“Gerçek yoga, vücudunuzun şekli ile değil, yaşamınızın şekli ile ilgilidir. “
Bu dinin en önemli ritüeli, temel amacı ve kazanımı, kısaca acıdan uzak kalmak ve yaşamdan zevk almak demek olan “Yoga”dır.
Her ne kadar Yoga, pek çok insan tarafından bir dizi bedensel esneme egzersizi olarak anlaşılsa da, gerçekte durum böyle değildir. Zira Yoga, insan hayatını anlamlaştıran, insan hayatına özgürlük ve derin bir mutluluk getiren zihinsel bir faaliyet ve meditasyondur. Bu faaliyetle insan, gözleri kapalı olarak ve sessizce oturarak düşünceyi aşmaya çalışır. Bu aşma faaliyeti gerek fiziksel, gerekse zihinsel yoga egzersizleri ile tamamlanır.
Zihinsel yoga, gerçekte bir Transandantal/Aşkın Meditasyon’dur. Esasen Yoga’nın özü ve esası bu aşkın meditasyondur. İnsan beden yogası yaparak bedenini, zihin yogası yaparak zihnini terbiye eder. İnsan, beden yogası yaparak bedenin tembelleşmesine engel olur, zihin yogası yaparak zihnindeki çöpleri atar, zihnini temizler. Böylece hem bedensel, hem de zihinsel olarak sağlıklı, diri, devingen kalır, tüm bedenin yöneticisi olan beyin yoga yoluyla zihne ve bedene hükmeder ve böylece geriye kalan her şey sağlıklı bir işleyişe ve düzene girer.
İngilizceden Türkçeye tercüme etmekte olduğum ve tercümesi tamamlandığında Dorlion Yayınevi tarafından basılacak ve yayımlanacak olan “Hindu Felsefesi” isimli kitabın, ilginç bulduğum “Yoga” üst başlıklı bölümümün, “amaç”, “alan”, “felsefe” başlıklı alt bölümlerini aşağıda sizinle paylaşıyorum.
YOGA
Yoga sözcüğü “bağlanma veya katılma” anlamına gelen yuj kökünden gelir. Burada kişisel/bireysel ruh (jivatman) ile Evrensel Ruh’un birliği anlamında kullanılmaktadır. Yoga sanatı, insan etkinliğinin kültürel olarak icra sistemi şeklinde tanımlanmaktadır. Yoga, vücudun ve zihnin kusurlarının ve hastalıklarının yok edilmesini, sağlığın ve mutluluğun elde edilmesini, zekanın/aklın geliştirilmesini, gerçek benlik bilgisinin ve her şeyin nektarının ortaya çıkarılmasını içerir ve bunları talep eder.
Yoga’nın felsefi temeli Samkhya’dır. (çn: Yoga Felsefesinin öncülü olan felsefi sistem) Kadim öğretmenler (rşis), evrenin evrimini yöneten yasaları, bireyin evrimini kapsayacak şekilde genişleterek, bireyin makrozmanın mikrokozmosu olduğunu göstermişlerdir. O nedenle, bireye uygulanan bu sisteme Yoga Felsefesi denir. Samkhya’ya eşit bir bilgi ve Yoga’ya eşit bir güç olmadığını söyler.
Yoga’nın kurucusu Patanjali’dir. Ama Yoga sanatını Patanjali keşfetmemiştir, zira Yoga zamanın ilk başlangıcından bu yana kullanılan bir sanattır. Yoga’nın teknikleri ve öğretileri, Yoga’nın bir grup sadık takipçileri tarafından nesilden nesile aktarılan, kendisini gerçekleştiren kişilerin ve ustaların bitmeyen akışı yoluyla biriktirilmiştir. Patanjali, ünlü incelemesi Yogasutra’da bize Yoga doktrinin mevcut edebi biçimini vermiş olmakla tanınır. Bununla birlikte, açılış sutrasında/öz deyişinde “Şimdi gözden geçirilmiş bir Yoga metni” diyen daha önce bir açıklama olması gerektiğini belirtir. Yajnavalkya Smrti’ye göre, Hiranyagarbha Yoga’nın orijinal öğretmenidir; ancak Patanjali geleneksel olarak Yoganın kurucusu olarak kabul edilir. Patanjali’nin hayatı hakkında çok az şey bilinmektedir, bu konuyla ilgili elimizdeki birkaç parça o kadar efsanelerle doludur ki, bunlara güvenilemez. Patanjali’nin kimliği konusunda büyük tartışmalar vardır. Bazı yetkililer onun Panini’nin (çn: Eski Hint dilbilgisi uzmanı) grameri üzerine Mahabhasya adlı ünlü yorumu yazan Patanjali ile aynı kişi olduğunu iddia ederler, ancak mevcut kanıtlar bu konudaki yerleşik görüşü teyit etmek konusunda oldukça çelişkilidir. O nedenle, Patanjali’nin ne zaman kendisini geliştirdiğini belirlemek konusunda güvenilir bir kaynak yoktur; nitekim bu konuyla ilgili olarak MÖ 3. yüzyıldan itibaren ve dördüncü yüzyıla kadar olan çeşitli dönemlere atıfta bulunulmaktadır.
Amaç
Yoga’nın en önemli amacı, insanı sonsuza kadar aşağıdaki üç tür acıdan kurtarmaktır:
1. İnsanın kendi zaaflarından ve hastalık gibi yanlış davranışlarından kaynaklanan acılar,
2. İnsanın, kaplan, hırsız ve benzerleri gibi diğer canlılarla olan ilişkilerinden kaynaklanan acılar,
3. İnsanın elementler ve diğer soyut ve zor anlaşılan güçler gibi dış doğa ile olan ilişkilerinden kaynaklanan acılar,
Bu konudaki kurtuluş, ilk olarak, dünyaya bağlanmamayı başararak gerçekleştirilir, ancak bunun için mutlaka dünyadan tecrit edilmek gerekli değildir; ikinci olarak, zihin ve onun yarattıkları üzerinde kısıtlama elde edilerek bilinç arındırılır; ve son olarak, bireysel ruh ile evrensel ruhun pozitif ve mutlak birliği elde edilir. Bu durum samadhi (çn: Meditasyon’un nihai ve tam aşaması) olarak bilinir ve yoganın gerçek amacı bunun elde edilmesidir.
Yogi, yani Yoga yapan sonsuz yaşam ve ölüm döngüsünden tamamen ve bütünüyle özgür olmaya çalışır. Yogi, doğayı iki yönde çalışan tek bir güç olarak görür. Böyle gördüğü için de, dış alemden ayrılmak ve iç alemde yeniden birleşmek için mücadele eder. İç kuvvete yaşam, dış kuvvete ise ölüm denir. Yoganın amacı bu ikisini birleştirmektir. Bunlar işledikleri yasaları ve bireysel bilincin kontrolü ele geçirdiği ve nihayetinde Evrensel Ruh ile bir olduğu araçları ortaya çıkarırlar. Bireysel ruh kendi özünün kaynağına ulaştığında, insan tüm fırtına ve sakinlik, sevinç ve acı koşullarından kurtulur ve böylece bireysel ruhun tüm yoksunluklardan ve mutsuzluklardan ebediyen kurtulduğu söylenir.
Yoga, bireyin evrensel maddenin ayrılmaz bir parçası olduğunu ve yine Zaman ve Uzam meselesine kendisinin dahil bulunduğunu varsayar, o nedenle, kişi kendi hakiki gerçekliğinin bütünüyle tanınmasını yitirir; dolayısıyla bu okul, bireyi gerçek ve orijinal konumuna geri getirmek, bireyi maddenin baskısında kavramak, bireyi geldiği özüne geri döndürmek ve onu her yönüyle soyutlamak için bir araç ve yaşam ile Zaman ve Uzam biçimi ortaya koyar.
Yoga, ortaya çıkan ve çıkmayan dünyadaki her şeyin tek bir kaynaktan, ilahi ve ilksel akıldan geldiğini savunur; insan bu aklın sadece bir kıvılcımıdır ve Yoga süreciyle birlikte, tüm bilgiyi, tüm bilgeliği, tüm gücü, görünen ve görünmeyen evrendeki her şeyi bahşeden bu büyük aklı bir an için de olsa görebilir.
Alan
Yoga’nın pratik niteliğinin ve etkisinin kapsamının en iyi kanıtı, Hindistan’daki her din sisteminin ve her felsefe okulunun Yoga’yı felsefi bir olgu olarak kabul ettiği gerçeğidir. Eski Hindistan’da, Tibet’te ve Çin’de olağanüstü zihinsel güçleri ve yoğun kahramanlıkları olan insanlar, Yoga öğretisinin ve uygulamasının sonucudur. İnsan kültürünün Yoga dışındaki tüm yöntemlerinin bir yılanı öldürmek için bir deliğe vurmak gibi bir şey olduğu söylenir. Dünyanın geneli tarafından bilinen yöntemlerle birçok yaşamı gerektiren şeyler, Yoga sanatı ile oldukça kısa bir süre içinde yapılır.
Yoga, kendisini Yoga’ya adayanlara gelecek ve görünmeyen dünya hakkında somut bir bilgi verir; insanın etrafındaki hayatı takdir etmesini sağlar ve insana bu hayatı takdire değer kılma gücü verir. Entelektüel, ahlaki ve ruhsal insanın umduğu şeyler, sevip sevmediği, isteyip istemediği şeyler Yoga’nın öğretilerinde bulunur. Yoga pratiği, insanın duyarlılıklarını ve güçlerini geliştirir; O nedenle, Yogiler, doğanın sırları hakkında geniş kapsamlı bir bilgiye ve doğal fenomenler üzerinde kapsamlı bir kontrole sahip olduklarını iddia ederler.
Yoga’nın sistematik incelemesi, aylaklık, cehalet ve sonraki gün Yoga takipçilerinin soyluluğunun vicdansızlığı nedeniyle bir çürüme durumuna düştüğü için yüzlerce yıldır durdurulmuştur. Tembellik, bencillik, kibir ve kuruntu kanseri, bu çağın başında (Kali Yuga) yıkıma uğramaya başlamıştır. İnsan bencilliğinin çağlar boyunca edindiği yozlaşmış ayinler, yanlış fikirler, dogmatik ilkeler, insanı toplumsal istismar ve suçları işlemeye yöneltmiş ve bu konudaki kötülükler o kadar yaygınlaşmıştır ki, yoga zorunlu olarak gizli meskenlere çekilmek zorunda kalmış ve bu güne kadar sadece kalıntıları kalana kadar bunun ortalamasını arayanlar için mevcut olmuştur. Yoga hakkında, Yoga’nın anavatanı Hindistan’da dahi genel olarak büyük bir cehalet hakimdir ve bu cehalet özellikle eğitimli çevrelerde de mevcuttur. Ama yine de, bazı sanatlarında ustalaşmış ve Yoga’yı bildiği varsayılabilecek kişiler nezdinde Yoga’nın kaybolduğu düşünülmemektedir. Ne var ki, Yoga’nın yüksek biçimleri konusunda gerçekten çok az kişi yetkindir, zira kişiler kendi başarıları için gerekli zamanı Yoga’ya ayırma kararlılığına sahip değildirler; ama yine de Yoga kapasitesi olanlar için mevcuttur orada durmaktadır.
Felsefe
Yoga sistemi, Samkhya sisteminde ortaya konan aynı kozmolojik doktrinleri varsayar, o nedenle, Yoga sistemi doğanın evrensel koşuluyla ve yine doğanın bireysel koşuluyla ilgilidir. Bunların her ikisinin evrim ve karışıklık süreci de aynıdır. Her ikisi de, bir şeyin yoktan var olamayacağı, her gölgenin kendi özüne sahip olması gerektiği şeklindeki temel mantıksal önermeye dayanır. Bu nedenle, Yoga sistemi, kaba bireyin kendisini gösterdiği ve geri döneceği incelikli bir yönü olması gerektiğini savunur. Bu incelikli yön, ilahi olanın bir kıvılcımıdır ve bu Yoga’nın tek ilgi alanıdır.
İnsanı tam olarak anlamak mümkün olmadan önce, insanı ayakta tutan ve onun olduğu gibi olmasını sağlayan güçleri incelemek gerekir. Doğanın enerjileri insanda hayatta kalmanın gereklerine göre işler, yine de insan özünde çözülme özelliğine sahiptir, çünkü insan bileşik bir varlıktır. İnsan, hem kaba hem de incelikli olandan oluşur. Kaba algı ile bilinebilir, ancak incelikli olan sadece ruhsal algının gücü ile bilinebilir. İncelikli yönler, insanın doğasının soyut enerjilerinden oluşur; bu yönler her zaman görünmezdirler, çünkü bunlar zihnin ötesindedirler, duyuların ötesindedirler, bunlar asla görülemezler ve sadece yoga pratiğiyle bilinebilirler.
Yoga sistemi, doğanın tüm koşullarında, ortaya çıkan ve çıkmayan tek bir gücü yöneten tek bir yasa olduğu ilkesine dayanır. Bu güce hayat denir. Bu, ruh ve maddeyi birleştiren ve her şeyi var eden görünmez güçtür. Bu, protoplazmanın kimyasal uyarımının sonucu değildir, zira protoplazma hayatın taşıyıcısıdır. Ölüm, ortaya çıkan bireyi amansız bir şekilde kavrar, ancak hayatın devamını etkilemez. Hayat aslında duyulardan önce gelen duyarlılıktır.
Hayat yeni bir şeyin yaratılması değildir; sadece olanın bir açılımıdır; dolayısıyla hayat insanın madde halinde ortaya çıkmasından önce özünü oluşturan görünmeyen gerçeklerle bağlantılıdır. Biz varoluş zincirinde sadece orta halkayı görürüz ve buna hayat deriz; önceki ve sonraki görünmez aşamaların farkına varmayı ise kesinlikle başaramayız. Öncüllerine bağlı olmadan hiçbir şey var olamayacağına göre, hayat denilen maddi tezahürün daha ince ve maddi olmayan bir biçime bağlanması gerekir; bu nedenle insanın, sadece ortaya çıkması için bir koşul yaratıldığında ortaya çıkan, doğanın görünmez yönünün ürünü olduğu söylenir. Sonuç her zaman nedenle aynı olması gerektiğinden, ışığın karanlıktan değil ışıktan çıktığı gibi, hayatın da hayattan çıkmış olması gerekir.
Her kavram, yeni bir benliğin akışıdır, çünkü bir insan vücudunun cansız bileşenleri, ne kadar çok kimyasal veya fizyolojik bir eylem olarak varsayılırsa varsayılsın, bir insan yaratamaz. O nedenle, görünür dünyadaki ortaya çıkma, yeni bir şeyin yaratılması değildir. Doğum bir fenomeni, sadece evrensel bilincin bireysel bir yönünün ortaya çıkmasıdır. Bu nedenle, ruh hem görünen hem de görünmeyen dünyada çalışabilir.
Doğanın sadece yüzeysel görünümlerini gözlemleyen kişiler, şeylerin/nesnelerin sonsuz düzenini karıştırırlar ve o nedenle insanın gerçek doğasını algılayamazlar. İnsan, öz-bilinçli bir benlik ile organik bir bedende oluşan beş çeşit maddenin birleşimidir. İnsan sonsuz bir bilince sahiptir ve birleşik sperm ve yumurtanın dinamikleri aracılığıyla sonlu bir organik bireye evrimleşme sürecine her zaman tabidir. Ruh, bedensel ve boyutsal olarak mevcut değildir, ancak kişinin sesi odanın her yerinde mevcut olduğu için insan da ruhsal olarak mevcuttur. Ruhun içi veya dışı yoktur, ruh sadece bir zeka/akıl kütlesidir, tıpkı tatlılık kütlesinin içi veya dışı olmadığı gibi, ruhta sadece bir tat kütlesidir.
Bir bireyin ortaya çıkması, evrensel bilinçte yükselen bir stresin neden olduğu evrensel gücün bireysel bir ilkeye indirgenmesidir. Bir tür olarak insan, bütünün, bireyler olarak adlandırılan, doğanın etkisi olan sonsuz sayıda ilişkili merkezler halinde farklılaşmasının sonucudur. Farklılaşmayı üretmek için, bir stresin meydana gelebileceği bir alan yaratacak şekilde enerjinin konsantre hale gelmesi gerekir. Bu, bireyin geçmiş eyleminin (karma) dinamik enerjisinden kaynaklanır. Bir bölüm kaplandıkça, bu insan denen sınırlı ve belirleyici bir ilke olarak çalışmaya başlar. Bireysel bilincin bu merkezi bir kalıba dökülür ve bu sıkıca sarılmış bir yaya benzetilir. Bireysel bilinç ortaya çıkmaya başladığında, bu biçimler alır ve düşünen, konuşan ve deneyimleyen bir varlık haline gelir. Bunun deneyimleri, sadece incelemeyle sınırlandırıldığında bu varlık mantıklı hale gelir. Bu bilinçli enerji ne kadar kompakt ve yoğun olursa, o kadar fazla güç ortaya çıkar.