TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MUSTAFA AKBULUT BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2020/34827) |
|
Karar Tarihi: 17/7/2024 |
R.G. Tarih ve Sayı: 23/12/2024 - 32761 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
|
İrfan FİDAN |
|
|
Muhterem İNCE |
Raportör |
: |
Şahap KAYMAK |
Başvurucu |
: |
Mustafa AKBULUT |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, hükümözlü olarak ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun idari işlemin iptali talebiyle açtığı davanın vesayet makamı kararı olmaksızın tek başına dava açma ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 23/10/2020 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Eskişehir İl Millî Eğitim Müdürlüğü (MEM) bünyesinde öğretmen olarak görev yapmaktayken 1/9/2016 tarihli ve 29818 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 15/8/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (672 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/5/2017 tarihli kararıyla başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bireysel başvuru tarihi itibarıyla başvurucu, hükümözlü olarak Keskin T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunmaktadır.
9. Başvurucu 12/6/2017 tarihli dilekçesiyle Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) emekli aylığı bağlanmasını talep etmiştir.
10. Bu talebe cevaben SGK Başkanlığı Emeklilik Hizmetleri Genel Müdürlüğü Kamu Görevlileri Emeklilik Daire Başkanlığının 18/9/2017 tarihli yazısında, yapılacak işleme esas olmak üzere emekli aylığı bağlanması için yaş ve hizmet şartını tamamlayıp tamamlamadığı hususunun sorularak emekliliğe hak kazanmış ise bilgi ve belgelerin gönderilmesinin MEM'den istendiği başvurucuya bildirilmiştir.
11. MEM'in 12/10/2017 tarihli yazısı ekinde başvurucuya emekli aylığı bağlanmasına esas olmak üzere alınan emekliye sevk onayı ve ilgili belgeler SGK'ya gönderilmiştir.
12. Başvurucu, MEM'e hitaben yazdığı 25/2/2019 tarihli dilekçeyle geçen sürede tarafına bilgi verilmediğinden bahisle SGK'nın hakkında talep ettiği bilgi formunun gönderilmesini istemiştir.
13. Söz konusu dilekçeye istinaden MEM'in 11/3/2019 tarihli yazısıyla, başvurucunun emekliye sevk işlemi için 26/9/2017 tarihli Valilik onayı alındığı, onay ve diğer belgelerin 12/10/2017 tarihli yazıların ekinde SGK'ya gönderildiği başvurucuya bildirilmiştir.
14. Başvurucu 26/2/2019 tarihli dilekçesiyle de SGK'dan emekli aylığı bağlanması talebinin akıbeti hakkında bilgi istemiş ancak yasal süresi içinde cevap verilmediğinden bahisle bu talebinin reddedildiğini ileri sürerek emeklilik işlemlerinin tamamlanması suretiyle emekli aylığının bağlanması ve emekli ikramiyesinin ödenmesi talebinin zımnen reddine yönelik işlemin iptaline ilişkin olarak SGK'ya karşı Ankara 10. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır.
15. Mahkeme davanın konusuz kaldığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde davalı idare tarafından 16/10/2019 tarihinde dosyaya sunulan dilekçede 1/7/2017 tarihinden itibaren başvurucuya emekli aylığı bağlandığının ve emekli ikramiyesi tahakkuk ettirildiğinin belirtildiğini ifade etmiştir. Davalı idarenin istinaf kanun yoluna başvurması üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi 11. İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir.
16. Bunun üzerine başvurucu 24/12/2019 tarihinde SGK'dan emekli aylık ve ikramiyesi geç ödendiğinden dolayı yasal faiz uygulanmasını talep etmiş, talep 21/1/2020 tarihinde mevzuatta ilgililere geç yapılan ödemeler için herhangi bir düzenleme bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
17. Ret işleminin iptali talebiyle açılan davada tek hâkim tarafından 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi gereğince davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; hükümlü olan bir kişinin tek başına dava açamayacağı, dava açmasının vesayet makamının iznini gerektirdiği belirtilmiştir. Buna göre ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyetine karar verilen ve bu karar uyarınca ceza infaz kurumunda hükümözlü olarak bulunan başvurucunun vesayet makamı kararı olmaksızın tek başına dava açma ehliyetinin bulunmadığı ifade edilmiştir. Söz konusu karara karşı yapılan istinaf başvurusu Bölge İdare Mahkemesince 24/9/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir.
18. Nihai kararı başvurucu 1/10/2020 tarihinde öğrenmiştir.
19. Başvurucu 23/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararına (bkz. § 8) karşı yapılan istinaf başvurusu Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin 31/12/2018 tarihli kararıyla reddedildiği ancak temyiz üzerine Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 17/2/2021 tarihli kararıyla makul bir ceza tayini yerine fazla cezaya hükmedildiği gerekçesiyle kararın bozulduğu görülmüştür.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
20. 2577 sayılı Kanun'un "Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Vergi Usul Kanununun uygulanacağı haller" kenar başlıklı 31. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"1. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, dosyanın taraflar ve ilgililerce incelenmesi, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler, elektronik işlemler ile ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla duruşma icrasında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır."
21. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Dava ehliyeti" kenar başlıklı 51. maddesi şöyledir:
"Dava ehliyeti, medenî hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir."
22. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 10. maddesi şöyledir:
"Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır."
23. 4721 sayılı Kanun'un uyuşmazlık tarihi itibarıyla yürürlükte olan "Özgürlüğü bağlayıcı ceza" kenar başlıklı 407. maddesi şöyledir:
"Bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her ergin kısıtlanır.
Cezayı yerine getirmekle görevli makam, böyle bir hükümlünün cezasını çekmeye başladığını, kendisine vasi atanmak üzere hemen yetkili vesayet makamına bildirmekle yükümlüdür."
2. Danıştay İçtihadı
24. Danıştay Onikinci Dairesinin 13/6/2017 tarihli ve E.2017/574, K.2017/3133 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dava; Gaziantep Üniversitesi, Şahinbey Araştırma ve Uygulama Hastanesinde memur olarak görev yapan davacının, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48/A-5 ve 98/b maddeleri uyarınca Devlet memurluğu görevine son verilmesine ilişkin 12/3/2014 tarihli [...] işleminin iptali ile kesilen 2/3 oranındaki maaşının ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, davacının kesinleşmiş karar ile hükümlü olmadığı, hükmen tutuklu olduğu anlaşıldığından mahkum olmamak şartının gerçekleşmemiş olduğu gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline, işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal hakların ödenmesine karar verilmiştir.
...
Olayda; davacının, "Kasten İnsan Öldürme" suçunu işlediği gerekçesiyle 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına dair Şanlıurfa 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin [...] kararının temyiz edildiği ve Yargıtay Birinci Ceza Dairesinin 10/2/2016 tarihli [...] kararı ile onanarak kesinleştiği anlaşıldığından Şanlıurfa 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararının kesinleşmediğinden bahisle davacının hükmen tutuklu olduğu gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali ile davacının işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal hakların ödenmesi yolunda İdare Mahkemesi'nce verilen kararda hukuka uyarlık bulunmamaktadır."
25. Danıştay Onüçüncü Dairesinin 17/1/2022 tarihli ve E.2021/5179, K.2022/87 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Uyuşmazlığın çözümü için, dava konusu Kurul kararına dayanak alınan 4734 sayılı Kanun'un 11. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan 'hükümlü bulunma' kavramının irdelenmesi gerekmektedir.
...
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 4. maddesi uyarınca, mahkûmiyet hükümleri kesinleşmedikçe infaz olunamaz. Dolayısıyla yargılama sonucunda ceza verilmiş ancak bu karar kesinleşmemişse kişi hükümlü sayılmamakta ve cezanın infazına başlanamamaktadır. Ceza mahkemesince yapılan yargılama sonucunda hakkında verilen mahkûmiyet kararı (cezası) kesinleşmiş, infaz aşamasında bulunan kişilere 'hükümlü' denilmekte, cezası henüz kesinleşmemiş kişiler için duruma göre 'hükmen tutuklu' veya 'hükümözlü' kavramları kullanılmaktadır.
Kanun yolu davasının açılması üzerine kolektif olan yargılama faaliyeti yapılacağından, kesinleşmemiş karara karşı olağan kanun yoluna (istinaf veya temyiz) başvurulmuşsa, yargılamanın devamı aralıksızdır. Kanun yoluna başvurulması, kararın yargı hâlini almasına, yani kararın kesinleşmesine engel olmakta ve yargılama üst derecede bir başka yargılama makamına devredilmiş olmaktadır.
Sonuç olarak, hukuk kurallarının hükümlü olmaya infazın dışında sonuçlar bağladığı durumlarda, bundan 'kesin hükümlülüğün' anlaşılması gerektiği, bunun da olağan kanun yolları tüketildikten sonra ortaya çıkan kesin hükümle oluşan hükümlülük olduğu kabul edilmektedir. Bundan önceki aşamadaki hükümlülüğün, istinaf veya temyiz aşamasında verilecek bir kararla ortadan kalkabilmesi mümkün olduğundan, buna kesin hukuki sonuçlar bağlamamak gerekir.
...
Bu itibarla, her ne kadar davalı idarece dava konusu işlem 4734 sayılı Kanun'un 11/1-(a) maddesi uyarınca tesis edilmiş ise de, davacı şirketin %51 ortağı ve yönetim kurulu başkan vekili olan kişi hakkında verilen cezaların kesinleşmediği, temyiz aşamasının devam ettiği, henüz hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı, dolayısıyla işleme dayanak alınan kuralda belirtilen suçlardan 'hükümlü bulunma' şartının oluşmadığı dikkate alındığında davacının da ortağı olduğu iş ortaklığının teklifinin hükümlülükten bahisle değerlendirme dışı bırakılması mümkün değildir."
B. Uluslararası Hukuk
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan, ...bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Anayasa Mahkemesinin 17/7/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi Yönünden
28. Başvurucu, yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğunu belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.
29. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak, geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
30. Başvurucu; hapis cezası kesinleşmiş olan hükümlülerin dava açma haklarını vasileri aracılığıyla kullandığını, kendisinin hükümlü değil hükümözlü olduğunu, hakkında verilen hapis cezası kesinleşmediğinden vasi atanmadığını belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31. Bakanlık görüşünde; yargı mercilerinin maddi olay ve olgular ile delilleri değerlendirdiği, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili vardıkları sonucu ve kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini gerekçelendirdiği, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığından temin edilen görüş ve ilgili belgelerin başvurucunun şikâyetlerine ilişkin olarak yapılacak incelemede değerlendirilmek üzere gönderildiği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediği konusunda inceleme yapılırken Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri ile Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü şartlarının dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir.
2. Değerlendirme
32. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
34. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmiştir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
35. Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Dolayısıyla kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren ya da onu önemli ölçüde etkisizleştiren müdahaleler mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirilir.
36. Başvuruya konu kararda, 4721 sayılı Kanun'un hükümlülerin vesayet altına alınmasına dair kurallarının kıyas yoluyla hükümözlü olan başvurucu yönünden uygulanarak davanın ehliyet yönünden reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
37. Bu kapsamda hükümözlünün vesayet makamı kararı olmaksızın tek başına dava açma ehliyetinin bulunmadığına karar verilmesinin mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
38. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin gözönüne alınması gerekmektedir.
39. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
40. Anılan hakka yönelik müdahale Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen şartlara uygun olmadığı takdirde Anayasa'nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.
41. Bu itibarla yukarıda belirtilen müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma (meşru amaç) ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama ölçütlerine uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Genel İlkeler
42. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60). Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
43. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulaması da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşımalıdır (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44). Kanunilik unsuru yönünden değerlendirme yapılırken yargılama makamlarınca müdahaleye imkân tanıyan kanun hükümlerinin yorumu ve bu hükümlerin olaya uygulanması bariz takdir hatası ya da açık bir keyfîlik içermediği sürece bu alanda bir inceleme yapılması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Ancak yargı mercilerinin müdahaleye imkân tanıyan kanun hükmünü açık bir biçimde hatalı yorumladıklarının ve uyguladıklarının tespiti hâlinde müdahalenin kanunilik temelinden yoksun olduğu sonucuna ulaşılabilir (Ramazan Atay, B. No: 2017/26048, 29/1/2020, § 29).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
44. Somut olayda başvurucunun geç ödenen emekli aylıkları ve ikramiyesine yasal faiz işletilmesi talebiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptaline dair açtığı dava Mahkemece ehliyet yönünden reddedilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi başvurucunun istinaf başvurusunu reddederek mahkeme kararının ehliyet ret gerekçesini aynen kabul etmiştir.
45. Bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe izin vermeyecek kadar belirli ve öngörülebilir nitelikte olması gerekir.
46. Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması Anayasa'nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde kanuni düzenlemeler hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olmalı; ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermelidir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa'nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa'nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
47. 4721 sayılı Kanun'da vesayeti gerektiren kısıtlama nedenleri arasında sayılan özgürlüğü bağlayıcı ceza hâli 407. maddede düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her erginin kısıtlanacağı, ikinci fıkrasında ise cezayı yerine getirmekle görevli makamın böyle bir hükümlünün cezasını çekmeye başladığını, kendisine vasi atanmak üzere hemen yetkili vesayet makamına bildirmekle yükümlü olduğu hüküm altına alınmıştır.
48. Kurala göre ergin olmak kaydıyla bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan kişiler mutlak olarak vesayet altına alınacaklardır. Bu konuda cezanın verildiği mahkeme; mahkûmiyete sebep suçun niteliği, ağır ya da hafif hapis cezasına mahkûmiyet önem taşımamakta, kısıtlama için hükmedilen cezanın süresi dikkate alınmaktadır. Başka bir deyişle mahkemenin mahkûmun kendi işlerini görecek durumda olup olmadığı hakkında araştırma yapmasına gerek olmadığından vasi atanıp atanmamasına dair bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Özgürlüğü bağlayıcı ceza için mahkûmiyet kararının verilerek kesinleşmesinden sonra infazın başlamasıyla, başka bir deyişle hükümlünün cezasını çekmeye başladığı andan itibaren derhâl cezayı yerine getirmekle görevli makam hükümlünün cezasını çekmeye başladığını hükümlüye vasi atanabilmesi için vesayet makamına bildirecektir. Yetkili vesayet makamı hükümlüye bir vasi atayacaktır. Vesayet hapis hâlinin sona ermesiyle ayrıca bir mahkeme kararına gerek olmaksızın kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Koşullu salıverilme vesayetin sona ermesi için yeterli olmayıp ayrıca cezanın çekilip bitirilmiş olması gerekir (AYM, E.2022/105, K.2023/54, 22/3/2023, § 9).
49. Bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan kişilerden sadece cezası infaz edilmek üzere hapsedilenlerin kuralın kapsamına girdiğine dikkat çekmek gerekir. Sınırlı ehliyetsiz sayılan, bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan kişiler ayırt etme gücünü haiz bulunduklarından sınırlı da olsa belirli işlemleri yapabilirler ve hukuka aykırı eylemlerinden dolayı sorumludur. Bu kişiler karşılıksız kazandırma amacına yönelik bağışlama, ibra, kefalet alacaklısı olma, işgal ve ihraz yoluyla mülkiyet kazanma gibi işlemleri vasinin iznini almaksızın tek başlarına yapabilir (AYM, E.2022/105, K.2023/54, 22/3/2023, § 10).
50. Danıştayın içtihadı da hakkındaki mahkûmiyet kararı kesinleşmemiş sınırlı ehliyetsizlerin bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı cezaya mahkûm edilmesi sebebiyle dava açma ehliyetlerinin bulunmadığı sonucuna ulaşılamayacağı yönündedir. Diğer bir ifadeyle mahkûmiyet kararı kesinleşmeyen sınırlı ehliyetsizler tek başlarına dava açma yetkisine sahiptir. Nitekim 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 4. maddesinde mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesi infazın şartı olarak düzenlenmiştir. Mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesi ile cezası infaz edilebilir aşamada bulunan kişi hükümlü olarak tanımlanmaktadır. İnfaz aşamasından önce ise kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmadığından dolayı kişi hükümözlü statüsündedir.
51. Başvuru konusu davada Mahkeme hükümözlü olan başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararının kesinleşip kesinleşmediğini ve cezanın infazına başlanıp başlanmadığını değerlendirmeden mahkûmiyet kararının doğal bir sonucu olarak başvurucunun kısıtlandığı kabulünden hareketle dava açma ehliyetinin olmadığına karar vermiştir. Burada 4721 sayılı Kanun'un 407. maddesinin (1) numaralı fıkrasının lafzında geçen ''kısıtlanır'' ibaresinin ne anlama geldiğinin açıklanması gerekir. Söz konusu ibare hâlihazırda kişinin uhdesinde olan bir yetkinin sınırlanması anlamına gelir. Kısıtlanan şey kuralın kapsama aldığı kişilerin kısıtlama kararı öncesi tam olarak sahip oldukları fiil ehliyetidir. Fiil ehliyetinin ne olduğu ise belli bir sistematik dâhilinde 4721 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri gözetilerek düzenlenmiştir. Oysaki Mahkeme bu hususlarda herhangi bir araştırma yapmadan başvurucu hakkında salt mahkûmiyet kararı verilmesini kısıtlılık için yeterli görmüştür.
52. Anayasa'nın 11. maddesi uyarınca Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Buna göre kamu gücü kullanan makamların her türlü iş ve işlemlerinde öncelikle Anayasa hükümlerini gözetmeleri zorunludur. Diğer taraftan Anayasa'nın 138. maddesine göre hâkimler Anayasa'ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Görüldüğü üzere yargı organlarının uyuşmazlıkları öncelikle Anayasa hükümlerini dikkate alarak çözüme kavuşturmaları anayasal bir zorunluluktur. Bu bağlamda bireysel başvurunun ikincilliği ilkesi Anayasa Mahkemesinin ilk elden yani doğrudan inceleme yapmamasını ifade ettiği gibi esas itibarıyla idari ve yargısal makamların önlerindeki meseleleri ve uyuşmazlıkları öncelikle Anayasa'ya uygun biçimde sonuca bağlamaları yönünden birincil derecede sorumlu olduklarını gösterir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Mehmet Apaydın, B. No: 2015/13099, 8/1/2020, § 46).
53. Nitekim özellikle temel kanunlarda öngörülen dürüstlük ve iyi niyet kuralları, hakkın kötüye kullanılması yasağı gibi genel ilkeler ile bazı hâllerde olayın özelliklerine ve durumun gereklerine göre hâkime takdir yetkisi tanınması uyuşmazlıkların çözümünde Anayasa'ya uygun yorum imkânı tanıyan söz konusu etkili hukuksal korumanın bir gereği olarak görülmelidir. Dolayısıyla ister özel kişiler arası isterse de taraflardan birinin kamu gücü olduğu uyuşmazlıklar olsun her durumda hâkimin hukuk kurallarını Anayasa'ya uygun bir biçimde yorumlaması ve yargı yetkisinin kullanımı çerçevesinde özellikle Anayasa ile güvence altına alınan temel hak ve hürriyetlerin korunmasını gözetmesi beklenir (Mehmet Apaydın, § 47).
54. Ayrıca belirtmek gerekir ki mahkemeler, önlerindeki uyuşmazlığa uygulayacakları mevzuat hükümlerini anayasal ilke ve güvenceleri gözeterek yorumlamak mecburiyetindedir. Bir mevzuat hükmünün birden farklı biçimde yorumlanmasının mümkün olduğu hâllerde Anayasa'ya aykırı olan yorumun benimsenmesinden kaçınılması Anayasa'nın üstünlüğü ilkesinin bir gereğidir. Diğer bir ifadeyle Anayasa'ya uygun yorum ilkesi hâkimin hukuk kurallarını yorumlama serbestîsinin sınırını oluşturmaktadır. Dolayısıyla hâkimin bir hukuk kuralının anlam ve kapsamını tespit ederken Anayasa'yı ve anayasal ilkeleri hesaba katmaması Anayasa'nın normlar hiyerarşisinin tepesinde yer almasını anlamsız hâle getirir. Bu bağlamda Anayasa kâğıt üzerinde kalan bir metin değil yaşayan, hukuk sistemini yönlendiren, her türlü kamusal tasarrufta gözetilmesi gereken hukuki bir belgedir (Mehmet Fatih Bulucu [GK], B. No: 2019/26274, 27/10/2022, § 76).
55. 4721 sayılı Kanun'daki bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı ceza alan kişilerin kısıtlanacağına ilişkin kuralın hakkındaki mahkûmiyet kararı henüz kanun yolu incelemesinden geçerek kesinleşmemiş ve cezası infaz edilebilir aşamaya gelmemiş kişiler bakımından da uygulanabileceğine dair Mahkemenin yorumu kanunilik ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Zira kanun koyucu mezkûr Kanun'un 407. maddesinin (2) numaralı fıkrasında cezasının infazına başlanan kişilerin vesayet altına alınacağını öngörmüştür. Bu kural ile özgürlüğü bağlayıcı bir ceza nedeniyle hükümlünün, özellikle şahsi ve mal varlığıyla ilgili bazı hukuki işlemleri yapamayacağından kendisine kanun gereğince mutlak olarak vasi atanmasıyla korunması amaçlanmaktadır (AYM, E.2022/105, K.2023/54, 22/3/2023, § 31).
56. Kaldı ki mahkeme kararında hükümözlülerin kısıtlanması sebebiyle dava açabilmeleri için vesayet makamının izni olması gerektiğine ilişkin açık bir kanun hükmü gösterilememiştir. 4721 sayılı Kanun'un ilgili maddelerinde de hükümözlülerin tek başlarına dava açamayacaklarına yönelik açık veya örtülü bir hüküm yer almamaktadır. Bunun aksine 4721 sayılı Kanun'un 407. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 5275 sayılı Kanun'un 4. maddesi birlikte gözönünde bulundurulduğunda hükümözlülerin değil hükümlülerin tek başına dava açma ehliyetlerinin olmadığı görülmektedir. Bu nedenle 4721 sayılı Kanun'un 407. maddesinin (1) numaralı fıkrası dikkate alınarak hükümözlülerin tek başlarına dava açamayacaklarının kabul edilmesi anayasal anlamda kanunilik ölçütü bakımından öngörülemez bir durumdur.
57. Dava açmak, kişilerin belirli bir konuda sahip olduklarını iddia ettikleri bir hakka yönelik olarak hukuksal bir sonuç, hüküm elde etmek için yargı organına başvurmalarını ifade etmektedir. Bu itibarla davayı çözecek yargı merciinden beklenen, delilleri değerlendirmek ve hukuk kurallarını yorumlamak suretiyle uyuşmazlıktaki maddi gerçeği ortaya çıkarmak ve böylece davanın her iki tarafına da hakkı olanı teslim etmektir (Ahmet Özgan ve Şule Özgan [GK], B. No: 2020/21347, 21/12/2023, § 69). Somut olayda başvurucunun dava tarihi itibarıyla hakkındaki mahkûmiyet kararının kesinleşmediği ve dolayısıyla cezasının infazına başlanmadığı gözetilmeden karar verilmiştir. Hükümözlülerin tek başlarına dava açamayacaklarına yönelik yorum yapılırken hükümlüler ile ilgili kurallarla sınırlı olarak değerlendirme yapılmıştır. Üstelik mahkeme kararında, başvurucunun ceza infaz kurumunda hükümözlü olduğu belirtilmesine rağmen gerekçeye esas alınan mahkûmiyet kararının kesinleştiğine ilişkin bir tespitte bulunulmadığı gibi hükümözlülerin vesayet makamı kararı olmaksızın dava açamayacağı sonucuna nasıl ulaşıldığı da açıklanamamıştır. Zira başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararının kesinleşmediği görülmüştür (bkz. § 19).
58. Yukarıda yapılan tespitler çerçevesinde yargı mercilerince davacıların hükümlü ya da hükümözlü statüsünde olduğu değerlendirilmeden bütün uyuşmazlıklar yönünden hiçbirinin dava açma ehliyeti olmadığı şeklindeki kategorik yorum hukuken öngörülebilir değildir. Diğer bir deyişle ilgili kuralın yorumundan hükümözlülerin 4721 sayılı Kanun'un 407. maddesinin (1) numaralı fıkrası kapsamında olduklarına dair bir anlam çıkmamaktadır.
59. Bu açıklamalar ışığında hükümözlülerin tek başlarına dava açamayacaklarına yönelik mevzuatta açık bir engel bulunmamasına rağmen kategorik bir yaklaşımla hükümözlülerin hukuki statüsünün hükümlüler gibi değerlendirilmek suretiyleancak vesayet makamı kararı ile dava açabilmelerinin mümkün olduğu hususundaki yorumun öngörülemez olduğu ve anayasal anlamda kanunilik ölçütüne uygun olmadığı sonucuna varılmıştır.
60. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesinin 22/3/2023 tarihli ve E.2022/105, K.2023/54 sayılı kararıyla 4721 sayılı Kanun'un bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her erginin kısıtlanacağını ve cezayı yerine getirmekle görevli makam tarafından ilgilinin cezasını çekmeye başladığının kendisine vasi atanmak üzere yetkili vesayet makamına bildirmekle yükümlü olduğunu öngören 407. maddesinin iptal edildiğinin de altını çizmek gerekir.
61. Bu hâliyle Mahkemenin ehliyet yönünden usulden reddettiği davada başvurucunun vesayet makamı kararı olmaksızın dava açamayacağına hükmedilmesinin kanuni dayanağının bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Varılan bu sonuca göre müdahalenin meşru bir amacının bulunup bulunmadığının veya ölçülü olup olmadığının değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
62. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
63. Başvurucu, ayrıca geç ödenen emekli aylıkları ve ikramiyesine yasal faiz işletilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşse de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden diğer ihlal iddialarına ilişkin olarak kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek olmadığına karar verilmesi gerekir.
VI. GİDERİM
64. Başvurucu, ihlalin tespiti ve 50.000 TL manevi tazminat talep etmiştir.
65. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
66. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
VII. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Diğer ihlal iddialarının İNCELENMESİNE GEREK BULUNMADIĞINA,
E. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 10. İdare Mahkemesine (E.2020/432, K.2020/415) GÖNDERİLMESİNE,
F. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/7/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.