Önceki Medeni Yasamız kusurlu eşin boşanmayacağı kuralını kabul etmişti. Bu yüzden kusurlu eşler yaşam boyu boşanamıyorlardı.
Bu konudaki örnekler den en çok konuşulanı Türkan Şoray ile Rüçhan Adlı ve Fatma Girik ile Menduh Ün’ün birlikteliğiydi.
Aralarında büyük aşklar yaşayan insanlar bile biri birleri ile evlenemiyorlardı.
Bir boşanma davası üç yıl, beş yıl, on yıl sürer mi ? Evet sürüyor ve insanlar “nasıl geçti habersiz, o güzelim yıllarım” şarkısının sözleri gibi çalınan bir yaşamın acıları içinde kıvranıyorlar...
Boşanamadığı için yaşamının en güzel günlerini yalnızlık içinde geçiren, yeni bir yaşam kuramayan ve bu yüzden acı çeken çok insanla karşılaştım. Öyle ki bu insanların çok uzun süren boşanma davası sürelerinde çocuk sahibi olma şanslarını yitirmeleri bile söz konusu.
Türk Medeni Kanunu (Yurttaşlar Yasası) 166/4 maddesinde; boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi halinde her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılacağı ve eşlerden birinin talebi üzerine boşanmaya karar verileceği öngörülmektedir.
Ankara 18. Aile Mahkemesi bu kuralın Anayasa’nın 5., 12., 14., 17. ve 41. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi 22/2/2024 tarihinde E.2023/116 esas ve 2024/56 sayılı 22/02/2024 günlü kararı ile, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin dördüncü fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline, iptal hükmünün kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Karar R.G .Tarih-Sayı : 19/4/2024-32522 de yayınlanmıştır.
Anayasa Mahkemesi oy çokluğu ile TMK 166/4 fıkrasının Anayasanın 13 ve 20 maddelerine aykırı olduğu sonucuna varmıştır. Karara Anayasa mahkemesi Başkan Zühtü Arslan ve üyelerden M.Emin Kuz, Yıldız Seferinoğlu, İrfan Fidan aykırı oy kullanmışlardır.
Aykırılık savı anayasanın 13 ve 20. maddeleri kapsamında kabul edildiğinden ayrıca yerel mahkemenin ileri sürdüğü 5,,12.,14., 17., ve 41., maddeleri açısından incelenmemiştir.
TMK Türk Medeni Kanunu 166/4 maddesindeki sürenin reddedilen boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren üç yıl olması her zaman eleştirilmiştir. Ülkemizde diğer davalar gibi boşanma davaları da yıllarca sürmektedir. Bu nedenle boşanamayan eşler bu uzun süre içerisinde maddi ve manevi olarak yıpranmakta, eziyet çekmekte, aile ve toplum içinde sosyal bir kimlik sahibi olmaktan da yoksun kalmaktadırlar.
Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi halinde her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliğinin temelden sarsılmış bulunmasındaki üç yıllık süre İsviçre ve Fransa’da iki yıl, Belçika da bir yıl, Almanya ve İtalya da da üç yıldır.
Bana göre bu sürenin boşanma davasının reddi kararının kesinleşmesinden itibaren bir yıllık olması yeterlidir. Zaten boşanma davası uzun sürmekte ve taraflar ayrı yaşamayı bu süre içerisinde sürdürmektedirler. Hem boşanma davası ve hem de bu davanın reddinin kesinleşmesinden itibaren bir yıl ortalama dört yıl gibi bir zaman dilimi demektir. Ve bu süre içerisinde kurulamayan ortak yaşam sona ermiş sayılabilmelidir.
Ancak burada yasadaki herhangi bir nedenle dava açıp feragat yoluyla eylemli-fiili ayrılık süresinin başlaması ayrıca değerlendirilmelidir.
İptale konu TMK 166/4 maddesi ve boşanmaya ilişkin diğer düzenlemelerde Anayasanın 41. maddesi göz önünde tutulmuş Türk toplumunun temeli olarak kabul edilen aile kurumunun ayakta tutulması öngörülmüştür. Bu düzenlemenin amacı;evliliklerin kurulmasını yaygınlaştırmak ve kolaylaştırmaktır.
Bu itibarla kuralda özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına getirilen sınırlamanın aileyi koruma amacına ulaşma bakımından elverişli olduğu anlaşılmaktadır.
Anayasa Mahkemesi; Anayasa’nın 13. maddesinde güvence altına alınan ölçülülük ilkesi; elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmakta olduğuna dikkat çekmekte “Elverişlilik öngörülen sınırlamanın amaca ulaşmaya elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.” demektedir.
Anayasa Mahkemesi anılan kararında Anayasanın 13. maddesinde güvence altına alınan üç alt ilkeden ölçülülük özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı ile aile kurumunu koruma amacı arasında makul bir denge sağlamayan kuralın orantılılık alt ilkesi yönünden ölçülülük ilkesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
Anayasa mahkemesi boşanma davalarının “çok kısa sayılamayacak bir sürenin sonunda gerçekleşebileceğini“ kabul etmektedir.
Ayrıca bu durumun taraflara katlanamayacak bir külfet sayılmasını da “Buna göre boşanma kararı verilebilmesi için kuralda öngörülen süreç bir bütün olarak değerlendirildiğinde ortak hayatın yeniden kurulamadığı hâllerde makul olmayan bir süre boyunca ilgililerin boşanma kararı elde etmelerine imkân tanınmadığı anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle kural, ortak hayatın yeniden kurulamadığı hâllerde evlilik birliğini uzun bir süre boyunca sona erdiremeyen ilgililere katlanamayacakları bir külfet yüklemektedir.” diyerek açıklamaktadır.
Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.” denilmiştir. Anayasa Mahkemesi kararında anayasanın 20. maddesini yorumlarken “kişisel bağımsızlık” ilkesine de özellikle ne kadar önem verdiğini kararında yer verdiği:
“Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlıktır. Özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi kavramı temel alınmaktadır. Anılan hak; herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak, kendine özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etmekle birlikte kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuki menfaati de içermektedir” gerekçesi ile açıklamaktadır ki bu gerekçeye katılmamak mümkün değildir.