1) Kanun teklifi Hayvanları Koruma Kanununda ne gibi değişiklikler öngörmektedir?

Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin muhtevasını ortaya koyan değişiklikleri şöyledir: Hayvanları Koruma Kanununun halihazır 6’ıncı maddesinde benimsenen yakala-kısırlaştır-sal yöntemi kanun teklifiyle terk edilmektedir. Hayvanları Koruma Kanununun halihazır 6’ıncı maddesinde yapılması istenilen değişiklikle, hayvan bakımevlerine alınan hayvanlardan rehabilite edilenlerin sahiplendirilinceye kadar bu yerlerde barındırılması öngörülmektedir.

Hayvanları Koruma Kanununun 13’üncü maddesine şu fıkraların eklenilmesi istenmektedir:

"Bakımevine alınan hayvanlardan saldırgan olan, bulaşıcı veya tedavi edilemeyen hastalığı bulunan ya da sahiplenilmesi yasak olan hayvanlara yerel yönetimlerce ötanazi yapılır.

Sahipsiz hayvan popülasyonunun; kamu güvenliği bakımından tehlike oluşturmasına veya hayvandan hayvana ya da hayvandan insana bulaşan hastalıkların görülmesine, su kaynaklarının, yaban hayatının ve biyolojik çeşitliliğin zarara uğramasına sebebiyet vermesi halinde ilgili yerel yönetim tarafından sahipsiz hayvanlara ötanazi yapılabilir".

Kanun teklifiyle, Hayvanları Koruma Kanununun 14’üncü maddesinde değişiklik yapılarak “yerel yönetimler adına toplanan sahipsiz hayvanları bakımevi dışında bir yere terk etmek veya bakımevinde barındırılan hayvanı bakımevi dışında bir yere bırakmak” yasaklanmaktadır.

Kanun teklifiyle Hayvanları Koruma Kanununun 24’üncü madde düzenlemesinin son cümlesi şu şekilde değiştirilmektedir: Söz konusu hayvanlardan sahiplendirilme niteliği olanlar sahiplendirilinceye kadar hayvan bakımevinde barındırılır”.

2) Kanun teklifinin dayandığı sebep ve güttüğü amaç nedir?

Kanun teklifinin genel gerekçesine göre Hayvanları Koruma Kanununda değişiklik yapılmasını gerektiren sebepler, gelinen süreçte sahipsiz hayvanların sorun haline gelmesi, özellikle başıboş köpeklerin saldırıları sonucunda can kayıplarının artması ve sorunun zaman geçtikçe büyümesidir. Güdülen amaç ise, sahipsiz hayvan popülasyonunun kontrol altına alınması sağlanarak, insan, hayvan ve çevre sağlığı açısından oluşan risklerin ortadan kaldırılmasıdır.

3) Kanun teklifi genel gerekçesinde hangi gerekçelere dayanılmıştır?

Kanun teklifinin dayandığı gerekçelerden bazıları şunlardır:

“Bilimsel verilere göre, sahipsiz hayvan popülasyonunun kontrol altına alınabilmesi için tüm popülasyonun %70'inin kısırlaştırılmasının gerektiği, ülkemizde kısırlaştırmanın çok düşük oranda kaldığı (%8,5), sürü halinde yaşayan sahipsiz hayvanların kısırlaştırılmasının saldırgan davranışlarını azaltmadığı, bu davranışlara ilişkin bir etkiye sahip olmadığı hatta bazı durumlarda saldırganlığın da arttığım gösteren bilimsel çalışmaların mevcut olduğu, yakala-kısırlaştır-sal yönteminin dünyada uygulandığı ülke sayısının oldukça az olduğu, ülkemizde mevcut popülasyon ele alındığında yakala-kısırlaştır-sal yönteminin bir çözüm olmadığı”;

“Avrupa ülke örneklerine bakıldığında genel olarak; günümüzde sokaklarda sahipsiz hayvan bulunmadığı, sahipsiz hayvanların bakımevlerinde tutulduğu ve bazı ülkelerde belli bir süreye kadar sahiplendirilemeyen hayvanlara veteriner kontrolünde ötanazi yapıldığı, Avrupa'da 18. ve 19. yüzyılda başta kuduz salgını olmak üzere çeşitli sebeplerden dolayı, sahipsiz hayvanların sistematik operasyonlarla ve çoğunlukla silah veya zehir kullanılarak itlaf edildiğinin yayınlarda geçtiği, Avrupa'da olduğu gibi dünyanın birçok ülkesinde de itlaf etmek, popülasyonu sürekli kontrol altında tutmada yöntem olarak kullanıldığı, Ülkemizde de 13 Haziran 1932 tarihli ve 2123 sayılı Resmî Gazete'de sahipsiz hayvanların hepsinin itlaf edilmesi, sahipli köpeklerin başıboş bırakılmaması ve ağızlık-tasma ile gezdirilmesi, serbest bırakılmış sahipli köpeklerin itlaf edilmesi, itlafın belediyelerce yapılması hususlarının yer aldığı bir tamim yayımlandığı… (13.06.1932 tarihli tamim için bkz. https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/2123.pdf)”.

Yukarıda özetlenen gerekçeler yanında, ülkemizin de taraf olduğu Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesine ve hükümet dışı uluslararası örgüt olarak Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü raporuna da atıf yapılmıştır.

4) Kanun teklifinin örtülü biçimde benimsediği genel bir yöntem var mıdır? Varsa nedir?

Kanun teklifi bir bütün olarak değerlendirildiğinde, daha önce “uyutma” bu kere “ötanazi” olarak adlandırılan “öldürme” istisnai değil, genel ve birincil yöntem olarak öngörülmüştür. Şöyle ki; kanun teklifiyle, toplanan sahipsiz hayvanların bakımevi dışında bir yere terk edilmesi veya bakımevinde barındırılan hayvanı bakımevi dışında bir yere bırakmak yasaklandığından ve ötanazi (öldürme) sebepleri arasında sahipsiz hayvan popülasyonunun kamu güvenliği bakımından tehlike oluşturması da sayıldığından, öldürme genel bir uygulamaya bürünecektir. Zira genel gerekçede sahipsiz köpek popülasyonunun 4 milyon olduğu tahmin edilmiştir. Ülkemizin mevcut koşullarında bu sayıda köpek hayvan refahına uygun olarak barındırılamayacağından ve sahiplendirme sayısı da belli bir oranı aşamayacağından, 4 milyon köpeğin ezici çoğunluğu katliama tabi tutulabilecektir. Kanun teklifi öldürmeyi son çare olarak ele almamış, aksine genel ve birincil yöntem olarak öngörmüş, vicdan muhasebesini uygulayıcılara devretmiştir.

5) Kanun teklifine göre ötanazi sokaklarda yaşayan kedilere de uygulanabilir mi?

Kanun teklifinin genel gerekçesinde ötanazi yönteminin köpek popülasyonunu azaltmak için gerekliliği ileri sürülmüşse de teklif metninde kedi/köpek ayrımı yapılmadan sahipsiz hayvandan bahsedildiğinden, teklifin yasalaşması halinde yerel yönetimlerin Kanuna dayanarak kedilere de ötanazi uygulayabilmesi mümkündür. Görülmektedir ki, öldürmenin çerçevesi ve kapsamı tamamen uygulayıcının takdirine ve keyfiyetine bırakılmıştır.

6) Kanun teklinin yakala-kısırlaştır-sal yönteminin terk edilmesi ve ötanazinin gerekliliği ile ilgili dayandığı gerekçeler tutarlı mıdır? Bir diğer ifadeyle, genel gerekçe ne kadar bilimseldir?

* Kanun teklifinde bazı Avrupa ülkeleri ve ABD’nin bazı eyaletleri örnek gösterilmiş, Avrupa’da genel olarak sokaklarda sahipsiz hayvan bulunmadığı, yakala-kısırlaştır-belirli süre tut-ötanazi modelinin uygulandığı belirtilmiştir. 18. ve 19. Yüzyılda Avrupa’da genel sağlık gibi sebeplerle sahipsiz hayvanların itlaf edildiğine vurgu yapılmıştır.

Bu örneklerle batı ülkeleri referans-ölçü norm kabul edilmiştir. Ancak, hukuk devleti, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, yargı bağımsızlığı, sosyal devlet, kamu hizmeti standartları, iyi yönetim, ekonomi politikalarında tutarlılık gibi konularda bu referans görülememektedir. Bu yönüyle hayvansız şehirler ve ötanazi olarak adlandırılan öldürme konusunda batıyı referans alma, kanun teklifinde bulunanların genel siyasi tavrı karşısında açıkça tutarsızdır. Samimi değildir… İkincisi, batı her koşulda ölçü norm değildir. Ölçü, medeniyet ve gelişme fikridir. Batının bize göre ileri noktalarının iktibası gerekir. Olumsuz yanlarının değil… Nitekim Cumhuriyet’in kuruluşunun ilk yıllarındaki anlayış da böyle olmuştur. Yoksa 1934 yılında birçok Avrupa ülkesinden yıllar önce kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınamazdı. Cumhuriyetin düşünsel fikri, insan hayatında kadının erkekten bir farkının olmadığı ki aslında erkekten de önce geldiği, kadın-erkeğin her açıdan eşit olduğu anlayışını benimsemiştir. Bu doğrultuda yüz yıllardır uygulanan siyasi ve dini yorumları terk etmiş, kendi kadim geleneklerine dönerek çağdaş yeni bir sosyal yaşam kurmuş, bu yolda batının da önüne geçmiştir.

* Kanun gerekçesinde ülkemizin taraf olduğu uluslararası düzenlemelere de yer verilmiştir. Ancak taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelere riayet anlayışını diğer sözleşmeler için göremiyoruz. Örneğin, gerek Anayasamız gerekse taraf olduğumuz uluslararası sözleşme ve ek protokolleri hükümlerine rağmen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bazı kararlarına uyulmadığı, iç hukukumuzda AİHM’e başvuru öncesi zorunlu bir bireysel başvuru yolu olarak öngörülmesine rağmen Anayasa Mahkemesinin de bazı bireysel başvuru kararlarına da uyulmadığı, böylece dolaylı olarak, nihai karar sonrası başvuru yollarının ve böylece AİHM yolunun etkisizleştirildiği Türkiye Cumhuriyetinin yakın tarihinde görüldü. 

* Kanun teklifinin genel gerekçesinde ülkemizde 1932 yılında sahipsiz olan bütün köpeklerin itlafını öngören genelge de ölçü alınmıştır. Bu da bilimsellik ve referans alma bakımından büyük sorunlar taşımaktadır. Şöyle ki; 

Birincisi, anılan genelgenin sebebi ve amacı 1932 tarihli genelge metninde, “muhtelif vilâyetlerimiz dahilinde kuduz şüpheli kopekler tarafından ısırılarak tedavihanelere sevk edilen eşhas adedinin çoğalmakta olduğu anlaşılmıştır. Sık sık tekerrür eden ve hemen birçok mıntakalarımızda eksik olmıyan ısırık vak'alarının bu suretle tevalisi; köpeklere karşı umumî bir mücadele yapılmasını istilzam edecek bir derecede ehemmiyet kesbeylemiş" olması şeklinde açıklanmıştır. Görüldüğü üzere, 1932 tarihli genelgenin sebebi kuduz şüpheli köpeklerin ısırık vakaları, özel amacı ise genel sağlığın teminidir. Genelgenin anılan sebep ve amacıyla ilgili değerlendirmemiz şöyledir: Anılan dönem uzun savaşlardan çıkıldıktan sonra yeniden yapılanma dönemine denk gelen, İmparatorluktan kalan borçların ödendiği, sağlık, eğitim gibi konularda ihmal edilmiş Anadolu’ya bu kamu hizmetlerinin ve bayındırlık hizmetlerinin götürülmeye başlandığı yıllardır. Bu dönem, insan sağlığı için yapılması zorunlu aşılama çalışmalarının da başlatıldığı yıllardır. Anılan dönemde gelişmiş ülkelerde hayvan aşılamalarının ve kısırlaştırmalarının ne boyutta olduğu bilinmemektedir. Buna karşılık unutulmamalıdır ki, anılan dönemde ülkemiz daha gelişmekte olan bir ülke de değil, geri kalmışlıktan çıkmaya çalışan bir ülkedir. Bu nedenle, anılan dönemde Avrupa ülkelerinde mümkün olsa bile ülkemizde köpeklerin genel olarak aşılanması ve kısırlaştırılması mümkün değildir. Zira daha vatandaşlarımıza sağlık hizmeti gerçek anlamda yeni yeni ulaştırılmaya başlanmıştır. Bugün ise, köpeklerin aşılanması ve kısırlaştırılması imkânı anılan dönemle kıyaslanamayacak şekilde fazladır.

İkincisi, bu genelgenin ne ölçüde uygulandığı, bu cümleden ne kadar köpeğin itlaf edildiği bilinmemektedir.

Üçüncüsü, 1930’lu yıllardaki nüfus günümüze göre çok düşüktür. 1935 yılı nüfus sayımına göre Türkiye nüfusu 16 milyon 200 bin olup üç büyük il olarak İstanbul nüfusu 883 bin, İzmir Nüfusu 596 bin, Ankara nüfusu 538 bindir (1). Nüfusa bağlı olarak il sınırları içindeki kentsel yerleşim alanlarının kapladığı alan da günümüze göre çok düşük yüz ölçümdedir. Bu cümleden, o dönemde köpek popülasyonunun yüzde kaçının yerleşim alanlarında bulunduğu bilinmemektedir.

Dördüncüsüyse, her dönemi kendi koşulları içerisinde değerlendirmek gerekir. İlk üç madde de görüldüğü üzere 92 yıl öncesinin bir genelgesi, döneminin koşullarından koparılarak bugüne doğrudan referans alınamaz.

1932 tarihli genelge ile ilgili son söyleyeceğimiz şudur, anılan dönemin koşullarına rağmen, eğer söz konusu genelge uyarınca katliama varacak şekilde itlaf yapıldıysa bugünün değer yargısıyla bu bir eleştiri konusudur. Ancak önemle hatırlamak gerekir ki, vicdan, merhamet, milletimizin kadim bir özelliğidir Kanun teklifinin genel gerekçesinde bahsedilmeyen, İmparatorluk döneminde yaşanan “Hayırsız ada vakası”nın o dönemde İstanbul’da kamu vicdanını ağır yaraladığı da bilinmektedir (2). Bu nedenle, kültürümüze aldığımız kedi ve köpeklere karşı değer yargımızın anılan dönemde bugüne göre çok geri olduğu söylenemez.

* Yukarıdaki konular gibi kanun teklifinin gerekçesinde bilimsel veriler ve çalışmalardan bahsedilmişse de çoğu kez bunların kaynakları açıklanmamıştır. Örneğin genel gerekçede, kısırlaştırmanın uzun dönemde popülasyon üzerinde etki etmediğinin görüldüğü, sürü halinde yaşayan sahipsiz hayvanların kısırlaştırılmasının saldırgan davranışlarını azaltmadığı, bu davranışlara ilişkin bir etkiye sahip olmadığı hatta bazı durumlarda saldırganlığın da arttığını gösteren bilimsel çalışmaların mevcut olduğu belirtilmişse de uzman ve yetkin kamu kurum ve kuruluşlarının bilimsel görüşleri bununla örtüşmemektedir. Kanun’daki mevcut yakala, kısırlaştır, aşıla, aldığın yere geri bırak yönteminin bugüne kadar çok yetersiz bir şekilde uygulandığı da göz önüne alındığında, genel gerekçede bilimsellikle bağdaşmaz bir şekilde kısırlaştırma yöntemini reddeden bir anlayış söz konusudur.

Kanun teklifinin oluşum sürecinde Türk Veteriner Hekimleri Birliği, Veteriner Hekimleri Odaları gibi kamu kurum ve kuruluşlarının, HAYTAP gibi dernek çatı kuruluşları başta olmak üzere uzman ve bu yönüyle ehil kurumların bilimsel görüş ve önerilerine de başvurulmamıştır. Bir hipotezin bilimsel yöntem izlenerek doğrulanması yapılamıyorsa savunulmasından vazgeçilmesi, bilimselliğin gereğidir. Bu cümleden, bilimsel gerekçeler bilimsel yöntemin izlenmesinin sonucu olursa bir anlam ifade eder. Aksi takdirde gerekçe olarak sunulan metinler, önceden varılan peşin hükmün sonradan yazılan ikna, propaganda metinleri niteliğinden öteye gidemezler. Bu nedenle, kanun teklifinin genel gerekçesi, önceden varılan peşin hükmün kanunlaştırılması çabasından öte bir anlam taşımamaktadır. Bu yönüyle kanun teklifi bilimselliğin ürünü değildir. Kanun teklifi bilimsel bir sürecin ürünüymüş gibi görüntü oluşturmak istemişse de bilimselliğin kenarından bile geçememiştir.

7) Kanun teklifi sebep ve amaç ve hukuki sonuç arasındaki hukuki bağlantıyı kurabilmiş midir?

Kamu hukukuna tabi hukuki işlemler olarak ister kanun ister idarenin işlemleri olsun devletin tüm işlemlerinin nihai tek bir amacı vardır: Kamu yararının sağlanması. Kamu yararıysa çoğu kez özel bir amaca yönelir. Kamu düzeninin sağlanması, genel sağlığın korunması gibi. Kamu yararı güdülürken temel hak ve özgürlükler de yok sayılamaz. Hukuk öyle bir ölçüdür ki, kamu yararı ile özgürlükler arasındaki adil dengeyi gözetir. Terazinin dengesi şaşarsa, hukukilikten de söz edilemez. 

Kamu hukukuna tabi bir hukuki işlemin sağlanması amaçlanan kamu yararının gereklerini aşması ya da menfaat dengesinde ölçülülüğü kaybetmesi halinde işlem hukuka aykırıdır. İşlemin görünürde kamu yararının sağlanmasına yönelmekle birlikte aslında başka bir saikle yapıldığı durumlarda ise yetki saptırması olarak yine amaçta hukuka aykırılık söz konusu olur. Bunun ispatı ise çoğu kere zordur ancak ispatlandığı durumlar da yok değildir.

Hukukumuza göre hayvanlar insanlar gibi hak öznesi değildir. Ancak başta Hayvanları Koruma Kanunu olmak üzere hayvanların yaşam hakkını ve refahını gözeten hukuk kuralları da bulunmaktadır (Kanun teklifi yasalaşırsa bulunmaktaydı denmesi doğru olacaktır). Bazı vakalardan yola çıkılarak ki bu vakalar asla insanın insana karşı işlediği hayata karşı, vücut dokunulmazlığına karşı, cinsel dokunulmazlığa karşı suçların, ulaşım kazalarının sayısal olarak yanına yaklaşmamaktadır, yüz binlerce hatta milyonu aşan köpeğin itlafı yolunun açılması ölçülü ve hukuki bir kanun teklifi değildir. 2024 yılının şehirlerimizde insanlarımızın kedi-köpeklerle birlikte sürdürülebilir olarak yaşamalarını sağlayabilecek anlayışı ve imkanları bunu gerektirmediği gibi, Türk halkının kadim kültürü ve vicdanı da ülkesi olan Türkiye’nin bir unsuru olarak bu canlıların deyim yerindeyse katliamını kabul etmez. Genel ve toplu öldürme yoluna başvurulmaması için kısırlaştırma, aşılama, rehabilite gibi yöntemler içeren bir seferberliğe girişmeye hazır olduklarını beyan eden kamu kuruluşları ve gönüllüler karşısında, katliamı bu aşamada dayatmak ve bazı vakalardan yola çıkarak hayvansız sokaklar sonucuna yol açmak kanun yapma yetkisinin ve amacının saptırılmasıdır. Aynı zamanda var olan bir sorunun çözümünün gereklerinin aşılması; sorunun çözümü için gerekli olmayan ağır sonuçlara yol açılmasıdır.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında, kanun teklifi, sebep, amaç ve hukuki sonuç arasındaki vicdani ve hukuki bağlantıyı kuramamıştır. Bunun yanında bilimsel bir sürecin ürünü de değildir. Sonuç olarak, Türk halkının vicdanına aykırı olan bu kanun teklifi bir çözüm değildir. Var olan sorunun yaşatma temelli, bir geçiş devresini öngören, taşın altına elin konulduğu ancak vicdandan vazgeçilmediği bilimsel, vicdani ve hayvansız sokakların söz konusu olmadığı sürdürülebilir çözümleriyse mevcuttur.

Vicdanın ve merhametin kazanması dileğiyle…

Av. Cengiz Ozan ÖRS

---------

(1) Başvekalet İstatistik Genel Direktörlüğü, 1 9 3 5 20 İlk Teşrin Genel Nüfus Sayımı Türkiye Nüfusu Vilâyet, Kaza, Şehir ve Köyler itibarile Muvakkat rakkamlar, Ulus Basımevi Ankara 1935, s.4, 12-13.

(2) https://www.haytap.org/tr/goezyalarnza-hakim-olamayacanz-gercek-bir-suerguen-18-maddede-hayrsz-ada-katliam, (Erişim Tarihi: 19.07.2024).