İran Şah’ı Rıza Pehlevi ilk yurt dışı gezisini, çağdaşlaşma ve modernleşme konusunda örnek ve rol modeli olarak gördüğü Türkiye’ye yapacaktır.
Atatürk, ziyaret gündemini belirlemek için, yakın çalışma arkadaşlarını, Çankaya Köşkünde bir akşam sofrasında toplar; “Şah için nasıl bir program hazırlayalım?” diye sorar.
Cumhuriyetin kurulmasından itibaren ancak 11 yıl gibi çok kısa bir süre geçmesine rağmen, ülkenin gösterilecek çok şeyi vardır. Kimi, “Orman Çiftliği’ne götürelim” der, kimi fabrikaları örneğin ‘Gazi Fişek Fabrikasını, Kırıkkale Mühimmat Fabrikasını, Merinos Dokuma, Uşak, Alpullu Şeker Fabrikalarını ve hatta Gölcük Tersanesini gezdirelim” der.
Atatürk sessiz kalır, aklında bir şey ve bir program olduğu bellidir. “Peki, ne yapalım” diye sorarlar.
“Opera yapacağız.”
Bir sessizlik ve şaşkınlık olur.
İşte; konusunu Atatürk’ün belirlediği, yazımına, provalara ve oyuna sürekli ve doğrudan katkı sağladığı ilk Türk Operası olan “Özsoy’un” doğuş hikayesi böyle başlar.
Sonra “besteci” arayışı başlar. Devlet bursuyla gittiği Paris’den yeni dönmüş olan ve henüz 27 yaşında bulunan Adnan Saygun akıllara gelir ve kendisine “İran Şah’ı konuk olarak geliyor. Bu metin üzerinden bir opera bestelemenizi istiyoruz” denir. Türkiye’nin ilk operasını yazacak ve yönetecek olan Adnan Saygun çok mutlu olur ve sorar :
“Solist var mı?” . Cevap “Yok.”
“Koro var mı?” . “Yok.”
“Orkestra var mı?” . “Yok.”
“Peki, ne kadar vaktimiz var.? . Cevap “Sadece bir ay.”
Çalışmalar başlar ve bir ay gibi kısa sürede tamamlanan Özsoy Operası 19 Haziran 1924 yılında Ankara Halkevi Salonunda oynanır.
Oyunun temelini, İranlı şair ve yazar Firdevsi’nin 60.000 beyitten oluşan “Şahname veya Şehname” adlı eseri oluşturmaktadır. Atatürk’ün isteği ile vurgulanan ana tema; soy ve kültür yönünden bir olan, sırf mezhep farkı yüzünden ayrı düşen iki ulus arasında kardeşliği ve dayanışmayı yeniden sağlamaktır.
Operanın sonunda perde kapanırken, seyirciler büyük bir çoşku içinde oyunu ve sanatçıları alkışlarken, çok duygulanan Şah Rıza Pehlevi, “Kardeşim!” diyerek, Atatürk’e sarılır ve ağlar.
Atatürk, aslında kendi eseri olan, bu mucizenin yaratıcılarını Çankaya Köşk’ünde ağırlar, kutlar ve “Bu bir devrim hareketidir.” der.
Bizim de, Atatürk’ün büyüklüğü için söyleyebileceğiz tek bir söz vardır.
O, Atatürk’tür…