TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

DENİZ ŞAH BAŞVURUSU (5)

(Başvuru Numarası: 2020/13465)

 

Karar Tarihi: 21/11/2023

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Hüseyin Ozan ADIYAMAN

Başvurucu

:

Deniz ŞAH

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun sevk edildiği hastanede kelepçe ile muayeneye zorlanması ve olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 30/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucunun silahlı terör örgütü adına (DHKP-C) anayasal düzeni cebir ve şiddet yoluyla değiştirmeye teşebbüs, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürmeye teşebbüs, resmî belgede sahtecilik ve sair suçları işlediği iddiasıyla Tunceli 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 27/6/2018 tarihli kararıyla mahkûmiyetine ve hükümle birlikte tutuklanmasına karar verilmiştir.

6. Resmî belgede sahtecilik suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesinin 22/2/2019 tarihli kararıyla, anayasal düzeni cebir ve şiddet yoluyla değiştirmeye teşebbüs, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürmeye teşebbüs ve sair suçlardan kurulan mahkûmiyet hükümleri ise Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 17/6/2021 tarihli onama ilamıyla kesinleşmiştir.

7. Başvurucu, alıkonulduğu Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) kalp rahatsızlığına bağlı olarak yaşadığı şikâyetlerin artması üzerine 3/2/2020 tarihinde Köroğlu Devlet Hastanesine sevk edilmiştir. Aynı tarihte yapılan muayenesi kapsamında başvurucuya holter (Kalp ritim bozukluklarını tespit etmek için kullanılan bir tür taşınabilir elektrokardiyografi cihazıdır. Bu cihaz bir kişinin kalp atışını devamlı bir şekilde kaydeder ve bu kayıt belirli bir süre boyunca yapılır.) takılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, kendisine eşlik eden kolluk görevlilerinden holterin takılmasından önce kelepçesinin açılmasını talep etmiştir. Kolluk görevlileri başvurucuya, kazağını çıkarması için kelepçesinin açılacağını ancak sonra yeniden takılacağını bildirmiştir. Başvurucunun yeniden kelepçe takılmasını ve bu şekilde muayeneyi kabul etmemesi sebebiyle holter takılmamıştır.

8. Başvurucu 4/2/2020 tarihli dilekçeyle kendisini kelepçeyle muayene olmaya zorlayan uzman jandarma personeli hakkında Bolu Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur.

9. Dilekçesinde başvurucu; 2016 yılında geçirdiği kalp krizi ile bağlantılı olduğunu düşündüğü sağlık sorunları yaşadığını, rahatsızlığının teşhis ve tedavi işlemleri kapsamında sevk edildiği hastanede kendisine eşlik eden uzman jandarma personelinin kelepçeyi holterin yerleştirilmesi için yalnızca üst eşyasını çıkarırken açıp sonra yeniden takacaklarını beyan ettiğini belirtmiştir. Başvurucu, insan onuruna aykırı olduğunu iddia ettiği bu uygulamayı kabul etmemesi sebebiyle muayenesinin yapılmadığını, holterin takılacağı sırada yeteri kadar kamu görevlisiyle küçük bir odada bulunduklarını açıklayarak güvenlik gerekçelerinin olmadığını da ileri sürmüştür.

10. Ceza İnfaz Kurumu, başvurucunun şikâyet dilekçesiyle birlikte Jandarma Kıdemli Üstçavuş Ü.A., Jandarma Er Y.A. ve S.Y. ile infaz koruma memuru Z.T. tarafından imzalanan 3/2/2020 tarihli tutanağı (birinci tutanak) da Başsavcılığa göndermiştir. Anılan tutanaktaki tespitler özetle şöyledir:

i. Tedavi olması için Köroğlu Devlet Hastanesinde holter odasına götürülen başvurucu, kelepçenin çıkarılmasını talep etmiştir. Bu sırada odada bulunmaması nedeniyle görevli hekimin görüşü alınamamıştır.

ii. Holter cihazının yerleştirileceği odadaki sağlık görevlisinin kelepçenin takılı kalması hususunda onayını alan kolluk görevlileri, kelepçenin kazağını çıkarması için çözeceklerini, holter cihazının yerleştirilmesinden sonra kelepçeyi yeniden takacaklarını başvurucuya tebliğ etmiştir. Bunun üzerine başvurucu, tedavi olmak istememiştir.

iii. Kolluk görevlilerinin başvurucunun tedavisinin tamamlanamamasıyla ilgili menfi bir eylemi olmamıştır.

iv. Başvurucu, aktif bir DHKP-C üyesidir; başvurucunun şüpheli tavır ve hareketleri nedeniyle güvenlik tedbirlerinin muayene ve tedavisinin aksatılmaması şartıyla üst düzeyde tutulması gerekmektedir.

11. Bakanlığın başvuru hakkında görüş bildirdiği 17/5/2023 tarihli yazının (Bakanlık görüşü) ekinde gönderilen evrak arasında ikinci bir tutanak (ikinci tutanak) tespit edilmiştir. Jandarma personeli Ü.A. ile infaz koruma memuru Z.T. tarafından imzalanan bu ikinci tutanağa göre holterin yerleştirileceği odada bulunan sağlık görevlisinin kelepçenin takılı kalması hususunda onayını alan kolluk görevlileri, kelepçeyi sadece kazağını çıkarması için çözeceklerini, sonra kelepçeyi yeniden takacaklarını başvurucuya tebliğ etmiştir. Bunun üzerine başvurucu tedavi olmak istememiştir.

12. Bakanlık görüşü ekinde Ü.A. ve Z.T.nin 3/5/2023 tarihinde bilgi sahibi sıfatıyla verdikleri ifade tutanakları da gönderilmiştir. Kolluk görevlilerinin ifadelerinin benzer olduğu görülmüştür. İfade tutanaklarına göre başvuruya konu olay özetle şu şekilde gerçekleşmiştir:

i. Başvurucunun kazağını çıkarabilmesi için kelepçeleri çözülmüştür. Bu aşamada başvurucuya holterin takılmasından sonra kelepçelerin yeniden takılacağı bildirilmiştir.

ii. Başvurucunun kelepçenin yeniden takılmasına itiraz etmesi üzerine odada bulunan sağlık görevlisine kelepçenin takılı olmasının holterin yerleştirilmesine engel olup olmayacağı sorulmuştur.

iii. Sağlık görevlisi muayeneye engel olmayacağını ifade etmesine rağmen başvurucunun kelepçe takılmasını kabul etmemesi sebebiyle muayeneye son verilmiştir.

13. Ceza İnfaz Kurumu başvurucunun şikâyet dilekçesini Başsavcılığa gönderdiği 6/2/2020 tarihli üst yazıda, Ceza İnfaz Kurumu ve Tutukevlerinin Dış Korunması ile Sevk ve Nakil Hizmetleri Yönergesi'nin hükümlü ya da tutuklu hastaların tedavisini engellemediği ve doktor tarafından talep edilmediği müddetçe kelepçenin açılmayacağına dair hükümden bahsetmiştir. Ceza İnfaz Kurumu üst yazısının anılan kısmı şöyledir:

 “Konu ile ilgili olarak; Hükümlü ve tutukluların mahkeme ve hastaneye sevkleri Adalet Bakanlığı 'Ceza İnfaz Kurumu ve Tutukevlerinin Dış Korunması ile Sevk ve Nakil Hizmetleri Yönergesi' kapsamında Jandarma Genel Komutanlığı tarafından gerçekleştirilmekte olup, Yönergenin3. maddesinin 3. fıkrasında sağlık kuruluşlarında muayene ve tedavi esnasında kelepçe kullanımı '...yapılan tedavi engellemediği ve doktor tarafından talep edilmediği müddetçe kelepçe açılmaz.' hükmünce düzenlenmiştir.

14. Başsavcılık başvurucunun şikâyeti üzerine başlattığı soruşturmada 10/2/2020 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başsavcılığın kararında özetle kamu görevlilerinin eylemlerinin mevzuat hükümlerine uygun olduğu değerlendirilmiştir. Ayrıca başvurucunun kelepçesinin açılmamasının tedavisine engel bir durum teşkil etmediğine vurgu yapılmıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “...Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda; Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 06/02/2020 tarihli yazısında; 'Hükümlü ve tutukluların mahkeme ve hastaneye sevkleri Adalet Bakanlığı 'Ceza İnfaz Kurumu ve Tutukevlerinin Dış Korunması ile Sevk ve Nakil Hizmetleri Yönergesi' kapsamında Jandarma Genel Komutanlığı tarafından gerçekleştirilmekte olup, Yönergenin3. maddesinin 3. fıkrasında sağlık kuruluşlarında muayene ve tedavi esnasında kelepçe kullanımı '....yapılan tedavi[yi] engellemediği ve doktor tarafından talep edilmediği müddetçe kelepçe açılmaz.' hükmünce düzenlenmiştir.' şeklinde belirtildiği,

Dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; yasal mevzuatlar çerçevesinde işlemlerin yapılmış olduğu, müştekinin kelepçesinin açılmamasının tedavisine engel bir durum teşkil etmediği, ilgili doktorun ve diğer görevli personellerin konu hakkında müştekinin mağduriyetine sebep olabilecek kasıtlı veya ihmali surette suç teşkil edebilecek bir eylemine rastlanılmadığı, söz konusu olayda herhangi bir suç unsuru bulunmadığı anlaşıldığından KAMU ADINA KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA ... [karar verildi.]”

15. Başvurucu, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara 2/3/2020 tarihli dilekçe ile itiraz etmiştir. İtiraz kapsamında şikâyet dilekçesindeki yakınmalarının yanında İstanbul Protokolü'ne göre muayenenin kelepçe gibi bir kısıtlama aracı olmaksızın yapılması gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca kişinin kelepçe ile kısıtlanmasının onur kırıcı bir davranış olduğunu, bu uygulamaya ancak zorunlu hâllerde başvurulabileceğini belirterek Başsavcılığın etkin bir soruşturma yapmadan karar verdiğini iddia etmiştir.

16. Başvurucunun itirazı Bolu Sulh Ceza Hâkimliğince 12/3/2020 tarihinde reddedilmiş, karar başvurucuya 20/3/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu 30/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

18. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Muhafızın görevini kötüye kullanması” kenar başlıklı 295. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün muhafaza veya nakli ile görevli olan kişilerin görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmeleri hâlinde görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin hükümler uygulanır. 5237 sayılı Kanun’un “Görevi kötüye kullanma” kenar başlıklı 257. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

19. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

 “(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

 (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.

20. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un “İnfazda temel ilke” kenar başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.”

21. 5275 sayılı Kanun'un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir:

 “...Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir...”

22. 5275 sayılı Kanun'un “Zorlayıcı tedbirlerin kullanılması” kenar başlıklı 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Hiçbir hâlde zincir ve demire vurmak tedbir olarak uygulanmaz. Kelepçe ve bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçlar;

a) Yetkili makamın önüne getirildiğinde çıkarılmak kaydıyla, sevk ve nakil sırasında kaçmayı önlemek için,

b) Hekimin talimat ve gözetiminde olmak üzere tıbbî nedenlerle,

c) Diğer kontrol usûllerinin yetersizliği hâlinde hükümlünün kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için kurum en üst amirinin emriyle,

Kullanılabilir.”

23. 5275 sayılı Kanun'un “Nakillerde alınacak tedbirler” kenar başlıklı 58. maddesi şöyledir:

 “(1) Hükümlülerin kuruma veya başka bir yere götürülüp getirilmesi sırasında, halkla bir araya gelmelerine ve başkaları tarafından görülmelerine engel olacak tedbirler alınır.

 (2) Hükümlü, havalandırma ve ışık durumu yetersiz araçlarla, eziyet verici veya onur kırıcı şekilde nakledilemez. Nakil sırasında alınacak tedbirler, hükümlünün firarını önleyici ve yukarıdaki fıkrada yazılı engelleri gerçekleştirici sınırları aşamaz, birbirleriyle ve görevlilerle herhangi bir tartışmaya girmelerini engelleyici boyutları geçemez.”

24. 17/12/1983 tarihli ve 18254 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği'nin 45. maddesinin (f) bendi şöyledir:

 “Ceza infaz kurumlarının ve tutukevlerinin dış korumalarını sağlayıcı önlemleri alır. Tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakilleriyle muhafazalarını sağlar.”

25. 1/8/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliği'nin “İlkeler” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Sağlık hizmetlerinin sunulmasında aşağıdaki ilkelere uyulması şarttır:

a) Bedeni, ruhi ve sosyal yönden tam bir iyilik hali içinde yaşama hakkının, en temel insan hakkı olduğu, hizmetin her safhasında daima gözönünde bulundurulur.

b) Herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını haiz olduğu ve hiçbir merci veya kimsenin bu hakkı ortadan kaldırmak yetkisinin olmadığı bilinerek, hastaya insanca muamelede bulunulur.

...

d) Tıbbi zorunluluklar ve kanunlarda yazılı haller dışında, rızası olmaksızın kişinin vücut bütünlüğüne ve diğer kişilik haklarına dokunulamaz.

...”

26. Hasta Hakları Yönetmeliği'nin “İnsani değerlere saygı gösterilmesi ve ziyaret kenar başlıklı 39. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Hasta, kişilik değerlerine uygun bir şekilde ve ortamda sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkına sahiptir.”

27. Bakanlık, İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı arasında 26/1/2017 tarihinde imzalanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetim, Dış Koruma, Hükümlü ve Tutukluların Sevk ve Nakilleriyle Sağlık Hizmetlerinin Yürütülmesi Hakkında Protokol’ün (Protokol) “Muayenelerde güvenliğin ve hasta mahremiyetinin sağlanması” kenar başlıklı 38. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Ceza infaz kurumu müdürlüğü bulunan yerlerdeki hastanelerde firara karşı engellerin bulunduğu muhafazalı muayene odaları oluşturulur.

2) Hükümlü ve tutukluların hastanelerde muayeneleri, firara karşı engellerin bulunduğu muhafazalı odalarda yapılır. Jandarma muayene esnasında oda dışında bulunur ve gerekli güvenlik tedbirlerini alır. Doktorun yazılı olarak talep etmesi halinde jandarma, hükümlü ve tutuklunun kadın olması durumunda ise varsa öncelikle kadın infaz ve koruma memuru muayene odasında bulunur.

...

4) Hastanelerde tutuklu ve hükümlüler için muhafazalı muayene odaları yapılıncaya kadar bu odalarda veya acil müdahale ve işlem yapılan yerlerde jandarma bulunur ve doktorla hasta arasında geçecek konuşmaları duymayacak uzaklıkta koruma tedbirini alır. Hükümlü ve tutuklunun kadın olması durumunda ise muayene odasında veya tetkikin yapıldığı yerde imkânlar ölçüsünde kadın jandarma personeli görevlendirilir. Kadın jandarma personelinin bulunmaması veya sayısının yeterli olmaması halinde kadın infaz ve koruma memuru güvenliği sağlar.”

B. Uluslararası Hukuk

28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kısıtlama yöntemlerinden biri olan kelepçeleme, yasal yakalama ya da tutuklama ile bağlantılı olarak uygulandığında ve koşulların makul olarak gerektirdiğinden daha fazla güç kullanma ya da kamuya teşhir içermediğinde genellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. maddesinde düzenlenen işkence yasağı kapsamında bir sorun teşkil etmez (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 56; Öcalan/Türkiye [BD], B. No: 46221/99, 12/5/2005, § 182; Gorodnitchev/Rusya, B. No: 52058/99, 24/5/2007, §§ 101, 102, 105, 108; Mirosław Garlicki/Polonya, B. No: 36921/07, 14/6/2011, §§ 73-75).

29. AİHM, Henaf/Fransa (B. No: 65436/01, 27/11/2013) kararında ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun hastaneye nakli sonrası gece yatağa zincirlenmesi hususunu Sözleşme'nin 3. maddesi kapsamında incelenmiştir. Ceza infaz kurumu idaresi takdir yetkisini refakat eden memurlara bırakmış, özel bir yüksek güvenlik uyarısı yapmamıştır. Başvurucuya iki polis memurunca kelepçe takılmış, hastanede de gece boyunca ayak bileklerinden biri karyolaya zincirle bağlanmıştır. AİHM kelepçelemenin kanuna uygun bir gözaltıyla bağlantılı olarak yapıldığı ve makul olarak gerekli kabul edilebilecek düzeyi aşan ölçüde güç kullanımı veya kamuya açıklık söz konusu olmadığı takdirde normalde 3. madde anlamında bir sorun teşkil etmeyeceğini belirtmiştir. Bu bağlamda kişinin kaçma veya yaralanma ya da bir zarara yol açma tehlikesi ile tıbbi tedavi için hastaneye transferin özel şartlarının değerlendirilmesinin önemli olduğu açıklanmıştır.

30. AİHM, tehlikelilik ile ilgili olarak başvurucu hakkında çeşitli hükümlerin bulunduğunu ancak bunların hiçbirinin şiddet eylemlerine yönelik olmadığını dikkate almıştır. Başvurucunun ceza infaz kurumunda geçici bir psikolojik rahatsızlığı sebebiyle yol açtığı tek bir eylemi dışında bir huzursuzluğa da yol açmadığını, bu eylemin de şiddet içermediğini vurgulamıştır (Henaf/Fransa, § 50). Ayrıca ceza infaz kurumu müdürünün başvurucunun normal şartlarda sevk edilebileceğine dair yazısına da dikkati çeken AİHM, başvurucunun oluşturduğu iddia edilen tehlikenin onu iki polis memuru oda dışında nöbet tutarken yatağa zincirlemeyi haklı göstermediğini kabul etmiştir (Henaf/Fransa, §§ 51, 52). Mevcut davada başvurucunun yaşını, sağlık durumunu, güvenlik riski oluşturduğuna dair öncesinde ciddi bir endişe uyandıran bir davranışının olmamasını ve ceza infaz kurumu müdürünün yazısını gözeten AİHM, iki polis memurunun da oda dışında nöbet tutması nedeniyle başvuruya konu kısıtlamaların kullanılmasının güvenlik ihtiyacıyla karşılaştırıldığında orantısız olduğu kanaatine varmıştır (Henaf/Fransa, § 56). AİHM başvurucunun mahremiyetinin korunması argümanının da olayın şartlarında zincirle yatağa bağlanmayı haklı göstermediğini belirtmiştir (Henaf/Fransa, § 58). Sonuç olarak ulusal makamların başvurucuya yönelik davranışlarının Sözleşme'nin 3. maddesindeki hükümlere uygun olmadığını belirtmiş ve mevcut davadaki kısıtlamaların insanlık dışı bir muamele anlamına geleceği sonucuna varmıştır (Henaf/Fransa, § 59).

31. AİHM muayene sırasında uygulanan güvenlik tedbirlerini incelediği Filiz Uyan/Türkiye (B. No: 7496/03, 8/1/2009, §§ 32-35) kararında, uygulanabilecek farklı seçenekler olduğu hâlde başvuranın kelepçelerinin jinekolog tarafından yapılan muayene sırasında ısrarla çıkarılmamasının ve üç erkek güvenlik görevlisinin bir paravanın arkasına geçerek odada bulunmasının orantısız güvenlik tedbiri olduğunu, bu tür muayeneler geçirmesi gereken ve terörle ilgili suçlardan mahkûm edilen tüm tutuklular için katı gereklerin mevcut olduğunu, katı tedbirlerin mahkûmun taşıdığı risklere ve gerçekleştirilecek muayenenin türüne bağlı olarak esnek ve daha pratik bir yaklaşıma izin vermediğini, başvuranın jinekolojik muayenesi sırasında söz konusu tedbirleri gerektirecek ölçüde güvenlik riskinin mevcut olduğunun kanıtlanamadığını değerlendirmiştir. AİHM, muayene gerçekleştirilmemiş olsa bile yukarıda bahsedilen güvenlik şartlarının başvuranın utanmasına, sıkıntı duymasına ve onurunun kırılmasına yol açtığı sonucuna ulaşarak Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Anayasa Mahkemesinin 21/11/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi

33. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

34. Başvurucu; kalp rahatsızlığına bağlı şikâyetleriyle ilgili olarak sevk edildiği hastanede holter takılırken kelepçelerinin açılması talebinin kabul edilmediğini, kolluk görevlilerinin kendisine, üstündeki kıyafetini çıkarması için çözdükleri kelepçeyi daha sonra yeniden takacaklarını beyan ettiklerini, üstü çıplak ve kelepçeli şekilde muayene olmayı kabul etmediğinden tedavisinin sonlandırıldığını, kendisini kelepçeli muayeneye zorlayan kolluk görevlileri hakkında yaptığı suç duyurusu üzerine etkili soruşturma yürütülmediğini belirterek kötü muamele yasağının, yaşam hakkının, adil yargılanma hakkının ve etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

35. Bakanlık görüşünde;

i. Başvurucunun kolluk görevlilerinin fiziksel şiddetine uğradığına yönelik bir iddiası olmadığı, başvurucuya kelepçesinin çıkarılacağı ve holter yerleştirildikten sonra yeniden takılacağının söylenmesi karşısında tedavi olmayı kendisinin istemediği, ayrıca tedavisi sırasında kelepçelerin açılmamasının tedavisini ne şekilde etkilediği, nasıl bir yaralanmaya ya da bir psikolojik travmaya neden olduğu hususunda bir açıklama yapmadığı ve destekleyici herhangi bir delil sunmadığı,

ii. Kelepçe takmak şeklindeki tedbirin makul sayılıp sayılmayacağı ve sonuçları bakımından hakkında tedbir uygulanan kişideki fiziksel ve ruhsal etkilerinin kötü muamele sayılması için aranan eşiği aşıp aşmadığının değerlendirilmesi gerektiği,

iii. Başvurucunun kelepçesinin açılmamasının tedavisine engel bir durum teşkil etmediğinin, ilgili doktorun ve diğer görevli personellerin konu hakkında başvurucunun mağduriyetine sebep olabilecek kasıtlı veya ihmali surette suç teşkil edebilecek bir eylemine rastlanmadığının Başsavcılık tarafından açıklandığı ifade edilmiştir.

36. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı başvuru formundaki beyanlarına ek olarak birinci tutanaktaki belirlemenin gerçeğe aykırı olduğunu, kolluk görevlilerinin kendisine üstü çıplakken kelepçeleri çıkarmadan holter yerleştirileceğini bildirdiğini, bu uygulamayı kabul etmemesi sebebiyle de tedavisi tamamlanmadan hastaneden ayrıldığını ifade etmiştir.

C. Değerlendirme

37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun iddialarının özünün kötü muamele yasağı kapsamında kaldığı değerlendirilerek iddiaların bütün olarak anılan yasak kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

38. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

 “Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

40. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasındaki düzenlemeyle insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı belirtilmiştir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 72). Bununla birlikte bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık eşiğine ulaşmış olması gerekmektedir. Asgari ağırlık eşiğine ulaşılıp ulaşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi etkenler önem taşımaktadır. Değerlendirmeye alınacak hususlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer etkendir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 75).

41. Tutuklu veya hükümlülerin ceza infaz kurumu dışında bulundukları süre boyunca kaçmalarının önlenmesi, kendilerine veya başkalarına zarar verme tehlikesinin bertaraf edilmesi amacıyla kolluk görevlileri tarafından kelepçe gibi bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçların kullanılması kural olarak Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası yönünden sorun oluşturmamaktadır ancak bu tür tedbirlerin alınıp uygulanmasında tutuklu veya hükümlülerin fiziksel veyahut ruhsal durumları ile tedbirin olası olumsuz etkilerinin birlikte dikkate alınarak bir sonuca ulaşılması gerekir. Elbette bu araçların kullanımında kamu makamlarının takdir yetkisini, alınan tedbirin amacını aşacak boyutta keyfî veya gereksiz kullanmaları kötü muamele kapsamında kalabilmektedir. Bu durumda öncelikle değerlendirilmesi gereken husus, alınan tedbirin makul seviyede sayılıp sayılmayacağı ve sonuçları bakımından hakkında tedbir uygulanan kişideki fiziksel ve ruhsal etkilerinin kötü muamele sayılması için aranan eşiğe ulaşıp ulaşmadığıdır (Ö.U., B. No: 2016/62587, 23/6/2020, §§ 32, 33).

42. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal eder biçimde fiziksel ve ruhsal bir saldırıya uğranıldığına dair savunulabilir bir iddia varsa bu iddia hakkında etkili bir soruşturma yürütülmelidir. Yaralama olayının güç kullanmaya yetkili bir kamu görevlisinin kasıtlı bir eylemi sonucu meydana geldiğinin ileri sürüldüğü hâllerde ivedilikle bir ceza soruşturması başlatılmalı, soruşturma olaya karışmış olanlardan bağımsız kişilerce yürütülmeli, soruşturmada olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün deliller toplanmalıdır. Dahası soruşturma süreci gerektiği ölçüde kamu denetimine ve mağdurun erişimine açık tutulmalı, soruşturma sonunda çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanılmamalı, kullanılan gücün ilgilinin davranışı nedeniyle mutlak surette gerekli olan bir güç kullanımına karşılık gelip gelmediği ve orantılı olup olmadığı soruşturma makamınca değerlendirilmelidir. Ayrıca soruşturmada makul bir özen ve süratle hareket edilmelidir (sözü edilen ilkelerin yer aldığı örnek kararlar için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 101-103; S.D., B. No: 2013/3017, 16/12/2015, §§ 111-114; Veli Saçılık (2), B. No: 2018/24614, 18/10/2022, § 16).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

43. Başvurucu 2016 yılında kalp krizi geçirdiğini, uzun süre kalp ritmini düzenleyici ve kanı sulandırıcı ilaç kullandığını, bu kapsamda kalp rahatsızlığına bağlı şikâyetlerinin artması üzerine sevk edildiği hastanede holter takılması işlemi sırasında gerekli olmamasına rağmen kelepçelerinin açılmadığını, kelepçeli şekilde muayene yapılmasını kabul etmemesi sebebiyle de tedavisinin tamamlanamadığını beyan etmiştir. Ayrıca holterin takılacağı odanın küçük olmasına ve yeteri kadar güvenlik görevlisi bulunmasına rağmen kelepçesinin keyfî olarak açılmadığını ileri sürmüştür.

44. Düzenledikleri birinci tutanağa göre kolluk görevlileri, kelepçeyi başvurucunun kazağını çıkarması için çözeceklerini ve holter cihazının yerleştirilmesinden sonra yeniden takacaklarını başvurucuya tebliğ etmiş, başvurucunun bu uygulamayı kabul etmemesi sebebiyle tedavisi tamamlanamamıştır. Tutanakta başvurucunun aktif bir DHKP-C üyesi olduğu, şüpheli tavır ve hareketleri nedeniyle güvenlik tedbirlerinin üst düzeyde tutulması gerektiği vurgulanmıştır. Tutanak bir jandarma üst çavuş, iki jandarma er ve bir infaz koruma memuru tarafından imzalanmıştır (bkz. § 10). İkinci tutanağa göre ise holterin takılacağı odada bulunan sağlık görevlisinin onayını alan kolluk görevlileri, kelepçeyi başvurucunun kazağını çıkarması için çözeceklerini ve sonra yeniden takacaklarını başvurucuya tebliğ etmiştir. Bunun üzerine başvurucu, tedavi olmak istememiştir (bkz. § 11). Bununla birlikte Ü.A. ve Z.T.nin beyanlarının yer aldığı 3/5/2023 tarihli İfade Tutanaklarına göre başvurucunun kazağını çıkarabilmesi için kelepçeleri çözülmüştür. Bu aşamada başvurucuya holterin yerleştirilmesinden sonra kelepçelerin yeniden takılacağı bildirilmiştir. Başvurucunun kelepçenin yeniden takılmasına itiraz etmesi üzerine odadaki sağlık görevlisine kelepçenin takılı olmasının holterin yerleştirilmesini engelleyip engellemeyeceği sorulmuş ve sağlık görevlisi muayeneye engel bir durum olmadığını ifade etmiştir (bkz. § 12).

45. 3/2/2020 tarihli tutanakta başvurucunun aktif bir DHKP-C üyesi olduğu, şüpheli tavır ve hareketleri nedeniyle güvenlik tedbirlerinin üst düzeyde tutulması gerektiği vurgulanmıştır. Dolayısıyla başvurucunun tıbbi teşhis ve tedavi süresince firar ve/veya başkalarına zarar verme konusunda tehlikeli arz edip etmediği sevki gerçekleştiren görevlilerce değerlendirilmiştir. Başvurucunun ceza infaz kurumu dışındaki bir sağlık kuruluşunda olmasına rağmen firara yönelik engellerin bulunduğu bir hükümlü servisinde olmadığı, Tunceli 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 27/6/2018 tarihli kararıyla anayasal düzeni cebir ve şiddet yoluyla değiştirmeye teşebbüs, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından mahkûm edildiği, bu kararın da Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 17/6/2021 tarihli onama ilamı ile kesinleştiği nazara alındığında başvurucunun tehlike arz etmesi konusunda yapılan değerlendirmenin temelsiz olmadığı anlaşılmıştır. Ayrıca başvuru dosyasında kelepçenin holter cihazı ile yapılacak teste mâni olduğuna, bu durumun tedaviyi engellediğine, olay günü holter testinin yapılamamasının başvurucunun tedavisini ve ruhsal durumunu ne şekilde etkilediğine ilişkin bir bilgi yoktur. Bu sebeple somut olaydaki uygulamanın Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için aranan asgari ağırlık eşiğine ulaşmadığı sonucuna varılmıştır.

46. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir. Kötü muamele yasağının maddi boyutu konusunda varılan sonucun gerekçesi dikkate alındığında kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlaline ilişkin iddianın değerlendirilmesine gerek bulunmamaktadır.

Hasan Tahsin GÖKCAN ve Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Hasan Tahsin GÖKCAN ile Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

D. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA,

E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/11/2023 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Başvuran daha önceki kardiyoloji muayenesi sonunda istenilen Holter cihazı takılması biçimindeki tetkikin uygulanması amacıyla güvenlik görevlileri eşliğinde geldiği hastanede cihazın takılması için belden üst kısmının çıkartılması gerektiğinin belirtildiği halde görevlilerin kelepçenin çıkartılmasını kabul etmediklerini bu nedenle de cihazın takılması işlemine devam edemeyeceğini söylediğini, engel olan görevliler hakkında yaptığı şikayetin C. Savcısı tarafından kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçlandırıldığını, karara yaptığı itirazın da reddedildiğini dile getirmektedir. Dosyada yer alan kolluk görevlilerinin ifade tutanaklarına göre ise Holter takılması için kelepçenin çıkarılacağı, ancak takıldıktan sonra kelepçenin yine uygulanması gerektiği belirtildiği halde başvuranın bunu kabul etmediği için Holter takma işleminin yapılamadığı belirtilmektedir.

2. Hükümlü ve tutukluların nakil veya kurum dışı işlemleri sırasında kaçmalarının önlenmesi amacıyla kelepçe vb. yöntemlerle tedbir alınmasının kamusal yararı tartışmasızdır. İlgili mevzuatta bu uygulamanın yasal dayanağı bulunmaktadır. Bununla birlikte adli nedenlerle tutulan kimselerin raporunun alınması veya sağlık hizmetinden yararlandırılması sırasındaki güvenlik ihtiyacıyla ilgili husus daha hassas değerlendirilmelidir. Çünkü belirtilen alanlar sıkça işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya yaptırım yasağının ihlali iddialarına konu olabilmektedir. AİHM de somut olay koşullarında güvenlik ihtiyacıyla başvurucunun onurunun korunması arasındaki dengenin kurulması gerektiği yönünde kararlar vermiştir (bu yönde ihlal kararları için bkz. Henaf/Fransa, B. No: 65436/01, 27.11.2013, par. 58-59; Filiz Uyan/Türkiye, B. No: 7496/03, 8.1.2009, par. 32-35).

3. Hukukumuzda bu konu özel olarak düzenlenmiştir. 5275 sayılı Kanunun 50/1. maddesinde tıbbi işlemler sırasında kelepçenin hekimin talimat ve gözetiminde takılabileceği, Kanunun uygulanmasına ilişkin İnfaz Yönetmeliğinin 123/b maddesinde ise hükümlü hakkındaki muayene, teşhis ve tedavi sırasında bu işlemlerin güvenli biçimde yerine getirilmesi için zorunlu görülmesi halinde cezaevi tabibi veya hekimin talep ve gözetiminde kelepçe kullanılabileceği düzenlenmektedir. Başka deyişle Kanun ve Yönetmelikteki düzenlemelere göre tıbbi işlemler bakımından asıl olanın kelepçesiz işlem yapılması, kelepçe vb. tedbire başvurma gerekliliğinin ise ilgili hekim tarafından takdir edilmesi yönünde olduğu anlaşılmaktadır.

4. Başvuruya konu olayda ise kardiyoloji muayenesi sonucunda hekim tarafından istenen teşhise yönelik tıbbi bir işlem olan Holter cihazının takılması sırasında kolluk görevlileri ile başvuran arasında kelepçenin çıkarılıp çıkarılmayacağı tartışmasının yapıldığı anlaşılmaktadır. Yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri karşısında yalnızca muayene sırasında değil, sağlık birimi veya hastanedeki teşhis ve tedavi işlemleri sırasında da kelepçe vb. kısıtlayıcı tedbire karar verilmesinde hekimin kararı arandığı halde kolluk görevlilerinin bu konuda hekimin görüşüne başvurmaksızın kendi görüşleriyle uygulama yaptıkları, görevlilerce düzenlenen tutanaktan anlaşılmaktadır. Öte yandan söz konusu tartışmayla ilgili olarak C. Savcılığınca sağlık görevlisinin tanıklığına başvurulmamıştır. Hatta C. Savcılığı infaz kurumuyla yazışmayla yetinmiş başka hiçbir inceleme yapmadan karar vermiştir. Bu durumda görevlilerin mevzuatta tanınan yetkiyi usule uygun kullanmayarak teşhis işlemine engel olduklarına ilişkin iddianın yeterince araştırılmadan ve mevzuat bağlamında tartışılmadan verilen C. Savcılığı kararı ile itirazı reddeden merci hakimlik kararının ilgili ve yeterli gerekçeyi içermediği sonucuna ulaşılmalıdır.

5. Bu durumda sonucu itibarıyla ceza infaz kurumunda devlet gözetiminde tutulu bulunan başvurucunun tedavisi için gereken tıbbi işlemin tamamlanmamasına neden olunması karşısında Anayasanın 17. maddesinde düzenlenen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutuyla ihlal edildiği yönünde karar verilmesi gerektiği görüşündeyim.

Başkan

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

KARŞIOY

1. Mahkemenin Sayın çoğunluğu tarafından başvurucunun gözaltındayken kötü muameleye maruz kalınması şikayetinin etkili şekilde soruşturulmadığı iddiasına ilişkin olarak iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Aşağıda belirttiğim gerekçelerle sayın çoğunluğun görüşüne katılmadım.

2. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

3. Silahlı terör örgütü adına (DHKP-C) anayasal düzeni cebir ve şiddet yoluyla değiştirmeye teşebbüs, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürmeye teşebbüs, resmî belgede sahtecilik ve sair suçları işlediği iddiasıyla Tunceli 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 27/6/2018 tarihli kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine ve hükümle birlikte tutuklanmasına karar verilmiştir.

4. Resmî belgede sahtecilik suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesinin 22/02/2019 tarihli kararıyla; anayasal düzeni cebir ve şiddet yoluyla değiştirmeye teşebbüs, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürmeye teşebbüs ve sair suçlardan kurulan mahkûmiyet hükümleri ise Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 17/06/2021 tarihli onama ilamıyla kesinleşmiştir.

5. Başvurucu, alıkonulduğu Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) kalp rahatsızlığına bağlı olarak yaşadığı şikâyetlerinin artması üzerine 3/2/2020 tarihinde Köroğlu Devlet Hastanesine sevk edilmiştir. Aynı tarihte yapılan muayenesi kapsamında başvurucuya holter (Kalp ritim bozukluklarını tespit etmek için kullanılan bir tür taşınabilir elektrokardiyografi cihazıdır. Bu cihaz bir kişinin kalp atışını devamlı bir şekilde kaydeder ve bu kayıt belirli bir süre boyunca yapılır.) takılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, kendisine eşlik eden kolluk görevlilerinden holterin takılmasından önce kelepçesinin açılmasını talep etmiştir. Kolluk görevlileri başvurucuya, kazağını çıkarması için kelepçesinin açılacağını ancak sonra yeniden takılacağını bildirmiştir. Başvurucunun yeniden kelepçe takılmasını ve bu şekilde muayeneyi kabul etmemesi sebebiyle kendisine holter takılmamıştır.

6. Başvurucu 4/2/2020 tarihli dilekçeyle kendisini kelepçeyle muayene olmaya zorlayan uzman jandarma personeli hakkında Bolu Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur.

7. Başsavcılık şikayet ile ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında kamu görevlilerinin eylemlerinin mevzuat hükümlerine uygun olduğu değerlendirilmesi yapılmıştır. Ayrıca kelepçenin açılmamasını tedaviye engel teşkil etmediği de belirtilmiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiş Bolu Sulh Ceza Hakimliği 12/03/2020 tarihinde itirazı reddetmiştir.

8. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

9. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

10. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

11. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki muamelelerin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22).

12. Mahpuslar, Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında hukuka uygun olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkından mahrum bırakılabilirken (İbrahim Uysal, B. No: 2014/1711, 23/7/2014, §§ 29-33) genel olarak Anayasa ve Sözleşme’nin ortak alanı kapsamında kalan diğer temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Bununla birlikte ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi ceza infaz kurumunda güvenliğin sağlanmasına yönelik kabul edilebilir, makul gerekliliklerin olması durumunda sahip olunan haklar sınırlanabilir.

13. İnfazın yönteminin ve infaz sürecindeki davranışların, mahkûmları, özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 39).

14. Bunun dışında Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında devletin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutu çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak, kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

15. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

16. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma, cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113).

17. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup icra edilen bir soruşturmadaki delilleri değerlendirmek kural olarak yargı mercilerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mercilerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir. Kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu buna ek protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan yargı mercilerinin bulguları Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mercilerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin bulunması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96).

18. Etkili soruşturma yükümlülüğünün yerine getirildiğinin kabulü için;

19. Yetkili makamların olaydan haberdar olur olmaz resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114),

20. Soruşturmanın kamu denetimine açık olması ve mağdurların meşru menfaatlerini korumak için soruşturmaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlanması (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115),

21. Soruşturmadan sorumlu ve incelemeleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117),

22. Soruşturmaların makul özen ve süratle yürütülmesi (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114),

23. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99; Murat Ulusoy, B. No: 2018/2652, 13/1/2022, § 53) gerekir.

İlkelerin Olaya Uygulanması

24. Başvurucu 2016 yılında kalp krizi geçirdiğini, uzun süre kalp ritmini düzenleyici ve kanı sulandırıcı ilaç kullandığını, bu kapsamda kalp rahatsızlığına bağlı şikâyetlerinin artması üzerine sevk edildiği hastanede holter takılması işlemi sırasında gerekli olmamasına rağmen kelepçelerinin açılmadığını, kelepçeli şekilde muayene yapılmasını kabul etmemesi sebebiyle de tedavisinin tamamlanamadığını beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca holterin takılacağı odanın küçük olmasına ve yeteri kadar güvenlik görevlisi bulunmasına rağmen kelepçesinin keyfî olarak açılmadığını ileri sürmüştür.

 25. Kolluk görevlilerinin düzenlediği birinci tutanağa göre kolluk görevlileri, kelepçenin kazağın çıkarması için çözüleceğini ve holter cihazının yerleştirilmesinden sonra yeniden takılacağını başvurucuya tebliğ etmiş, başvurucunun bu uygulamayı kabul etmemesi sebebiyle tedavisi tamamlanamamıştır. Tutanakta başvurucunun aktif bir DHKP-C üyesi olduğuna, şüpheli tavır ve hareketleri nedeniyle güvenlik tedbirlerinin üst düzeyde tutulması gerektiğine vurgu yapılmış ancak şüpheli tavır ve hareketler tanımlanmamıştır. Tutanak bir jandarma üst çavuş, iki jandarma er ve bir infaz koruma memuru tarafından imza altına alınmıştır (bkz. § 10).

26. İkinci tutanağa göre ise holterin takılacağı odada bulunan sağlık görevlisinin onayını alan kolluk görevlileri, kelepçenin kazağını çıkarması için çözüleceğini ve sonra yeniden takılacağını başvurucuya tebliğ etmiştir. Bunun üzerine başvurucu, tedavi olmak istememiştir (bkz. § 11). İkinci tutanağa göre kazağını çıkaran başvurucuya yeniden kelepçe takılacak ve holter bu şekilde yerleştirilecektir.

27. Bununla birlikte Ü.A. ve Z.T.nin beyanlarının yer aldığı 3/5/2023 tarihli ifade tutanaklarına göre başvurucunun kazağını çıkarabilmesi için kelepçeleri çözülmüştür. Bu aşamada başvurucuya holterin yerleştirilmesinden sonra kelepçelerin yeniden takılacağı bildirilmiştir. Başvurucunun kelepçenin yeniden takılmasına itiraz etmesi üzerine odadaki sağlık görevlisine kelepçenin takılı olmasının holterin yerleştirilmesini engelleyip engellemeyeceği sorulmuş ve sağlık görevlisi muayeneye engel olmayacağını ifade etmiştir (bkz. § 12).

28. Öncelikle olayın meydana geliş şekli ve inceleme kapsamının belirlenmesi gerekmektedir. Her ne kadar birinci tutanakta, kolluk görevlilerinin kelepçenin holterin yerleştirilmesinden sonra yeniden takılacağını bildirdikleri ifade edilmişse de ikinci tutanakta kelepçenin sadece kazağın çıkarılması için açılacağının tebliğ edildiğinin belirtilmesi, kolluk görevlilerinin sağlık görevlisine, kelepçenin takılı olmasının holterin yerleştirilmesine engel olup olmayacağını sorduklarına dair ifadeleri ve başvurucunun iddiaları dikkate alındığında başvuru konusu olayın aşağıdaki şekilde meydana geldiği değerlendirilmiştir.

29. Başvurucu 3/2/2020 tarihinde kalp rahatsızlığına bağlı şikâyetlerinin artması üzerine Köroğlu Devlet Hastanesine sevk edilmiş ve başvurucuya holter takılması istenmiştir. Holterin yerleştirilmesi işlemi sırasında, kolluk görevlileri sadece üstünü çıkarması içinkelepçenin açılacağını ve sonra yeniden takılacağını başvurucuya tebliğ etmişlerdir. Başvurucunun üstünde giysi olmadan kelepçe takılmasını ve bu hâldeyken holterin yerleştirilmesini kabul etmemesi sebebiyle muayene ve tedavi işlemleri tamamlanamamıştır.

30. Hükümlüler kural olarak kelepçe takılmaksızın muayene ve tedavi edilmelidir. Bu kapsamda ortaya çıkan kelepçesiz muayene ve tedavi hakkı, belli şartların varlığı hâlinde gerekli olması ve orantılı şekilde uygulanması kaydıyla sınırlanabilir. Bu sınırlama yapılırken hükümlünün her hasta gibi kişilik değerlerine uygun bir şekilde ve ortamda sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkının bulunduğu unutulmamalıdır. Aksi hâlde muayene ya da tedavinin kelepçeli şekilde yapılması kötü muamele olarak nitelendirilebilir.

31. Hükümlünün kelepçeli hâldeyken muayeneye/tedaviye zorlanması sebebiyle tıbbi yardıma ulaşamaması durumunda da kelepçesiz şekilde muayene olma ve tedavi edilme hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmelidir. Bu müdahalenin kötü muamele niteliğinde olup olmadığının tespiti için öncelikle bir tedbir olarak kelepçe takılmasını gerektiren nedenlerin bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekir.

32. 3/2/2020 tarihli tutanakta başvurucunun aktif bir DHKP-C üyesi olduğuna ve şüpheli tavır ve hareketleri nedeniyle güvenlik tedbirlerinin üst düzeyde tutulması gerektiğine vurgu yapılmıştır. Her ne kadar şüpheli tavır ve hareketleri açıklanmamış olsa da tutanaktaki belirlemelere göre başvurucunun kaçmasının önlenmesi ya da kendisine veya başkasına zarar verme tehlikesinin bertaraf edilmesi amacıyla kelepçe kullanıldığı anlaşılmaktadır.

33. Başvurucu, ceza infaz kurumunun dışındaki bir sağlık kuruluşunda bulunmasına rağmen firara yönelik engellerin bulunduğu bir hükümlü servisinde değildir. Başvurucunun bir silahlı terör örgütünün aktif üyesi olduğu yönündeki belirleme ve şüpheli hareketlerinin bulunduğuna dair değerlendirme de dikkate alındığında somut olayda güvenlik riskinin oluştuğu kabul edilmiştir. Bu aşamada kelepçe takılmasından önce güvenlik riskinin bertaraf edilebilmesi için uygulanabilir farklı seçeneklerin bulunup bulunmadığı belirlenmelidir.

34. Başvurucu, holterin küçük bir odada takılacağını ve yeterince kolluk görevlisinin bulunduğunu ifade etmiştir. 3/2/2020 tarihli tutanakta üç jandarma personelinin ve bir infaz koruma memurunun imzası vardır. İmzası bulunan kolluk görevlilerinin tutanağa konu olaya şahit oldukları kabul edilmiştir. Dolayısıyla holterin takılacağı odada dört kolluk görevlisinin bulunduğu anlaşılmaktadır.

35. Tutanakta; holterin takılacağı odanın bulunduğu kat, pencere sayısı ve benzeri özellikleri nedeniyle ayrıca bir güvenlik riski tanımlanmamıştır. Odada dört kolluk görevlisinin bulunduğu dikkate alındığında farklı yol ve yöntemler belirlenerek güvenlik tedbirlerinin alınabileceği değerlendirilmiştir.

36. Ayrıca tutanağa göre kolluk görevlileri başvurucuya kazağını çıkarması için kelepçelerin çözüleceğini tebliğ etmiştir. Buna göre kolluk görevlileri, başvurucu kazağını çıkarana kadar kelepçe kullanmaksızın güvenlik tedbirlerini alabildiklerini kabul etmiştir. Başvurucunun kazağına kadar var olan şartların holterin takılması sırasında da devam ettiği dikkate alındığında kolluk görevlilerinin bu sürede başvurmayı planladıkları güvenlik tedbirlerine cihazın takılması sırasında da başvurabilecekleri açıktır. Buna göre güvenlik risklerinin bertaraf edilmesi için uygulanabilecek farklı seçenekler bulunmasına rağmen başvurucunun kelepçeli olarak muayeneye zorlandığı değerlendirilmiştir.

37. Kaldı ki devlet, gözetimi altında bulunan hükümlünün hastalığının tespiti ve tedavisi için gerekli tıbbi yardımı sağlamakla da yükümlüdür. Bu kapsamda hükümlü, hastalıklarının tespiti için muayene ve tedavi imkânlarından ve tıbbi araçlardan yararlanmayı talep edebilir. Kelepçe kullanıldığında muayene ve tedavi olanaklarından ve tıbbi araçlardan yararlanma imkânı azalıyor ya da ortadan kalkıyorsa şartları bulunsa dahi hükümlüye kelepçe takılması orantılı bir tedbir olarak görülemez. Aksi hâlde devletin gözetimi altındaki hükümlüye tıbbi yardım sağlama yükümlülüğü yerine getirilmemiş olur.

38. Kelepçe kullanımının muayene ve tedavi imkânından ve tıbbi araçlardan yararlanma durumunu ortadan kaldırıp kaldırmadığını belirleme yetki ve görevi ilgili hekime aittir. Dolayısıyla muayene, teşhis ve tedavi işlemleri sırasında hükümlüye kelepçe takılırken hekimin bu husustaki görüşü alınmalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesine göre, 5275 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki "... Kelepçe ve bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçlar; ... Hekimin talimat ve gözetiminde olmak üzere tıbbî nedenlerle ... Kullanılabilir." hükmü de bunu sağlamak amacıyla getirilmiştir. Zira güvenlik risklerinin belirlenmesinde hekimin herhangi bir ehliyeti ya da görevi olmadığı gibi kolluk görevlilerinin de kelepçe kullanılmasının muayene ve tedavi imkânını ortadan kaldırıp kaldırmayacağını değerlendirmede herhangi bir ehliyeti bulunmamaktadır.

39. Holterin işlevi dikkate alındığında başvurucunun kalp ritim bozukluklarının tespit edilmeye çalışıldığı açıktır. Holter cihazı, birçok eloktrottan oluşur ve bunlar kişinin vücuduna yapıştırılır. Cihazın ana kısmı da bir çanta veya kemer ile kişinin beline takılmalıdır. Holter cihazının işlevini yerine getirebilmesi için manyetik alanlardan uzak tutulması ve kaydını etkileyecek normal yaşantının dışındaki aktivitelerden kaçınılması gibi bazı hususlara dikkat edilmesi gerekir. Buna göre holterin takılması sırasında ve sonrasında kelepçenin cihazın işlevini yerine getirmesine engel bir durum oluşturup oluşturmayacağı ancak uzman hekimce açıklanabilir. Buna rağmen holterin takılması sırasında başvurucunun kelepçesinin çıkarılmamasına karar verilirken hekimin görüşüne başvurulmamıştır (bkz. § 10). Dolayısıyla hekim görüşü alınmak suretiyle muayeneden, tedaviden ve tıbbi araçlardan yararlanma imkânını ortadan kaldırıp kaldırmadığı değerlendirilmeden başvurucuya kelepçe takılmasına karar verilmesi orantılı bir tedbir olarak görülemez.

40. Öte yandan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda Ceza İnfaz Kurumu ve Tutukevlerinin Dış Korunması ile Sevk ve Nakil Hizmetleri Yönergesi'nde geçen "tedaviyi engellemediği ve doktor tarafından talep edilmediği müddetçe hükümlünün kelepçesinin açılamayacağına" dair hükme yer verilmiştir (bkz. § 14). Bu hükmün 5275 sayılı Kanun, İnfaz Yönetmeliği, Protokol ve uluslararası belge ve sözleşmelerdeki hükümlere aykırı olduğu da açıktır.

41. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesi kapsamındaki negatif yükümlülüğe aykırı davranıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucunun maruz kaldığı eylem değerlendirildiğinde müdahalenin küçük düşürücü ve aşağılayıcı bir etki doğurabilmesi, bu nedenle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kapsamında nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.

42. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde sorumluların belirlenmesini ve gerekirse cezalandırılmasını sağlamaya elverişli, etkili bir soruşturmanın yapılması gerekmektedir.

43. Bakanlık görüşünün ekinde gönderilen ve kolluk görevlileri tarafından düzenlenen tutanağa göre, kelepçenin sadece kazağı çıkarması için çözüleceği ve holterin yerleştirilmesi sırasında yeniden takılacağı kolluk görevlilerince başvurucuya tebliğ edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu, tedavi olmak istememiştir (bkz. § 11). Buna göre başvurucunun insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında bulunduğu değerlendirilen iddiaları tutanakta açıklandığı şekliyle kamu makamlarınca da kabul edilmiştir.

44. Somut olay hakkında yürütülen soruşturmada toplanması gereken temel deliller; şüphelinin savunması, mağdurun ve varsa tanıkların beyanı ve kamu görevlilerince tutulan tutanaklardır. Soruşturma kapsamında Başsavcılık ne başvurucunun beyanını almış ne tanık olabilecek kişilerin ifadelerine başvurmuş ne de tutanakta adı geçen kolluk görevlilerinin beyanlarını tespit etmiştir. Bununla birlikte soruşturmaya konu olayla ilgili evrakın tespiti ve incelenmesi için kamu kurumlarından bilgi ve belge talebinde de bulunulmamıştır. Neticede ceza soruşturması herhangi bir delil toplanmadan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlandırılmıştır. Buna göre başvurucunun insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında bulunduğu değerlendirilen iddiasını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek özenli ve yeterli bir soruşturma yürütüldüğü söylenemez.

45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağınınusul boyutunun ihlal edildiği gerekçesiyle sayın çoğunluğun görüşüne katılmadım

Üye

 Selahaddin MENTEŞ