İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM) “hukuki kesinlik”, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) ise “hukuki belirlilik” olarak adlandırdığı ilke, hukuk devletinin asli gereklerinden birisidir. İHAM ve AYM kararlarında, “hukuki kesinlik/belirlilik” ilkesi çoğu zaman “hukuki güvenlik” ilkesi ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. AYM’nin bazı kararlarında ise; “hukuki belirlilik” ilkesi, “hukuki güvenlik” ilkesinin bir unsuru şeklinde tanımlanmaktadır.
AYM’ye göre “hukuki belirlilik” ilkesi; “yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini” ifade etmektedir[1]. Yine AYM’ye göre, “belirlilik” ilkesi uyarınca “birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye ne tür müdahale yetkisini doğurduğunu, kanundan öğrenebilme imkanına sahip olmalıdır”. Nitekim ancak bu sayede kişi “kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir”[2].
Görüldüğü üzere “hukuki kesinlik/belirlilik” ilkesi, her şeyden önce, yasal düzenlemelerin açık, anlaşılır, uygulanabilir ve öngörülebilir olması gerektiğini ifade etmektedir. Ancak “hukuki kesinlik/belirlilik” ilkesi; yalnızca normatif düzenlemeleri değil, bunların uygulanma şeklini de ilgilendirmektedir. Gerçekten; görünüşte açık, anlaşılır ve öngörülebilir olan bir yasal düzenleme, uygulamada belirsizliğe, istikrarsızlığa, ciddi çelişkilere ve hatta eşitsizliklere yol açabilir. Bu durumda “hukuki kesinlik/belirlilik” ilkesine aykırılık; kanun koyucunun değil, yargı organlarının tutumundan kaynaklanmaktadır.
“Hukuki kesinlik/belirlilik” ilkesi, temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne veya Anayasaya uygunluğunun denetiminde kilit bir rol oynamaktadır. Bu ilkeye aykırılık; uyuşmazlığın konusuna bağlı olarak, müdahalede bulunulan hak veya özgürlüğün ihlaline (kanunilik koşulu bakımından) yol açabileceği gibi, ceza yargılamalarında “suçların ve cezaların kanuniliği” ilkesinin ihlaline veya bunlardan bağımsız olarak adil/dürüst yargılanma hakkının ihlaline neden olabilmektedir. Nitekim İHAM ve AYM; “hukuki kesinlik/belirlilik” ilkesinin, adil/dürüst yargılanma hakkının içerdiği bağımsız güvencelerden birisi olduğunu kabul etmektedir.
Son yıllarda; İHAM ve AYM önünde dile getirilen “hukuki kesinlik/belirlilik” ilkesinin ihlal edildiği yönündeki iddialar içinde, içtihat farklılığı veya tutarsızlığından kaynaklanan belirsizlik durumları önemli bir yer tutmaktadır. Bu durum, hukuki istikrar ve yargıya güven konularında kuşkular bulunduğuna işaret etmektedir. Oysa AYM’nin de vurguladığı üzere; “Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan ‘hukuki belirlilik veya güvenlik’ ilkesi (…) hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine güveni azaltarak yargısal bir belirsizliğe yol açabilir”[3]. “Hukuki kesinlik/belirlilik” ilkesi ile yargı sistemine ve adalete duyulan güven arasındaki ilişki İHAM tarafından da birçok kez dile getirilmiştir[4].
Bununla birlikte, her türlü içtihat uyuşmazlığının “hukuki kesinlik/belirlilik” ilkesine aykırılık oluşturacağı ve adil/dürüst yargılanma hakkını ihlal edeceği düşünülmemelidir. Öncelikle, belirli bir konudaki içtihadın zaman içerisinde değişiklik geçirebileceği kabul edilmelidir. Bu durum, yargı fonksiyonunun dinamik yapısından kaynaklanan bir ihtiyaçtır. Burada kararların gerekçesi özel bir önem kazanmaktadır. AYM’nin altını çizdiği gibi “aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması halinde, mahkemelerce, bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir”[5]. Diğer taraftan; aynı derecedeki mahkemeler arasındaki içtihat farklılıkları da tek başına, “hukuki kesinlik/belirlilik” ilkesine aykırılık olarak değerlendirilmemektedir[6].
Yüksek mahkemeler gündeme geldiğinde bu tespitler önemli ölçüde değişmektedir; zira yüksek mahkemelerin varlık sebepleri, ait oldukları yargı kolunda içtihat birliğini ve istikrarını sağlamaktır[7]. Adil/dürüst yargılanma hakkının bir gereği olarak “Devlet, aynı yargı koluna dahil mahkemeler arasındaki derin ve süregelen içtihat farklılıklarını ortadan kaldırabilecek nitelikte bir mekanizmayı kurmak ve bu mekanizmanın etkin bir şekilde işleyişini sağlayacak düzenlemeler yapmakla yükümlüdür”[8].
Aynı yüksek mahkemenin farklı daireleri veya kurulları da dahil olmak üzere aynı yargı koluna dahil mahkemeler arasında ortaya çıkan içtihat uyuşmazlıklar sözkonusu olduğunda İHAM ve AYM, adil/dürüst yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediğini üç kriter/soru çerçevesinde belirlemektedir[9]: 1) İçtihat farklılığı derin ve süregelen nitelikte midir? 2) İçtihat farklılığını ortadan kaldıracak bir mekanizma var mıdır? 3) Bu mekanizma etkili bir şekilde işletilerek farklılık giderilebilmiş midir?
İçtihat farklılığının aynı yargı kolu içinde ortaya çıkması durumunda, İHAM ve AYM, farklı değerlendirme ve yorumlardan hangisinin tercih edileceği konusunda doğal olarak bir tespitte bulunmamakla birlikte, kararlardaki değişimin “hukuki bir belirsizliğe yol açıp açmadığına ve başvurucu bakımından öngörülebilir olup olmadığına” dair bir inceleme yapmaktadır. Burada önemli olan husus, “yüksek mahkemelerin (…) aynı konuya ilişkin kararlarında davaların içeriğinden kaynaklanmayan farklı kabullerin bulunması hâlinde” bu tür bir inceleme yapılacağıdır[10]. İhtilaf konusu davalardaki olayların birbirinden farklılık göstermesi durumunda, çelişkili veya birbiriyle uyuşmayan kararlardan söz etmek mümkün değildir. Örneğin AYM, iş hukukuna ilişkin bir uyuşmazlık konusunda Yargıtay’ın farklı dairelerinin aynı konuda birbiriyle uyuşmayan kararlar vermesini incelemiş ve “Yargıtay dairelerinin ilamlarında yeterli gerekçeyle desteklenmeyen farklılıkların bulunmasının, başvurucunun açtığı davanın görülmesi bakımından hukuki belirsizliğe neden olduğu ve başvurucu açısından öngörülemez bulunduğu sonucuna” ulaşmıştır[11].
Bir yüksek mahkemenin aynı konuda birbiri ile uyuşmayan kararlar vermesi, “hukuki kesinlik/belirlilik” ilkesi bakımından son derece sorunlu bir durumdur. İHAM bir dizi başvuruda; Romanya Yüksek Mahkemesi kararlarında bu tür bir sorun tespit etmiş, bunun derece mahkemeleri kararlarına da yansıdığını, aynı konuda çelişkili hatta birbirinin zıttı kararların ortaya çıktığını, netice olarak toplumun yargıya olan güveninin zedelendiğini ifade etmiştir. İHAM; Yüksek Mahkemenin, uygulamadaki belirsizlikleri ortadan kaldıracağı yerde bizzat hukuki belirsizliğin kaynağı haline geldiğini belirterek “hukuki kesinlik” ilkesinin, dolayısıyla adil/dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir[12].
Yukarıda değinilen İHAM ve AYM kararlarının tamamı özel hukuk uyuşmazlıklarını ve idari yargının görev alanına giren uyuşmazlıkları konu alan başvuruları ilgilendirmektedir. Ancak bu kararlarda ortaya koyulan ilkelerin ceza yargılamaları bakımından da geçerli olacağı konusunda kuşku bulunmamaktadır.
Ceza yargılamasının doğası gereği, tamamen aynı olayları ele alan, birbirinin aynısı davaların olması ve bunlarda farklı kararlar çıkması pek olası değildir. Çünkü aynı olaylar olsa bile, sanıkların konumları ve sıfatları farklı olabilir. Ancak uygulamada; aynı olaylarda önce bir veya iki sanığın yargılanıp mahkum edildiği, diğer bir veya iki sanığın adaletten kaçtığı durumda, genellikle ilk yargılamada ortaya koyulup değerlendirilen delillerin ikinci yargılamada, yani kovuşturmada dinlenip değerlendirilmediği, tanığa soru sorma hakkının kısıtlandığı ve ilk mahkumiyete kararına hareketle ikincisinde de mahkumiyet kararları verilebildiği görülmektedir.
Yeri gelmişken; aynı olayda ilk davanın görülmesi ve bu sırada adaletten kaçan sanık bakımından delillerin ortaya koyulup değerlendirilmesi, soruşturmadan veya kovuşturmadan kaçan sanık yönünden yakalandığında veya teslim olduğunda başlayacak kovuşturma aşamasında yeterli görülmemeli, sanığa ve müdafine savunma, tanıklara soru sorma ve delillerin ortaya koyulup tartışılması olarak sıralayabileceğimiz usuli güvenceler sağlanmalıdır.
Konumuza dönecek olursak; birbirine çok benzeyen, aynı maddi olaylara ve kanıtlara dayanan, aynı kanun maddesinin uygulandığı, içerik itibariyle nerede ise aynı davalarla karşılaşmak pekala mümkündür. Bu gibi durumlarda, maddi olaylar ve sanık davranışları arasında herhangi bir farklılık bulunduğu gösterilmeksizin, sanıklardan birisi için suç delili olarak kabul edilen bir fiilin bir başka sanık açısından farklı değerlendirilmesi; bir kısım sanıklar hakkındaki mahkumiyet kararının onanmasına karşın diğerlerinin esastan bozulması, hatta nerede ise aynı aynı vaziyette olan sanıklardan bazıları hakkında mahkumiyet bazıları hakkında ise beraat kararları verilmesi “hukuki kesinlik/belirlilik” ilkesi ve bunun bir unsuru olan öngörülebilirlik bakımından, ayrıca “eşitlik” ilkesi açısından ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Bu kararların bir yüksek mahkemenin aynı dairesi tarafından verilmesi ise, başlı başına adil/dürüst yargılanma hakkını ihlal edecek nitelikte vahim bir durumdur.
Sonuç olarak; yargı sistemine, adalete ve hukuk devletine duyulan güvenin zedelenmemesi ve yargı kararlarının meşruluğunun güçlendirilmesi için, yüksek mahkemelerin, kendilerine yüklenen görev çerçevesinde, adil/dürüst yargılanma hakkının gereklerine uygun, istikrarlı, belirli, açık, öngörülebilir kararlar vererek derece mahkemelerine yol göstermeleri, yargı kararlarının her türlü keyfilikten uzak, “tarafsızlık”, “adalet” ve “eşitlik” ilkelerine uygun olarak verildiği konusunda toplumun güvenini, inancını kazanmaları gerekmektedir.
Prof. Dr. Ersan Şen
Dr. Erkan Duymaz
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
-----------------------
[1] E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013.
[2] Murat Daş, B. No: 2013/3063, 26/6/2014, § 42.
[3] Ercan Din, B. No: 2014/94, 8/6/2016, § 46.
[4] Örn., Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57.
[5] Ahmet Saygılı ve Şefika Saygılı, B. No: 2013/135, 21/1/2015, § 40.
[6] Ahmet Saygılı ve Şefika Saygılı, B. No: 2013/135, 21/1/2015, § 37.
[7] “Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir”. Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 56.
[8] Engin Selek, B. No: 2015/19816, 8/11/2017, § 58.
[9] Örn., Emel Boyraz/Türkiye, B. No: 61960/06, 02.12.2014; Teslime Aydoğan, B. No: 2015/4255, 9/6/2020.
[10] Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 58; Stefanica ve Diğerleri/Romanya, B. No: 38155/02, 2/11/2010, § 34.
[11] Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 72.
[12] Beian/Romanya, B. No: 30658/05, 06/12/2007, § 39; Lupeni Greek Catholic Parish ve diğerleri/Romanya [BD], B. No: 76943/11, 29/11/2016, § 126-127.