ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 18 Haziran 2025 tarihli açıklamasında, F,M ve J tipi vize başvuru sahiplerine yönelik mülakatlarda yeni düzenlemeye gidildiği belirtilmiş ve bununla birlikte tüm başvuru sahiplerinin sosyal medya hesaplarını kamuya açık hale getirmeleri talep edilmiştir. Vize memurlarına gönderilen talimatta, başvuru sahiplerinin yalnızca sosyal medya içerikleriyle sınırlı kalmaksızın; çevrimiçi yayınları, dijital veri tabanlarındaki görünümleri ve genel dijital izleri üzerinden de değerlendirmeye tabi tutulmaları gerektiği belirtilmiştir. Bu değerlendirme sürecinde, içeriklerin Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlarına, kültürüne, hükümetine veya anayasal değerlerine karşı herhangi bir “düşmanlık” barındırıp barındırmadığı incelenecek; ayrıca “siyasi aktivizm geçmişi” bulunan başvuru sahiplerinin bu tür faaliyetlere ABD’de devam etme olasılıkları dikkate alınarak, vizeye uygunlukları hakkında değerlendirme yapılacaktır.
Her ne kadar bu düzenleme, devletin egemenlik yetkisi çerçevesinde kendi sınırlarına girişte güvenlik değerlendirmesi yapma hakkı kapsamında meşru gösterilmek istense de, uygulamanın bireylerin temel hak ve özgürlükleri bakımından ciddi hukuki riskler taşıdığı izahtan varestedir.
Neden Sadece F, M ve J Vizeleri?
Özellikle yalnızca F, M ve J vize tiplerine yönelik uygulamanın seçilmesi, bu statülerin göçmen olmayan vize türleri arasında genç yaş grubuna hitap etmesi, uzun süreli kalış imkânı tanıması ve başvuru sahiplerinin sosyal ve politik etkinliklere katılım ihtimalinin yüksek olması dolayısıyla ulusal güvenlik açısından en sıkı incelenen vizeler arasında yer almasıyla açıklanmaktadır.
Dijital Ayak İzi, Mahremiyet ve Kişisel Verilerin Korunması Hakkı
Modern dijital yaşamda bireylerin sosyal medya platformlarında gerçekleştirdiği her türlü etkileşim (beğeni, paylaşım, yorum, arama geçmişi) kişisel veri kategorisine dâhil edilmekte ve “dijital ayak izi” olarak tanımlanmaktadır. Bu veriler, bireyin kimliğini, inanç sistemini, siyasi eğilimlerini, sosyal ilişkilerini ve yaşam tarzını ortaya koyabilecek nitelikte olup, anayasal koruma altındaki özel hayatın gizliliği hakkıyla doğrudan ilişkilidir.
Bilindiği üzere Anayasa’nın 20. maddesi uyarınca herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Aynı maddede, kişisel verilerin ancak kanunda öngörülen usul ve esaslar çerçevesinde işlenebileceği belirtilmiştir. Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK) da bu anayasal güvencenin yasal altyapısını oluşturmaktadır. ABD’nin söz konusu uygulamasında ise sosyal medya hesaplarının kamuya açılması başvuru için ön koşul haline getirilmiş ve adeta bireyin bu alandaki rızası fiilen geçersiz kılınmıştır. Zira “rıza”, 6698 sayılı KVKK’ya ve uluslararası veri koruma standartlarına göre, özgür irade ile verilmiş, bilgilendirilmiş ve belirli bir amaca yönelik olmalıdır. Vize alabilmek için zorunlu hale getirilen bir dijital açıklamanın özgür irade ürünü olduğu ise şüphelidir.
Dijital Gözetim Yoluyla Uluslararası ve Anayasal Hakların Aşındırılması
ABD'nin sosyal medya hesaplarını kamuya açma zorunluluğu ve dijital izlerin kapsamlı şekilde taranması uygulaması, uluslararası insan hakları normları açısından da ciddi kaygılar doğurmaktadır.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin (İHEB) 12. maddesi, herkesin özel hayatına, ailesine, konutuna ve haberleşmesine keyfi müdahalelere karşı korunma hakkını güvence altına almaktadır. Ayrıca, ifade özgürlüğü hakkı İHEB’nin 19. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesinde açıkça tanımlanmıştır.
Bu düzenlemeler, bireylerin sosyal medya platformlarında fikirlerini özgürce ifade etmelerini ve özel hayatlarının gizliliğinin korunmasını öngörür. Ancak ABD uygulamasında, kişisel sosyal medya hesaplarının tüm içeriğinin ve dijital faaliyetlerin devlet tarafından sorgulanması, bu temel hakların keyfi ve orantısız biçimde sınırlandırılması riski taşımaktadır. Özellikle uluslararası standartlarla uyumlu olmayan uygulamalar, bireylerin dijital platformlardaki haklarına ciddi darbe vurabilmektedir.
Temel haklara yapılan sınırlamaların demokratik toplum düzeni ile uyumlu olabilmesi için, müdahalenin “ölçülülük ilkesi”ne uygun olması gereklidir. Bu ilke, Anayasa Mahkemesi kararlarında üç alt ilkeyle tanımlanır: elverişlilik, gereklilik ve orantılılık. Vize başvurularında sosyal medya geçmişinin kapsamlı biçimde incelenmesi, güvenlik açısından elverişli olabilir; ancak her başvuru sahibini potansiyel tehdit olarak değerlendirerek geniş çaplı dijital tarama yapmak, gereklilik ve orantılılık ilkelerini ihlal eder niteliktedir.
Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve özgürlüklerin yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplerle, kanunla ve ölçülülük ilkesine uygun olarak sınırlandırılabileceğini belirtir. Bu çerçevede, sosyal medya incelemesinin içerik bakımından sınırlarının açıkça tanımlanmaması, sübjektif değerlendirme riskini artırmakta ve temel haklara keyfî müdahale ihtimalini doğurmaktadır.
Özellikle 2025'te sosyal medya hesaplarında pro‑Palestinian içerikler barındıran bazı öğrencilerin, dosyalarına “düşmanlık belirtisi” notları eklenerek vize sürecinde dezavantajlı duruma düştüğünü medya organları acılığıyla zaman zaman görmekteyiz. Bu tür olaylar, ifade özgürlüğü sınırları içinde kalan politik görüşlerin dahi, somut suç unsuru içermemesine rağmen “tehdit” olarak yorumlanabildiğini göstermektedir.
Ayrıca bu uygulamayla yine Anyasasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü dolaylı biçimde zedelenmektedir. Zira bireylerin geçmiş paylaşımlarının, özellikle politik veya toplumsal içerik taşıyan gönderilerin olumsuz değerlendirilme ihtimali, oto-sansür mekanizmasını tetiklemekte ve bireyleri ifade özgürlüğünü sınırlama yönünde davranmaya zorlamaktadır. Bu ise doğrudan bir sınırlama değilse bile, “etki temelli” ihlale yol açmaktadır.
Dijital İzlerimiz, Geleceğimizin Anahtarı mı?
ABD'nin yürürlüğe koyduğu bu yeni vize düzenlemesi, bireylerin dijital yaşamlarına ilişkin verileri geniş çaplı şekilde devlet denetimine açmaktadır. Bu durum, gerek uluslararası insan hakları sözleşmeleri gerekse Türkiye Cumhuriyeti Anayasası bakımından temel hakların ihlaline açık bir yapı arz etmektedir.
Uygulama, veri minimizasyonu, amaçla sınırlılık ve şeffaflık gibi temel ilkelerle bağdaşmamakta; bireyin sadece fiziksel değil dijital varlığının da devletler arası işlemlerde tartışmasız biçimde “açık veri” haline gelmesine yol açmaktadır.
Bu bağlamda başvuru sahiplerinin yalnızca gizlilik ayarlarını değiştirmekle kalmayıp, sosyal medya içeriklerinin gelecekteki hukuki etkilerini gözeterek dijital ayak izlerini yönetmeleri, yalnızca bireysel değil, aynı zamanda hukuki bir sorumluluk haline gelmiştir. Küresel ölçekte artan dijital denetim rejimleri karşısında, bireyin veri üzerindeki hâkimiyetinin korunması hem anayasal hem de etik bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bugün yalnızca ne söylediğimiz değil, nerede, ne zaman, kiminle etkileşime geçtiğimiz bile dijital hafızanın kayıtlarına işleniyor. Vize başvurusunda bulunmak isteyen binlerce genç, hayallerine ulaşmak için artık sadece akademik yeterliliğini değil, sosyal medya geçmişini de "temiz" tutmak zorunda. Bu uygulama, sadece bir güvenlik tedbiri değil; dijital kimliğin, bireyin özgürlükleriyle nasıl iç içe geçtiğini ve devletlerin bu alandaki sınır tanımaz yetki arayışını açıkça gösteriyor. Burada asıl sorulması gereken soru şu: Dijital geçmişimiz, geleceğimizi belirlemeye ne kadar yetkili olmalı?

Av. Beyza GÜLTEKİN





