HAGB Kurumunu Düzenleyen Kararın Anayasa Mahkemesi Tarafından İptali Hakkında 01/08/2023 tarihinde Norm Denetimi Basın Duyuruları kısmında Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (HAGB) Kurumunu Düzenleyen Kuralın İptaline ilişkin bir basın duyurusu yayımlanmıştır. Birçok kişiyi ve süreci ilgilendiren bu kararın içeriği de oldukça önem taşımaktadır. Öncelikle Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması kurumu nedir ve ne şartlarda verilmektedir bunu izah etmek gerekmektedir;
HAGB 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. Maddesinde yer almaktadır. Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, mahkemenin sanığın tutum ve davranışlarından bir daha suç işlemeyeceği yönünde kanaat oluşturması, suç sonucu oluşan zararın, aynen iade, tazmin suretiyle tamamen giderilmesi şartları varsa ve en önemlisi de sanık HAGB kararı verilmesini kabul eder ise HAGB kararı verilebiliyordu.
Uygulamada maalesef bu hususta yeterli inceleme yapılmaksızın, delillerin tamamının henüz toplanmaması durumu mevcutken mahkeme sanığa HAGB ‘yi kabul edip etmediğini sorduğunda, sürecin nasıl işleyeceği, bilinmezliği ve kendini garanti altına alma içgüdüsüyle HAGB kararını peşinen kabul etmek zorunda kalınıyordu. Uygulamadaki bu sebeplerden dolayı da Anayasa Mahkemesi bu kurumun 01/08/2023 tarihli duyurusuyla iptal kararı verdiğini duyurmuştur. Bu karar Resmî Gazete’ de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yani 01/08/2024 tarihinde yürürlüğe girecektir.
HAGB kurumunun kısaca tarihinden bahsedecek olursak ilk olarak Avrupa ülkelerinin bir kısmında yer almaktaydı. Daha sonraları Anglo-Sakson Hukukunda da yerini almıştır. Sanık hakkında verilen bir mahkumiyet kararı varken bunun yukarıda ifade ettiğim şartları taşıması halinde hukuki sonuç doğmaması temeline dayalı bu kurum, tabii tutulduğu denetim süresi ( Bu süre 5 yıl olmakla beraber, çocuklar için 3 yıldır.) içerisinde herhangi bir suç işlemezse hükmolunan mahkumiyet kararı kalkmış olmaktadır.
Bunun temelinde de aslında yine Ceza Hukukunda suçluları dışlamak ve hayatının geri kalanında toplum içerisinde damgalamaktan ziyade suçluları ıslah ederek yeniden topluma kazandırma fikri yatmaktadır. Fakat gelinen nokta itibariyle; bu kurum gerek müşteki, katılan gerekse sanık açısından istenilen, amaçlanan sonuca hizmet etmemeye başlamıştır. Bunun oluşmasındaki en önemli neden ise yargılama devam etmekteyken, henüz hüküm aşamasına geçmemişken sanığa HAGB uygulanmasını kabul edip edilmediğinin sorulmasıdır. Yani sanık hakkında yargılama aşamasında mahkûmiyet kararı verilme ihtimaline dayalı olarak bu kurum bir nevi dayatılmaktaydı. Sanık bunun uygulanmasını istediğinde ise yerel mahkemece verilen karara karşı ileride başvurulacak olan kanun yolu da değişiklik göstermekteydi. Yani HAGB kararı kabul edildiği takdirde yerel mahkemenin kararına karşı istinaf Kanun yoluna değil, itiraz yoluna gidilecek olmasıdır. Bu da Anayasamızın 36. Maddesinde yer alan hak arama hürriyetini kapsamında Adil yargılanma hakkının ihlalini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Çünkü sanık yargılama aşamasında her ne kadar kabul etme yönünde irade beyanında bulunmak istemiyor olsa da bir nevi kendini güvence altına almak adına bilinmezlik içerisinde, yani baskı altında bunu kabul edebiliyordu. Ayrıca Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” denilmektedir. Sanığın bu kurumu kabul etmesiyle açıkça ve baskı altında olmadan geçerli bir feragat iradesi ortaya konulmaksızın istinaf yoluna başvurunun kabul ile ortadan kalkması ve bunun alternatifi olarak itiraz getirilmesi de mahkemeye erişim hakkını sınırlamaktadır. Bu da elbette bir hukuk devletinde temek hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması gerektiğinden bu aşamada hem hakkaniyetli olmamakta hem de az evvel izah ettiğim üzere hak arama hürriyetini sınırlandırmaktaydı.
İptal sebeplerinden bir diğer neden de mağdur açısından bakmak gerekmektedir. HAGB kararı için sanığın kabulü aranmaktayken mağdur açısından böyle bir şart bulunmamaktadır. Yani alınan cezanın infazının olmamasından dolayı mağdur açısından özellikle manevi bir tatminin sağlanmamış olması da bir diğer kurumun amacına uygun hizmet etmemesine sebebiyet vermektedir.
5271 sayılı Kanun'un 231. Maddesinin altıncı fıkrasına 22/7/2010 tarihli 6008 sayılı Kanun'un 7. maddesiyle eklenen ikinci cümleye yönelik iptal talebi ile sekizinci fıkraya 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 72. maddesiyle eklenen ikinci cümleye yönelik iptal talebi esastan reddedilmiş olmakla ‘ Anayasa Mahkemesinin işin esasına girerek verdiği red kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz.’ maddesi gereğinde konusu kalmayan başvuru hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında da aslında bu kurumu birçok kez denetime tabii tutmuştur. Ve bu kararlarının temelinde de HAGB kurumunu yalnızca dosya bazında sanığın çıkarına uygun düşünülerek getirilmiş olmadığını, Ceza Hukuku’nun temel mantığında da yer alan toplumsal düzenin sağlanması ve korunmasını amaçladığını, kişi üzerindeki caydırıcılığı üzerinde durmuştur.
Fakat son yapılan denetim ile uygulamadaki süreçler, her iki taraf açısından çatışan menfaatlerin dengelenmesi ve temel hak ve özgürlüklerin ölçülük bazında değerlendirdiğinde bu önemli iptal kararını verilmiştir.
Bir diğer iptal sebebinin dayandığı madde ise Anayasanın 35. Maddesinde düzenlenen “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. / Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. / Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” Mülkiyet hakkını güvence altına alan maddedir. Ceza yargılaması sonucunda müsadere kararının HAGB kararı verilmesi durumunda hangi aşamalarda infaz edileceğine dair net bir hükmün bulunmamasından kaynaklı olarak keyfi ve hukuka aykırı olup olmadığı yönündeki beyanların ileri sürüldüğü istinaf yoluna başvuru imkanının da olmamasından dolayı yeterli güvenceleri de sağlamadığı göz önüne alındığında mülkiyet hakkı kapsamında maliklere aşırı, orantısız bir külfet yüklendiği şeklinde değerlendirilmiştir. Ve bu da elbette yine menfaat dengesini ve ölçülülük ilkesini zedelediğinden dolayı bu kurumun iptal edilmesine sebebiyet vermiştir.
İptal sebebine dayanak oluşturan bir diğer sebep Anayasanın 17. Maddesidir. ‘Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.’ Üçüncü fıkrasında da ‘Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.’ Yani devlet bireylerin insan onuruna yakışır şekilde yaşamlarını devam edebilmeleri için her türlü tehlike ve şiddetten korumak durumundadır. Yine kötü muamele iddiaları yönünden HAGB kurumunun uygulanmasının, sanığın infaz edilebilir bir ceza almaması sonucunu doğurduğu ve bu durumda mağdur açısından manevi bir telafinin sağlanmasının da aranmadığını dikkate alarak anılan geri bırakma kararının mağdur açısından yeterli ve etkili bir giderim sağlamadığını ve yine yukarıda ifade ettiğimiz üzere her iki taraf açısından hakkaniyet ve menfaat dengesini burada da değerlendirerek iptal kararına dayanak göstermiştir.
01/08/2024 yılında yürürlüğe girecek iptal kararı sonrasında mahkemelerin nasıl ve ne şekilde karar vereceği, bu kurumun amaçladığı hususlarla ilgili uygulamada ne denli eksiklerin ortaya çıkacağını süreç içerisinde deneyimleyerek göreceğiz.