Giriş
Gerek uygulamaya gerekse doktrine yansıdığı üzere boşanma davalarına sunulan gizli kayıtların/kişisel verilerin oranı hayli yüksektir. Bunların büyük bir bölümünü de bilişim teknolojileri yoluyla meydana gelmiş bilgiler oluşturmaktadır.[1]
Yargılamalarda deliller vasıtasıyla ortaya çıkartılmaya çalışılan maddi ya da şekli gerçeklik olarak adlandırılan husus, gerçekte yaşanmış olayların bir yansımasıdır. Bu yansımanın mutlak gerçeğe olabildiğince yaklaşması için sağlam deliller ile desteklenmesi gerekir ki hükmün gerekçeli olmasının temel mantığı da esasında budur.
Peki içinde bulunduğumuz bu çağda, teknoloji vasıtasıyla oluşan delillerin elde edilebilmesi için mevzuat ve teknoloji yeterli midir?
Olması gereken, iddia edilen her türlü delilin kamu gücünü kullanan resmi görevlilerce toplandığı bir sistemdir. Böylelikle tarafların delilleri toplamak uğruna hukuka aykırı davranışlarda bulunabilmesine dair mantıki hiçbir gerekçe kalmayacaktır. Lakin çoğu zaman; tıpkı karşılıklı iki kişinin konuşmasında olduğu gibi, deliller hızla oluşup kaybolabilmektedir. Kimi zaman ise uyuşmazlığın esasını kanıtlayacak delillerin kamu gücü kullanılarak toplanabilmesi hem teknoloji hem de mevzuat açısından mümkün olamamaktadır.
İddiayı ispatlayacak husus bir bilgisayar, telefon ya da herhangi bir bilişim cihazında veya internet sitesinin sunucularında bulunuyorsa, hukuk muhakemesinde bu tür delillerin elde edilebilmesi kısmen zor olabilmektedir. Bunun şüphesiz en önemli sebebi, şekli gerçeğin araştırıldığı hukuk muhakemesinde bir vakıanın ispatı için kamu gücünün kullanılarak zorla delil toplanmasının istisnai durumlar harici mümkün olmamasıdır. Hukuk muhakemesinde esas olan, delillerin taraflarca veya üçüncü kişilerce dosyaya sunulması ve ispata yanaşmayan tarafın ispat yükünün tersine çevrilmesi ya da üçüncü kişiye zorla tanıklık yaptırılmasıdır. Fakat durum ispat imkanı yönünden bazı sorunlar yaratmaktadır.
Evvela keşif ile ispat konusundaki bu zorluklar aşılabilir gibi görünse de özellikle cep telefonları, bilgisayarlar[2] ya da sair bilişim sistemleri veya sosyal medya hesaplarından keşif yoluyla nasıl delil elde edileceği, kişinin cep telefonunu ya da sosyal medya hesabının şifresini vermemesi durumunda bunun md. 291/2’deki yaptırımı uygulamaya gerekçe olup olmayacağı konusu kesin değildir. İkinci olarak, karşı tarafın telefonu ya da bilgisayarındaki belgelere delil olarak dayanılması durumunda, HMK md. 220’deki düzenlemeler de kesin bir sonuç ortaya koyamamaktadır. Elektronik veriler noktasında en garantili sistem, ilgili hizmet sağlayıcıdan müzekkere ile bu bilgilerin istenmesidir. Ancak mevzuatımızda müzekkerelere cevap zorunluluğu yönünden de sıkıntılar mevcuttur. Her ne kadar HMK md. 221’de bu yönde bir zorunluluk bulunsa da ve bu zorunluluğa uymamanın idari yaptırımları mevcut olsa da hukuk mahkemesi müzekkerelerine cevap vermemek bir suç teşkil etmemektedir.[3] En önemli sıkıntı ise yurt dışındaki hizmet/servis sağlayıcıların Türk mahkemelerine karşı olan saygısız tutumlarıdır. Çoğu zaman yurt dışındaki bu gerçek/tüzel kişiler, istinabe yoluyla yapılan taleplere olumsuz yanıt verdikleri için gerçeğin ispatı güçleşebilmektedir.
İspat imkanlarının bazen elde olmayan sebeplerle dahi sınırlanabiliyor oluşu, özel kişilerin kendi delillerini ne şekilde toplayabilecekleri konusunun önemini arttırmaktadır. Hukukumuzda özel bir kişinin, yani yargılamanın tarafının ya da 3. bir kişinin gerçeği ispat için ‘’bir daha ya da başka türlü delil elde etme olanağı bulunmaması‘’ kimi zaman bir hukuka uygunluk sebebi sayılabilmektedir. İşbu yazıda, bu konu ve bu konunun boşanma davalarına yansıması üzerinde durulmuştur.
A. Hukuka Aykırı Delillerin İspat Vasıtası Olamaması
Anayasa’nın 36. maddesine göre hak arama hürriyeti ancak meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle kullanılabilir. Bu meşruluğun ispat hukukundaki bir görünümü, hükme esas olabilecek delillerin hukuka uygun nitelikte olmasının gerekliliğidir. Anayasa’nın 38. maddesinde ‘’Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.‘’ denilmiş, buna paralel hükümler hem ceza muhakemesinde(CMK md.217/2 ve 289/1-i) hem de hukuk muhakemesinde(HMK md. 189/2) normatif biçimde kanunlarda yer almıştır. İdari yargıda ise açıkça bu yönde bir düzenleme olmamakla birlikte, aynı paralelde Danıştay kararları mevcuttur.[4]
Yine Anayasa’nın 138. maddesinde ‘’Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler ‘’ denilmekle, vicdani kanaate esas alınacak gerekçelerin(delillerin) hukuka uygun olmasının gerekliliği normatif olarak düzenlenmiştir.
Hukukumuz, delil yasakları konusunda özel kişilere yani delili elde ederken kamu gücü kullanmamış olanlara bir ayrıcalık tanımamış, herkesi bu yasak kapsamına almıştır. Zaten ceza hukukunda delil yasaklarının temel felsefesi sanığın kamu gücü karşısında haklarının korunması olsa da hukuk muhakemesinde bu yasakların muhatabı genel olarak taraflar ve sair özel kişilerdir.
Kanımızca hukuka aykırı deliller konusundaki en önemli sorun, bu hususun kaleme alınışından kaynaklanmaktadır. Mevzuatımızdaki delil yasakları ‘’hukuka aykırı olarak elde edilmiş‘’ ibaresi üzerine oturtulmuş ise de ilgili normların yorumunda, burada delili elde eden süjenin mahkeme/savcılık olduğu anlaşılmalıdır. Normun gerekçesinde aksi yönde ibareler bulunsa da bir delilin elde edilişi hukuka uygun olabilir, lakin sır saklama yükümlülüğünün ihlalinde olacağı gibi, böyle bir delilin yargılamaya sunulması, eğer TCK’da düzenlenen suçu bildirme yükümlülüğü(md. 178) kapsamına girmiyorsa hukuka aykırılık teşkil edebilecektir.
Öyleyse hukuka aykırı delil yasağının felsefesini şu şekilde anlamak gerekir;
Bir delilin ispat vasıtası olabilmesi için evvela toplanması(elde edilmesi) ve bir şekilde mahkeme dosyasına girmesi gerekir. Delilin toplanması ve dosyaya girmesi durumlarında iki ayrı fiil bulunduğundan, bir delilin hukuka uygunluğu demek; özünde bu fiillerin hukuka uygunluğu anlamını taşımaktadır.
B. Bir Fiilin Hukuka Uygunluğunun Tespiti
Bir fiilin hukuka uygunluğu; salt bir hukuk dalı değil külli biçimde bütün bir hukuka, yani hukukça korunan değerlere uygunluğu olarak anlaşılır. Öyleyse bir fiilin hukuka uygun olabilmesi için; Karşılığında cezai ya da idari bir yaptırım öngörülmemiş olması, kişilerin hukukça korunan menfaatlerini(haklarını) ihlal etmemesi veya en nihayetinde fiili hukuka uygun kılan yazılı/yazısız bir hukuka uygunluk sebebinin mevcut olması gerekir. Aksi bir durumda fiil suç ya da kabahat teşkil edecek veya kişilik hakkı, marka hakkı ve sair bir hakkı ihlal ettiği için hukuka aykırı olacaktır.
Gerçekte yaşanmamış bir olayı yargılamada kanıtlamak için oluşturulan ‘’kurgu‘’ delillerin değil lakin gerçekte yaşanmış olanları yargılamalarda kanıtlamak adına özel kişilerin hukuka uygun biçimde delil toplamaları mümkündür. Bu amaçla yapılmış bir gizli kaydın ya da rızaya aykırı elde edilmiş bir kişisel verinin muhakemeye delil olarak sunulduğunda bu fiilleri hukuka uygun kılacak olanlar şüphesiz ki hukuka uygunluk sebepleridir.
Gerçekte yaşananları yargılamada kanıtlamak adına oluşturulan ve sunulan bu tür delillerin hukuka uygunluğu noktasında özellikle ceza hukuku doktrininde çeşitli görüşler mevcuttur;
Doktrinde özel kişinin, kendisine karşı yapılan hukuka aykırı bir fiilin delilini elde etmek amacıyla ve spontane gelişen bir durumda hukuka uygun bir şekilde delilini elde edebileceği ve bunun muhakemede kullanılabileceği belirtilmiştir. Bir görüşe göre buradaki hukuka uygunluk sebebi hak arama hürriyetidir.[5] Başka bir görüşe göre ise burada meşru savunma bulunmaktadır.[6] Yüksek mahkemenin ceza daireleri ve genel kurulu da bu tür delillerin hukuka uygunluğu konusunda aynı şartları aramakta, genellikle hukuka uygunluk sebebinin de meşru savunma hakkı olduğunu belirtmektedir.[7]
Yüksek mahkemenin hukuk daireleri ve genel kurulunun da aynı görüşleri benimsediği ve hatta ceza genel kurulu kararlarına atıf yaptığı görülmektedir;
- ‘’… Ancak, bunun da kişinin kendisine karşı işlenmekte olan bir suçla ilgili olarak, bir daha kanıt elde etme olanağının bulunmadığı ve yetkili makamlara başvurma imkanının olmadığı, ani gelişen durumlarla sınırlı olması koşulu ile hukuka uygun olacağının, aksi halde ilgili kişinin yetkili makamlara başvurma olanağı doğduktan sonraki aşamalardaki kayıtlarının ise hukuka aykırı yollarla elde edilmiş olduğunun kabulü gerekmektedir. ‘’(HGK 2013/4-1183 e.)
- ‘’Uyuşmazlığın çözümünde, sunulan kayıtların hukuka aykırılık oluşturup oluşturmadığı irdelenmelidir. Konuya ilişkin olarak Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 21.06.2011 gün ve 2010/5-187 E – 2011/131 K sayılı kararında da: "Kişinin kendisine karşı işlenmekte olan bir suçla ilgili olarak bir daha kanıt elde etme olanağının bulunmadığı ve yetkili makamlara başvurma imkanının olmadığı ani gelişen durumlarda karşı tarafla yaptığı konuşmaları kayda alması halinin hukuka uygun olduğunun kabulü zorunludur." denilerek delil amaçlı ve kişinin kendisine yönelen eylemler nedeniyle ses kaydı yapılmasının hukuka uygun olduğu kabul edilmiştir. Somut olay, yukarıdaki açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde dava konusu edilen eylemin hukuka aykırı olmadığının kabulü ile istemin tümden reddi gerekirken bir bölümünün kabul edilmiş olması kararın bozulmasını gerektirmiştir. ‘’ (4. HD 2011/4664 e.)
Lakin arşivde farklı yönde içtihatlar bulmak da mümkündür. Örneğin; bir ses kaydının salt rıza dışında elde edilişinin hukuka aykırı sayıldığı kararlar bulunduğu gibi,[8] yemek masasında yapılan konuşmaların gizlice kayda alınması suretiyle elde edilen delillerin hukuka uygunluk değerlendirmesi yapılmadan ‘’yan delil‘’ olarak değerlendirilmesi gerektiği yönünde kararlar da mevcuttur.[9]
Yine ceza muhakemesinde bir delilin hukuka uygunluğu konusu çok yüksek oranda ‘’meşru savunma‘’ gibi normatif bir hukuka uygunluk sebebine dayandırılmaktaysa da hukuk muhakemesinde sıklıkla bir delilin hukuka uygunluğunun farklı noktalarda bulunduğu görülmektedir.
Belirtmek gerekir ki özünde ceza hukukundaki yazılı hukuka uygunluk sebepleri, özel hukuktakiler ile aynıdır.(bkz. TBK md. 63) Öyleyse hukuk davalarında da delillerin hukuka uygunluğu/aykırılığı değerlendirilirken bu normatif hukuka uygunluk sebeplerinden yararlanılması gerekmektedir. Yargıtay’ın bazı kararlarında da bu tür delillerin neden hukuka aykırı olduğu ortaya konulduktan sonra hükme esas alınmamaları yönünde ifadeler mevcuttur[10] ki bu da ortada bir hukuka uygunluk sebebinin olmadığının gerekçelendirilmesi ile mümkün olacaktır.
DEĞERLENDİRME;
Gerek doktrin gerekse yargı kararlarında özel kişilerce elde edilen gizli kayıt vb. türdeki delillerin hukuka uygunluğu noktasında genel olarak aranan ‘’haksız bir saldırıya karşı, başka türlü delil elde edememe olasılığı‘’ kriterinin temel mantığının ne olduğunun ortaya konulması gerektiğini düşünüyoruz.
İşbu mesele evvela maddi gerçeğin arandığı ve müeyyide olarak kişilerin hürriyetinden yoksun bırakıldıkları ceza hukukundaki bazı kamusal ispat araçlarının kullanımında mevcuttur. Örneğin CMK 134, 135, 139 ve 140. maddelere göre bilgisayar verilerinden, telefon ve sair iletişim kanalından ya da gizli soruşturmacı yoluyla delil elde edilebilmesinin ön şartı olarak ‘’ kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması ‘’ aranmaktadır.
Bize göre kamu gücünü kullanarak delil elde eden kolluk vb. görevlilerin ne şekilde delil toplayabilecekleri yönünden öngörülmüş olan bu tür ön şartların, özel kişilerin fiillerinin hukuka uygunluğu nazarında değerlendirilmesi doğru değildir.
Bir daha ya da başka türlü delil elde etme olanağı bulunmaması, açıkça ‘’zorunluluk hali’’ ile ilgilidir. Haksız bir saldırının bulunması ise ‘’meşru savunma‘’ ile ilgili bir durumdur. Doktrin ve yargı kararlarında bu iki şartın birleştirilmesini doğru bulmuyoruz. Evvela hukuk yargılamasında kullanılacak çoğu delile konu konuşma-görüntü vs. kişinin kendisine karşı yapılan bir haksızlık teşkil etmeyebilir. Öyleyse bir delilin hukuka uygunluğu konusunda her bir hukuka uygunluk sebebi kendi nazarında ve ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Madem ki kişi kendisini korumak adına kuvvet dahi kullanabilmektedir, bir yalan tanıklığın aleyhine yarattığı haksızlığa karşı kendini savunmak adına ‘’bir daha delil elde etme olanağı bulunsa bile‘’ meşru savunma yoluyla delil elde edebilmeli, örneğin ses kaydı alabilmelidir. Keza ortada haksız bir saldırı mevcut olmasa bile, örneğin bir borcun ödendiğinin ya da bir kira ilişkisinin tespiti için ‘’bir daha delil elde etme olanağı bulunmuyorsa‘’ zorunluluk hali gereği delil elde edilebilmelidir.
C. Meselenin Boşanma Davalarındaki Yansıması
Doktrinde eşlerin ‘’varlığından haberdar olduğu‘’ güvenlik kamerası gibi kayıt cihazlarından elde edilen görüntülerin boşanma davalarında delil olabileceği, ancak ortak yaşam alanı olsa bile diğer eşin haberi olmadan yerleştirilen aygıtlardan elde edilen verilerin hukuka aykırı olacağı belirtilmektedir.[11] Burada ‘’haberdar olmak‘’ ile kastedilen, sanıyoruz ki bir hukuka uygunluk sebebi olarak örtülü rızadır.
Yargıtay kimi kararlarında ortak yaşamda eşler arasında özel hayatın gizliliğinin söz konusu olmadığı ve diğer eşin haberi olmadan gizli kayıt yapılabileceğini belirtmiştir.[12]
Yargıtay başka bir kararında sosyal medyadan elde edilen mesajları ‘’ … Davacı-karşı davalı eşi ile arasındaki boşanma davasında mahkemeye sosyal paylaşım sitelerinden elde edilen mesajları delil olarak sunmuştur. Gerçekte var olan ve Davacı-karşı davalı tarafından üretilmeyen bu delillerin, boşanma davasında ileri sürülen vakıaların ve iddiaların ispatı için kullanılmasında somut olayın özelliği gözetildiğinde hukuka aykırılık yoktur. Dolayısıyla davacı-karşı davalının bu eylemi ile davalının özel hayatının ihlal edildiği söylenemez. Öte yandan, belirtilmelidir ki, davalı-karşı davacı, davacı-karşı davalının anılan içerikleri boşanma davası dışında ifşa ettiğini ve yaydığını da kanıtlayamamıştır … ‘’[13] gerekçesiyle hukuka uygun bulmuştur. Anlaşılan odur ki buradaki hukuka uygunluk sebebi delil sunmak suretiyle kullanılan hak arama hürriyetidir. Lakin bu davada ‘’bir daha delil elde edememe‘’ olasılığının hukuka uygunluğun tespitinde tartışılmadığı anlaşılmaktadır. Esasında yazımızın ‘’giriş‘’ bölümünde belirtildiği üzere, bu tür delillerin daha sonra elde edilebilme ihtimalleri de zaten yüzde yüz değildir.
Başka bir kararda ise diğer eşin telefonuna casus program yükleyerek ele geçirilen ses kayıtları hukuka aykırı delil niteliğinde sayılmıştır.[14]
Bir başka kararda ise diğer eşin telefonundan rızasına aykırı olarak elde edilen deliller ‘’ … Yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davacı-karşı davalı erkeğin eşinin telefonuna yüklediği program ile elde edilen görüşme kayıtlarının hukuka aykırı delil olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında bu delil hukuka aykırı nitelikte olduğundan kusur belirlemesinde dikkate alınamaz ve kadına kusur olarak yüklenemez … ‘’[15] gerekçesiyle hukuka aykırı bulunmuştur.
Benzer bir kararda ilgili husus ‘’ …Bunun yanında, davalı-karşı davacı erkeğin fiili ayrılık döneminde üçüncü bir kişi ile yaptığı yazışmaların davacı-karşı davalı kadın tarafından ne şekilde elde edildiği belli olmadığından, hukuka aykırı olan bu delile itibar edilerek davalı-karşı davacı erkeğe kusur yüklenmesi yerinde olmamıştır… ‘’[16] gerekçesiyle hukuka aykırı bulunmuştur.
*Belirtmek gerekir ki kişilerin tarafı olduğu konuşmaları hak arama hürriyeti çerçevesinde mahkemelere sunmaları haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunu oluşturmamaktadır.[17] Durum böyle olmakla birlikte Yargıtay ceza daireleri, diğer eşin telefon konuşmalarının gizlice kaydedilmesi ya da mesajlarının gizlice elde edilmesi suretiyle elde edilen delillerin mahkemeye sunulması vb. olaylara konu bazı davalarda da beraat kararı verilmesi gerektiği yönünde kararlar oluşturmuştur.[18] İlgili kararlardan biri şöyledir;
‘’ İddianamede ifade edilen ve dosyada örnekleri bulunan katılana ait haberleşme içerikleri ile fotoğrafları, üçüncü kişi ya da kişilerle paylaştığı ve/veya çoğaltarak dağıttığına ilişkin hakkında bir iddia ileri sürülmeyen sanığın, kendisine ve aile birliğine yönelen, onurunu zedeleyen, haksız bir saldırı altında ve başkaca şekilde ispatlanması mümkün olmayan bir hal içerisinde iken, kaybolma olasılığı bulunan delillerin muhafazasını sağlayıp, aleyhine açılan boşanma davasına sunarak, aile içi geçimsizliğin kaynağının, katılanın güven sarsıcı olumsuz tutum ve davranışları olduğunu ispatlama amacını taşıyan eylemlerinde, hukuka aykırı hareket ettiği bilinciyle davranmadığı anlaşıldığından, sanık hakkında haberleşmenin gizliliğini ihlal ve özel hayatın gizliliğini ihlal suçlarından dolayı beraat kararı verilmesine dair yerel mahkemenin kabulünde dosya kapsamına göre bir isabetsizlik görülmemiştir. ‘’[19]
Dikkat edilirse yukarıdaki kararda failin bir daha delil elde etme olanağı bulunmadığına değinilmiş, fakat beraat kararının gerekçesinde fiilin hukuka uygunluğuna değil, ‘’hukuka aykırılık bilinci‘’ yani kastın yokluğuna işaret edilmiştir. Belirtmek gerekir ki burada meşru savunma ya da zorunluluk hali sebebiyle hukuka uygunluk durumu mevcut olacağı için, ilgili delillerin muhakemede değerlendirilmeleri de mümkündür.
DEĞERLENDİRME;
Genel olarak bir telefon konuşmasının kaydı, kişilerin kameraya çekilmesi gibi durumlar ‘’bir daha delil elde edememe olasılığı‘’ bulunduğu durumlardır. Bu tür durumlarda haksız bir saldırı mevcutsa delil elde etmek ‘’meşru savunma‘’, yoksa da kanaatimizce ‘’zaruret hali‘’ kapsamında kaldığı için hukuka uygun olacaktır.
Fakat telefon, bilgisayar ya da sair bir bilişim cihazından ya da şifreleri kırılarak/izinsiz girilerek sosyal medya hesaplarından elde edilen deliller için aynı sonuca varmak pek mümkün değildir. Çünkü bu tür delillerin verileri çoğu zaman hizmet sağlayıcıların sunucularında ya da en kötü ihtimalle cihazın belleğinde kayıtlı olduğu için ‘’bir daha delil elde edememe‘’ durumu teşkil etmemektedir. Ancak elektronik haberleşme yoluyla yapılan telefon, mesaj ve sair haberleşmenin ya da oluşturulan içeriklerin hiçbir yere kaydedilmediği durumlar olabildiği gibi bu kayıtların silinme ihtimali de mevcuttur. Özellikle boşanma davalarında kusur teşkil edebilecek fiilleri gerçekleştiren bir eşin bu tür delilleri saklamasını beklemek hayatın olağan akışına aykırı olacaktır. Öyleyse boşanma davaları özelinde ‘’bir daha ya da başka türlü delil elde etme olanağı bulunmaması‘’ durumunun daha geniş yorumlanması gerektiğini düşünüyoruz.
D. Boşanma Davalarında Hukuka Aykırı Deliller ve Vicdani Kanaat
TMK md. 184/1’de ‘’Hâkim, boşanma veya ayrılık davasının dayandığı olguların varlığına vicdanen kanaat getirmedikçe, bunları ispatlanmış sayamaz’’ denilmiştir. Anayasa md. 138 ile bu norm birlikte değerlendirildiğinde, vicdani kanaatin ancak hukuka uygun deliller ile oluşabileceği şüphesizdir. Ancak bu durum da şöyle bir sıkıntıyı doğurmaktadır;
Apaçık şekilde mutlak gerçeği ortaya koyan fakat hukuka aykırı biçimde elde edilmiş kamera kaydı ve benzeri delillerin dosyaya girdiği bir durumda, bu delile dayalı olarak hüküm kurulamayacak olsa bile vicdani kanaatin bunlardan etkilenmemesini sağlamak tam olarak mümkün müdür ?
Gerçekten de dosyadaki bütün delillerin aksini kanıtlayan ve mutlak gerçeği gün yüzüne çıkaran bir delilin, örneğin aldatmaya dair video kaydının hukuka aykırı olduğu için hükme esas alınamadığı bir durumda, dosyada boşanma sebebine dair başka bir delil yoksa dava ret mi edilecektir ?
Hukuken böyle bir delil hükme esas alınamayacağına göre davanın reddi gerekecektir. Ancak esas sorun, bu tür hukuka aykırı delillerin dosyada bulunan kuvvet derecesi düşük tanık vb. delillerin kuvvet derecelerini arttırıp arttıramayacakları noktasında toplanmaktadır. Sanıyoruz ki hukuka aykırı da olsa bu tür video kayıtlarının, tek başına hükme esas alınamayacak diğer delillerin ispat kuvvetini arttırma ihtimali az da olsa mümkündür. Öyleyse delillerin hukuka uygunluk denetimini yapan mahkemeler ile dosyanın esasına bakan mahkemelerin birbirinden bağımsız olması ve hukuka aykırı delillerin esasa ilişkin dava dosyasına hiç girmemeleri en sağlıklısı olacaktır. (Ancak şüphesiz bu da muhakemenin içinden çıkılması güç çıkmazlara girmesine ya da aşırı uzamasına sebep olabilir…)
Av. Alp Öztekin
(Bu köşe yazısı, www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanmak üzere kaleme alınmış olup, ancak hukuka ve etik ilkelere uygun atıf yapılması suretiyle kullanılabilir. Yazının yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi ve fikri haklara aykırılık teşkil eder)
--------------------------------------
[1] Her ne kadar bunların yan deliller ile desteklenmeden tek başına hükme esas alınamayacağı belirtilmekte ise de;2. HD E. 2016/17151
[2] Doktrinde bilgisayar kayıtlarının incelenmesi gibi durumların HMK’da düzenlenen keşif ile mümkün olduğu yönünde görüşler yer almaktadır. (Atalay, O. , Pekcanitez Usul C.2, İstanbul: Onikilevha, s. 1950)
[3] 5. CD E. 2014/10806
[4] Ayrıntılı bilgi için bkz. Mahmut Ceylan, ‘’İdari Yargıda Delil Serbestisi ve Sınırları‘’ Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Dergisi, C. 8 S. 16
[5] Fatih Birtek, Ceza Muhakemesinde Delil ve İspat, Ankara: Adalet, 2017, s.324 / Cem Şenol, Teori ve Uygulamada Ceza Muhakemesinde Hukuka Aykırı Delillerin Kullanılması ve Değerlendirilmesi Yasağı, İstanbul: Onikilevha, 2018, s. 315-316
[6] Ersan Şen, Telefon Dinleme, Gizli Soruşturmacı, X Muhbir, Ankara: Seçkin, 2008, s. 138
[7] CGK 2010/5-187 E. / 18 CD. E. 2015/33931
[8] 3. HD E. 2012/22755
[9] 13. HD E. 1999/9505
[10] 3. HD E. 2012/23195
[11] Ömer Uğur Gençcan, Boşanma Usul Hukuku, Ankara: Yetkin, 2019 s. 729-730-737
[12] ‘’ Bu bakımdan evliliğin yasal yükümlülükler alanı , diğer eş için dokunulmaz değildir. Bu nedenle, eşinin sadakatinden kuşkulanan davacı-davalının, birlikte yaşadıkları her ikisinin de ortak mekanı olan konutta, eşinin bilgisi dışında ses kayıt cihazı yerleştirerek , eşinin aleni olmayan konuşmalarını kaydetmesinde bu suretle sadakat yükümlülüğü ile bağdaşmayan davranışlarını tesbit etmesinde özel hayatın gizliliğinin ihlalinden söz edilemez ve hukuka aykırılık bulunduğu kabul olunamaz. Aksine, aile birliğine ilişkin ortak yaşanılan mekana davalının, meşru olmayan bir amaç için arkadaşlarını kabul etmesinde, aile hayatının gizliliğini ihlal söz konusudur. Bu bakımdan sözü edilen delilin elde edilişinde hukuka aykırılık bulunduğundan söz edilemez. ‘’2. HD E. 2007/17220
[13] 4. HD E. 2016/12458
[14] 2. HD., E. 2015/26918
[15] 2. HD E. 2016/16760
[16] 2. HD E. 2019/1601
[17] TCK md. 132’nin gerekçesinde ilgili husus belirtilmektedir
[18] 12. CD E. 2017/6312 / 12. CD E. 2018/8131
[19] 12. CD E. 2018/8187