Yeni alınan cep telefonunun faturası kesilirken, mali müşavirin sesi kulağımızda yankılanır: "KDV’sini indiririz, tamamını gider yazarız." Bu basit muhasebe kaydı, o an için vergi matrahını hafifleten bir avantaj gibi görünür. Ancak bu seçim, aynı anda, hukuki bir makas değişimidir. Bir kapı sessizce kapanırken, bambaşka kuralların geçerli olduğu bir alana adım atılır. O ürün, artık "tüketici malı" değildir.
Gündelik bilincimiz, her teknolojik ürünün arkasında iki yıllık sarsılmaz bir "tüketici garantisi" olduğunu varsaymaktır. Oysa deftere işlenen, KDV'si indirim konusu yapılan her mal, bu koruma kalkanının dışına çıkar. Şunu net olarak vurgulamak gerekir: Garanti hakkı, temel bir tüketici hakkıdır. Mesleki amaçla alınan ürünlerde ne 6502 sayılı Kanun'un zorunlu garantisi ne de tüketicinin seçimlik hakları (iade, değişim, onarım vb.) mevcuttur. Artık o mal, 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un (TKHK) korunaklı alanında değil, Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) "basiret" (özen) bekleyen, daha sert rejimine tabidir. Bu, yapılan tercihin hukuki sonucudur.
Hukuki Eşik: "Tüketici" Sıfatı Nerede Biter?
Bu hukuki ayrımın dayanağı, TKHK'nın 3. maddesindeki net tanımdır. Kanun, tüketiciyi "ticari veya mesleki olmayan amaçlarla" hareket eden kişi olarak tanımlar.
Avukatlık faaliyeti, Türk Ticaret Kanunu anlamında "ticari işletme" değildir. Niteliği gereği profesyonel mesleklerdendir ve tartışmasız bir şekilde "mesleki faaliyet" sayılır.
Bu tanım, şuna neden olur:
- Avukatın ofis işleri için aldığı bilgisayar, yazıcı veya cep telefonu;
- Bekleme odasına yahut salona aldığı mobilya;
- Ve en önemlisi, duruşmalara, keşiflere gitmek için kullandığı ve yakıtını, amortismanını gider gösterdiği otomobil...
Bu satın almaların hiçbiri "tüketici işlemi" değildir. Üstelik Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararları bu çizgiyi istikrarlı bir şekilde korumaktadır: Amaç mesleki ise, koruma tüketici koruması değildir; bu durumda ne garanti ne de TKHK kapsamındaki seçimlik haklar uygulanır.
İki Ayrı Hukuk, İki Ayrı Dünya: Konfor Alanı vs. Profesyonel Alan
Mesele, 'garanti var mı, yok mu?' sorusunun ötesindedir. Çünkü cevap basittir: Mesleki amaçla yapılan alımda 6502 sayılı Kanun anlamında tüketici garantisi yoktur. Zira mesleki amaçla hareket etme halinde ortada bir tüketici işlemi söz konusu değildir. Esas fark, tabi olunan hukuki rejimde yatar.
1. TKHK (Konforlu Alan): Bu rejim, bilgi ve güç bakımından "zayıf" kabul edilen tüketiciyi kayırmak için tasarlanmıştır. Ayıp ihbar süreleri esnektir. Seçimlik haklar (iade, değişim, onarım) güçlüdür. Tüketici Hakem Heyetleri ile süreç hızlı ve neredeyse maliyetsizdir.
2. TBK (Profesyonel Alan): Bu rejim, tarafların eşit ve "basiretli" olduğu varsayımı üzerine kuruludur. Bir profesyonelden, aldığı malı derhal incelemesi ve ayıbı fark ettiğinde "gecikmeksizin" (derhal) bildirmesi beklenir. Aksi halde haklar düşer. Yargılama yolu daha uzun, teknik ve masraflıdır.
Gider gösterdiğimiz her ürünle, TKHK'nın sağladığı bu konfor alanından gönüllü olarak feragat etmiş ve profesyonel arenanın kurallarını kabul etmiş oluruz.
En Büyük İkilem: Çelişkili Davranış Yasağı
Konunun en kritik tarafı, avukatın iç dünyasındaki yanıltıcı kararda gizlidir: "Ben bunu hem gider yazarım hem de bozulursa tüketici hakkımı kullanırım."
Mevcut hukuk düzenimiz, buna izin vermez. Çünkü bir malın faturasını büronuz adına aldığınızda, Maliye'ye dönüp şu beyanda bulunursunuz:
"Bu mal, benim mesleki faaliyetimin bir parçasıdır. Bunu kullanarak gelir elde ediyorum, bu nedenle maliyetini gider olarak düşüyorum."
Aynı mal arızalandığında, bu kez Mahkemeye (veya Ticaret Bakanlığı'na) dönüp şunu diyemezsiniz:
"Ben bu malı aslında kişisel amaçlarımla almıştım, o yüzden tüketiciyim; ürünün garantisi var; benim de seçimlik haklarım var."
Bu, hukukun temel ilkelerinden olan "çelişkili davranış yasağı" ile engellenir. Mesele satıcıyı yanıltmak değil, iki ayrı merciye iki ayrı ve birbiriyle çelişen beyanda bulunmaktır. Mahkemeler de tam olarak bu çelişkiyi görür ve avukatın tüketici olmadığına hükmeder.
Bilinçli Bir Hukuki Seçim
Otomobil, bu ikilemin en ciddi sonuçlar doğurduğu yerdir. Yakıtı, amortismanı, bakımları deftere işlenmiş bir aracın, "tüketici aracı"nın garantisine sahip olduğunu düşünmek sıradan bir kişi için mümkündür. Ama bir avukat için basireti gereği ve hukuken imkânsızdır. O araç için ancak TBK'nın ayıp hükümleri veya üreticinin/satıcının sunduğu ek ve satış sonrası bakım sözleşmesine dayalı garantiler (varsa) devreye girer.
Günün sonunda, önümüzde duran bilinçli bir hukuki seçimdir. Bu, "vergi avantajı mı yoksa büyük bir hukuki güvence mi?" sorusuyla ilgilidir. Çoğu zaman, milyonlarca liralık bir üründeki iki yıllık güçlü tüketici koruması (garanti, iade, değişim, ücretsiz tamirat hakkı dahil), o ürünün KDV indiriminden ve gider yazılmasından kaynaklanan vergi tasarrufundan çok daha değerlidir.
Burada yapılan hata, genellikle bir avantajı seçmek değil; bu seçimi bilinçsizce yapmaktır. Hangi ürünü hangi sıfatla aldığımızı bilmek, o faturayı alırken hangi hukuki kapıdan geçtiğimizin farkında olmak, avukat olarak mesleki basiretimizin de bir parçasıdır.
Elbette bu yazıda biz genel olarak avukatın alım işlemini konu ettik. Ama sigorta şirketi, banka ve telekomünikasyon gibi sağlayıcılardan alınan hizmetler de işin bu yazının konusu olmayan diğer boyutunu oluşturuyor.
Son soru: Peki ya, eve alıp, faturasını deftere işlediğimiz o güzel, büyük televizyon arızalanırsa!