Örgütlü Suçlar:
5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’muzun 220. maddesinin birinci fıkrası suç işlemek amacıyla örgüt kuran veya yönetenlere, ikinci fıkrası ise bu amaçla kurulmuş örgüte üye olanlara ilişkin en temel düzenlemeyi içermektedir. Buna göre kanunun suç saydığı fiilleri işlemek üzere örgüt kuran ya da yönetenler için dört yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası öngörülmektedir. Fakat burada örgütün varlığı hususunda en az üç üyenin varlığı şartı aranmakta olup bunun yanı sıra amaç suçları işlemeye elverişlilik bakımından örgütün yapısı ile araç ve gereç bakımından elverişli olması da gerekmektedir. Örgüt üyeliği suçu için kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırları 2020 yılında yapılan değişiklik öncesinde iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası öngörmekteydi (14/04/2020 tarihli ve 7442 sayılı Kanunun 13. Maddesi). Örgütlü suçların Türkiye yakın tarihindeki önem ve toplum üzerindeki bu suçlar bakımından mevcut hassasiyeti dikkate alan aynı düzenleme ile Kanunun ikinci fıkrasındaki üyelik suçu için mevcut ceza alt ve üst sınırlarındaki “bir yıldan üç yıla” ifadesi “iki yıldan dört yıla” şeklinde değiştirilerek verilecek ceza miktarı arttırılmıştır. Zaten ceza kanunun üçüncü kısım başlığının “Topluma Karşı Suçlar” ve “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” başlıklı 220.maddenin yer aldığı beşinci bölüm başlığının “Kamu Barışına Karşı Suçlar” şeklinde düzenlenmiş olması dahi hakkında değerlendirme yapmakta olduğumuz örgütlü suçlara ilişkin çok hassas bir değerlendirmenin kanun koyucu tarafından doğru bir tasnifle ortaya konduğunu açıkça göstermektedir. Zira örgütlü suçlar topluma karşı işlenmekte ve toplumda mevcut kamu barışı hedef alınmaktadır.
Örgüt Tanımı:
Örgütlü suçlardan bahsederken elbette kanundaki “örgüt” tanımına değinmemiz yerinde olacaktır. Türk Ceza Kanunumuza bakılacak olursa 6.maddesi birinci fıkrasının j bendinde “örgüt” kavramının değil “Örgüt mensubu suçlu” kavramının tanımlandığını görmekteyiz. Kanun koyucu örgüt mensubu suçlu deyiminden bir suç örgütünü kuran, yöneten, örgüte katılan veya örgüt adına –tek başına yahut diğerleriyle birlikte- suç işleyen kişinin anlaşılması gerektiğini ortaya koymuştur. Tanımın bu haliyle “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” başlıklı 220.maddenin birinci fıkrasındaki örgüt kuran veya yönetenlere ilişkin bir açıklık getirdiğini söyleyebiliriz. Yine maddenin “örgüte katılan veya örgüt adına suç işleyen” şeklindeki devamında ise 220.maddenin ikinci fıkrasına açıklık kazandırıldığı, kurulmuş örgüte üyeliğin netleştirdiği anlaşılmaktadır. Suç örgütüne yönelik en temel düzenlemenin ceza kanunumuzun 220. Maddesinde bu şekilde yer aldığını ifade edebiliriz.
Terörle Mücadele Kanununda Örgüt Kavramı:
3213 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 4.maddesi ile bir örgüt tanımı yapılmaktaydı. Fakat maddenin “Terör ve örgüt tanımı” şeklindeki başlığı 2006 yılında yapılan değişikle “Terör tanımı” şeklinde değiştirilirken madde içerisindeki örgüt tanımı da kanun metninden çıkartılmıştır(29/06/2006 tarihli ve 5532 sayılı Kanunun 1 inci maddesi). Kanundaki değişiklik öncesi mevcut ikinci fıkrasında örgütün “iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesiyle” meydana gelmiş sayılacağı düzenlenmekteydi. Yine mülga üçüncü fıkrasında ise örgüt teriminin “Türk Ceza Kanunu ile ceza hükümlerini içeren özel kanunlarda geçen teşekkül, cemiyet, silahlı cemiyet, çete veya silahlı çeteyi de” kapsadığı ifade edilmekteydi. Kanun koyucu konusu terör suçları olan bir kanunda örgüt tanımının yer almasının uygun olmayacağını değerlendirerek böyle bir değişikliğe gitmiştir.
TCK m.220 ile TCK m.314 Karşılaştırmalı Değerlendirmesi:
Yeri gelmişken TCK m. 220 ile m.314 arasındaki büyük önem arz eden belirtmekte fayda var. Şöyle ki;
- 220. Madde ile “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” suçu, 314.madde ile ise “Silahlı Örgüt Kuruculuğu, Yöneticiliği veya Üyeliği” hüküm altına alınmaktadır.
- 220. Maddedeki örgütün kurulmasında siyasi bir amaç bulunmayıp çıkar elde etmek amacıyla kurulmuş bir örgüte işaret edilmektedir. Oysa 314.maddedeki örgütün mutlaka siyasi bir amacı vardır.
- 220. Maddedeki örgüt silahlı ya da silahsız olabilirken 314. Maddedeki örgüt düzenlemesi sadece silahlı örgüte özgüdür.
Ceza Hukuku Mevzuatımızdaki Örgütlü Suç Tasnifi
Bu farkları ortaya koyduktan sonra ceza mevzuatındaki örgütlü suç tasnifinin üç şekilde yapıldığını ifade edebiliriz. Bunlardan Adi suç örgütünün, TCK m.220, Silahsız terör örgütünün, Terörle Mücadele Kanunu’nun m.1 ve m.7/1, Silahlı terör örgütünün ise TCK m. 314 ve TMK m.7/1 ile hüküm altına alındığını görmekteyiz.
Yargıtay’ın ‘Örgüt Üyesi’ İçin Geliştirdiği Kriterler:
Yargıtay ortaya koyduğu pek çok sübut bulan içtihadı ile örgüt ve örgütlü suçlara dair açıklık getirmiştir. Buna göre öncelikle yüksek mahkemenin “örgüt üyesi”ni ne şekilde ortaya koyduğunu değerlendirmek yerinde olacaktır. Yargıtay’a göre örgüt üyesi:
- Örgüt amacını benimseyen,
- Örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden,
- Örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi kabul eden,
- Örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılan,
- Örgütle organik bağı bulunan ( bu bağ canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bir bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur) kişidir.
- Örgüt üyeliğini belirlemede- örgüte yardım veya örgüt adına suç işlemeden- ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.( Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 24.04.2017 tarih, 2015/3 Esas, 2017/3 Karar sayılı ilam)
Yargıtay’a Göre Silahlı Terör Örgütü Üyeliği Suçunun Kriterleri:
Silahlı Terör Örgütüne Üyeliğinin TCK m. 314 ile düzenlendiğini ve bunun Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan farkını ortaya koymuştuk. Yargıtay’a göre Silahlı Terör Örgütüne Üyelik Suçunun oluşabilmesi için iki şart aranmaktadır. Birincisi örgütle organik bir bağ kurulması ve ikincisi süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk arz eden eylem ve faaliyetlerin bulunmasıdır( Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 31/03/2022 tarihli ve 2022/1470 Esas, 2022/1619 Karar sayılı ilam). Dikkat edilecek olursa Yargıtay örgüt üyeliği için belirlemiş olduğu örgütle organik bağ kurulması kriterini Silahlı Terör Örgütü Suçunun oluşumu için de aynen korumaktadır. Organik bir bağla ile faaliyetlere katılım, anılan suçlar için en önemli unsurlardandır. Ancak Yargıtay bu kriteri bir derece esnetmekte, geniş yoruma açık olarak değerlendirilebilecek bir tutum sergilemektedir. Bu tutumunu, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk kriterinin sağlanmadığı durumlarda “ancak örgüt üyeleri tarafından işlenebilecek suçların faillerinin” de örgüt üyesi kabul edileceğini ifade eden kararlarıyla ortaya koymaktadır. Buradaki geniş yoruma açıklık “süreklilik” kriterine açılan bir parantezle subjektifleşmeye müsait bir hal almaktadır. “Suçun nitelik, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amaç ve menfaatlerine katkı” ise adeta bunlar varsa süreklilik kriterinin bulunmaması halinde dahi örgüt üyeliğine hükmedilebilmesine olanak sağlayabilecek gerekçeler olarak sıralanmaktadır.
Örgüt Üyesinin Emre Amade Durumunun İspatı Sorunu:
Örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesi gerektiğinden bahsettik. Fakat üyenin örgüte bu düzeyde bir emre amade şekildeki bağlılığının ispat edilmesi neredeyse olanaksızdır. Bu da özellikle gizliliğe had safhada önem veren ve bunun üzerine teşekkül eden yapılarda üyeliğin pratik olarak nasıl ortaya konacağına dair temel bir soruna yol açmaktadır. Zira “Sadece örgüte sempati duymak, örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak, örgüt üyesi olarak nitelendirilemez”(Cass. 13.06.1988, CED–177890, Cass. pen., 1988, 1813; Cass. 13.06.1987’den Crespi, 1063). Örgüte sempati ve örgüt liderine saygı duymanın örgüt üyeliği olarak değerlendirilemeyeceği yönündeki Yargıtay kararları her ne kadar başta bir derece şaşkınlıkla karşılanmış olsa da bu değerlendirme paralelinde oluşan içtihadın Anayasa ile korunmakta olan düşünce hürriyetine büyük katkı sağlamakta olduğunu rahatça ifade edebiliriz. Bu hususta Türk doktrininde örgüt ideolojisinin benimsenmesi, örgüte yakınlık duyulması, örgütün ideolojisine dair eserlerin okunması ve bulundurulması düzeyindeki hareketlerin örgüte sempati düzeyinde kaldığı ve aksi düşüncenin düşünce hürriyetine halel getireceği yönünde görüşler de mevcuttur( Kurt, Terör Suçları, 201.). Nitekim Yargıtay da bu yönde oluşturduğu içtihatlarında doktrinle tezat teşkil etmeyecek değerlendirmeleri benimsemektedir( Evik, Cürüm işlemek için örgütlenme, 383. vd.).
Yargıtay’ın doktrine de uygun şekilde ortaya koyduğu örgüt üyeliği kriterlerinden bahsetmeye devam ederek örgüt üyeliğine ilişkin kabul edilen diğer kriterleri sıralayalım;
- Örgüte bilerek ve isteyerek katılmış olmalıdır.
- Katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmelidir.
- Örgütün bir parçası olmayı istemelidir.
- Örgüte katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir.
Bir kimsenin örgüt üyesi olarak değerlendirilebilmesi için, üye olarak örgüte girerken bu örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesi ile hareket etmiş olması gerekir. Burada TCK m.314 ile farklarını ortaya koyduğumuz Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan bahsetmekteyiz( TCK m.220/1). Suç amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak suçu için ise saikin “suç işleme amacı” olması aranır(Toroslu özel kısım syf.263-266, Alacakaptan Cürüm İşlemek İçin Örgüt 28., Özgenç Genel Hükümler 280.).
Örgüte Yardım Suçu ( TCK m.220/7)
Suç örgütüne ilişkin açıklama yollu tanımlamanın yapıldığı TCK m. 220, 7. Fıkrasında “Örgüte Yardım” suçuna yer verilmiştir.”. Buna göre örgüt içerisindeki hiyerarşik yapıya dahil olmadığı halde örgüte bilerek isteyerek yardım eden kişinin de tıpkı örgüt üyesi gibi cezalandırılacağı edilmekte fakat bu durumdaki kişiye örgüt üyesi olarak verilecek cezanın belirlenmesinde yapılan yardımın niteliğine ilişkin bir değerlendirme yapılması zaruretinin bulunduğu belirtilmektedir. İşte bu değerlendirme neticesine göre de örgüte yardım suçundan verilecek cezada üçte bire kadar bir indirim söz konusu olabilecektir. Örgüte yardım suçuna ilişkin bu normun gerekçesinde, örgüte hakim hiyerarşi içinde bulunmamasına rağmen örgütün amacını bilerek ve isteyerek hizmet eden kişinin örgüt üyesi olarak cezalandırılması gerektiğine dair değerlendirme yer almaktadır. Eski ceza kanunundan temel bir farklılıkla mevcut ceza kanunumuzda bağımsız bir suç olarak örgüte yardım suçu düzenlenmemekte, yardım etme fiilleri de örgüt üyeliği kapsamında değerlendirilmekte, ancak yardımın mahiyetine göre bir indirim söz konusu olmaktadır.
Örgüte Yardım Suçu İçin Yargıtay’ın Aramış Olduğu Kriterler
Örgüte yardım suçu için Yargıtay bir kısım kriterler getirmiş ve bunları sübut bulmuş içtihatları ile uygulamaktadır. Buna göre örgüte yardım suçu için aranan kriterler şunlardır:
- Yardım fiilini işleyen fail örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmamalı.
- Yardımda bulunduğu örgütün TCK m.314 kapsamında bir silahlı terör örgütü olduğunu bilmemeli.
- Yardımın örgütün amacına hizmet eder nitelikte olması gerekir.
- Yardım ettiği kişinin örgüt yöneticisi ya da üyesi olması gerekir.
- Örgütün bu yardımdan fiilen yararlanmış olması zorunlu değildir. Yardımın örgütün istifadesine sunulması ve üzerinde tasarruf imkanının bulunması örgüte yardım suçunun tamamlanması için kafidir.
- Yapılan yardım hareketinin başlı başına suç teşkil etmesi gerekmez.
- Yardım bir kez olabileceği gibi birden çok şekilde de gerçekleşebilir.
- Yardım faaliyetlerinde devamlılık, çeşitlilik veya yoğunluk varsa kişi örgüt üyesi olarak da kabul edilebilecektir.
Yardım fiilleri örgüte silah sağlama ve terörün finansmanı dışında tahdidi olarak sayılmamıştır. Fakat Yargıtay Ceza Genel Kurulu, örgütün hareketlerini –her ne şekilde olursa olsun- kolaylaştıran ve yaşantısını sürdürmeye yönelik eylemlerin yardım kapsamında görülebileceğini değerlendirmektedir( (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 11/11/1991 tarih, Esas 9-242, Karar 305).
Örgütün Suç İşleme Amacının Baştan İtibaren ya da Sonradan Ortaya Çıkması:
Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi, legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri; kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır(Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 26.09.2017 tarih, 2017/16.MD-956 Esas, 2017/370 sayılı kararı). Burada başından itibaren suç işlemek üzere kurulmuş örgütler bakımından bir sıkıntı yoktur. Fakat sonradan suç örgütüne dönüşen, başta tamamen legal eylemleri bulunan yapılarla ilgili çok ciddi bir sıkıntı mevcuttur. Legal bir yapı sonradan suç örgütüne ve hatta terör örgütüne dönüşebilmektedir. İşte bu ikinci durumda yani başta legal olduğu dönemde bu oluşumların içinde yer almış kişilerin durumu nasıl değerlendirilecektir? Yargıtay Ceza Genel Kurulu bu sorunu her ne kadar çözmüş görünse dahi ortada çözüm bekleyen ciddi bir açmaz söz konusudur. Zira legal dönemde bu yapılara üye olmuş kişilerin bunların suç örgütüne dönüştüğünü nasıl tespit edeceği, eylemlerin hangi tarihten sonra illegal kabul edileceği gibi huşuların, örgütte bu değişimin meydana geldiği tam tarihin saptanması üçüncü kişiler için adeta olanaksızdır. Yargıtay’ın değerlendirmesi başta her ne kadar bu husustaki en esaslı çözümü ifade etse de devamında meseleyi yine çözümsüz bir şekilde ortada bırakır mahiyettedir. Evet bu örgütlerin hukuki olarak varlık kazanması gerekmektedir. Tek tek bireyler hangi yapıların faaliyetlerinin legal, hangilerinin illegal olduğunun ayırımının doğru bir şekilde yapamayabilir. Bu ayrımı doğru bir şekilde yapamamanın ötesinde bunu doğru zamanda da gerçekleştiremeyebilir. Yani kanun koyucunun devlet erkinin ona vermiş olduğu tüm güç parametreleri ile bir kısım yapılar legal faaliyetlerinin ötesinde suç örgütlerine dönüşmeye başladığında bunun tespitini yapmak elbette yargılama mercilerine düşecek bir görev olacaktır. Yani örgütün hukuki olarak varlık kazanması her zaman “mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı”dır ve bağlı da olmalıdır. Burada örgütün varlığının hukuki tespitini mahkemelere bıraktıktan sonra devamında “meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütü haline döndüğü andan itibaren” örgüt kurucu, yönetici ve üyelerine sorumluluk atfetmektense bu husustaki milad tarihini mahkemelerin örgütün hukuki varlığını ortaya koyan kesinleşmiş kararlarına esas almanın çok daha yerinde olacağı değerlendirilebilir. Aksi halde örgütün, suç örgütüne dönüştüğü an hususunda sabit bir tarihten bahsetmek asla mümkün olamayacağı için yargılamada legal eylemlerle suç örgütü haline geldikten sonraki eylemlerin birbirinden ayrılması adeta imkansız hale gelecek yahut bu hususta birbirinden çok farklılık arz eden değerlendirmeler ortaya çıkacaktır. Sorumluluğun tespiti, eylemlerde esas alınacak tarihlerin ne olacağının belirlenmesi bakımından örgütün varlığını ortaya koyan mahkeme kararlarının esas alınması önem arz etmektedir.
Örgüt Üyeliği ve Hata Hükümleri:
Silahlı terör örgütüne üye olma suçu ancak doğrudan kastla işlenebilir. Başta hukuki zeminde faaliyetleri legal şekilde seyreden yapıların sonradan suç örgütlerine dönüşebildiklerinden bahsetmiştik. İşte nihai amacın da gizli tutulduğu durumda bunların açıkça bir suç örgütü olduğunu bilmediğini iddia eden kişiler her halükarda mevcut olacaktır. Yargıtay bu durumdaki kişiler için yürütülen yargılamalarda şahısların böyle bir iddia ortaya koyması halinde TCK'nun 30. maddesinin birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca bir değerlendirme yapmanın gerekeceği görüşündedir. TCK m.30/1 hükmüne göre “Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hali saklıdır.”. Burada suça dair maddi unsurlardaki hatadan bahsedilmektedir.
Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bile isteye gerçekleştirilmesidir. Bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik ya da hatalı bilgi, maddi unsurlara ilişkin bir hatadır. Bu hatanın, kastın varlığına engel olacak düzeyde bulunması halinde sanığa ceza verilmez. Suçun maddi unsurlarına ilişkin hata, eylemin suç teşkil etmesi için bulunması zorunlu hususlara ilişkin bir yanılmadır. Failin, isnat olunan suçun maddi unsurlarına ilişkin hatası esaslı yani kabul edilebilir bir hata olursa fail TCK'nın 30. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu hatasından yaralanacak, bunun sonucu olarak yüklenen suç açısından kasten hareket etmiş sayılmayacağından ve suçun taksirle işlenmesi hali de kanunda cezalandırılmıyor ise CMK'nun 223. maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi gereğince beraatına karar verilmesi gerekecektir( Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 31/03/2022 tarihli ve 2022/1470 Esas, 2022/1619 Karar sayılı ilam).
Bir yapının illegal bir örgüt olarak varlığının örgüt üyeleri tarafından bilinip bilinmediğine ilişkin olaysal olarak TCK m.30 hata hükümleri kapsamında ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.
Hata hükümlerine ilişkin tutarlı bir değerlendirme ve örgütün hukuki varlığı hususunda bir mahkeme kararının esas alınmasıyla dahi bu derece çetrefil bir mevzuda oldukça isabetli yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar sayesinde meselenin içinden kolayca ve hızla çıkılabileceği ortadadır.
Av. Levent DENİZ