1. Danıştay 10. Dairesi, 2 Temmuz 2020 tarihinde oybirliğiyle bir karar verdi. Kararla, Ayasofya'nın müzeye dönüştürülmesine ilişkin 24 Kasım 1934 tarihli ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu kararı, davacı Sürekli Vakıflar, Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği’nin talebine uygun olarak iptal edildi.
Bu, aynı istemle aynı davacı tarafından aynı Danıştay Dairesinde açılan ikinci davaydı. İlki birkaç yıl önce reddedilmişti.
2. Ayasofya'nın Diyanet İşleri Başkanlığı'na devrini ve ibadete açılmasını öngören Cumhurbaşkanlığı Kararı (No. 2729) 10 Temmuz 2020 tarihli ve 31181 (1. mükerrer) sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
3. Danıştay’ın kararının iç hukukumuza uygun olup olmadığı günlerdir tartışılıyor (uzun süre de tartışılacak gibi görünüyor - derdim çünkü çok önemli bir karar ancak ülke gündemi öyle hızlı değişiyor ki demeyeceğim).
Umalım ki yeniden camiye çevirmeye ilişkin Cumhurbaşkanlığı Kararı öncesi bu statü değişikliğinin bütçeye, ülkenin imajına, İslamın hoşgörü dini olduğu gerçeğine, ulusal çıkarlara, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerine, artık sınırlarımız dışında bulunan kültür mirasımızın ilgili Devletlerce korunmasına, bölgesel ve uluslararası teşkilatlardaki inandırıcılığımız ile ikna gücümüze, turizme orta ve uzun vadedeki olası etkileri etraflıca değerlendirilmiştir.
4. Bu yazının iç hukuka ilişkin kısmında, Cumhurbaşkanlığı Kararı’ndan ziyade, Danıştay’ın ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapmış olduğu yargılamaya dair önemli bulduğum bir noktaya değineceğim: Kararın temyiz edilmesinin gerekli olduğu. Nedenleri aşağıda.
A. Hukukçuların yargıya dair yaptığı ayrımlardan biri, çekişmeli ve çekişmesiz yargıdır. Çekişmesiz yargıda hasım yoktur. Yargısal makamlara yaptığınız talepte karşı taraf bulunmaz (hukuki ihtilafların genel Yasası olan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 382, bu tanımın teknik halini içerir). Veraset ilamı, ergin kılınma vb. bu yargı türünün örneklerindendir.
Çekişmeli yargıda ise birbirine karşıt iddiaları (tez ve antitez) bulunan taraflar mevcuttur. Hasım vardır. Mahkeme tarafların iddialarını hukuk kuralları çerçevesinde sentezleyerek kimin iddiasının korunacağına karar verir. İddiası kabul görmeyen taraf, kendisi için tanınan tüm kanun yollarını kullanarak kararı tersine çevirmeye çalışma hakkını haizdir.
Ayasofya davası, idari yargıya tabi bir dava. Bir iptal davası. Diğer idari yargıya tabi dava türlerinde (İdari Yargılama Usulü K. m. 2) olduğu gibi, idarenin hasım pozisyonunda bulunduğu bir dava. Dolayısıyla, çekişmeli yargıya tabi.
Davacı bir özel hukuk tüzelkişisi; davalı idare ise Cumhurbaşkanlığı.
Gerekçeli karardan anladığımız kadarıyla davacının talebi, yine davacının sunduğu gerekçeler ışığında kabul edilmiş. Yani davalıya denmiş ki, sizin argümanlarınızı hukuk düzenimiz korumuyor.
Çekişmeli yargının doğası, iddiası reddedilen tarafın kanun yolu başvurusunda bulunmasını gerektirir.
B. İdarenin taraf olduğu davalarda adettendir, idareyi temsil eden Avukat/Hukuk Müşaviri, aleyhe çıkan tüm kararlara karşı, mevcut tüm olağan kanun yollarını kullanır. Adettendir çünkü bu uygulama, kanun yoluna başvurmak için idare tarafından herhangi bir gerekçe bulunamadığında dahi başvurulan bir yöntem. Bir hak.
Bilinir ki, bu tür bir denetimle bağımsız yargının bir üst gözü, daha önce görülemeyeni görebilir. Yanlış buradan döner; doğru burada güçlenir.
Kaldı ki idare hukuku davalarında idare aleyhine verilen kararlar çoklukla sadece ilgili idareyi değil; vatandaşın vergileriyle kurulup görev yapan sözkonusu idare üzerinden tüm vatandaşları etkiler.
Dolayısıyla denebilir ki ülke insanının çıkarları adına hareket etme yükümlülüğünün ve hesap verebilirlik ilkesinin sonucu olarak, idari bir davada haksız çıkan idarelerin aynı zamanda ödevidir de, kanun yolu başvurusunda bulunmak.
C. Aynı davacı, birkaç yıl önce de aynı mahkemede aynı taleple dava açmış, ancak o dava reddedilmişti. Davacı, tabiatıyla, hakkını aramada ilk derece mahkemesi kararı ile yetinmemiş, temyiz ve karar düzeltme yollarına da başvurmuştu. Tüm aşamalarda, davacının talebi hukuka aykırı bulunmuştu. Davadaki son karar 2015’te verilmişti.
2020’deki karar ise ters yönde.
İki davanın da ayrıntılarını bilmiyor kamuoyu. Dava dosyalarını incelemek gerek bunun için. Ama dışarıdan görünen oldukça benzedikleri. Hukuk düzeni ise, yargı erkine güvenin sağlanmasını teminen, dana önce görülmüş bir dava ile aynı özellikleri taşıyan yeni davaların yargıya taşınmasını uygun görmüyor (kesin hükmün etkisi).
Danıştay’ın Ayasofya kararında, iki davanın aynı olmadığı kaydediliyor. Neden aynı olmadıklarının gerekçesi oldukça kısa: Özetle, önceki davada, Ayasofya’nın Vakıf Senedinde (Fatih Sultan Mehmet Vakfı) tahsis edilen amaç dışında kullanılmakta olduğuna dair davacı tarafından ileri sürülen iddianın esasına girilmemiş olduğu.
Aynı yargı kolunda, üstelik aynı mahkeme önünde hukukun uygulanmasında 5 (beş) yıl içerisinde bu kadar önemli bir yorum farkı meydana geldiğine göre, gerek hukuk dünyasının gerekse kamuoyunun, bu iki dava arasındaki farkı, ilk davada verilen kesin hükmün neden ikincide geçerli olmadığını ve varılan zıt sonuçların gerekçesini bir üst mahkemeden de duymaya; eğer bir hata mevcutsa düzeltileceğine inanmaya hak ve ihtiyacı var. Hukuki güvenlik, belirlilik ve istikrar bunu gerektiriyor.
5. Uluslararası hukuk yönünden birbiriyle bağlantılı iki konuya değineceğim: Ayasofya’nın Dünya Miras varlığı niteliğinde olmasının UNESCO yükümlülüklerimize etkisi ve bu statünün insan hakları ihlali iddiaları açısından önemi
A. Ayasofya, Dünyanın sayılı sembolik yapıları arasında ve 1985 yılından bu yana Birleşmiş Milletler’in (BM) konuyla ilgili birimi Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) Dünya Miras listesinde yeralıyor.
Bu nedenle UNESCO karar sonrası (10 Temmuz 2020’de) Ayasofya ile ilgili bir açıklama yayımladı.
Açıklamada, Ayasofya’nın statüsünün herhangi bir görüşme yapılmaksızın değiştirilmesinden üzüntü duyulduğu ifade edildi ve mimari bir başyapıt ve Asya ile Avrupa arasında yüzyıllardır mevcut etkileşimin eşsiz bir örneği olan Ayasofya’nın müze niteliğinde olmasının Ayasofya’yı diyalog için güçlü bir sembol haline getirerek evrenselliğini vurguladığı kaydedildi. Konunun, önümüzdeki Dünya Miras Komitesi (bu, mirasın uluslararası koruması için Konvansiyon tarafından görevlendirilen Komite) toplantısı gündeminde bulunacağı da belirtildi.
Açıklamanın önemi Devletlerin, coğrafi sınırları içerisindeki Dünya miraslarında yaptıkları değişikliklerin mirasın mevcut evrensel değerini etkilememesi gerektiğinin ve yapılacak değişikliklerden önce UNESCO’ya bildirim yapılması zorunluluğunun hatırlatılmış olması.
Ayasofya, Dünya Miras listesine bizzat ülkemizin talebi, yetkililerimizin çabaları ile girdi. Sistem böyle işliyor zaten UNESCO’da. Listede bulunmanın getirdiği azımsanamayacak ölçüde bir prestij ve pekçok avantaj var.
Her nimetin bir külfeti var tabii. Listede yeralmak da, belli yükümlülüklere uymayı gerektiriyor. Bu yükümlülükleri belirleyen ana metin, Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Konvansiyon. Konvansiyona 1983 yılından bu yana tarafız.
- Konvansiyonun 4. maddesi, Dünya Mirasının coğrafi olarak bulunduğu Devlete çeşitli yükümlülükler yüklüyor. En önemlileri, koruma ve gelecek nesillere aktarma yükümlülükleri.
- Konvansiyonun 6. maddesi, taraf Devletlerin mirasa doğrudan veya dolaylı yoldan zarar verebilecek tedbirler almamayı taahhüt ettiklerini belirterek, mirasın korunmasının tüm uluslararası toplumun görevi olduğunun altını çiziyor.
Dolayısıyla, UNESCO açıklaması aslında, kendi irademizle taraf olduğumuz Konvansiyon ile yüklendiğimiz edimlerin tekrarlanmasından ibaret.
Belirtmek gerekir ki madde 11, Dünya Miras Komitesine, şartlar gerektirdiğinde, bir mirası Tehlike Altındaki Dünya Mirası listesine alma yetkisini tanıyor.
Bir (Kültürel) Mirasın aşağıda belirtilen iki kriterden en az birine sahip olduğu kararına varılırsa, söz konusu Miras Komite tarafından Tehlike Altındaki Dünya Miras Listesine kaydedilebiliyor (Uygulama Yönergesi 179-180. paragraflar):
- Tespit Edilmiş Tehlike: Miras, olması muhtemel belirli ve kanıtlanmış tehlikelerle karşı karşıyadır. Örneğin, ciddi boyutta malzeme bozulması; yapısal ve/veya süsleme özelliklerinin ciddi boyutta bozulması; mimari veya şehir-planlama bütünlüğünün ciddi boyutta bozulması; kentsel veya kırsal alanın, veya doğal çevrenin ciddi boyutta bozulması; tarihi özgünlüğün ciddi boyutta kaybı; kültürel önemin ciddi boyutta kaybı.
- Potansiyel Tehlike: Miras, sahip olduğu karakteristik özellikleri üzerinde zararlı etkisi olabilecek tehlikelerle karşı karşıyadır. Örneğin, varlığın korunma derecesini azaltacak şekilde hukuki statüsünün değişmesi; koruma politikası yetersizliği; bölgesel planlama projelerinin tehdit eden etkileri; şehir planlamanın tehdit eden etkileri; silahlı çatışmanın çıkması veya çıkma tehlikesi; iklimsel, jeolojik veya diğer çevresel unsurların tehdit eden etkileri.
Konuyla ilgili daha önce Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından verilen (bu yazıya konu 2 Temmuz 202 tarihli iptal kararını veren Danıştay 10. Dairesi’nin karar gerekçesinde de tekrarlanan) 2012/2639 sayılı kararda, ilgili Konvansiyon uyarınca Ayasofya’nın Devletimizce korunup yaşatılacağının açık olduğu vurgulanmış ve yapılacak herhangi bir statü değişikliğinin bu yapının tarihi, mimari ve kültürel niteliklerini koruma ve yaşatma amacına bağlı kalınarak gerçekleştirilmesi gerekliliğinin altı çizilmişti.
2012/2639 sayılı karar, kesin hüküm niteliğinde. İdarenin, herhangi bir statü değişikliğini Konvansiyona uygun şekilde yapma yükümlüğünü, Anayasa m. 90’a ek olarak, bu karar da emrediyor.
Ayasofya’da ilk namazın 24 Temmuz 2020 tarihinde kılınacağı açıklandı. Ancak bu tarihe kadar yapılacak çalışmaların ayrıntılarını, halihazırdaki mimarinin ve süslemelerin korunması için ne tür önlemler alındığını/alınacağını bilmiyoruz.
Diğer yandan, Birleşmiş Milletler (BM) küresel bir teşkilat. Hukuk penceresinden bakınca, çok güçlü yaptırımları bulunduğu söylenemez. En etkin silahı Güvenlik Konseyi kararları ki bunlar da çoğunlukla siyasi kararlar. UNESCO Konvansiyonu’nda getirilen sistem de yukarıda belirttiklerim haricinde yaptırım içermiyor.
B. Günümüz Ayasofyası yaklaşık 1500 yaşında. Aynı yerde aynı adla inşa edilen üçüncü yapı. 6. yüzyılda, Bizans İmparatoru Justinyen I döneminde yapılan; Bizans mimarisinin başyapıtı, Ortodoksluğun simge yapısı sayılan, mimarinin tarihini değiştirdiği kabul edilen bu yapı, zamanının en büyük ibadet mekanıydı. İstanbul’un fethine dek de kilise olarak hizmet verdi.
Dünyanın her yanından insanın - kendisinden, atalarından, medeniyetinden, inancından ve içinde yaşadığı gezegenden bir parça bularak - ortak bir paydada buluştuğu bir mekan olageldi. Yani din, mezhep, kültür, ırk kaynaklı ayrımcılıktan muzdarip günümüz Dünyasının çöldeki vahası oldu Ayasofya.
Ayasofya, çeşitli kaynaklarda Hristiyan Ortodokslarının hacı olmak üzere ziyaret ettikleri ana mekanlar arasında gösteriliyor. Hac ise bir ibadet.
Bu nedenle, Danıştay veya Cumhurbaşkanlığı Kararına karşı, gerekli aşamaları geçip insan hakları (din özgürlüğü, din özgürlüğü bağlantılı ayrımcılık) ihlali başvurusu yapılması, başvuru yapmayı öngören kişi, topluluk ve Devletlerce, Konvansiyona ve UNESCO’nun Ayasofya açıklamasına, başvuru ehliyetinin geniş yorumlanmasında destekleyici argüman olarak dayanılması ihtimal dahilinde.
Anayasa Mahkemesi, bireysel başvurularda ehliyet şartını dar yorumluyor. Örneğin, yine birkaç yıl önce, aynı davacının Ayasofya’da Müslümanların ibadetini ilgilendiren çeşitli konularda Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı bireysel başvurular, tüzelkişiliğe ait herhangi bir hak ihlali bulunmadığı (6216 S.K. m. 46’daki şartlar gerçekleşmediği) gerekçesiyle reddedilmişti.
Ancak, başvuru önüne gelirse, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) yorumunun kapsamına emin olmak mümkün değil.
Üyesi bulunduğumuz uluslararası ve bölgesel teşkilatlar içerisinde, hukuki yaptırım gücünü etkili şekilde kullanan sadece ve sadece Avrupa Konseyi. Nedeni, Konsey’in yargı mercii olan AİHM’nin kararlarının ülkemiz için bağlayıcı olması.
Tazminata, yargılama giderine hükmeder, ödemek durumundayız; yeniden yargılanma kararı verir, yerine getirmekle mükellefiz. AİHM ihlal kararlarının yerine getirilmesinde bir de genel önlemler başlığı var ki bu en zorlayıcı olanı çünkü mevzuat ve/veya uygulamanızı değiştirip benzer hak ihlallerini önlemek için önlem alındığına ikna olmadan yakayı bırakmaz Bakanlar Komitesi.
Dolayısıyla, umarım bu ihtilaf nedeniyle insan hakkı ihlali iddialarına muhatap olmayız.
Son söz:
Bildiğim kadarıyla, 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararında, Ayasofya’nın imam kadrosu korundu. Ayrıca Ayasofya’nın bir bölümü (Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapıya eklenen Hünkar Kasrı) 1994 (bazı kaynaklara göre 1991) yılından beri ibadete açık ve 5 vakit ezan okunuyor. Caminin kadrolu imamı da bulunuyor.
Bir de, Fatih Sultan Mehmet’e atfedilen bir ifade var. Ayasofya’nın cami statüsünün değiştirilmesinin büyük günah olacağı ve bunu yapacaklara lanet ettiği şeklinde. Bu ifadeyi her okuduğumda, duyduğumda aklıma şu soru geliyor: Ayasofya’nın 1985 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmesi de bir tür statü değişikliği değil mi? Bu listeye girdikten sonra lanetlenmiş mi oldu ülkemiz? Listeye girdiği 1985 sonrası kötü mü gitti herşey? Hayır. Demek ki Fatih’in gerçekte ne demek istediğinin anlaşılmasında lafza bakmak yetersiz kalıyor.
Fatih’in büyüklüğü, zekası, Devlet adamlığı tartışılmaz. Ancak semavi dinlerin kutsal kitaplarının dahi din alimlerince yorumu zamanla değişirken, 15. yüzyıla atfedilen bu ifadelerde ne denmek istendiğinin 21. yüzyılda yapılan yorumunda, güncel koşulların dikkate alınması gerekiyor.
İslam dini körü körüne kabulü değil araştırmayı, okumayı emreder.
Oku diye başlar kutsal kitap.