Öncelikle bu yazının konusunu Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (100-108.Md.) düzenlenen ve istisnai bir koruma tedbiri türü olan tutuklama kararı teşkil etmektedir. Pek tabii ki yazının başlığında bulunan 4 paket mama hususu dikkat çekse de zorunlu müdafilik gereği görevlendirildiğim bir dosyadan hareketle yazının başlığına eklemeye karar verdim.
10.12.2019 tarihinde akşam saatlerine yakın bir zaman diliminde CMK zorunlu müdafilik kapsamında sistem tarafından arandım ve ilgili görevi kabul ederek Sulh Ceza Hâkimliğinde yapılacak olan sorgu için adliyeye doğru yol aldım. Adliyeye vardığımda müdafisi olduğum şüpheli A.K ve aynı olaya birlikte karıştığı arkadaşı diğer şüpheli B.E birbirine kelepçelenerek oturmuşlardı. Öncelikle olayın ne olduğun anlamak maksadıyla şüpheli müvekkilden olayı anlatmasını istedim. İşte o an yazının başlığında bulunan 4 paket mama için Cumhuriyet Savcısının şüphelileri tutuklama talebi ile Sulh Ceza Hâkimliğine sevk ettiğini duyduğumda kendi adıma hakikaten şaşırdım. Ama şaşkınlığım bu kadarı ile kalmayacaktı
Gelelim somut olaya; şüpheli A.K ve arkadaşı diğer şüpheli B.E. şüpheli A.K’ nın ekonomik durum olarak oldukça zor durumda olduğundan A.K’ nın eşinin çocuk için mama istemesi üzerine çare olarak bu yola başvurmak zorunda kalıyorlar. Şüpheliler aralarında anlaşarak gündüz vakti marketten mama çalmaya karar veriyorlar. Müvekkilin arkadaşı diğer şüpheli ise çocuk için 2 paket mama almak yerine paraya ihtiyacı olduğundan 4 paket mama alıyor ve devamında olay adli birimlere intikal ediyor. Bu olayları dinledikten sonra haliyle şüpheliler “Bize şimdi ne olacak? Tutuklanır mıyız Avukat Bey?” soruları haliyle ardı ardına sıralandı. Ben kati bir güvence vermemek suretiyle onlara: “ Garanti veremem ama herhalde tahliye edilirsiniz yahut adli kontrol şartıyla serbest kalırsınız diye umuyorum.” Şeklinde cevap verdim.
Her ne kadar olayın oluş şekli, şüphelilerin suçu ikrar eden beyanları, zarar giderme talepleri ve pişmanlıklarına ilişkin beyanları olsa da “özgürlüğün ne demek olduğunu bilmediğini sandığım ve hayatında muhtemelen cezaevi görmemiş bir hâkim” tarafından haklarında tutuklu yargılanmalarına karar verildi. Gerekçe ise oldukça basit “ şüphelilerin suçtan kurtulmaya yönelik savunmalarına itibar edilemeyeceği ve tüm dosya kapsamı. İşlediği suçu gerek Emniyet gerek ise Savcılık ve hatta sorgu esnasında ikrar eden şüphelilerin beyanları nasıl suçtan kurtulmaya yönelik olarak değerlendirildi orası da kendi adıma merak konusu.” Tabii duruşma esnasında ben ve diğer şüphelinin müdafi meslektaşım şoka uğradık ancak itiraz etmekten başka çare olmadığını da gel de o gariban şüphelilere anlat.
Yazımısın asıl konusu ilk paragrafta belirtilen Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (100-108.Md.) düzenlenen ve istisnai bir koruma tedbiri türü olan tutuklamadır. Bilindiği üzere tutuklama, suçlu olduğu konusunda henüz kesin hüküm bulunmayan ancak suç işlediği şüphesi kuvvetli olan kişinin özgürlüğünün hâkim kararıyla geçici olarak kaldırılmasıdır.(1) Tutuklama istisnai bir koruma tedbiri olup Ceza yargılamalarında esas ilke şüpheli/sanığın tutuksuz bir biçimde yargılanmasıdır. Ancak üzülerek birçok meslektaşım ve değerli hukukçularımızın da değindiği üzere ülkemiz Ceza Muhakemelerinde tutukluk asıl tutuksuz yargılanmak istisnai hale gelmiştir. Koruma tedbiri olarak tutuklama ceza muhakemesinin ya da muhtemel bir mahkûmiyetin ileride yerine getirilebilmesini amaçlar. Gerek uluslararası gerekse ulusal mevzuatta tutuklu yargılama sıkı şartlara tabii kılınmıştır. CMK’ nın 100. Maddesine bakıldığında tutuklama için iki maddi koşulun arandığı görülmektedir: Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması ve bir tutuklama nedeninin bulunması. Bu iki şart birbirine bağlı olup diğeri olmadan birinin varlığı tutuklama için engel teşkil edecektir. Ayrıca maddenin devamında düzenlenen ve tutuklama nedeni varsayılan haller olan;
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa,
Somut olayda şüphelinin sabit ikametgâh sahibi, evli ve bir çocuk babasıdır. Maddi durumu ile beraber olayın oluş şekli, fiilin işlendiği zaman, suç konusu malın değerinin azlığı ve zarar giderme taleplerine rağmen şüpheli A.K hakkında tutuklama kararına hükmedilmesi hukuka, yasaya ve özellikle toplum vicdanına kanımca aykırılık teşkil etmektedir. Ha keza hukuki ve fiili sebeplerinin açık bir şekilde belirtilmeden yasa metninin aynen tekrarı ile işin önemi, ölçülülük ve orantılılık hususları açısından da bakıldığında somut olayda tutuklama kararına hükmetmek usul ve yasaya kanaatimce uygun olmadığı gibi ölçülü ve orantılı değildir.
Sonuç olarak; belirttiğimiz sebeplerle ilgili Sulh Ceza Hâkimliğine süresinde itirazda bulunduk ancak dilekçeyi teslim ederken kalemdeki memura: “Reddedilmek üzere bir tutukluluğa itiraz dilekçemizi teslim ediyorum.” Dedim. Güldü tabi ancak güldüğü husus esasında benim o cümlem değil; güldüğü husus esasında ağlanacak halimizdir. İnsan kaybetmediği şeyin değerini bilemezmiş. Özgürlüğün ne manaya geldiğini bilmeyen ve onun değerini hissedemeyen birtakım yargıçlarımızın neredeyse önüne gelen her olayda hukuki ve fiili değerlendirmeleri yeterince yapmadan ve yasa metnini aynen tekrar ederek somut olayı yeterince değerlendirmeden usul ve yasaya aykırı bir şekilde tutukluluğa hükmetmesi toplum vicdanını yaralamaktadır. Ayrıca kişilerin yaşam hakkı kadar temel olan özgürlüklerini kısıtlayıcı nitelik taşımaktadır. Uzun lafın kısası tutuklamaya ilişkin sayısızca makaleler yahut kitaplar ve doktrinde olabildiğine kaynak mevcut. Yaşadığım bu olayın ardından somut olaydan ve ilgili yasa hükümlerinden bahsederek konuyu siz okurların vicdanına sunmayı istedim.
KAYNAKÇA:
1-) Ceza Muhakemesi Hukuku (Centel/Zafer) s. 355