Hukukun en kötüsü, suçsuzu korkutandır.’ BEYDEBA

...

Türkiye’nin sorunlu olan konulardan birisi de ‘hukuk eğitimi ve öğretimi’dir. Ben eğitim konusunda uzman olan bir kişi değilim. Akademisyenlik kimliğim de yok. Bununla birlikte, her ikisi de üniversite tahsili yapmış iki çocuk sahibi bir babayım. Bilkent Üniversitesi İktisadi, İdari ve Siyasal Bilimler Fakültesinde on dört yıl ‘Huku­ka Giriş’, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesinde birkaç sömestre ‘Adli Yazışmalar ve Hukuki Metinler’, üç yıla yakın ‘Avukatlık Hukuku’ isimli seçimlik dersleri verdim. Altı yıl Ankara Barosu, üç yıl Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı yaptım. Kırk üç yıldır eylemli olarak avukatlık mesleğini icra ediyorum. Bu konumum ve yürüttüğüm görevler nedeniyle çok sayıda öğrencinin ve stajyerin yetiştirilmesinde emeği olan, genel olarak ülkemizdeki eğitim ve öğretim, özel olarak hukuk eğitimi konusunda yaşayarak, tecrübe ederek, uygulayarak bu konuda biraz da olsa fikir sahibi olan bir kişiyim.

Benim kişisel tespitlerime ve gözlemlerime göre, ülkemizde sadece hukuk fakülteleri öğrencileri değil, diğer fakültelerde okuyan öğrenciler de, üniversite eğitimi ve öğrenimi yapabilmek için gerekli alt yapıya ve donanıma sahip değildirler. Zira orta ve lise eğitimi ve öğretimi, öğrencileri üniversiteye hazırlama konusunda son derece yetersizdir. Buna göre Türkiye’de asıl çöken ve kimlik bunalımı içinde olan ilk-orta-lise eğitimi olmakla, öncelikle bu eğitim aşamalarının yeniden yapılandırılması gerekir. Gerek dershanelere ihale edilmiş olan, gerekse okullarda uygulanan eğitim sistemi, teste ve ezbere dayalı bir sistemdir. Bu sistem bütünüyle öğrencilerin test sorularını daha hızlı ve doğru cevaplandırma becerilerinin geliştirilmesi üzerine kuruludur. O nedenle ve ivedilikle mevcut sistemden vazgeçilmesi, tümevarımcı Sokratik bir modele, yani araştırma, sorgulama, analiz, eleştiri yapabilme becerilerinin yanı sıra, sözlü ve yazılı anlatım yeteneklerinin geliştirilmesi üzerine kurulu bir modele geçilmesi, eskiden olduğu gibi lise eğitimine lise bitirme/bakalorya sınavının getirilmesi gerekir.

İlk-orta-lise eğitim ve öğretim modeli ile programı böyle olmadığı içindir ki, günümüzde tamamen ezber üzerine kurulu bir programdan geçen ve yanı sıra teste dayalı üniversite giriş sınavlarına göre eğitilen ve fakültelerinde yapılan sınavlarda da teste tabi tutulan gençler, gerek öğrenimleri boyunca, gerekse üniver­siteden mezun olduktan ve mesleklerini icra etmeye başladıktan sonra ne yazık ki ‘daha zayıf yazmakta’ ve ‘daha kötü konuşmaktadırlar.’

Bu durumda, soruna önce ilk-orta-lise eğitiminden başlanılması, bu eğitim ve öğrenim süreçler­inin ezbere dayalı eğitim modelinden arındırılması, tartışmalı, analitik, tümevarımcı Sokratik bir eğitim ve öğretim modeline göre programlanması gerekir. Zira ve ancak bu suretle orta-lise eğitimini tamamlayan öğrenciler, üniversitede verilecek dersleri anlayabi­lecek, algılayabilecek, hazmedebilecek bir düzeye sahip olabilirler.

Diğer taraftan üniversitelerin geleneksel işlevleri, öğrencilerin kültür miraslarını tanımalarını, kendi zihinsel ve yaratıcı becerilerini kavramalarını, onların insan olarak sorumluluklarını bilen kişiler olarak, yani birer birey olarak yetişmelerini sağlamaktır. Bu ise ancak özgür, bağımsız, özerk üniversiteler ve buralarda görev yapan aynı niteliklere sahip akademisyenler eliyle mümkün olur. Esasen üniversite bilimsel çalışma yapılan yer, bilim de özgürlük olmakla, ister öğrenci, isterse akademisyen olsun, üniversite mensubu olmak özgür düşünceyi savunan bir birey haline gelmek, itaat ve biat etmenin, birilerine kulluk yapmanın, müritliğin yerine, bağımsız, özerk, özgür kişiliği koymak demektir.

Yine üniversite eğitimi sadece bir diploma ve meslek sahibi olmaktan ibaret de değildir. Aynı zamanda kişinin kendisini her yönden geliştirmesi, oldurması demektir. Bunu sağlayabilmesi için öğrencilerin sinemaya, tiyatroya, operaya, konserlere, sergilere, müzelere gitmeyi, kitap ve gazete okumayı bir alışkanlık ve zevk haline getirmeleri gerekir. Zira bütün bunlar özelde bireysel gelişimin, genelde üniversite eğitiminin ve dahi hayatın kendisinin ayrılmaz birer parçasıdır.

Soruna hukuk eğitimi ve öğrenimi yönünden yaklaşıldığında, yukarıda ifade edilenlere ek olarak şunları söylemek gerekir. Hukuk fakültelerine öğrenci kabulü, doğrudan fakültelerin kendilerinin yapacakları sınava bırakılmadır. Bu sınav, test usulü değil, hukuk öğrenimi yapmaya aday bir öğrencide bulunması gereken sözlü/yazılı anlatım yeteneğini, genel kültür düzeyini, analiz-sentez yapma, sorun çözme becerisini ölçecek ve değerlendirecek biçimde yapılmalıdır. Giriş için asgari puan/taban puan uygulaması getirilmelidir.  Hukuk fakültelerini ikinci fakülte haline getirmek, yani herhangi bir alanda lisans öğrenimi görmüş olanları hukuk fakültelerine kabul etmek yönüne gidilmelidir. Böyle bir düzenleme, pek çok kişi ikinci bir tahsili göze alamayacağı ve sadece avukat, yargıç, savcı, akademisyen olmayı pozitif hedef olarak seçenler hukuk fakültesine gideceği için beraberinde kaliteyi getirecektir. Bu düzenlemenin bir diğer yararı da, yukarıda sözü edilen meslekleri icra etme  yaşının yukarıya çekilmesini ve buna bağlı olarak bu mesleklere olgun ve nitelikli kazanımlar getirilmesini sağlamasıdır.

Hukuk eğitim ve öğretimi için şimdi olduğu gibi dört yıllık bir süre yeterlidir. Ancak ister dört yıl olsun ya da beş yıla çıkarılsın, isterse hukuk öğrenimi ikinci fakülte olsun, her ikisinde de mezuniyet sonrasında avukatlık, hakimlik, savcılık gibi klasik mesleklerin icra edilebilmesi için mutlaka devlet sınavı konulması gerekir. Bu sınav hukuk fakültelerindeki eğitime kalite standardı getireceği gibi klasik mesleklerin icra edilmesinde de kalite bütünlüğü sağlayacaktır.

Yine hukuk fakültesi sayısının sınırlandırılması, ihtiyaç kadar fakülte açılması, hukuk fakültelerine alınacak öğrenci sayısının ihtiyaca göre belirlenmesi ve mutlaka azaltıl­ması gerekir. Hukuk fakültelerinin sahip olması gereken fiziki koşullar ile gerekli diğer standartların önceden tespit edilmesi, bu standartlara sahip olan üniversitelere Türkiye Barolar Birliği’nin ve hukuk fakültesinin açılacağı il barosunun görüşü de alınmak suretiyle fakülte açma izni verilmesi, mevcut üniversite ve fakültelerden kendilerini bu standartlara uydurmalarının istenilmesi, bunu sağlaya­mayanların ise kapatılması gerekir.

Özellikle son otuz yıl içinde ve küresel düzeyde, hem hukukun kendisi, hem de hukuk eğitimi ve öğretimi köklü bir değişikliğe uğramış, bu bağlamda klasik disiplinlere ek olarak, yeni ve çok çeşitli disiplinler ortaya çıkmış, bu disiplinler ders olarak hukuk fakültelerinde okutulmaya başlanılmıştır. Bu değişim dikkate alınmak suretiyle müfredatın temel dersler, yardımcı dersler, seçimlik dersler olmak üzere üç temel üzerine oturtulması uygundur. Temel Derslerin: Anayasa, İnsan Hakları Hukuku, Medeni Hukuk, (Sahsın Hukuku, Aile, Miras, Eşya) Borçlar Hukuku (Genel Hükümler, Tazminat, Sözleşmeler Hukuku), İdare, IYU, HUMK, CMK, İcra İflas, Genel ve Özel Ceza, Roma Hukuku, Ticaret Hukuku, Hukuka Giriş, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi; Yardımcı Derslerin: İş Hukuku, Sosyal Güvenlik Hukuku, Hukuk Tarihi, Devletler Genel ve Özel Hukuku, İktisat, Maliye, Vergi, Adli Tıp, Adalet Psikolojisi, Mukayeseli Hukuk, Adli Yazışmalar ve Hukuki Metinler, Yabancı Dil, Hukuk Metodolojisi, Avukatlık Hukuku; Seçimlik Derslerin ise: Bilişim Hukuku, Marka ve Patent Hukuku, İmar Hukuku, Uluslararası Ceza Hukuku, Kriminoloji, Tebligat Hukuku, Spor Hukuku, Rekabet Hukuku, Deniz Hukuku vs. şeklinde olması uygundur.

Hukuk fakülteleri programlarında yer alan gerek klasik, gerekse yeni ve değişik disiplinler, büyük sınıflarda veya amfilerde, ‘takrir/hocanın hitabeti’ yöntemi ile ve tamamen ezbere dayalı bir modelle öğrencilere sunulmakta, sınavlar da bu modele uygun biçimde yapılmaktadır. O nedenle ve öncelikle uygulanmakta olan mevcut bu sistem ivedilikle terk edilmeli, bunun yerine küçük sınıflarda, öğrencilerin müzakere ve dava becerilerini, mütalaa verme tekniklerini geliştirm­eye elverişli, tartışmalı, bol seminerli, tümevarımcı Sokratik yöntem ile bunları destekleyen ‘Moot Court/Kurgusal Duruşma’ yarışmalarını kapsayan interaktif bir eğitim ve öğretim modeli ikame edilmek suretiyle rekabetçi bir ortam yaratılmalı, akademik çalışmalar destekleyici, araştırmaya yönelik bir şekle dönüştürülmeli, sınavlar yazılı ve sözlü olarak iki dereceli olarak yapılmalı, test sınavları kaldırılmalı, fakülteler ile baroların işbirliği yapmak suretiyle fakültede iken staj uygulamasının başlatılması gerekir.

Yine mevcut hukuk fakültelerinin ve bu fakültelerdeki öğretim üyelerinin performanslarının değer­lendirilmesinde bir ölçü ve aynı zamanda şeffaf yönetimin anlayışının da gereği olan, son beş yılın yargıçlık ve savcılık sınav sonuçlarının, bu sınava giren öğrencilerin mezun oldukları hukuk fakültelerinin isimleri de belirtilmek suretiyle Adalet Bakanlığı tarafından kamuya açıklanması gerekir.

Türkiye Barolar Birliği’nin, Ankara Barosu, İstanbul Barosu, İzmir Barosu başta olmak üzere neredeyse tüm baro­ların karşı koymalarına, yargıçlık ve savcılık mesleklerine sınavla kabul yapılmasına rağmen, avukatlık sınavının kaldırılmış olması, ne yazık ki son derece yanlış ve avukatlık mesleğinin aleyhine olmuştur. Sadece avukatlık mesleğinin aleyhine olmamış, aynı zamanda anne babaların, öğrencilerin ve iş sahiplerinin de aleyhine olmuştur. Zira avukatlık mesleğine sınavla kabul sistemi, hem öğrencileri kalitesiz, nite­liksiz, yetersiz hukuk fakültelerinden, hem de yurttaşları, yani iş sahiplerini kalitesiz, niteliksiz, ye­tersiz avukatlardan koruma amacına yönelik olmakla, bu amaca hizmet etmekle bir güvence ve kalite ölçme sistemidir. Sınavın kaldırılması ile bu güvence ve ölçme aracı yok edilmiştir. O nedenle, avukatlık sınavının ivedilikle uygulamaya konulması gerekmektedir. Kaldı ki avukatlık sınavının kaldırılmasına ilişkin yasal düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından yıllar önce iptal edilmiş olmakla, bu sınavın yeniden getirilmesi konusunda yasal düzenleme yapmak TBMM yönünden anayasal bir zorunluluktur.

Önemli olan bir diğer husus da şudur; bugün Türkiye’de mevcut hukuk fakültelerinin tamamında, yargıç ve savcı yetiştirme anlayışına göre hukuk eğitimi yapılmaktadır. Oysa yargılama faaliyeti yargının kuru­cu unsuru olan yargıcın, savcının, avukatın birlikte ürettikleri, yarattıkları kolektif bir faaliyettir. Dahası yargılama faaliyetini demokratikleştiren unsur avukat ve savunma olmakla, demokratik bu işleyişin sağlanması ancak ve ancak bu görevin hiçbir engelleme ve tehdit olmaksızın yapılmasıyla mümkündür. O nedenle, hukuk fakültelerinin sürdürdükleri eğitim modelini gözden geçirmeleri, bu bağlamda avukat yetiştirmeyi de esas alan bir modele geçmeleri gerekir. Bu modelin bugünkü aşamada asgari koşulu Avukatlık Hukuku’nu seçimlik ders olmaktan çıkarıp esas ders haline getirmektir. Kaldı ki Avukatlık Hukuku sadece avu­katın hukuku olmayıp aynı zamanda yargıcın, savcının da hukukudur. Zira Avukatlık Hukuku, yani avukatın hukuku ve bu hukukun önemi ve işlevi konusunda yeterince bilgi sahibi olmayan yargıç ve savcı yürüttüğü asli görevi de eksik yürütecek, vatandaşın hukukunu korumakla görevli avukatın haklarını kullanması konusunda yardımcı olmayacak, aksine buna engel olacak ve sonuç itibariyle adaleti tam olarak tesis edemeyecektir.