından, murisinin pay sahibi olduğunu belirttiği taşınmazın acele kamulaştırılmasına ilişkin kararın uyuşmazlık konusu edildiği bir idari dava söz konusudur. Söz konusu idari işlemin iptali istemiyle açılan davada başvurucunun uyuşmazlığa konu taşınmazla olan menfaat ilişkisini açıkça ortaya koyamadığı gerekçesiyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim haklarına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
41. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
42. Anayasa'nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (Yusuf Bilin, B. No: 2014/14498, 26/12/2017, § 53; AYM, E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016, § 10).
43. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa'nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
44. Somut başvuruda, davanın esasının incelenmemesi yönündeki mahkeme kararının idari işlemlere karşı iptal davası açılabilmesi için öngörülen menfaat koşulunun bulunmadığı gerekçesine dayandığı görülmektedir. Belirtilen koşulun idari yargıya ilişkin usul hukuku kuralları kapsamında dava açma ehliyetinin unsurlarından biri olduğu ve bu müesseseyle ilgili düzenlemelere de 2577 sayılı Kanun'un 14. ve 15. maddelerinde yer verildiği görülmektedir. Dolayısıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
(2) Meşru Amaç
45. İdari makamlar tarafından gerçekleştirilen ancak bireyin menfaatini etkilemeyen, bir başka ifadeyle birey üzerinde herhangi bir hukuksal sonuç doğurmayan işlemlerin uyuşmazlık konusu yapılarak hem yargının hem de idarenin sürekli ve gereksiz bir biçimde meşgul edilip işleyemez hâle gelmesini engellemek, bu suretle gerek yargı hizmetinin gerekse idarenin asli görevi olan kamu hizmetlerinin hızlı, düzenli ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak düşüncesiyle davacı ile arasında menfaat bağı kurulamayan işlemlerden doğan uyuşmazlıkların esasının incelenmemesi idari yargıya ilişkin bir usul kuralı olarak düzenlenmiştir (Levent Tütüncü, § 47).
46. Yargılama usullerinin düzenlenmesinde usul ekonomisinin gözetilmesi, bu suretle iyi adalet yönetiminin de sağlanarak kamu yararının gerçekleştirilmesi Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biridir. Dolayısıyla usul ekonomisi ile iyi adalet yönetimi ilkesi gözetilerek idari işlemlerin dava konusu edilebilirliğinin belli koşullara bağlanması mümkündür (Levent Tütüncü, § 48).
47. Somut olayda usul kurallarını yorumlayan derece mahkemesince, başvurucu tarafından dava konusu işlemin iptalini istemeye yönelik menfaatin açıkça ortaya konulamadığı gerekçesiyle idari işleme karşı açılan iptal davasının esasını incelememesinin yukarıda değinilen kamu yararının gerçekleştirilmesine yönelik meşru bir amaca dayandığı sonucuna ulaşılmıştır.
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
48. Anayasa Mahkemesi; bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
49. Ölçülülük ilkesi, elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
50. Ölçülülüğün üçüncü alt ilkesi olan orantılılık, hakkın sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengenin sağlanmasını gerektirmektedir. Öngörülen tedbirin bireyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenmemesi gerekmektedir (Levent Tütüncü, § 52).
51. Dava konusu edilen bir idari işlemin bireyin menfaatini ihlal edip etmediğini belirleme ve mevzuatı bu yönüyle yorumlama görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Derece mahkemeleri, önlerindeki uyuşmazlığın niteliğini ve ilgili mevzuat hükümlerini gözönünde bulundurarak dava konusu işlemin davacının hukuki durumu üzerinde yaratabileceği etki ve sonuçlardan hareketle menfaatini ihlal edip etmediğini değerlendirir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava konusu edilen işlemin başvurucunun menfaatini ihlal edip etmediğinin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, idari işlemin bireyin menfaatini etkilemediğiyle ilgili derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir (Levent Tütüncü, § 53).
52. Derece mahkemeleri, dava konusu edilen işlemin bireyin menfaatini ihlal edip etmediğini irdelerken ve buna dair usul kurallarını uygularken söz konusu düzenlemenin getirilmesiyle ulaşılmak istenen kamu yararı ile bireyin menfaatleri arasında adil bir denge gözetmelidir (Levent Tütüncü, § 54).
53. Bu kapsamda bireyin hukuki durumu üzerinde birtakım etki ve sonuçlar doğurduğu, dolayısıyla hak ve menfaatlerini etkilediği çok açık olan bir idari işlemi yargı mercileri önünde uyuşmazlık konusu etme olanağından yoksun bırakılması bu konuda mahkemeye erişimini imkânsız hâle getirebileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (Levent Tütüncü, § 55).
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
54. Bireysel başvuruya dayanak olan davada uyuşmazlık konusu, başvurucu tarafından murisinin pay sahibi olduğu belirtilen taşınmazın acele kamulaştırılmasına ilişkin işlemdir. Daire, başvurucunun uyuşmazlığa konu taşınmazla olan menfaat ilişkisini açıkça ortaya koyamadığı gerekçesiyle ehliyet yönünden davanın reddine karar vermiştir.
55. Başvurucu, uyuşmazlığa konu taşınmazın tapuda adına kayıtlı olduğu kişinin mirasçısı olduğunu ve uyuşmazlıkla menfaat ilişkisinin bulunduğunu ispatlamak amacıyla 11/5/2010 tarihinde İstanbul 14. Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu kaydının düzeltilmesi davası açmıştır. Başvurucu ayrıca 13/12/2012 tarihinde İstanbul 7. Sulh Hukuk Mahkemesinde veraset ilamı talepli dava ile 5/8/2013 tarihinde İstanbul 23. Asliye Hukuk Mahkemesinde dedesinin babasının gerçek isminin Emrullah olduğu ve bu nedenle Emrullah oğlu İbrahim ile tapuda sehven yazılan Murat oğlu İbrahim'in aynı kişi olduğunun tespiti istemiyle dava açmış ve bu hususları kararın düzeltilmesi dilekçesinde belirterek anılan davaların bekletici mesele yapılması talebinde bulunmuştur.
56. İDDK'nın 5/11/2014 tarihli ara kararı ile sözü edilen davalar hakkında karar verilinceye kadar dosyanın bekletilmesine kararın düzeltilmesi aşamasında karar verilmiştir. İDDK tarafından 20/4/2016 tarihinde İstanbul 7. Sulh Hukuk Mahkemesine müzekkere yazılarak başvurucunun muris İbrahim Solagay'ın veraset ilamı ile ilgili olarak açtığı davanın durumu hakkında bilgi istenmiş; ilgili Mahkeme, takip edilmemesi nedeniyle söz konusu davanın 6/11/2014 tarihinde işlemden kaldırıldığını ve 3/4/2015 tarihinde de davanın açılmamış sayılmasına karar verildiğini bildirmiştir. İDDK 25/10/2017 tarihinde bekletme kararıyla ilgili herhangi bir gerekçe ve açıklamaya yer vermeksizin 2577 sayılı Kanun'un 54. maddesinde yazılı nedenler bulunmadığı gerekçesiyle kararın düzeltilmesi isteminin reddine hükmetmiştir.
57. Bireyin menfaatini etkilemeyen uyuşmazlıkların esası hakkında karar verilmemesi suretiyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin usul ekonomisi ile iyi adalet yönetimi ilkesinin sağlanarak kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt ise orantılılıktır. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.
58. Somut olayda başvurucu tarafından, uyuşmazlığa konu taşınmazla olan menfaat ilişkisini kanıtlayabilmek için gerekli tüm yargısal süreçlerin işletildiği ve bunun üzerine İDDK tarafından sözü edilen davalar hakkında karar verilinceye kadar dosyanın bekletilmesine karar verildiği görülmektedir. Bununla birlikte İDDK'nın bekletme kararında haklarında karar verilinceye kadar beklenileceğini belirtmesine karşın başvurucunun uyuşmazlığa konu taşınmazla menfaat ilişkisini ortaya koyacak esas davalar olan tapu kaydının düzeltilmesi ve tespit davalarına yönelik herhangi bir inceleme yapmadan, söz konusu davaların sonuçlarını beklemeden ve bu hususa yönelik herhangi bir açıklamaya da yer vermeden, sadece veraset ilamına yönelik davanın açılmamış sayılmasına karar verildiğinin tespiti üzerine kararın düzeltilmesi isteminin reddine hükmettiği anlaşılmaktadır.
59. Buna göre başvurucunun iddiasını kanıtlamak ve menfaat durumunu ortaya koyabilmek için açtığı, kanıt olarak belirttiği ve İDDK tarafından da kanıt olarak değerlendirilerek haklarında karar verilinceye kadar bekleneceği belirtilen yargısal süreçlerin sonuçlanmasının beklenilmemesi nedeniyle başvurucunun uyuşmazlığa konu taşınmazla olan menfaat ilişkisine yönelik belirsizliğin bütün açıklığıyla giderilemediği ve bu kapsamda davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle başvurucuya ağır bir külfet yüklendiği değerlendirilmiştir.
60. Bu sebeple başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
61. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Engin YILDIRIM ve M. Emin KUZ bu görüşe katılmamışlardır.
B. Diğer İhlal İddiaları
62. Başvurucu; başvuruya konu davada henüz taraf ehliyeti dahi sağlanmadan haksız bir şekilde karar verildiği belirtilerek mülkiyet, konut ve etkili başvuru hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
63. Somut başvuruya konu mahkeme kararının Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna varıldığından başvurucunun bu iddiaları hakkında ayrıca değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
64. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
65. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi ve 10.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
66. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
67. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
68. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
69. İncelenen başvuruda başvurucunun açtığı davanın menfaat koşulunun bulunmadığı gerekçesiyle esasının incelenmemesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Daire kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
70. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Danıştay Altıncı Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
71. Anayasa Mahkemesinin yukarıda aktarılan değerlendirmesi ve vardığı sonuç yalnızca mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin olup davanın esasına ilişkin bir tespit içermemektedir.
72. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Engin YILDIRIM ve M. Emin KUZ'un karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Diğer ihlal iddialarının incelenmesine GEREK BULUNMADIĞINA,
D. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Danıştay Altıncı Dairesine (E.2009/1769, K.2010/1159) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
F. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna (E.2013/4326, K.2017/3236) GÖNDERİLMESİNE,
I. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/2/2021 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
2018/3709 numaralı başvuruda azınlıkta kalan üye Sayın M.Emin Kuz’un karşı oyunda yazmış olduğu gerekçelerle çoğunluk görüşüne katılmadım.
Başkan y. Engin YILDIRIM |
KARŞIOY GEREKÇESİ
Acele kamulaştırma kararının iptali talebiyle açılan davada, menfaat şartının bulunmadığı gerekçesiyle ihtilafın esası incelenmeden verilen red kararından dolayı mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Kararın gerekçesinde; başvurucunun, iddiasını kanıtlamak ve menfaat durumunu ortaya koymak için tüm sorumluluklarını yerine getirmesine karşın, kanıt olarak sunduğu ve temyiz merciince de kanıt olarak değerlendirilen belgelerin elde edileceği yargı süreçlerinin beklenilmemesinden dolayı söz konusu belirsizliğin giderilemediği ve davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle başvurucuya ağır bir külfet yüklendiği belirtilerek anılan hakka yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
Söz konusu ölçülülük değerlendirmesi için öncelikle başvuru konusu iptal davası sürecinin incelenmesi gerekir.
Kararın dava sürecine ilişkin açıklamalar kısmında da belirtildiği gibi, 2006 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile acele kamulaştırma usulüyle kamulaştırılmasına karar verilen bir taşınmazda hisse sahibi olduğunu iddia ederek 19/10/2006 tarihinde Danıştay’da iptal davası açan başvurucu, Danıştay Altıncı Dairesinin 14/7/2009 tarihli ara kararıyla, tapu kaydında adı geçen kişi ile veraset ilamında adı geçen kök murisinin aynı kişi olduğunu kanıtlayacak her türlü bilgi ve belgenin gönderilmesinin istenmesine rağmen herhangi bir belge sunmamış ve anılan Dairenin 8/2/2010 tarihli kararıyla dava ehliyet yönünden reddedilmiştir.
Başvurucu bu kararı temyiz etmiş ve bu arada (yukarıda sözü edilen ara kararından yaklaşık on ay ve iptal davasının reddedilmesinden üç ay sonra) 11/5/2010 tarihinde asliye hukuk mahkemesinde, tapu kaydının düzeltilmesi talebiyle dava açmış; bu tarihten yedi ay sonra da 13/12/2012 tarihinde mirasçılık belgesi talebiyle sulh hukuk mahkemesine müracaat etmiştir.
Açtığı iptal davası sonucunda Danıştay Altıncı Dairesinin verdiği red kararına ilişkin temyiz talebinin Danıştay İdarî Dava Daireleri Kurulu (İDDK) tarafından 3/4/2013 tarihinde reddedilerek daire kararının onanmasından dört ay ve sulh hukuk mahkemesinden mirasçılık belgesi talep etmesinden de yaklaşık sekiz ay sonra başvurucu 5/8/2013 tarihinde asliye hukuk mahkemesinde, dayandığı veraset ilamında ve tapu kaydında farklı isimlerle belirtilen kişinin aslında aynı kişi olduğunun tespitine karar verilmesi talebiyle bir dava daha açmıştır.
Başvurucunun temyiz talebinin reddedilmesinden sonra karar düzeltme talebinde bulunması üzerine Danıştay İDDK 5/11/2014 tarihli ara kararı ile, başvurucunun yukarıda sözü edilen davaları hakkında karar verilinceye kadar beklenmesine karar vermiş; ancak başvurucu tarafından uzun süre bilgi verilmemesi ve bir talepte bulunulmaması üzerine İDDK tarafından 20/4/2016 tarihinde resen yazılan müzekkereye cevaben sulh hukuk mahkemesince verilen 15/5/2016 tarihli cevapta, davanın takip edilmemesi sebebiyle 6/11/2014 tarihinde (yani İDDK’nın mezkûr ara kararından bir gün sonra) dosyanın işlemden kaldırıldığı ve 3/4/2015 tarihinde davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği bildirilmiştir. Sulh hukuk mahkemesinin bu cevabından sonra da yaklaşık birbuçuk yıl bekleyen İDDK 25/10/2017 tarihinde karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, 2006 yılında açılan iptal davası sürecinde, başvurucunun sunduğu veraset ilamı ile tapu kaydında geçen isimler arasındaki fark sebebiyle ortaya çıkan belirsizliğin giderilmesi için Danıştay tarafından ilki davanın açılmasından üç yıl sonra (14/7/2009 tarihinde), ikincisi de sekiz yıl sonra (5/11/2014 tarihinde) davacıya (başvurucuya) iki defa imkân tanındığı, ancak başvurunun ilk ara kararından sonra tamamen hareketsiz kalarak hiçbir belge ibraz etmediği, ikincisinde de sulh hukuk mahkemesinde açtığı davayı takip etmeyerek müracaata bıraktığı ve sonunda davanın açılmamış sayılmasıyla sonuçlanmasına yol açtığı, karar düzeltme incelemesi sırasında 2014 yılında verilen ara kararının ardından üç yıl beklendikten sonra da 2017 yılında karar düzeltme talebinin reddedildiği tartışmasızdır.
Böylece, başvurucunun iptal davasını açtığı 2006 yılından çok uzun bir süre önce vefat eden kök murisinin -1969 yılında alınan veraset ilamındaki- isminin tapu kaydındakinden farklı olmasına rağmen, takip eden yıllarda tapu kaydında düzeltme yapılması için murisi veya kendisi tarafından hukukî yollara müracaat edilmediği gibi iptal davasının konusunu oluşturan ve adından da anlaşılacağı üzere acil bir mahiyet taşıyan acele kamulaştırma işlemiyle ilgili uyuşmazlıkta, önce Danıştay Altıncı Dairesinin sonra da İDDK’nın -ara kararlarıyla uzun süreler vererek- istediği belgeleri de (sadece bu belgelerin temini için tanınan) yaklaşık sekiz yıl boyunca Danıştaya sunmadığı, bu konuda gerekli davaları makul süreler içinde açmadığı ve mirasçılık belgesi için açtığı davayı da takip etmeyerek müracaata bıraktığı ve sonunda davanın açılmamış sayılmasına yol açtığı açıktır. Başka bir anlatımla, başvurucunun iddiasını kanıtlama ve menfaat durumunu ortaya koyma hususunda özen yükümlülüğüne uygun davrandığı söylenemez.
Bu sebeplerle, başvurucunun davadaki ehliyetini, yani menfaat durumuna ilişkin iddialarını kanıtlamak için sorumluluklarını gereği gibi yerine getirmediği, -uyuşmazlığın acele kamulaştırma işlemine ilişkin olmasından dolayı acil mahiyet taşımasına rağmen Danıştayın başvurucuya yeterince süre tanıdığı da dikkate alındığında- müdahalenin ölçülü olduğu, dolayısıyla mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği düşüncesiyle, çoğunluğun aksi yöndeki değerlendirmelerine ve ihlal kararına katılmıyorum.
Üye M. Emin KUZ |