Giriş
Cinayet, insanlık tarihinin en karanlık suçlarından biridir. İnsan yaşamına son vermek, sadece bireysel bir eylem değil, aynı zamanda toplumun güvenlik algısını sarsan derin bir travmadır. Modern hukuk sistemleri cezai yaptırımlar yoluyla cinayetleri önlemeye çalışsa da, cinayet vakalarının dünya genelinde devam ettiği görülmektedir. Bu durum, “Cinayet neden durdurulamıyor?” sorusunu gündeme getirir. Bu soruya yanıt ararken yalnızca cezaların ağırlığına bakmak yeterli değildir; suçun toplumsal, psikolojik ve ekonomik arka planı da göz önünde bulundurulmalıdır.
Faili Meçhul Cinayetler ve Caydırıcılığın Çöküşü
Kriminoloji literatüründe sıkça vurgulanan bir gerçek vardır: Suçun önlenmesinde en etkili faktör cezanın ağırlığı değil, yakalanma ihtimalidir. İtalyan düşünür Cesare Beccaria’nın da belirttiği gibi, “Kesin olan hafif bir ceza, belirsiz olan ağır bir cezadan daha caydırıcıdır.” Faili meçhul cinayetlerin yüksek olduğu toplumlarda suçlu avantaj elde eder. Bu durum toplumsal düzlemde “O yaptı, benim neyim eksik?” düşüncesini yaygınlaştırır ve suç bir domino etkisiyle çoğalır.
Ceza, Fayda ve Rasyonel Tercih
Rasyonel tercih teorisine göre bireyler, suç işlerken fayda-maliyet analizi yapar. Eğer suçtan elde edilen kazanç, karşılaşılacak cezadan büyükse, cinayet gibi ağır suçlar bile işlenmeye devam eder. Bazı durumlarda verilen hapis cezası, birey için caydırıcı olmaktan çıkar. Özellikle işsiz, evsiz veya dışarıdaki yaşam şartlarından bunalmış bireyler için hapishane, güvenlik, barınma ve yemek anlamına gelebilir. Bu durumda kişi, dışarıdaki hayata kıyasla hapiste olmayı tercih edebilir.
Sosyo-Ekonomik Eşitsizlikler
Sosyoloji, cinayeti yalnızca bireysel bir eylem olarak değil, aynı zamanda toplumsal bir olgu olarak görür. Robert Merton’un “Anomi Teorisi” bu noktada açıklayıcıdır: Toplumda başarıya ulaşmanın meşru yolları tıkandığında, insanlar gayrimeşru yollarla hedeflerine ulaşmaya çalışır. Gelir eşitsizliğinin yoğun olduğu bölgelerde, cinayet oranları da yükselir. İşsizlik, eğitim yetersizliği ve yoksulluk, bireyleri şiddete ve suça daha yatkın hale getirir.
Ceza Adaletine Güven ve Toplumsal Algı
Hukukun en önemli işlevlerinden biri caydırıcılıktır. Ancak bu caydırıcılığın gerçekleşebilmesi için toplumun adalet sistemine güven duyması gerekir. Eğer bireyler cezaların adil uygulanmadığına inanırsa, hukuk sistemine olan güven sarsılır. Faili meçhul cinayetlerin çokluğu da bu güveni zedeler. İnsanlar kendi adaletini sağlama yoluna gidebilir ya da suç işlemeye dair vicdani engellerini kaybedebilir.
Psikolojik Boyut
Cinayetin nedenlerini sadece ekonomik ve hukuki faktörlerle açıklamak eksik kalır. Psikolojik faktörler de cinayetlerin arkasında önemli bir rol oynar. Antisosyal kişilik bozukluğu, öfke kontrol problemleri, madde bağımlılığı ve travmatik çocukluk deneyimleri cinayet riskini artıran unsurlar arasındadır. Özellikle şiddet ortamında büyüyen bireyler, sorun çözme yöntemi olarak şiddeti öğrenir ve bu öğrenilmiş davranış kalıbı cinayete kadar uzanabilir.
Sonuç: Çok Boyutlu Bir Mücadele
Cinayetlerin tamamen durdurulamamasının arkasında üç temel neden öne çıkar:
1. Yakalanma ihtimalinin düşük olması → Caydırıcılığın kaybolması
2. Ceza-fayda dengesizliği → Hapis cezasının tehdit olmaktan çıkması
3. Sosyo-ekonomik eşitsizlikler ve psikolojik etkenler → Suça yönelten yapısal koşullar
Dolayısıyla cinayetle mücadele yalnızca cezaların artırılmasıyla değil, aynı zamanda hukukun etkin uygulanması, faili meçhul oranının azaltılması, toplumsal eşitsizliklerin giderilmesi ve psikolojik destek mekanizmalarının güçlendirilmesi ile mümkündür.
Cinayeti anlamak, aslında yalnızca bireyin öfkesini değil, toplumun biriktirdiği çelişkileri, eşitsizlikleri ve adalet sisteminin zayıflıklarını anlamaktır. Bu yüzden sorulması gereken asıl soru şudur: “Cinayet işleyen birey mi suçlu, yoksa onu buna iten toplumsal koşullar mı daha büyük bir sorumluluk taşır?”
Av. Sabuhi Rahimov






