Gazetecilere ve yapılan faaliyetin niteliğine ilişikin ‘‘kamu bekçiliği’’ kavramı ilk olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Lingens-Avusturya davasında verdiği kararda gündeme geldi. Kararda basının-yayıncıların, gazetecilerin, blog yazarlarının korunmasına şiddetle ihtiyaç duyulduğuna ve basın mensuplarının siyasetçilere ve gündeme bakıp gelişmeler hakkında bilgi vererek “kamu bekçisi” (watchdog) rolünü oynadığına değinildi. 

1986 yılında verilen bu karardan günümüze AİHM kararlarında bir gazeteci tanımı yapılmasa da, gazetecilerin kamunun kanaat ve bilgi edinme hakkına matuf bir amaçlarının olduğu söylenebilir. Kamunun doğru bilgiye ulaşması ve bu bilginin ışığında gelişmeler hakkında kanaate sahip olması o kadar önemlidir ki, demokratik bir yönetimin olmazsa olmazlarından adil bir seçim, yöneticilerin politikalarının değerlendirilmesi hep bu doğru bilgi sayesinde gerçekleşir. O halde gazetecinin toplum için varlık sebebi aslında objektif ve doğru bilginin aktarılması sorumluluğudur.

Temel hak ve hürriyetler dengesinde basın özgürlüğü kavramı ve basın mensuplarının sorumluluk bilinciyle hareket etmeleri oldukça hassas bir dengeyi barındırır. ‘Basın özgürlüğü’ denildiğinde mutlak ve sınırlanamayan bir anlayışın benimsenmesi bu dengeyi basın mensupları lehine genişletirken, aynı zamanda doğru bilgiye ulaşma arzusundaki kamu aleyhine bir daralmayı beraberinde getirir. 

Basın özgürlüğü sınırsızca tatbik edildiğinde, -yukarıda değindiğimiz AİHM kararının genişletici yorumu sayesinde bloggerlar da düşünülecek olursa- ortaya çıkacak bilgi enflasyonu ve karmaşasının hangi oranda kamunun menfaatine uygun olacağı iyi analiz edilmelidir. Nitekim 5187 sayılı Basın Kanunumuzun 3. maddesinde basın özgürlüğünün kullanılmasını sınırlandırmıştır. Bu düzenlemeye göre basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilecektir.

Gazetecilerden kamu bekçiliği görevlerinin bir gereği olarak beklenen sorumluluk bilinci, bu bekçiliğin gerçekten kim adına yapıldığı ile ilgilidir. Gazeteciliği, ‘çoğu zaman devlete rağmen kamunun çıkarını savunmakla mükellef’ olarak tanımlayanlar, ilk bakışta özgürlükçü ya da mücadeleci olma izlemi verseler de gerçekte kamu menfaatinden ne anladıklarına bakılmalıdır. Aksi halde medya patronlarının menfaatini koruma saikiyle ve fakat kamu menfaatini koruma kalkanı altında yapılan basın faaliyeti ile toplumun gerçekten ihtiyaç duyduğu ‘etraflıca araştırılmış haber’ peşinde uğraş veren gazeteciler birbirine karışacaktır. Her ne kadar AİHM, haberin doğruluğunu kanıtlamak için iyi niyetli çaba gösterilmesini yeterli görse de, kanaatimce sorumlu gazetecilik ancak kamu yararı konusunda vicdan eleğinden geçen bilgileri aktarmayı gerektirir.

Akif TÖGEL
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi