Hukukçu olmak özelikle bizim gibi bireyin bireyle, bireyin devletle, devletin
bireyle çekişmeli olduğu ve hukukun üstünlüğünün tam olarak
uygulanamadığı ülkelerde kolay değildir. İşin zorluğu hem kürsüde olanlar ve
hem de kürsünün önünde olanlar için zordur,zahmetlidir, streslidir.
Hukukçu her gün önüne kimi zaman klasörlere kimi zaman çuvallara
sığmayan sorunlarla boğuşmak, renk renk çile iplikleri gibi kördüğüm olmuş
sorunlara çözüm aramak zorundadır.
Bu uğraş kimi zaman yurttaşlar hukuku, kimi zaman ceza hukuku, kamu,
ticaret, deniz hukuku, icra hukuku,uluslararası hukuk ve Anayasa kapsamı
içinde verilir.
Yalnız hukukla oturup kalkmak insanı yıpratır ve yaşam dayanılmaz hale
gelir. Arada doğa, kültür gezileri yapmak,okumak,doğaya yönelmek yani
biraz değişiksoluk almak gerekir. İşte bu nedenle ben de bu yazımda 21 Mart
Dünya Şiir Günü için size 2024 Şiir Bildirilerinden ikisini sizlerle paylaşmak
istedim. İlki Baki Ayhan T’nin:
“Şiirin doğuşu güneşin doğuşu gibi yavaş yavaş olmadı. Bir meyvenin
olgunlaşması gibi süreci içine çeke çeke kendini bulmadı şiir. Çığlık gibi
birdenbire doğdu. Bütün coğrafyalarda, bütün dillerde şiirin sarsılmaz bir
dirençle daima özgürlükten yana olması bunun delilidir. Verilen değil alınan,
kendini sıkıştırılmışlık içinden yaratan bir şeydir şiir de özgürlük gibi. Sözün
de kalbin de özgürleşmesidir.
Şiir hem kendi içinde hem de insanla birlikte evrilir. Dili dönüştürürken dille
birlikte dönüşür. Daima saflığa doğrudur onun gidişi. En karmaşık, mecazi,
örtülü/metaforik göründüğü yerde bile çıplaktır. İnsanın söz’ünden çok öz’üne
bağlı olmasından kaynaklanır bu. Öz, fazla karmaşaya gelmez; dağıtır, yitirir
kendini. Şiir de...
Şiir, saf olmasına saftır ama arınmışlıkla var olan bir rutinin içinde yer
alamaz, almış gibi göründüğünde o artık şiir değildir, piyasanın malzemesidir,
onun değerini piyasa ölçer. Biz, daima şiirden yana konuşuruz; bu demektir
ki piyasaya yakın durmayız. Şiirin saflığında anlaşılmaz bir derinlik vardır,
anlaşılmaz ve belki de anlaşılmaması gereken... Bu ancak piyasa dışı
kalmakla korunabilir.
Hasımları, beş benzemezi, ikili karşıtlığı içinde taşır şiir. Onlarla hayat bulur,
onlara hayat verir. Düelloyu durduracak gücü vardır iki tarafla da barış
çubuğu tüttürerek. Sana ve bana değil, bize ve onlara dönüktür yüzü.
Bağlanmaz, yosun tutmaz, muhasara edilemez. Hiçbir inanç ve düşünceyle
sınırlanamaz.
Keşifçidir şiir. İnsanın henüz keşfedilmemiş dehşetli duyuşlarını onda
bulursunuz yalnız. Bir kargadan onlarca serçe havalanabilir şiirin olduğu
yerde. Bozarak düzeltir dünyayı. Bozarak düzen katar dile. Sarsıp bozarak
yüceltir duygu ve duyarlığı. Yapıp çatmak değil bozmaktır onun işi. Suyun
yolunu kesen, en çok şiirden korkar; şiirin deliliğinden, söz dinlemezliğinden,
özgürlük aşkından.
Söz, şiiri boğmaya çalıştı yüzyıllar boyu. Şimdi de görsellik ve imaj bunu
yapmaya, amansız bir düşman gibi gördüğü şiiri dijital verilerle sıkıştırmaya
çabalıyor. Her şeye ‘post’ serenler, postpoetika diye haykırarak ortalığa
çıkmadan, şiirin ön ya da son eklerle dokunulmazlığını ilan etmek
durumundayız. Onu her şeyden arındırmak gerekir ilk saflığına döndürmek
için. Sonra, gerekirse, yeteneksiz binlerin elinde kirlenmesini seyredebiliriz
hep beraber. Düştüğü yerden kalkacak, kırıldığı yerden diklenecek, kirlendiği
yerden saflaşacaktır. Güvenebiliriz...
Şiir yazmak kolay, şiir üzerine konuşmak zor çünkü bunu yaparken şiirin
yerine de konuşmak durumunda kalıyoruz. Oysa onun yerine ancak kendisi
koyulabilir, konuşabilir; bir benzeri bile değil. Ondan ki her şeyden fazla, şiiri
özgür bırakmak gerekir. Şiirin kafesi açılmalıdır sonuna dek. Göklerin ve
yerlerin sınırsızlığını bize o gösterdi, biz de ona bunu yeniden armağan
edebiliriz. Böylece bir kez daha birlikte var olabiliriz.”
PEN şiir ödülünü alan Enis Batur’un kaleme aldığı 2024 Şiir Bildirisi de şöyle:
“PEN Şiir Ödülü’ne lâyık bulunan şairden, ödül geleneği böyle, bir bildiri
kaleme alması bekleniyor.
Düşündüm: Ülkenin bu halinde, Dünyanın şu halinde bir şairin bildirecek nesi
kalmış olabilir? Gizlisi saklısı yok: Ahval konusunda safkan karamsarım. Ama
bu, beni ‘iş’ime özen ve inatla bakmaktan alıkoymuyor.
Yıllardır tekrarlıyorum ‘iş’ime bakma kararımı, kararlılığımı. Küçük Prens’in
çekirdek sözündeki gibi: Kişi gülünden sorumlu. İkiye ayırıyorum
güzergâhımı, şiir ekseninde: Bir, başkalarının şiirlerine, eski-yeni, yerli-
yabancı ayırmaksızın, karınca kararınca ilgi gösteriyorum – üzerlerinde
düşünerek, haklarında yazarak, unutulanlara ışık tutma çabası vererek. İki,
burcumda şiir kurarken, olabildiğince ince ayar yapma işlemlerine dikkat
kesilme, az okunmayı göze alarak ‘mürekkebe su katmadan’ yazma tercihimi
sürdürüyorum.
Şiire pek gereksinme duyulmayan, sözüm ona duyulduğundaysa şairden
nümayiş yapması, gürültü çıkarması beklenen bir dönemden geçiyoruz –
doğrusu, diyorum, beklenmedik şeyler yapmak.
Şairin çabası artık beyhudedir demeye mi getiriyorum, hayır: Şiir düşünürü,
bilim insanını, sanatçıyı, hepsinden önemlisi ondan vazgeçmeyen tiryaki
okurunu Hayat’ın yüksek bir basamağına yerleştirdiği için anlamını ve
değerini bütün olumsuz dış koşulların tehdidine karşın koruyacaktır:
Okunarak, ezberlenerek, dilden dile çevrilerek, bestelenerek.
PEN Şiir Ödülü, koyu bulutlar arasından bir anlığına güneş, beni kutlu kıldı;
seçenlere teşekkür ederim.”