5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 6. maddesinin 1. fıkrasının (g) bendinde, “basın ve yayın yoluyla” ibaresinin tanımı “her türlü yazılı, görsel, işitsel ve elektronik kitle iletişim aracıyla yapılan yayınlar” şeklinde yapılmıştır. 5187 sayılı Basın Kanunu’nun “Kapsam” başlıklı 1. maddesinin 2. fıkrasında ise; “Bu Kanun basılmış eserlerin basımı ve yayımını kapsar.” hükmüne yer verilerek, Basın Kanunu’nun sadece basılmış eserlerle sınırlı olarak tatbik edilebileceği açıkça belirtilmiştir.
Basın Kanunu’nun tatbik alanına giren basılmış eserler, aynı zamanda TCK m.6/1-g kapsamında “basın ve yayın yoluyla” ibaresinin de kapsamındadır. Bununla birlikte; “basın ve yayın yoluyla” ibaresi sadece basılmış eserlerden ibaret olmayıp, televizyon, internet ve basılı olmayan diğer yayınları da içermektedir. Bu ayırım, özellikle Basın Kanunu’nda öngörülen dava açma süreleri yönünden önemlidir.
Basın Kanunu’nun “Dava süreleri” başlıklı 26. maddesinin 1. fıkrasına göre; “Basılmış eserler yoluyla işlenen veya bu Kanunda öngörülen diğer suçlarla ilgili ceza davalarının bir muhakeme şartı olarak, günlük süreli yayınlar yönünden dört ay, diğer basılmış eserler yönünden altı ay içinde açılması zorunludur”.
Basın Kanunu m.26; Kanunun kapsamını basılmış eserlerle sınırlı tutan 2. maddeye uygun şekilde düzenlemiş, sadece basılmış eserler yoluyla işlenen veya Basın Kanunu’nda düzenlenen suçlarla ilgili dava süreleri öngörmüştür. Basılmış eser niteliği taşımayan vasıtalar kullanılarak basın ve yayın yoluyla işlenen suçlarda; Basın Kanunu m.26’da hak düşürücü olarak düzenlenen dava süreleri uygulanmayacak, internet ve televizyon yayınları gibi kendi özel kanunlarında ayrıca bir hüküm bulunmayan hallerde hak düşürücü süre veya dava açma süresi gibi kısıtlamalar gündeme gelmeyecek, genel hükümlere göre hak düşürücü süreler ve zamanaşımı süreleri gözetilerek yargılama yapılabilecektir. Mevcut durumda; Kanun hükmü, içtihat ve uygulama bu şekildedir.
İnternette çıkan haberlerin suç konusu olduğunun iddia edilmesi halinde; bu yayın internette kaldığı sürece dava zamanaşımı süresinin başlamayacağı veya yayın devam ettiği sürece yenileneceği, çünkü yayın devam ettikçe suçun da neticesinin süreceği, yani ortada bir mütemadi suç hali olduğunun ileri sürüldüğü böylece dava zamanaşımı süresinin de işlemeye başlamayacağı, yayının devam ettiği sürede suçun da işlenmeye devam edeceği iddia edilmektedir ki, bu görüşün kabulü mümkün değildir. Bizce; suça konu yayının ilk internete koyulduğu anda esasen suç işlenmiştir ve ondan sonra haberin yayında kalması, yayının devam ettiği her gün suçun işlendiğini veya neticesinin devam ettiğini göstermez, yani ortada bir mütemadi suç hali yoktur. İnternette çıkan bir haberin yazılı basında yer alması durumunda, örneğin bir gazetede yayımlandığında, gazete bakımından dava zamanaşımı süresini gösteren Basın Kanunu m.26 bakımından o tarihte başlayacaktır, ancak internet yayını için Basın Kanunu’nun 26. maddesi değil, genel dava zamanaşımı süreleri uygulanacaktır.
Basılmış eserlerle işlenen suçlar için dava süresi öngörülmesine rağmen, diğer yayınlar yönünden bu şekilde bir kısıtlama olmamasının eşitliğe aykırı olduğu ileri sürülebilir. Örneğin; hakaret veya iftira içeren bir yayının basılmış eserle yapılması halinde Basın Kanunu m.26 uygulanacak, ancak aynı yayının internet sitesinde, radyoda veya televizyonda yapılması halinde bu şekilde sınırlayıcı bir süre aranmayacaktır.
Oysa günümüzde; örneğin gazetelerin haberlerinin hem basılmış nüshada ve hem de gazetelerin internet sitelerinde yayınlandığı dikkate alındığında, hem basılmış nüshada yer alan içeriğin ve hem de internet yayının Anayasa m.28 kapsamında “basın hürriyeti” koruması altında kabul edilmesi ve böylece Basın Kanunu m.26 ile basın mensupları lehine getirilen dava açma sürelerinin internet yayınları yönünden de aranması gerektiği söylenebilir. Aksi halde; içerik aynı olmasına ve aynı yayın organı tarafından hazırlanmasına rağmen sırf yayınlandığı araçlardan birisi basılmış eser olup, diğeri olmadığı için farklı yargılama usulünün uygulanması isabetli gözükmemektedir. Çünkü Anayasa m.28 ve devamı ile korunan sadece basılmış eserler değil, bir bütün olarak basın hürriyetidir.
Elbette bu noktada; Anayasa m.28’de düzenlenen basın hürriyeti ile Anayasa m.26’da düzenlenen düşünceyi açıklama ve yayma, yani ifade hürriyetinin bireyler tarafından kullanılması suretiyle yapılan kişisel yayınları ayırmak gerekir. Bu kapsamda; radyo, televizyon ve özellikle internet gibi vasıtalarla ifade hürriyetinin kullanıldığı sırada suç işleyen her kişi için sınırlayıcı dava açma süresi öngörülmesi beklenemez. Bununla birlikte; basın organlarının ve mensuplarının mesleki ve etik kurallara bağlı olarak yürüttüğü faaliyetlerde kamu yararı bulunduğu ve basın mensubu olmayan bireylerin yaptığı yayınlara göre çok daha geniş kitlelere ulaşabildikleri düşünüldüğünde, basın organları ve mensupları lehine dava açma süresi öngörülerek sürekli şekilde ceza yargılaması tehdidi ile karşı karşıya bırakılmamaları anlaşılabilir ve desteklenmesi gereken bir yaklaşımdır. Kanaatimizce; basın mensuplarının yayın yaptıkları aracın niteliğine, basılmış eser olup olmadığına bakılmaksızın korunması ve bu doğrultuda Basın Kanunu’nun kapsamının genişletilmesi faydalı olacaktır.
Mevcut durumda; basılmış eserler dışında Basın Kanunu m.26’da öngörülen dava açma sürelerinin yorum ve kıyas yoluyla genişletilerek tatbiki mümkün gözükmemektedir. Bunun için, Basın Kanunu’nda değişikliğe gidilmesi zorunludur. Basın Kanunu’nda değişiklik yapılması ve basın lehine korumanın genişletilmesi halinde, bireylerin hak arama hürriyetlerini etkin ve verimli şekilde kullanabilmelerinin sağlanması gerektiği de gözönünde tutulmalıdır. Bu değişikliklerin ana amacı; basılmış eserlerin yanında başta internet yayıncılığını ve diğer yayınları koruma altına alırken, aynı zamanda internet yayıncılığı veya diğer yayınlar sebebiyle kişilik hakları zedelenen, bu yayınlardan olumsuz etkilenmesi mümkün olan kişi hak ve hürriyetlerini de koruyup kollamak olmalıdır. Bu noktada iki temel prensip olmalıdır; birincisi, Basın Kanunu’nda yapılması düşünülen değişikliklerin kişi hak ve hürriyetlerini gözetmek ve ikincisi de, değişiklikler de hukukun evrensel ilke ve esaslarından ayrılmamaktır.
Basın Kanunu m.26/1’de; günlük süreli yayınlarda 4 (dört) aylık ve diğer basılmış eserlerde ise 6 (altı) aylık olmak üzere “dava açma süresi” belirlenmiştir. Dolayısıyla; bu sürelerde sadece iddianamenin düzenlenmesi yeterli olmayıp, aynı zamanda bu kabulü gerekmektedir. Çünkü Ceza Muhakemesi Kanunu m.175/1’de, iddianamenin kabul edilmesi ile birlikte kamu davasının açılacağı ve kovuşturmanın başlayacağı düzenlenmiştir. CMK m.174 uyarınca iddianamenin kabulü veya iadesi yönünde karar verilmek üzere mahkemeye tanınan 15 (onbeş) günlük yasal süre ile iddianamenin iade edilmesi, cumhuriyet savcısı tarafından iddianamenin iadesi kararına itiraz edilmesi gibi süreçler hakkında nihai karar verilinceye kadar geçecek sürede, Basın Kanunu m.26/1’de düzenlenen dava açma süreleri işlemeye devam edecektir. Tüm bu süreçler dikkate alındığında, Basın Kanunu m.26/1’de öngörülen sürelerin yetersiz olduğu tartışmasızdır. Bu sebeple, Basın Kanunu m.26’da öngörülen süreler içerisinde davanın açılması şartı yerine, bu süreler içerisinde iddianame düzenlenmesi şartı getirilmesinin daha isabetli olacağı söylenebilir. Ancak bu durumda, iddianamenin hukukiliği yönünden sakıncalar doğabilecektir. Örneğin; 4 (dört) ve 6 (altı) aylık sürelerde soruşturma işlemleri tamamlanmamasına rağmen, sürenin dolmasına az bir süre kaldığından bahisle acele ile iddianame düzenlenmesi halinde, bu iddianame CMK m.170’de aranan nitelikleri taşımayacak ve iade edilmesi gerekecektir. Bu sebeple; soruşturmaların tamamlanması ve kamu davasının açılmasında yargının iş yükü dikkate alınarak, Basın Kanunu m.26/1’de öngörülen dava açma sürelerinin bireylerin hak arama hürriyeti lehine makul şekilde uzatılmasının fayda sağlayacağı kanaatindeyiz.
Sonuç olarak; dava sürelerinin kısalığı ve uzunluğu konusunda iki hukuki yarar karşı karşıya gelmektedir, bunlardan birisi hak arama hürriyeti ve diğeri basın hürriyeti veya ifade hürriyetidir. Basın hürriyetinin sürekli dava baskısı altında kalmaması için Basın Kanunu’nda kısa dava açma süresinin öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Ancak uygulamada da uzayan soruşturma süreçleri nedeniyle, gerçekten basında çıkan bir haberden olumsuz etkilenen ve kişilik hakları zedelenen insanların korumasız kaldığı, bu şekilde hak arama hürriyetinin etkin olarak kullanılmasının engellendiği de bilinmektedir. Sonuç olarak; Basın Kanunu’nda dava açma süreleri kısa tutulmaya devam edilecek ve bunlar internet ile televizyon ve radyo haberciliğini kapsamına alacak şekilde genişletilecekse, dava süreleri yeniden gözden geçirilmeli ve mağdur olduğunu iddia eden kişilerin hak arama hürriyetleri ile etkin yargı sürecinin de önü kesilmemelidir. Ancak bu tartışmaya kitle iletişim vasıtası sayılmayan ve sosyal medya paylaşımları olarak bilinen kişisel kullanımların veya kişisel haberleşmelerin dahil edilemeyeceği tartışmasızdır. Çünkü özel düzenlenmiş dava süreleri ile hedeflenen; basın hürriyetinin korunması olup, bu kapsamda gözetilecek olanlar süreli veya süresiz basılı eserler ile televizyon, radyo ve internet gazeteciliği olarak düşünülmeli, eğer dava süreleri televizyon, radyo ve internet gazeteciliğini de dikkate alarak düzenlenmek istenmekte ise, sadece bu haber vasıtaları gözönünde bulundurulmalı, bunun dışında “sosyal medya paylaşımları” olarak bildiğimiz kişisel iletiler ve paylaşımlar olağan hak düşürücü süreler ve dava zamanaşımı sürelerine tabi tutulmalıdır.
Son olarak belirtmeliyiz ki; sadece dava süreleri ile ilgili değil, kitle iletişim türleri arasında ciddi farklı düzenlemeler ve karmaşıklık bulunduğundan, bu alanda bir kodifikasyon yapılarak, “Kitle İletişim Kanunu” altında tüm türler açısından geçerli ortak hükümler ve bölümler halinde radyo, televizyon, gazete, internet ve diğerlerine mahsus kuralların getirilmesi isabetli olacaktır.
Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Beyza Başer Berkün
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)