Habertürk Gazetesi’nden Emre Anıl’ın 24.01.2016 tarihinde yayımlanan “Yeterince zenginsen suç işleyebilir misin?” başlıklı inceleme yazısında “affluenza” olarak adlandırılan sendromun ceza sorumluluğuna etkisinin tartışıldığı görülmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Teksas eyaletinde; alkol alıp araba kullanırken çarptığı dört kişinin ölümüne neden olan 16 yaşında Ethan Couch adlı çocuk işlediği suçu kabul etmiş ve 20 yıl hapis cezası ile yargılanırken, hukuk ekibinin getirdiği uzman psikoloğun ortaya koyduğu “affluenza” tanısı nedeniyle şartlı salıverilip rehabilitasyona tabi tutulmuş, bir gün bile ceza almamıştır.

Haber yazısına göre affluenza; varlıklı ailelerde büyüyen bireylerin, yetiştiriliş tarzlarından dolayı kendilerini toplumun sosyal normları ile bağlı hissetmemeleri, doğru ile yanlış arasındaki farkı ayırt edememeleri olarak tanımlanabilir. Ancak “affluenza” tanısı, Amerikan Psikiyatrlar Birliği tarafından tıbbi bir tanı olarak kabul edilmemektedir. Buna rağmen Mahkeme; bu argümanı kabul ederek sanığın cezaevinde kalmasına değil, bir rehabilitasyon merkezinde belli bir süre geçirmesi gerektiğine karar vermiştir.

Mahkemede savunmanın tanığı olarak dinlenen Psikolog Gary Miller, Ethan’da “affluenza” sendromu olduğunu söylemiştir. Affluenza etkisi; varlıklı ailelerde yetişen bireylerin, ayrıcalıklı yetiştiriliş tarzlarından dolayı kendilerini toplumun sosyal normları ile bağlı hissetmemeleri ve doğru ile yanlış arasında olan farkı ayırt edememeleri olarak tanımlanabilir. Ethan’ın ailesinin yetiştirme tarzının kurbanı olduğunu savunan Miller’e göre; çocuğun sorumluluk duygusundan arındırılmış şekilde yetiştirildiğini belirterek, “Hastalıklı ortamda büyümüş, bir başka hastalıklı ortam olan hapishaneye koyulması, Ethan’ın rehabilitasyonu açısından hiçbir fayda sağlamayacaktır.”

Bu tip tuhaflıkların Dünya üzerinde çeşitli alanlarda farklı yansımalarını görebilmek mümkündür. Örneğin Amerikan’ın Irak’ı işgal ederken ürettiği “önleyici meşru müdafaa” kavramı da bunlardan birisidir ki, bu kavramın mantığını herkesin insafına bırakıyorum. Bu tip kavramların ultra zenginleri korumak, onları yeri geldiğinde trafik kazası gibi planlanmayan ve sıradan sayılabilecek bir sonuçtan dahi ceza sorumluluğundan muaf tutmak için uydurulduğu düşünülebilir.

Anglo-Amerikan sisteminde yargı kararları çok önemlidir, bu nedenle ceza sorumluluğu açısından ipin ucunu da kaçırmamak gerekir. Türk Ceza Kanunu’nda “kanunilik” ilkesi vardır. Her mesele ceza kanunlarında gösterilmelidir. Ancak bu ilke, örneğin uyuşturucu veya akıl hastalıklarının alt alta yazılacağı veya yazılmayandan ilgilinin sorumlu tutulmayacağı anlamını taşımaz. Kanun koyucu gerekirse sıralama yapar, fakat her somut olaya göre uygulanabilecek genel hükümleri de koyar. Somut olayda yargı mercii; özel veya teknik bilgiyi gerektiren bir konu varsa bilirkişiden görüş alarak,  maddenin uyuşturucu veya hastalığın da ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran bir akıl hastalığı olup olmadığına karar verir. Ancak bu keyfi değildir. Burada sınırı, “kanunilik” ilkesi ve somut olayın özelliklerine göre yapılacak değerlendirme ile kanuna uygunluğun belirlenmesidir.

Amerikan Psikiyatrlar Birliği’nin (bu konuda otorite olarak kabul edilebilir mi o da meçhul) dahi onaylamadığı, ceza sorumluluğunu kaldırabilecek akıl hastalığı veya arızi (geçici) neden saymadığı bir kavram, mahkeme önünde suç işlediğini kabul eden bireyin cezasını hiç çekmemesi için araç olarak kullanılabildiğinde, başka herhangi bir kavram da keyfi olarak cezasızlık veya azaltılmış ceza için gerekçe haline getirilebilir. Bu durum net bir keyfiliktir, “eşitlik” ve “adalet” ilkelerinin özünün zedelenmesidir.

Kanaatimizce; cezanın uslandırıcı ve iyileştirici etkileri, özellikle can kaybına yol açan bir suç açısından birbirinden bağımsız düşünülmemelidir. Bu kapsamda şahıs, ölümüne sebebiyet verdiği kişiler için aldığı hapis cezasını cezaevinde çekmeli ve beraberinde de rehabilite edilmelidir. Ancak cezadan vazgeçmek suretiyle kişinin sadece rehabilitasyona tabi tutulması, şahsi gerekçe ile toplumu oluşturan en önemli değerlerden olan yaşam hakkını ihlal eden bireyin toplumun üstünde kabul edilmesi sonucunu ortaya çıkarır ki, bu tip bir düşüncenin Ceza Hukukunun varoluş amacıyla bağdaştırılması mümkün değildir.

Bırakalım akıl hastalığını, şeker hastalığı bile ülkemizde arızi neden olarak kabul edilmemektedir. Akıl hastalığı veya akıl eksikliği konusunda sayma metodunun izlenmediği, bu konuda Adli Tıp Kurumu’ndan görüş alındığı ve Adli Tıp Kurumu’ndan gelecek rapora göre hareket edildiği bilinmektedir. Akıl hastalığı konusunda TCK m.32 ve geçici nedenler ile alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma hali ile ilgili TCK m.34 uygulanacaktır.

Akıl hastalığı veya akıl eksikliği nedeniyle suça konu eylemin işlendiği sırada ceza ehliyetini tam veya önemli derecede kaybetmiş kişinin suç işleyemeyeceğine, isnat kabiliyetinin yokluğundan dolayı suçun manevi unsurunun oluşmayacağına ve bunun da bir cezasızlık değil, suçun unsurunun yokluğuna neden olacağına inanmaktayız. Bu durumda olduğu tespit edilen kişi, tehlikelilik halinin sonlandırılması ve mümkün olduğu derece iyileştirilmesi için hastanede tutulur. Bunun için, akıl hastalığının tam olmasına gerek yoktur. Fail, işlediği fiil ile ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğini kaybetmişse de tam akıl hastası gibi tedavi görür. Hastalığın etki derecesi kısmi ise, fail hakkında azaltılmış ceza uygulanır. Bunun tetkik ve tayini bilirkişiye aittir. Ancak cezaevinde rahatsızlanan hükümlü, rahatsızlığının şekil ve derecesine göre tedavi ettirilmeli, hatta Adli Tıp Kurumu raporu alınması halinde cezanın infazına ara verilmelidir (Ceza İnfaz Kanunu m.16). Akıl hastalığı dışında ruhsal rahatsızlığı olan hükümlülerin cezalarının infazı ise, İnfaz Kanunu m.18’e göre önceden belirlenen ceza infaz kurumlarının özel bölümlerinde gerçekleştirilir.

Kriminoloji Bilimi ile Ceza Hukuku ayrı değerlendirilmelidir. Kriminoloji; bireyi, çevreyi veya topluluğu suça iten iç ve dış faktörleri araştırıp ortaya koyarken, Ceza Hukuku “suçta ve cezada kanunilik”, “kusur” ve “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkeleri gereğince suça konu eylemin sorumlularını tespitle cezalarını tayin eder. Nelerin suç olduğu, suçun unsurlarının ne şekilde oluşup oluşmayacağı, ceza sorumluluğunun sınırı gibi meseleler ceza kanunlarında tanımlanır ve daha sonra her somut olayın özellikleri dikkate alınarak uygulanır.

İşlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılamada bir sorunu olmayan kişinin, sırf yetiştiği çevre veya yetiştirilme şekli dikkate alınmak suretiyle ceza sorumluluğundan muaf tutulamaz. Aksi görüş, hem keyfiliğe sebebiyet verir ve hem de Ceza Hukukunun fonksiyon ve amaçları ile "adalet ve kanun önünde eşitlik" ilkesine aykırı düşer.

Amerikalı Yargıcın mantığı kabul edilirse, geçenlerde yakalanan “bücür” lakaplı uyuşturucu baronu olduğu söylenen Guzman'ın şu açıklaması da uyuşturucu madde ticareti suçundan kurtulmak için geçerli bir neden sayılabilir. Guzman; Kriminoloji Bilimi açısından kendisini bu suça iten sebeplerin, çocukluğunda yaşadığı yerde başka yaşam biçiminin olmadığını, başka türlü ayakta kalamadığını, öğrendiği ve ayakta kalmak için yapmak zorunda olduğu yegane işin uyuşturucu satmak olduğunu, kimseye de zorla uyuşturucu satmadığını, bunun bir arz-talep meselesi olduğunu belirtmektedir.

Şimdi, uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediği kabul edilen Guzman, çocukluğunda bu yola itildiği ve böyle bir ortamda büyüdüğü için ceza almayacak mı? Amerikalı Yargıca göre ceza almayabilir.

El Chapo, yani Joaquın Archivaldo Guzman Loera, çocukluğunda yaşadıkları yerde başka bir geçim kaynağı olmadığını söylüyor ve “bugün hala yok” diye de ekliyor. Bu da yaklaşık üç jenerasyon uyuşturucu kaçakçısını temize çıkarabilecek bir argüman olarak gözüküyor. Amerikalı Hakimin mantığıyla, bu insanların “uyuşturucu satmanın yanlış olduğunu düşünmediklerini, kendilerini gerçek birer işadamı olarak gördüklerini” düşünebilmek mümkün olabilir.



Kaynak: Haber7.com