Kargı’nın köylerinden birinde yaşayan bir ailenin evinde hiç tuz kalmaz. Komşularında da başkasına verecek kadar tuz olmadığından kimseden tuz isteyemez. O civarda tuz satılan herhangi bir yer de yoktur. Uzak da olsa mecburen İskilip’e gitmeye karar verir. O yıllarda ulaşım aracı olarak motorlu araç falan daha icat edilmemiştir. Tek ulaşım aracı at, eşek ve katır gibi yük hayvanlarıdır. Bu yüzden ahırdaki eşeğini katar önüne, düşer İskilip yoluna… Siz deyin iki gün, ben deyim üç gün sonra İskilip’e ulaşır ve çuvallara doldurduğu tuzları yine aynı yollardan geçerek köyüne götürür.
İskilip’ten tuz geldiğini duyan komşuları hemen adamın evine üşüşür. Ev sahibi kadının da eli açıktır. İsteyeni boş göndermez. Göndermez göndermesine de kendilerine de gelen tuzdan pek fazla bir şey kalmaz.
Evdeki tuz bitmek üzeredir birkaç gün sonra adam mecburen yine eşek önde o arkada İskilip yollarına düşer. Geri geldiği zaman yine aynı şey olur. Ellerinde boş tencerelerle komşuları tuz istemeye gelir. Kadın yine tuzları dağıtır. Birkaç gün içinde tekrar tuzsuz kalırlar.
İskilip yolu gene görünmüştür. Adamın bu sefer kafası kızar. İskilip’e gidip gelirken çektiği meşakkati bilmeyen karısına; “Bu sefer İskilip’e beraber gideceğiz” der.
Birlikte aynı zorlukları ve yorgunlukları çekerek tuzu alıp köylerine dönerler. Tuzun geldiğini gören köy kadınları tekrar tuz istemeye gelirler. Tuz getirmenin öyle kolay bir şey olmadığını, yollarda çektiği eziyeti ve yorgunluğu çok iyi anlamış olan kadın tuz isteyenlere dönerek:
“İskilip’in yokuşu, ığıl ığıl akışı, ille de Tutçu yokuşu, veremem ablam veremem” der.