Her 10 Kasım’da olduğu gibi 2010 yılı 10 Kasım’ında da Büyük Atatürk’ü anmak için Türkiye Barolar Birliği olarak düzenlediğimiz etkinliğin açılışında yaptığım konuşmada şunları söyledim;
(…)
Her çağda ve hemen her toplumda, düşleri gerçeklerle, hayalleri yaşamla buluşturan insanlar çıkmış ve ülkelerinin kaderlerine hükmetmişlerdir. Üstün yetenekli, özel donanımlı bu insanlar, kendi toplumlarının insanlarına umut vermişler, güç vermişler, cesaret vermişler, örgütlenme enerjisi vermişler, doğru siyasal ve pozitif hedefler göstermişlerdir. Siyaset dilinde buna vizyon diyorlar.
Bizim için aşılmış değil, daha hala ulaşılması gereken bir değer olan Mustafa Kemal Atatürk’ü anlatmak için söyledim bunları.
‘İnsanlar annelerinin onları doğurmasıyla dünyaya gelmezler sadece, bu hayat onları doğmaya mecbur da eder’ diyor Gabriel Garcia Marquez. Sanıyorum, Büyük Atatürk için söylenmesi gereken doğru sözlerden birisi de budur. Evet! Kimileri, sadece annelerinin onları doğurmasıyla dünyaya gelmezler, hayatın kendisi onları doğmaya mecbur ettiği için dünyaya gelirler. İşte! Mustafa Kemal Atatürk, dünyaya böyle gelmiş ender insanlardan birisidir.
Büyük Atatürk, bizlere sadece sağlam temeller, gelecekteki gelişmemiz, ilerlememiz için pozitif hedefler, somut ilkeler bırakmamış, kaynağını tam bağımsızlıktan, yurtseverlikten, evrensel değerlerden alan, kendisini güvenle besleyen, yeni enerjiler ve hedefler için ödüller vaat eden bir ulusal ülkü bırakmıştır. Sözleriyle, davranışlarıyla, kahramanlara ve kahramanlığa değer veren bir halkın hayallerini ve umutlarını besleyecek özel bir efsane yaratmıştır. Bizlere demokrasinin, uygarlığın, çağdaşlığın gerekliliğine inanmayı öğretmiştir. O’nun bize verdikleri, öğrettikleri ve vasiyet ettikleri, bugün hepimizin yüreğinde, aklında ve vicdanında canlı bir yol gösterici olarak yaşıyor.
Birinci dünya savaşından sonraki yıllar, özellikle 1930’lu yıllar, Avrupa’da ırkçı anlayışların yükselişe geçtiği, faşist rejimlerin egemen olduğu yıllardır. Bu yıllar insanlığın zor zamanlarıdır. Bu zor zamanların cazibesine kapılmayan, bu konudaki gelişmelerinden etkilenmeyen, bu bağlamda ırkçı olmadan milliyetçiliği savunan, milliyetçiliği evrensellikle harmanlayan dünyadaki tek lider Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Öyle olduğu için ‘Dünyanın herhangi bir yerinde bir rahatsızlık varsa, bana ne, dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa, tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla ilgilenmeliyiz. Hadise ne kadar uzak olursa olsun bu esastan şaşmamak gerekir. Beşeriyetin hepsini bir vücut ve her milleti, bunun bir uzvu saymak gerekir. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan, bütün vücut müteessir olur’ demiştir.
Büyük Atatürk, milliyetçiliğini sadece evrensellikle harmanlamamış, ‘Yurtta barış, dünyada barış’ demek suretiyle barışla da buluşturmuştur. Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’na dâhil etmeyen, bu savaşın felaketlerinden uzak tutan siyaset, O’nun siyasetidir.
Bize ve tüm dünyaya liderlik dersi veren, Çanakkale’de, Sakarya’da savaşan, Lozan’da barışan hem savaştığı ve hem de barıştığı Lyoyd George’un özlü değerlendirmesiyle ‘Böyle dahi bir lider ancak yüz yılda bir dünyaya gelir’ dediği Büyük Atatürk’ün çocuklarıyız biz.
‘Medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı, zihniyetiyle, aile hayatıyla, yaşayış tarzıyla medeni olduğunu ispat ve izhar etmek mecburiyetindedir… Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen medeni ve bütün mana ve eşkâliyle medeni bir heyeti-içtimaiye haline isal etmektir. İnkılâbımızın umde-i asliyesi budur…Artık duramayız. Behemehâl ileri gideceğiz.’ diyen Büyük Atatürk’ün bizlere vasiyeti budur.
Eğer biz bu vasiyetle bağlı isek, ki bağlıyız, o halde hiç durmamak ve ileriye, daima ileriye, daha iyiye, çok daha iyiye doğru gitmek zorundayız.
Büyük Atatürk’e, O’nun ilkelerine, bıraktıklarına sahip çıkmak, Atatürk’ü sevmek hiç kimsenin, hiçbir partinin, derneğin ya da baronun tekelinde değildir. Zira Atatürk, herkesin, hepimizin ortak değeridir, milli kahramanıdır. Atatürk’e layık olmak için, her şeyden önce erdemli olmak, ahlaklı olmak, çalışkan olmak gerekir. Düşman Polatlı’ya kadar gelmişken açık tuttuğu ve ‘en büyük eserimdir’ dediği Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, yani meşruiyetin ve egemenliğin kaynağını kimilerinin yaptığı gibi lağvetmek değildir Atatürkçülük.
Türkiye Barolar Birliği olarak; Büyük Atatürk’ün bize bıraktığı ilke ve değerlerin ayırtında, vasiyet ettiklerinin bilincinde olduğumuzu, Cumhuriyetimizi O’nun gösterdiği hedef doğrultusunda daha ileriye götürme kararlılığında bulunduğumuzu özellikle belirtir ve O’nun aziz hatırası önünde saygıyla eğiliriz.
Benden sonra kürsüye gelen Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Müdürü Doç Dr. Kemal Arı şunları söyledi; ‘Mustafa Kemal Atatürk, ilk defa emperyalizme, sömürgeciliğe karşı antiemperyalist bir direnişi kendi halkını örgütleyerek başarabilmiş büyük bir özgürlük savaşçısıdır. O, “ulusal egemenlik” ve “tam bağımsızlık” kavramları üzerinden örgütlediği bu mücadeleyi halkına güvenerek yapmıştır. Kurtuluş Savaşı öncesinde Osmanlı toplumu aydınlanma döneminin uzağındadır. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması insanlığa kurulan tuzağı parçalamıştır. Demokrasi kültürel ve tarihi birikim gerektirir, aydınlanma gerektirir. Bu topraklarda aydınlanma sürecini başlatan Mustafa Kemal Atatürk’tür. O süreçle birlikte demokrasiye gidilecek yolun taşları döşenmiş, alt yapısı hazırlanmıştır. 1930’lı yıllar Avrupa’da ırkçılığın yükselişe geçtiği yıllardır. Atatürk bunlara iltifat etmemiştir. Atatürk’ün bizzat yazdığı on dört kitap vardır. Bugün bunların baskıları yoktur. Bu kitapları çok kişi bilmez, okumamıştır. Biz Büyük Önderi tanımıyoruz. Ne yaptıklarını, ne hayatını, ne de kitaplarını okuyoruz ama “Atatürkçüyüz diyoruz. Mustafa Kemal’i tanımadan, Mustafa Kemalcilik oynamak olmaz.’
Konferansın ardından Ankara Barosu Türk Sanat Musikisi Korosu, Dr. Cumhur Koca’nın yönetiminde Atatürk’ün sevdiği şarkılardan oluşan özel bir konser verdi.