Aslında bu olayın gündeme gelmesine neden olay, çete mensuplarının soruşturmayı yürüten savcıyı makamında tehdit etmesiydi. Yani dosya savcısının tehdit edilmesiyle ola, kamuoyu gündemine oturdu desek yanlış olmaz sanırım. Kanaatimce savcının tehdit edilmesi olayı yaşanmasaydı  belki de kamuoyunun bu skandaldan haberi olmayacaktı.  

Çetenin yaptıkları kan donduran cinsten olup vehamet sınırlarını aşsa da kamu güvenliği açısından en az bunun kadar tehlikeli ve vahim olan başka bir hadise gözden kaçmaktadır. Zira çete mensuplarının savcıyı tehdit etmesinin barındırdığı başka mesajlar da var. Bu tehditle, bir kitle, bir grup kendisinde suç işleme özgürlüğü bulmasının yanı sıra bu suç ya da suçların araştırılmasını, soruşturulmasını yapacak kamu görevlilerini de bertaraf edecek kadar pervasızlaşması, gözünün dönmesidir. Başka bir ifade ile “ biz suç işliyoruz, işleyeceğiz ama bize karışan, soruşturan birileri olursa bedelini hayatıyla öder”  cinsinden tehdit içeren bir eylemdir.  Bu, kamu güvenliği açısından çok tehlikeli bir bakış ya da düşünce biçimidir.  Kanunlarla koruma altına alınmış, geniş yetkilerle donatılmış, devletin gücünü arkasına almış savcılar güvende değilse, sade vatandaşın halini siz düşünün artık. Orta yaş grubuna ait herkes hatırlayacaktır. Eskiden hırsız ya da suçlu ifşa olduğu zaman utanır, sıkılır, yer değiştirir, kimsenin yüzüne bakmaya yüzü olmazdı. Ancak son olay/lar “yavuz hırsız evsahibini bastırır “ kabilinden bir noktaya geldiğimizin kanıtıdır.

TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYELİĞİNDEN DOKTORLUĞA

Basına yansıyan bilgiler gerçek ise çetenin liderliğini PKK terör örgütü üyeliğinden ceza almış F.S isimli bir doktor yapmaktadır. Olayın başka skandal boyutu da bu yönüdür. Bazı konularda ince eleyip sık dokuyan devletin denetleme mekanizması terör örgütü mensubu birini doktor olarak atamakta nedense işlememiştir ve bu doktor geleceğimiz olan çocukların yoğun bakımından sorumlu bir mesleği ifa etmesine sessiz kalmıştır.

TÜRKİYE’DEKİ OKUMUŞ İNSAN DAHA TEHLİKELİDİR

Ülkemizde yaşanan travmatik olayların ya da devletin ciddi manada soyulduğu olayların arkasında genellikle yüksek tahsil görmüş beyaz yakalıların başrolde oynadığına şahit olmaktayız. Hal böyle olunca da rahmetli Doğan CÜCELİOĞLU’nun meşhur yazısı/anısı aklımıza gelmektedir. Şöyle der CÜCELİOĞLU ;

“Ben Amerika'da 25 yıl kalmış bir insan olarak şöyle bir gözlem yapıyorum. Amerika'da hiç eğitim görmemiş bir insanla aynı odada kalmaktan korkarım. Beş dolar için gırtlağını kesebilir. Eğitim orada gerçekten bir fark yaratıyor. Eğitim düzeyi yükseldikçe, uygar, olgun, sorumluluk sahibi, verdiği sözü tutan, kişisel bütünlüğü olan bir insan olma yolunda ilerliyor. İstisnalar kesinlikle olabilir ama genellikle böyle.

Türkiye'ye gelip baktığımda iki faktör görüyorum. Şehirleşme ve eğitim. Türkiye'de şehirleşmiş ve eğitim görmüş insandan korkuyorum. Kesinlikle insafsız, kendinden ve kendi yakınlarının çıkarından başka bir şey düşünmüyor. Bu son derece kuvvetli bir duygu bende. İliğini sömürür bitirir, hiç acıma duygusu yoktur.

Ama şehirleşmemiş, okumamış, saf köylü olarak kalmışsa, onda değerler bilinci çok yüksektir. Sanki eğitilmiş Amerikalı.... Burada çok önemli bir gözlem var. Bunun üzerine düşünmek lâzım.

Benim analığım yörüktü. Annem öldükten sonra babam yeniden evlendi. Biz ona anne demedik, Ayşe teyze dedik. Ben daha on yaşındayım, sapanla vicik dediğimiz küçücük bir kuşu vurmaya çalışıyorum. 'Vurma oğlum' dedi. Ben, sen ne bilirsin Yörük karısı tavrı içinde,  'Ne var parmak gibi küp küçücük kuş' dedim.

Analığımın cevabı: 'Yavrum! Canın küçüğü büyüğü olur mu? Allah her birine bir can vermiş. Vurma yavrum günah.' dedi.

Şu derinliğe bakın. Okuma yazması yok bu kadının. Yıllar Sonra bunun anlamını anladım. Anladığım zaman ağlamaya başladım.

Konferanstayım, böyle gözyaşı dökerek ağlıyorum. Yanımdaki Amerikalı kadın, ne oluyor bu adama diye meraklanmaya başladı. Ne oluyor dedi. O kadar mutluydum ki, 'çok mutluyum' dedim ağlayarak. Kendi kendime 'Ya Rabbi! Çok şükür. Sağken bunun farkına vardım.

Biz bütün insanlar kardeştir deyince sanki çok şey söylüyoruz. Kadın bunları aşmış. Canlardan oluşan bir aile, büyük küçük yok. Hepsi birbirine eşit. Onur eşitliği var. Canın büyüğü küçüğü olur mu? Allah hepsine can vermiş. Şu bilinci görüyor musunuz? Nereden geliyor bu?

Bu, tasavvuf kültüründen geliyor. Bu yayılmış. Eğer şehirleşme ve eğitim ele geçirmemişse, hâlâ bu mayamızda var. Ben zamanım olsa, hiç şehir yüzü görmemiş hiç okumamış köylülerin, özellikle yaşlı kadınların arasında zaman geçirip, onlardan bilgelikler öğrenmek isterim.

Bu topraklarda neler birikmiş. Ne insanlık deneyimleri var. Bir de doğadan kopmamış. Sürekli doğayla haşır-neşir içerisinde o bilgelikler bilenmiş. Kitap bilgisi değil. Farkına varmış ve bir yere oturtmuş.”

Evet, alanında duayen isim CÜCELİOĞLU böyle tanımlıyor ülkenin okumuş kesimini. Burada okullarda verilen/verilmeyen eğitimin sorgulanması gerekiyor. Okul başlangıçlarında eğitim/öğretim denilse de denilse de son yıllarda eğitimin üzerinin adeta silindiği ve sadece öğretimin! kaldığı bir modelin getirdiği sonuçlardır bunlar. Üzerinde acilen ve titizlikle durulması gereken konular.

KORUYUCU YASALAR   

Yeri gelmişken bir hususu da ifade etmek gerekir. Bir meslek gurubunun tamamının temiz, pak, dürüst ya da tam tersi tamamının kirli addedilmesi, suçlanması yanlıştır. Yaklaşık 3 yıl önce Sağlıkta Şiddet Yasası çıkmıştı hatırlarsanız.  Bu yasa ile sağlık çalışanlarının tamamı koruma altına alınmış, aklanmıştır. Ancak gelinen noktada, yaşanan olay/larda  para için bebek öldüren sağlık çalışanlarının diğer hasta ya da hasta yakınlarına neler yapabileceklerini ya da neleri yapmayacaklarını kim garanti edebilir. Böyle bir durumda hasta ya da hasta yakının sağlık çalışanına yönelik eylemi suç ve karşılığı HAGB sınırlarının üzerinde yani cezanın bir kısmını kapalı Ceza İnfaz Kurumunda yatacağı hapis cezasıdır.  Bu yasayla kötü niyetli benzer sağlık çalışanları kendilerine bir koruma kalkanı elde etmişlerdir. Bu ve benzer yasaların gözden geçirilmesi gerektiği kanaatindeyim.

DEVLETİN OLAYDAKİ ROLÜ VE/YA SORUMLULUĞU

Olayda devletin sorumluluğu da elbette düşünülmesi, üzerinde durulması gereken bir husustur. Devletin burada devletin burada denetim görevini eksik ya da hiç yapmayarak hizmet kusurunu işlediği ve olay/ların dolayı faili olduğu kuşkusuzdur.  Olayın aktörleri olan Hastaneler ve sağlık çalışanları bakımından Sağlık Bakanlığı, SGK yönünden ise Çalışma Bakanlığı olay nedeniyle sorumluluk makamları olsa da şu ana kadar tatmin edici bir açıklama yapılmamıştır. Ancak olaya karışan ve adı geçen hastanelerin denetlenmediği ya da denetleyenlerin de denetlenmeye muhtaç olduğu bir durum orta yerde durmaktadır. Bütün bu hususlar denetleme mekanizmasının yeniden ele alınmasının gerekliliğini bize hatırlatmaktadır.

OLAYLAR BU KADARIYLA SINIRLI MIDIR ?

Kamuoyuna yansıyan olaylar tüyler ürperten cinsten ancak bu olayların bu kadarla sınırlı olduğunu düşünmek biraz saflık olur. Başında “özel” yazan eğitim, sağlık, diyaliz, özel eğitim gibi bir çok kurumun SGK’ya hortumladığı, olmayan tedavi, kullanılmayan ilaçların ve çekilmeyen röntgen, MR masraflarını fatura ettiği yıllardır konuşulur tartışılır. O halde İstanbul’un bir yakasında cereyan eden bu hadisenin ülkenin başka illerinde yapılmadığının garantisini kim verebilir. Nitekim başka illerden de benzer şikayetler gelmeye başladı.  Burada sistemin açığının olduğu ve insanların bunu kullanarak devleti hortumladığı tartışılmaz bir gerçektir. Toplumsal vicdanın, ahlakın, etik değerlerin erozyona uğradığı, kutsalların menfaat karşısında günden güne eridiği bir ortamda devletin daha sıkı tedbirler alması kaçınılmazdır. Sistemdeki açık/lar orta yerde dururken kötü niyetli insanların ya da grupların bunu kullanmayacağını beklemek abesle iştigaldir.

DEVLET BİRDEN FAZLA KEZ ZARARA UĞRAMAKTADIR

Olayda bebeklerin minik bedenleri üzerinden SGK’nın hortumlandığı iddia edilmektedir. Şu ana kadar devletin uğradığı zarar tutarı nedir vakıf değiliz. Ancak olayın ortaya çıkması sonrasında mağdurların devlete yüklü tazminat davalı açacakları kaçınılmazdır. Ödenecek bu tazminat tutarları nedeniyle devlet ikince kez zarara uğratılacaktır. Bu olayın başka bir boyutudur.

EĞİTİM VE SAĞLIK HİZMETİNİN ÖZELLEŞTİRİLMESİ KONUSU     

Burada üzerinde durulması ve/ya düşünülmesi gereken hususlardan biri de devletin egemenlik alanına ilişkin hususlarda daha gayretli, daha duyarlı olması gerektiği hususudur. Eğitim ve sağlık bireyin en temel haklarından biridir ve devletin her bireye bunları erişim hakkını temin etmesi de devletin en temel görevlerinden biridir. Devletin bu konuyu kısmen de olsa özelleştirmesi, özel kurumlara devretmesi sosyal devlet ilkesine aykırı düşmenin yanın da sistemin açığını yakalayan kötü niyetliler tarafından dolandırılmasını beraberinde getirmektedir.

Yukarıda sıraladığımız başlıkların her biri uzun bir yazının konusu olabilecek hususlar olup özetlenerek derlenmiştir. Güzel haberler almak  dileğiyle..

Av. Mehmet TUNÇ