‘…Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın; / Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın…’ Mehmet Akif Ersoy
ANILARIMDAN BİR SAYFA – ALMANYA ADALET BAKANI SABİNE LEUTHEUSSER SCHNARRENBERGER’İN ZİYARETİ
Türkiye Barolar Birliği’nin 31 Ekim 2012 günü önemli bir ziyaretçisi vardı. Resmi bir ziyaret için Türkiye’ye gelen dönemin Almanya Adalet Bakanı Sabine Leutheusser Schnarrenberger. Yaklaşık bir saat süren görüşmede, güncel konularla ilgili olarak karşılıklı fikir alışverişinde bulunduk. Gündemimizde ağırlıklı olarak, uzun tutukluluk süreleri, avukatlara yönelik ceza davaları, KCK davası kapsamında Diyarbakır Cezaevi’nde tutuklu olan 2012 yılı Ludovic-Trarieux Uluslararası İnsan Hakları Ödülü sahibi avukat Muharrem Erbey vardı.
Konuk Bakan, Ergenekon, Balyoz gibi davalardan, bu davalardaki uzun tutukluluklardan daha çok KCK davasındaki tutuklu avukatlara ilgi gösteriyor ve özellikle KCK davası kapsamında Diyarbakır Cezaevi’nde tutuklu bulunan 2012 yılı Ludovic-Trarieux Uluslararası İnsan Hakları Ödülü sahibi avukat Muharrem Erbey’in ödülünü almaya gidebilmesi için tahliye edilmesi üzerinde duruyordu.
Bu davalarla ilgili olarak sorduğu soruları yanıtlarken ‘Türkiye Barolar Birliği yönetimi ve başkanı olarak bu dava bağlamında, gerek Diyarbakır’da, gerekse İstanbul’da tutuklu bulunan avukatları ziyaret ettiğimizi, İstanbul’daki davanın ilk duruşmasına sanıkların müdafii sıfatıyla bizzat katıldığımı, Diyarbakır’da düzenlenen bir etkinlik sonrasında KCK davası kapsamında tutuklu olan avukat Muharrem Erbey’i ve avukat Fırat Anlı’yı Başkan Yardımcımız Talay Şenol ile birlikte cezaevinde ziyarete gittiğimizi, ihtiyaçları olup olmadığını sorduğumuzu, talepleri üzerine Türkiye Barolar Birliği’nin yayınlarını kendilerine gönderdiğimizi, meslek örgütü olarak, meslektaş olarak bütün avukatların olduğu gibi kendilerinin de arkasında olduğumuzu ve olacağımızı, hem kendilerine, hem de kamuoyuna açıkladığımızı, Türkiye Barolar Birliği yönetimi olarak Ergenekon, Balyoz, KCK davalarını takip ettiğimizi, bu davalarla ilgili basın açıklamaları yaptığımızı, bu basın açıklamalarında ve başkaca zeminlerde bu davalarda yapılan haksızlıklara, yanlışlara işaret ettiğimizi, gerek KCK davası bağlamında, gerekse genel olarak, Türkiye’de yargıçların bir kısmının tutuklamayı cezaya dönüştürdüklerini hemen her durumda ve zeminde bir tespit ve eleştiri olarak ifade ettiğimizi, bu durumun yasal düzenlemelerden daha çok mahkemelerin uygulamasından kaynaklandığını’ ifade ettim ve devamla şunları söyledim: ‘Türkiye’de genel olarak bu davalar yönünden de, bunun dışındaki başka davalar yönünden de, Ergenekon, Balyoz, ODA TV gibi davalar yönünden de, yargıçların tutuklamayı bir önlem olmaktan çıkarıp, keyfiliği dekapsayan biçimde cezaya dönüştürdükleri konusunda bir algı var. Bu sadece Türkiye Barolar Birliği yönetimi olarak bizim algımız veya başkan olarak benim algım değil. Toplumun genelinde veya en azından bir kesiminde böyle bir algı var. Muharrem Erbey’in tahliye edilmesi ancak yargı kararıyla mümkündür. Bizim ya da yürütme organının bu konuda bir şey yapması mümkün değildir. Bu yönde bir girişimde bulunulması Anayasaya aykırı olur, zira yargıya emir ve talimat verilmemesi Anayasa hükmüdür.’
Konuk Bakan’ın bu sözlerim sonrasında, ‘Bu noktada artık yasama organının devreye girmesi, yargıçların takdir hakkıyla ilgili bir kısıtlamaya gitmesi, bu konuda bir takım yeni düzenlemeler yapması gerektiğini düşünmek gerekir’ demesi üzerine ise şunları söyledim: ‘Almanya’da Bakan olarak siz de dahil olmak üzere, herkes nasıl yargının tasarruflarına, kararlarına karşı saygılı olmak durumundaysa, bizde de, Türkiye’de de aynı şekilde –mahkeme kararlarını eleştiriyoruz eleştireceğiz, tabi her zaman için eleştirme hakkımız saklı ama bunlar mahkemeler tarafından verilmiş kararlardır- bu kararlara hepimiz saygılı olmakdurumundayız. Sonuç itibarı ile Türkiye bir çadır devleti değildir. Bir takım eksiklikleri, sıkıntıları olmakla beraber, tıpkı Almanya gibi, diğer Avrupa ülkeleri gibi Türkiye’de demokratik bir hukuk devletidir. Sorunları olabilir. Vardır da. Ama Almanya’nın da kendine göre sorunları var. Türkiye’de yargı bağımsızdır, tarafsızdır. Yargıya herhangi bir kimseninmüdahale etmesi, Parlamento da dahil, yürütme erki de dahil müdahale etmesi doğru değildir ve etmemeleri gerekir. Mahkemeler yanlış karar verebilir. Bu sadece Türkiye’de olan bir şey değildir, dünyanın başka ülkelerinde de olan bir şeydir. Almanya’da da mahkemeler yanlış kararlar veriyor. Tutuklama konusunda olsun, mahkumiyet konusunda olsun, yanlış karar verildiğinde, herhalde Alman Parlamentosu devreye girmek suretiyle yargıçların takdir hakkına, kararlarına müdahale etmiyor. Onun için bu konudaki hassas çizgiyi iyi muhafaza etmek gerekir.’
Ve o gün benim bu söylediklerim, ertesi günkü bazı gazetelerde ‘Türkiye Barolar Birliği Başkanından Alman Bakana Ders’ başlığı altında haber konusu yapıldı.
O gün ben bunları söylerken yargıda çok iyi gitmeyen şeyler vardı. Ergenekon, Balyoz, ODA TV, KCK yargılamalarında yapılan haksızlıklar, bu haksızlıkların yarattığı acılar, mağduriyetler vardı. Bunları elbette ben de biliyordum. Dahası bunları, pek çok münasebetle ve hemen her zeminde ifade de ediyordum. Ama o gün o söylediklerimi bana, Almanya Adalet Bakanı’nın çok yukarılardan bakan müdahaleci tavrı, yurduma, yurdumun insanlarına olan sevgim ve bağlılığım, yani yurtseverlik duygularım söyletti.
Türkiye’de son zamanlarda yaşananları, çok sayıda insanın yargı kararı olmaksızın işinden atıldığını, neyle suçlandıklarını, suçlarının ne olduğunu bilmeksizin ve haklarında hazırlanmış bir iddianame olmaksızın cezaevinde tutuklu olduklarını, ceza hukukunun temel ilkeleri olan masumiyet karinesinin, cezanın şahsiliği ilkesinin çiğnendiğini, ispat yükünün iddia edene değil, sanığa yüklendiğini, yargının siyasallaştığını, verilen kararların çoğunun hukuki olmaktan daha ziyade siyasi ve konjonktüre uygun olduğunu ve nihayet bir yıldır hakkında iddianame hazırlanmaksızın cezaevinde tutuklu olan Die Welt Gazetesi muhabiri gazeteci Deniz Yücel’in, Başbakan Binali Yıldırım’ın Almanya Başbakanı Angela Merkel’le görüşmesinin ve ‘kısa sürede bırakılır’ demesinin hemen arkasından tahliye edildiğini, Sayın Sabine Leutheusser Schnarrenberger biliyor ise eğer, herhalde bana Almanya’dan ‘ne haber’ diyor ve nanik yapıyordur!