Bugüne kadar uzun tutukluluk, uzun yargılama, bir tedbir olan tutuklamanın amaç ve fonksiyonuna aykırı hareket edilmesi ile ilgili eleştirilerimizde geldiğimiz nokta ortadadır. Baştan çözülmesi gereken bu sorunlar gözardı edildiği için, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bir hak ihlal kararı ile birçok gerçek net bir şekilde gündeme gelmiştir.
Açıklamalara bakıyorum, zamanında; “darbe suçu ağır suçtur, katalogda yer almaktadır, kaçma şüphesi var, yargılama ne kadar sürerse sürsün tutukluluk mümkün olabilir, aklanıp çıksınlar” diyenler, şimdi deyim yerinde ise “hürriyet havarisi” kesildiler. Kimi insanlar suya sabuna dokunmayan açıklamalar yaparken, siyasiler de “hayırlı olsun”, “ne yapalım yargı kararı” veya “milletvekili özgür siyaset yapmalı ve halkını temsil etmelidir” gibi değerlendirmelerde bulunmaktadır.
Sonuç ortada; bir insan yaklaşık 5 yıldır tutuklu, masumiyet/suçsuzluk karinesi altında yargılanıyor. Bunun o insan için hayırlısı olmaz. Yargı kararı diyerek de iş geçiştirilemez. Anayasa Mahkemesi’nin henüz gerekçesini bile açıklamadığı kararı ile Yerel Mahkemenin bağlı olmadığını, bu kararın “hak ihlali tespiti” niteliğini taşıdığını herkes bilmektedir.
Meseleyi sadece seçilme hakkı, temsil süresinin yarısından fazlasını tutukevinde geçiren bir milletvekilinin halkını temsil edemeyip parlamentoya gidememesi ile açıklamak, öncelikle “eşitlik” ve “hukuk devleti” ilkelerine aykırıdır. Herkes bilir ki, bir milletvekili yargılandığı suçla ilgili, milletvekili olmayanla eşit haklara sahiptir. Bir başka ifadeyle milletvekili olmak, yargılama yapılması mümkün olan suçtan dolayı bir tutuklanma yasağı öngörmez. Zaten aksi de olmamalıdır.
Meseleyi sadece Sayın Mustafa Balbay’ın milletvekilliğine ve siyasi hakkını kullanmasına bağlayıp, esasında uzun tutukluluğun bir sonucu olan bu yönü ile görerek kişi hürriyetini dikkate almamak, kişi hürriyetinin kısıtlanmasının sadece bir sonucuna, yani siyasi hakka değer vermek vahim bir hata olacaktır. Bu husus, Türk Hukuku’nun gerçekte yaşadığı sorunu dikkate almamak ve insanlara eşit davranılmaması anlamını taşıyacaktır.
Oysa asıl sorun, kişinin milletvekili olup olmaması değil, uzun süre tutuklu yargılanmasıdır. Bu noktada, yargılamanın esasını da tartışmak istemiyorum. Şimdi gelinen aşamada, davanın yerel mahkeme aşaması bitmiş, dört suçtan toplam 34 yıl 8 ay ceza verilen insan serbest kalıyor. İyi kalsın da, bu zamana kadar niye serbest bırakılmadı, aynı davada hukuki durumları aynı veya daha hafif olan tutuklu sanıkların akıbetleri ne olacak? Bundan başka, benzer durumda olan Türkiye Cumhuriyeti’nin dört bir yanında bulunan tutukluların durumu ne olacak? Bugüne kadar Yargıtay aşamasını tutukluluk süresinden saymayan karar ve uygulamalar ne olacak? Bunların hepsi, meseleyi milletvekili olma şartına bağlamak suretiyle yüzeysel ve ayrıcalıklı mı çözülecek, yoksa kalıcı bir çözümle, önce aynı veya benzer durumda olanların tahliyesi sağlanarak, Türk Hukuku tutuklama tedbiri konusunda yaşadığı sorunları gerçekçi ve kalıcı çözümlerle mi aşacak?
Bunların kararını vermek zorundayız. Aksi halde kimse Millete, milletvekilleri ile sınırlı kalma ihtimali bulunan bir uygulamanın haklılığını anlatamaz. Kamu otoritesi, öncelikle bu eşitliğe aykırı uygulamanın haklılığını biz hukukçulara anlatamaz. Esasında gelinen süreçte, Türk Hukuku hatalı uygulamaların bedelini ödemektedir. Olması gereken, Mustafa Balbay’ın milletvekili sıfatına sahip olup olmadığına bakılmaksızın, aynı veya benzer durumda olan tüm tutukluluların re’sen tahliye edilmeleri gerekir.
Eminim bazı insanlar iki şekilde konuyu geçiştirecektir. Birincisi Sayın Mustafa Balbay’ın suçu yok ve dava siyasidir; ikincisi de Mustafa Balbay bir milletvekilidir, sade vatandaştan farklı ve üstündür. Birincisine verilecek cevap nettir; suçluluğu Mahkemenin kesinleşmiş kararı ile sabit oluncaya kadar herkes masumdur ve suçun siyasisi olabilir, ancak davayı siyasi olarak nitelendirip işin içinden çıkılamaz. Eğer öyle ise, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını tartışmaya açmak gerekir. İkincisi ise; milletvekilliği bir ayrıcalık ve üstünlük olarak görülemez. Milletvekilinin yasama dokunulmazlığı vardır, bu kapsamda da yargı dokunulmazlığının ne olduğu Anayasa m.83’de tanımlanmıştır. Milletvekili suç iddiası ile yargılanabilmekte ise, usul hükümleri açısından diğer insanlarla aynı kurallara tabidir.
Tutuklama tedbiri, etki ağırlığı itibariyle her bireye göre değişen kişi hak ve hürriyetlerine sınırlama getirir. Bu tedbirle, kimi bireyin seyahat hürriyeti veya çalışma hakkı, kimisinin de siyasi temsil hakkı ya da çocuk hakkı ciddi şekilde zedelenir. Ancak tutuklama temel olarak, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sınırlama getirir.
Hani ağır cezalık işlerde azami tutukluluk süresi olan beş yıl ve terör suçlarında on yıl olan süre aşılmadıkça, özellikle yargılamanın karmaşıklığı, sanık ve eylem sayısının çokluğu gibi nedenlerle uzun tutukluluk olmazdı? Ne oldu ve ne değişti? Şimdiye kadar söyleyip yazdıklarımda tüm bu soruların cevabının olduğunu söyleyeceğim, ama yanlış anlaşılacak. Esasında bu soruların cevapları, tabi olduğumuz hukuk kurallarında, hukukun evrensel ilke ve esaslarında açıkça yer almaktadır. Belirtmeliyim ki hukuk ve adalet, sübjektiflik ve siyaset kaldırmayacağı gibi, hiçbir zaman araç olarak da kullanılamaz.
Türk Ceza Yargılaması Hukuku’nun ana sorunu; uzun yargılamalar, keyfi tutuklamalar, tutuklamanın ceza gibi görülüp uygulanmasıdır. Bu hatadan çıkışın yolu, sadece tutuklu milletvekillerini tahliye edip, asilleri, yani onları seçen vatandaşları tutuklu tutarak bulunamaz. Bu yöntemle sadece yeni milletvekillerine imtiyaz tanınmış olur. Bu nedenle meseleyi doğru görüp çözüme kavuşturmak gerekir.
Geçmişte yapılan hataların bizi karşı karşıya bıraktığı bir çelişkili duruma kısaca işaret etmek istiyorum. Bir taraftan yerel mahkeme aşaması bitmiş bir dava var. Mahkeme dosyadan el çekmiş. Ancak dosyada gerekçeli karar yazılmadığı için Yargıtay’a gidemiyor ve dolayısıyla Yargıtay da Ceza Muhakemesi Kanunu m.104/3’e göre önüne dosya gelmediği için inceleme yapamıyor. Ceza Muhakemesi Kanunu, bu ara ile ilgili tutukluluk incelemesi ile ilgili net bir düzenleme öngörmemiş, çünkü bu aşamada durumun değişmeyeceği ve sanığın tahliye olmayacağı kabul edilmiş. Herhalde Mahkeme, elde yegane hüküm olan Ceza Muhakemesi Kanunu m.104/1-2’yi esas alarak tahliye kararı vermiş olabilir. Çünkü Mahkeme, duruşma ve oturumlar bittiği için Ceza Muhakemesi Kanunu m.108/3’ü de uygulayamaz.
Doğruya doğru. Gözünüzü kapatıp düşünün. Türkiye’de 35 yıl hapis cezası alıp da bu şekilde kim tahliye olabilir? Bu değerlendirmeyi, insani değerleri, tahliye olanın kimliğini ve sıfatını, hakkında yapılan suçlamayı ve meselenin siyasiliğini bir tarafa bırakarak, sırf sanığın sırf insan olması itibariyle yapın. Ne oldu, ne değişti ve Anayasa Mahkemesi’nin sadece ihlal tespiti yaptığından hareketle, el çekilen bir dosya üzerinden nasıl tahliye kararı verildi? Gerekçesini gördük. Henüz gerekçeli kararı çıkmamış Anayasa Mahkemesi’nin kısa kararında yer alan ifadelere atıf yapılmış gözüküyor.
Şimdi soruyorum; Anayasa Mahkemesi doğru karar verdi ise, bugüne kadar ve daha önemlisi dava bitene kadar ne beklendi? Darbe suçuna karıştığı iddiası ile 34 yıl 8 ay hapis cezası alan bir insan, tahliyesinde bir olağandışılık yoksa, bu cezayı almadan önce neden tahliye edilmedi? Kaçma şüphesi mi ortadan kalktı, yoksa Hükümeti devirmeye teşebbüs fiili suç olmaktan mı çıktı veya Ceza Muhakemesi Kanunu m.100/1’de yer alan “işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülülük” şartı yürürlükten kaldırıldı da, bizim mi haberimiz olmadı? Neresinden tutarsak tutalım, ektiğimizi biçiyoruz. Meseleyi “Anayasa Mahkemesi bu şekilde karar verdi”, “Ne yapalım tutuklu olan milletvekili”, “Zaten uzun süredir tutuklu idi” gibi gerekçelerle açıklamak ve geçiştirmek de doğru olmayacaktır. “Efendim siz tutukluların tahliyesini mi istemiyorsunuz?” gibi bir ithamı ise kabul etmem ve hukuk mantığına sığdırıp cevaplandırmam mümkün değildir.
Sonuç; bugüne kadar hep söyledim, uzun tutukluluk ve somut dayanaktan uzak tutuklama kararları doğru değildir. Esas olan, masumiyet/suçsuzluk karinesi altında herkesin tutuksuz, süratli, dürüst yargılanması ve somut şartlar oluştuğu takdirde istisnai olarak tutuklu yargılanmasıdır. Tutukluluk, belki yerel mahkemece verilen mahkumiyet kararı ile gündeme gelebilir.
Uzun tutukluluğu ve tutuklama tedbiri ile ilgili yaşanan diğer sorunları, sadece milletvekili olma ve siyasi hak kullanma seviyesine indirmeksizin, gerçeği görmek ve herkese eşit yaklaşıp dürüst davranmak suretiyle çözebiliriz. Sayın Mustafa Balbay’ın, bir milletvekili olarak değil uzun süredir tutuklu olan birey olarak tahliye olmasından mutluluk duyduğumu ve bu umut verici gelişmenin Türk Hukuku’nda yaşanan uzun ve/veya keyfi tutukluluklar açısından bir örnek oluşturmasını diliyorum.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
Trend Haberler
Yargıtay’ın 3 Gün Kuralı
AVUKATIN TARAF OLDUĞU (MESLEKTEN KAYNAKLI OLMAYAN) DOSYALARINDA E-TEBLİGAT ZORUNLULUĞU VAR MIDIR?
KARŞI DAVA AÇMA SÜRESİ (HMK m. 133)
Kiracının Haklı Tahliyesi
'ARABULUCULUK KÖTÜYE VE AMACI DIŞINDA KULLANILARAK İŞÇİNİN HAKLARI ÇİĞNENEMEZ'
SORUŞTURMAYA YER OLMADIĞI KARARI (SYOK) ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER: KABAHATLER KANUNU (MADDE 23) AÇISINDAN SYOK’UN DURUMU