Ceza Hukukunda temel cezanın ne olduğu sorulduğunda, aklımıza ilk olarak hapis cezası gelmektedir. Modern Ceza Hukuku cezalandırma mantığını, esasında ödetme ve öç alma üzerine kurmaz. Cezalandırma mantığı, suç işlemekten caydırmaya ve uslandırmaya dayanır. Hapis cezası, cezaların arasında en ağır ve korkunç olanıdır. Bireyin hürriyetine getirilecek sınırlamanın ağırlığı ölçülemez. Bu nedenle kanun koyucu; etkililiği nedeniyle hapis cezasını öne çıkarmakla birlikte, diğer taraftan da hapis cezasının olumsuz sonuçlarını gidermeye, bu cezayı mümkün olduğu kadar hafifletmeye, hatta hapis cezası yerine başka ceza ve tedbirler uygulanmasını hedeflemiştir.

“Kısa süreli hapis cezası” olarak bildiğimiz bir yılı aşmayan hapis cezaları yerine, para cezasının veya başka seçenek yaptırımların tatbikinde maksat da; tümü ile hapis cezasının failde oluşturacağı kayıpları ve olumsuzlukları bertaraf ederek, onu toplum içinde tutmak, bir taraftan bir başka ceza ve tedbirinin tatbiki yoluyla faili affetmediğini göstermek, ancak diğer taraftan da failin toplum içinde kalmasını sağlayarak hayattan kopmasını önlemektir. Elbette ağır suçlarda en azından koşullu salıverilmeyi tatbik etmeden, hapis cezası yerine başka ceza ve tedbirlerin uygulanması isabetli olmayacaktır. Failin ihlal ettiği bir başkasının hukuki yararının bedelini bilinen ve şu an uygulanan en ağır ceza türü olan hapisle ödemesi, bu yöntemle de cezanın caydırıcılığının ve uslandırıcılığının faile ve topluma gösterilmesi şarttır. Aksi halde, hukuk düzeni ile kişi hak ve hürriyetlerinin korunması mümkün olamaz. Kısa süreli hapis cezasının yerine uygulanacak seçenek yaptırımlarda da, yukarıda kısaca açıkladığımız mantık dikkate alınmıştır.

Bu mantık, “parayı öde kurtul” formülüne dayanmaz. Evet, toplumda para cezasını ödeyenin hapisten kurtulduğu yönünde bir inanç vardır, fakat bu inancın doğmasında etkili olan hapsin yerine para cezasının tatbiki veya doğrudan doğruya para cezasıyla failin cezalandırılması, sırf “öde kurtul” ibaresi ile açıklanamaz. Esasında para cezası da etkin bir ceza türü olup, parası olmayanın ödeyemediği para cezasından dolayı hapse girdiği çok görülmüştür ve hala da görülmektedir. Ceza; yalnızca kişi hürriyetinin kısıtlanması ile değil, para cezası veya müsadere ile gündeme gelebilir.

Aşağıda, kısa süreli hapis cezasının yerine tatbiki öngörülen adli para cezası ile ilgili bir uygulama sorunundan bahsedilecektir. 

Prensip olarak, adi taksirle işlenen suçlar hakkında verilen hapis cezaları TCK m.50/1-a uyarınca adli para cezasına çevrilebilir. Ancak, bilinçli taksirle işlenen suçlar hakkında verilen kısa süreli hapis cezaları, TCK m.50/4 uyarınca adli para cezasına çevrilemez.

Diğer kısa süreli hapis cezalarında ise, TCK m.50/1 uyarınca sanığın kişiliğine, sosyal ve iktisadi durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özellikler gözönünde bulundurularak adli para cezasına çevirme mümkündür.

TCK m.50/3’de ise, daha önce hapis cezasına mahkum edilmemek şartıyla;
- 30 gün ve daha az süreli hapis cezaları,
- Fiili işlediği tarihte 18 yaşını doldurmamış olan kimseye verilen 1 yıl veya daha az süreli hapis cezaları,
- Fiili işlediği tarihte 65 yaşını doldurmuş olan kimseye verilen 1 yıl veya daha az süreli hapis cezaları,
TCK m.50/1-a uyarınca adli para cezasına çevrilirler.
TCK m.50/3’de öngörülen bu istisnai düzenlemenin, TCK m.50/1-a’da yer alan düzenlemeden iki farkı vardır; birincisi, TCK m.50/3 hakimin takdirine bağlı olmaksızın doğrudan adli para cezasına çevirme zorunluluğunu öngörmektedir. Dolayısıyla, bu üç istisnai halden birisinin varlığı halinde, 1 yıl ve daha az süreli hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi zorunludur. İkincisi ise, kanun koyucu TCK m.50/1-a’da “daha önce hapis cezasına mahkum edilmemiş olma” koşuluna yer vermez iken, TCK m.50/3’ün tatbiki için daha öncesinde hapis cezasına mahkum edilmemiş olmak şartı aranmaktadır.

1- Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 16.03.2006 tarihli, 2006/405 E. ve 2006/1660 K. sayılı kararında, “…adli sicil kayıtlarına göre sanığın çok sayıda suçtan sabıkalı bulunması ve dosya kapsamı itibariyle tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.

Yapılan duruşmaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, Mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık ve müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün onanmasına” karar verilmiştir.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin ilgili kararına konu Yerel Mahkemenin gerekçeli kararında; TCK m.62/2 uyarınca takdiri indirim halinin uyguladığı halde, kısa süreli hapis cezasını TCK m.50/1-a uyarınca adli para cezasına çevirmediği, her iki hükmün tatbikinde oluşan çelişkiyi gidermediği ve adli para cezasına çevirmeme hususunda yasal ve yeterli gerekçe göstermediği anlaşılmaktadır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 03.02.2006 tarihli tebliğnamesinde ise, “…hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesine yer olmadığına dair karar verilir iken yasal ve yeterli gerekçe gösterilmesi gereğine uyulmamasının” Yasaya aykırı bulunduğu ve Yerel Mahkeme kararının bozulmasının talep edildiği anlaşılmaktadır. Ancak Yargıtay 9. Ceza Dairesi; “adli sicil kayıtlarına göre sanığın çok sayıda suçtan sabıkalı bulunması ve dosya kapsamı itibariyle tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir” gerekçesiyle tebliğname yönünde karar vermeyip, Yerel Mahkeme kararını onamıştır.

2- Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 24.09.2012 tarihli, 2012/1118 E. ve 2012/18239 K. sayılı kararında; “…Sanığın iyi halli olduğu değerlendirilerek sanık hakkında TCK m.62 uyarınca takdiri indirim uygulanmasına karşın ‘iyi halli' olmanın 5237 Sayılı TCK m.62/2’de belirtilen takdiri indirim nedenlerinden hangisini karşıladığı karar yerinde gösterilmeden temyiz edilemez hükümlerin tekerrüre esas alınamayacağı gözetilmeden, sanığın kişiliği, sosyal ve ekonomik durumu, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlık ve suçun işlenmesindeki özellikler konusunda mahkemesince değerlendirme yapılması gerekirken, adli sicil kaydıyla hapis cezasıyla cezalandırılmayan sanık hakkında TCK m.50/1 uyarınca kısa süreli hapis cezasının sanık üzerindeki ıslah edici etkisi değerlendirilerek seçenek yaptırımlara çevrilip çevrilmeyeceğinin tartışılmaması” bozma sebebi sayılmıştır.

Bozma kararına konu Yerel Mahkeme kararının, sanık hakkında iyi halli olma koşuluyla TCK m.62/2’nin tatbik edildiği, ancak adli sicil kaydı bulunmayan sanık hakkında TCK m.50/1’in hangi sebeple uygulanmadığının ortaya koyulmadığı anlaşılmaktadır. Esasında, TCK m.50/1-a’da, sanığın daha öncesinde hapis cezasına mahkum edilmemiş olma şartının aranmadığı, adli para cezasına çevirme hususunda yalnızca sanığın kişiliğine, sosyal ve iktisadi durumu ile yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa dikkat edilmektedir. Dolayısıyla somut olayda, TCK m.62/2’in tatbikinde “iyi hal” olarak adlandırılan sübjektif şartın gerçekleştiğini kabul eden Yerel Mahkemenin, tenakuza düşerek, aksi kanaatle TCK m.50/1-a’yı tatbik etmemesi isabetli olmayacaktır. Çünkü kanun koyucu TCK m.50/1-a’da da, TCK m.62/2’de öngörülen sübjektif şartın varlığına dikkat çekmektedir.

Elbette sanığın adli sicil kaydının bulunması, sanığın kişiliğinin tespitinde gözönünde bulundurulabilir, ancak TCK m.62/2 uyarınca sanığın yargılama sürecindeki davranışlarının yanı sıra, failin geçmişini ve kişiliğini olumlu görüp takdiri indirim uygulayan mahkemenin, aksi kanaat ve gerekçeyle TCK m.50/1-a’yı tatbik etmemesi çelişkiye yol açar. Bu çelişkinin giderilmesi için yerel mahkeme; “Takdiri indirim nedenleri” başlıklı TCK m.62/2’yi lehe tatbik ettiği sanık hakkında, hangi sebeplerle adli para cezasına çevirmeye başvurmadığına, mahkemeyi olumsuz kanaate ulaştıran sebeplerin neler olduğuna gerekçeli kararında açıkça yer vermelidir.

3- Benzer şekilde Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin verdiği 18.03.2014 tarihli, 2013/8693 E. ve 2014/6787 K. sayılı kararda; “…TCK m.50’nin sanıklar hakkında uygulanıp uygulanmamasına karar verilirken, sanıkların kişiliği, sosyal ve ekonomik durumu, suçun işlenmesindeki özellikler nazara alınarak, dosyaya yansıyan bilgi ve kanıtlar isabetle değerlendirilip, denetime olanak verecek ve somut gerekçeler de gösterilmek suretiyle takdir hakkının kullanılmasının gerektiği, adli sicil kayıtlarına göre sabıkasız olan sanıkların dosyaya yansıyan olumsuz kişilik özelliklerinin bulunmadığı, duruşmadaki tutum ve davranışları nedeniyle haklarında takdiri indirim uygulandığı, ölenlerin yasal mirasçılarının şikayetlerinin bulunmadığı ve zararlarının da giderildiği gözetilerek dosya kapsamıyla örtüşmeyen gerekçeyle, hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi talebinin reddine karar verilmesi” bozma sebebi sayılmıştır.

Yargıtay; bu kararında adli sicil kayıtlarına göre sanığın sabıkasız oluşunu, yani daha önceden suç işlemediği gerekçesini olumlu kişilik özelliği olarak kabul etmiş ve hapis cezasının paraya çevrilmemesi ile ilgili gerekçeyi yetersiz bulmuştur. Belirtmeliyiz ki; 30 güne kadar hapis cezasının paraya çevrilmesi ile ilgili zorunlu (TCK m.50/3) hüküm hariç, kısa süreli hapis cezasının paraya çevrilmesinde, sanığın daha önce bulunan mahkumiyeti Yasaya engel teşkil etmez.

4- Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 25.03.2014 tarihli, 2013/8-195 E. ve 2014/134 K. sayılı kararında;
“…6136 sayılı Kanuna muhalefet suçundan sanık A. İ.'nun aynı kanunun 13/1, 5237 sayılı TCK'nun 62, 58 ve 54. maddeleri gereğince 10 ay hapis ve 375 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına, hapis cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve müsadereye ilişkin, Tarsus 4. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 31.03.2008 gün ve 1079-144 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 19.01.2012 gün ve 4214-1459 sayı ile ‘Yerinde görülmeyen sair itirazların reddine, ancak sanığın yargılama sürecindeki davranışları lehine kabul edilerek takdiri indirim uygulanmasına rağmen hükümde çelişki yaratacak şekilde kişiliği, sosyal ve ekonomik durumu, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlık değerlendirme dışı bırakılarak, yasal ve yeterli gerekçe gösterilmeden 5237 sayılı TCK'nun 50. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi’ isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
 
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 02.03.2010 gün ve 162119 sayı ile ‘...TCK’nun 50. maddesinde kısa süreli hapis cezasının suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre adli para cezası da dahil olmak üzere altı farklı seçenek tedbire çevrilebileceği düzenlenmektedir. Tarsus 4. Asliye Ceza Mahkemesinin hükmü incelendiğinde, Mahkemenin TCK’nun 62. maddesini sanık lehine uygularken 'sanığın yargılama sürecindeki davranışları' olumlu değerlendirilmiş, 50. maddede yer alan 'yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa' ve diğer nedenlere atıf yapılmamıştır. Yerel Mahkemenin yukarıda sayılan ve TCK’nun 50. maddesinin uygulanmasını gerektiren lehe şartlardan herhangi birine ilişkin tespiti de mevcut değildir. Üstelik dosya kapsamında mevcut adli sicil kaydından ve kaydın içeriğinden, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 27.09.2011 gün ve 2011/9-122-187 sayılı kararında ayrıntısı belirtildiği üzere, sanığın kişiliği ve suçun işlenmesindeki özellikler yönünden, Mahkemenin 'sanık hakkında 50 ve 51. maddelerin uygulanmasına takdiren yer olmadığına' ilişkin gerekçesinde somut dosyanın özelliklerine göre herhangi bir isabetsizlik olmadığı halde yüksek dairenin bozma kararı usul ve yasalara aykırı olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır’ görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve Yerel Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
 
CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesince 27.12.2012 gün ve 27199-40033 sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
 
… Sanığın aşamalarda; suçlamayı kabul ettiğini, tabancayı koruma amacıyla yanında taşıdığını, herhangi bir suçta kullanmadığını, pişman olduğunu söylediği,
 
Yargılama aşamasında yapılan tek celseye sanığın katıldığı, duruşma tutanaklarına sanığa ait herhangi bir olumsuzluğun yansımadığı,
 
Sanığın adli sicil kaydında TCK'nun 170. maddesi uyarınca 3.600 Lira adli para cezasına ilişkin 22.06.2006 tarihinde kesinleşen ve 03.05.2007 tarihinde infaz edilen geçmiş hükümlülüğün bulunduğu,
 
TCK'nun 50. maddesi ile ilgili gerek kısa karar gerekse gerekçeli kararın hüküm fıkrasında; ‘Sanık hakkında TCK’nın 50 ve 51. maddelerinin uygulanmasına takdiren yer olmadığına’ ibaresinin yer aldığı, gerekçeli kararın gerekçe bölümünde ayrıca değerlendirme yapılmadığı,
 
Anlaşılmaktadır.
 
… 5237 sayılı TCK'nun 50. maddesinin gerekçesinde, ‘...Kişi gördüğü eğitim, yaşadığı sosyal çevre, psişik ve ahlaki eğilimleri itibarıyla tesadüfi suçlu özelliği taşıyabilir. Bu kişilerin mahkûm oldukları cezanın infaz kurumunda çektirilmesi toplum barışı açısından bir zorunluluk göstermeyebilir...’ denilmek suretiyle şartların oluşması halinde hapis cezasına mahkum olan kişinin infaz kurumuna girmesini önleyecek seçenek yaptırımlara hükmedilebileceği açıklanmıştır. Kanun koyucu taksirli suçlarda hürriyeti bağlayıcı cezanın para cezasına çevrilmesi hususunda bir sınırlama da getirmemiş, sanık lehine hareketle şartların oluşması halinde ceza uzun süreli de olsa paraya çevrilebileceğini kabul etmiştir.
 
Hürriyeti bağlayıcı cezanın para cezasına çevrilmesi, cezanın doğrudan doğruya sanığın kişiliğine uydurulmasını öngören kişiselleştirme kurumudur.
 
Kanun koyucu cezaların kişiselleştirilmesi kapsamında hakime TCK m.50’de yer alan şartlar çerçevesinde hükmolunan hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilip çevrilmeyeceğini belirleme yetki ve görevini yüklemiştir. Hakimin, hükmolunan hürriyeti bağlayıcı cezanın TCK'nun 50. maddesi uyarınca seçenek yaptırımlara çevrilmesi ya da çevrilmemesi konusundaki dayandığı gerekçenin dosya içeriğine uygun, kanuni ve yeterli olması gerekir.
 
Öte yandan, Ceza Genel Kurulunun birçok kararında duraksamasız olarak vurgulandığı üzere, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 141 ve 5271 sayılı CMK’nun 34. maddeleri uyarınca bütün mahkeme kararlarının, karşıoy da dahil olmak üzere gerekçeli olarak yazılması zorunludur.
 
Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
 
Yerel mahkemece, sanık hakkında hükmolunan 10 ay hapis cezasının adli para cezasına çevrilmemesine ilişkin olarak; ‘Sanık hakkında TCK’nun 50 ve 51. maddelerinin uygulanmasına takdiren yer olmadığına’ şeklinde gösterilen gerekçede mahkemeyi olumsuz kanaate ulaştıran sebeplerin neler olduğuna açıkça yer verilmediği gibi hükmolunan hapis cezasının adli para cezasına çevrilmemesi hususunda gösterilen gerekçenin TCK'nun 50/1. maddesinde belirtilen kıstasları kapsayacak biçimde kanuni ve yeterli olmadığı kabul edilmelidir.
 
Bu itibarla; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmiştir”.
 
Sonuç olarak; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bu kararına iştirak ettiğimizi, hapis cezasının Yasada öngörülen para ve sair seçenek yaptırımlara dönüştürülmesinde her ne kadar mahkemenin takdir yetkisi varsa da, bunun sınırsız olamayacağı, hapis cezasının ağırlığı ve özellikle de TCK m.50/5 nedeniyle uygulamada asıl mahkumiyet çevrilen adli para cezası olarak kabul edileceğinden, mahkemenin neden hapis cezasını para cezasına dönüştürmediğine dair soyut yasa hükmünü karşılayan somutlukta gerekçeyi karar yerinde göstermesi gerekir. Sanığın yalnızca eski mahkumiyetinin varlığının (hapis cezası içerse bile) hapis cezasının para cezasına çevrilmesinin engeli olarak görülmesi, özellikle de TCK m.62’de öngörülen takdiri indirim nedenlerinin uygulandığı durumda, hapis cezasının para cezasına dönüştürülmemesi bakımından mahkemenin çelişkiye düştüğünü ortaya koyar, yani TCK m.50’den kaynaklanan yetkinin kullanılması mahkemenin takdir ve değerlendirmesine bırakılsa da, bu yetki keyfilik içeremez.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)