Hali hazırda çiçeği burnunda uzman bir arabulucuyum ben. Aktif olarak arabuluculuk yapmadım henüz ama taraf olarak 2-3 dosyada arabuluculuk görüşmelerini sürdürüyorum. Farklı bir müessese tabi. Amaç yabancı değil ama süreç biraz garip geliyor şimdilik. Arabuluculuk eğitimi almışsınız ama aynı zamanda avukatlık kimliğiniz de var. Bir yandan arabulucuyu test ediyorsunuz işini nasıl yapıyor diye, bir yandan habire araya girme isteği.
Dosyalarımda uzlaşmaya olan merakım zaten yıllar içerisinde beni arabulma konusunda uzmanlaştırdı. Kişisel gelişime olan ilgimi ve bu yönde okuduğum kitaplardan edindiğim bilgileri de harmanlayınca ben zaten eğitimden önce de arabulmada uzman olmuştum.
Müessesenin amacı, ihtilafı çözme sürecinin kısalığı, taraflara taviz vermeyi öğretmesi ve her iki tarafın da tatmin olmuş şekilde ayrılması takdire şayan. Her şeyde olduğu gibi belki de; arabuluculuğu da işler kılacak şey bizim isteğimiz ve sürece olan inancımız olacak.
Zor olan anlaşamamak değil aslında. Karşındakini anlamak zor. Çünkü anlamak için dinlemek gerekir. Ama konuşmak ve haklı olduğun yönleri gündemde tutmak varken, dinleyip de çıkmaza girmek pek tercih edilen bir davranış değil maalesef. Dalailama ne güzel demiş: “Konuşursan sadece bildiklerini tekrar edersin, ama dinlersen yeni şeyler öğrenebilirsin…” Dinlemeyi öğretmediler bize.. Ya hep konuşturdular ya da hep susturdular ama bugüne dek kimse dinle demedi… En fazla “dinleyeceksin” dedi.
Empatiyi bir kez daha öğrettiler eğitimlerde. Hatta sempatiyi de.. Aslında her uzlaşmanın temeli değil midir empati? Onun gibi düşünmek, onun yerinde olduğunu hayal etmek anlamak için yeterlidir. Ön yargılardan sıyrılmak gerek. Kendi doğrularından taviz vermek, doğru bildiğin yanlışlarda diretmemek gerek.
Tabii ki eleştirilerim var sisteme karşı. Edim serbestliğine karşı. Uzlaşmak olsun amaç evet ama taraflara yüklenen edimler çiçek sulamak gibi, çocuğun eğitim masrafların karşılanması gibi ucu açık, vadeli ve soyut yükümlülükler olmasın. İcra kabiliyeti olan edimlerle sınırlamak gerekirdi bence. En azından başlangıç için. İşçi alacakları için uzlaşırken; istenen ve verilen sadece para ya da eş değerinde kıymetli evrak olsaydı. Devrim değil de evrimle otursaydı bazı şeyler. Taraflar isterse, bir tarafın diğerinin çiçeklerini bile sulayabileceğini kararlaştırabilir dediler arabuluculuk anlaşmasında. 2+1 sıkışık bir apartman dairesinde oturan işçinin çiçeklerini hangi işveren sulasın Allah aşkına? Avrupalı bahçeli, möbleli triplekste oturuyor. Adamın bahçe, peysaj gibi derdi var. Aylık maliyetlerinin içinde bahçıvan gideri var. Bizde bahçıvan mı kaldı?
Tabii ki eleştireceğiz ama daha iyisini bulabilmek adına ve yapıcı olarak.. Yoksa hayır demek, tutmaz bu iş demek kaçış olur.. Hayır demek bir bilinçaltı davranışıdır. İnsanı yeni olan bir şeye karşı savunma amacıyla bilinçaltı hayır dedirtir. Çünkü bilinmeyen korkulandır. Ancak bilinci devreye sokarsak, yani kafayı çalıştırırsak ölçüp tartarak bir şeyin faydalı olup olmayacağını anlayabiliriz.
Herkese bilinçaltının esiri olmaktan kurtulduğu, konuşmayı değil dinlemeyi tercih ettiği günler ve esenlikler dilerim.