‘Herkes kendi çarmıhını kendisi taşır’ Hazreti İSA
‘Nicomachean Ethics’ isimli özgün eserinde, hazza, zevke, üne, zenginliğe, mevki ve makama karşı çıkan Aristoteles, mutluluğu yaşamın amacı olarak niteler, insanın, mutluluğa ve başarıya, ancak felsefi derinliğe, olgunluğa ve gerçekliğe ulaştığı zaman kavuşabileceğini ifade eder.
Sitede geçerli ve yürürlükte olan töreye uygun olarak kendisini eğitip geliştiren kişinin, genel kabul gören ahlak normlarını izlediği sürece etiğe uygun davrandığını belirten Aristoteles devamla şunları yazar: ‘…içimizdeki töresel iyilikler ne doğanın zorlaması sonucu, ne de doğaya karşı oluşmuştur. Onları kendi varlığımıza ve değerlerimize katma yeteneğimiz, bizim içimizde ve doğamızda vardır. Ancak ahlaki özelliklerimizi alışkanlık haline getirmek suretiyle mükemmelliğe ulaşabiliriz….Özet olarak herkesin aynı eylemi çok sık olarak ve teker teker yapmasıyla ortak ve pekişmiş bir tavır ortaya çıkar. O nedenle, erdemin ne olduğunu öğrenmek için değil, erdemli insanlar olmak amacıyla felsefe yapıyoruz.’
Aristoteles’in ‘pratik, hem etiğin var olma koşulu ve hem de onun hedefi ve amacıdır’ diyerek vurgu yaptığı üzere, pratiğin bilimi olarak etik, bilgi adına değil, eylem adına harekete geçen bir ahlaki eylem anlayışıdır. Öyle olduğu için etik, kuram oluşturmak amacıyla geliştirilmiş olmadığı gibi, entelektüel zevklere ve züppeliklere hizmet eden düşünsel bir uğraş da değildir. Bütün bunlardan uzak bir anlayış ve ilke olarak etik, eylem üreten bilgidir, düşünce ile eylemin birlikteliğidir.
Felsefenin bir disiplini olan ve kendisini ahlaki eylemin bilimi olarak tanımlayan ‘etik’, yaşamın tek yönlü kaygılarla rasyonalize edilmesine yönelmiş olan bireysel çıkar ve hesapların yıkıcı etki ve sonuçlarını eleştirel bir aynadan yansıtan önemli bir uyarıcı ve çok güvenilir bir hayat rehberidir.
Annemarie Pieper’ın ‘Etiğe Giriş’ isimli özgün eserinde işaret ettiği üzere ‘Etik’, kendisini sadece paraya, mala, mülke, bireysel çıkarları en üst düzeye çıkarma kaygılarına sabitlemiş niceliksel düşünce karşısında bize; bütün bunları aşan, pratik aklın ahlaksal yetkinliği ile doğrulanmış olan özgürlük, eşitlik, adalet, hoşgörü, erdem gibi soylu amaç ve hedefleri sunan bir nitelikler dünyasının var olduğunu gösterir.
Bu niteliksel değerler, kolektif sorumluluklarının bilincinde, ahlaksal talepleri genel bağlayıcı talepler olarak benimseyen, bunları içselleştiren bireylerin, kendi kaderlerini tayin etme hakkını, bütün hakların en üstüne koyan bir yaşama biçiminin ahlakını sunar.
Yargıçlara yönelik meslek ahlakı standartlarını oluşturmak amacıyla kabul edilen ve ülkemiz yönünden de bağlayıcılığı bulunan 2003/43 Sayılı Birleşmiş Milletler ‘Bangalor Yargı Etiği İlkeleri’nin dayanağı da, Aristoteles’in ve Annemarie Pieper’ın az yukarıda sunduğum yaklaşımlarının bir türevi, ürünü ve sonucudur.
Yargı bağımsızlığını, hukuk devletinin ön koşulu ve adil yargılanmanın temel güvencesi kabul eden, o nedenle yargıcın, hem bireysel, hem de kurumsal yönleriyle yargı bağımsızlığını temsil ve muhafaza ettiğine vurgu yapan ‘Bangalor Yargı Etiği İlkeleri’ne göre yargıç;
- Doğrudan ya da dolayısıyla her hangi bir sebeple ya da her hangi bir yerden gelen müdahale, tehdit, baskı, teşvik ve tüm harici etkilerden uzak, vicdani hukuk anlayışı ile uyum içerisinde bağımsız olarak yargısal işlevini yerine getirmelidir.
- Yasama ve yürütme organlarının etkisi ve bu organlarla uygun olmayan ilişkilerden fiilen uzak olmakla kalmayıp, aynı zamanda öyle de görünmelidir.
- Yargısal görevlerini tarafsız, önyargısız ve iltimassız olarak tam ve doğru bir şekilde yerine getirmek zorundadır.
- Önündeki bir dava veya önüne gelme ihtimali olan bir konu hakkında, bilerek ve isteyerek; yargılama aşamasının sonuçlarını veya sürecin açıkça adilanelik vasfını makul ölçüler çerçevesinde etkileyecek veya zayıflatacak hiçbir yorumda bulunmamalıdır.
- Doğruluk ve tutarlılık, yargı görevinin doğruluk, tutarlılık ve düzgün bir şekilde yerine getirilmesinde esastır.
- Yargı görevinin yerine getirilmesinde, her hangi bir kimsenin kendisini etkileyebileceği izlenimine, ne kendisi yol açmalıdır, ne de başkalarının böyle bir izlenime yol açmalarına müsaade etmemelidir.
- Yargıçlık makamının gerektirdiği performans açısından asıl olan; herkesin mahkemeler önünde eşit muameleye tabi tutulmasını sağlamaktır.
- Toplumdaki çeşitliliğin ve sınırlı sayıda olamamakla birlikte ırk, renk, cinsiyet, din, tabiiyet, sosyal sınıf, sakatlık, yaş, evlilik durumu, cinsel yönelim, sosyal ve ekonomik durum ve benzeri diğer sebeplerden neşet eden farklılıkların (davaya mesnet olmayan sebepler) şuurunda olmak ve bunları anlamak zorundadır.
- Yargıçlık görevini yerine getirirken, davaya mesnet olmayan sebeplere dayanarak herhangi bir kişi ya da gruba karşı sözle veya davranışlarıyla meyilli ya da önyargılı olarak hareket edemez.
- Yargısal görevlerini; davaya mesnet olmayan ve yargı görevinin düzgün bir şekilde işlemesinde ehemmiyetsiz olan sebeplerde bir ayrımcılığa gitmeksizin davanın tarafları, tanıklar, avukatlar, mahkeme personeli ve yargı görevini icra eden meslektaşları dahil herkes için uygun yasal mülahazalarla yerine getirmelidir.
- Ehliyet ve liyakat, yargıçlık makamının gerektirdiği performansın ön koşuludur.
- Uluslararası sözleşmeleri ve insan hakları normlarını oluşturan diğer belgeleri kapsayan uluslararası hukuk gelişmeleri hakkında kendisini sürekli güncellemelidir.
- Mahkeme kararlarının verilmesi de dahil tüm yargısal görevlerini etkin bir şekilde, adilâne ve makul bir süre içerisinde yerine getirmelidir.
- Mahkemedeki tüm yargılama aşamalarında, düzeni ve uygun hareket edilmesini sağlamalı, davanın tarafları, jüri üyeleri, tanıklar, avukatlar ve diyalog kurduğu resmi bir sıfatı haiz diğer kişilerle ilişkilerinde sabırlı, nazik ve vakur olmalıdır.
Yargının ve yargıcın bu görevlerini yukarıda sunulan etik ilkelere göre yapabilmesi için Mecelle’nin 1792.maddesinde isabetle işaret edildiği üzere; ‘hakîm, fehim, müstakim ve emin, mekin, metin” olması gerekir.
Bir yönü ile negatif bir kavram ve kurum olan hukukun işlevi ve amacı, adaletsizliğin, zorbalığın egemen olmasını önlemek, toplumsal barışı tesis etmek ve bunu güvence altına almaktır. Bu ise ancak hukukun insan hakları eksenine oturtulmasıyla, haklar ve sorumluluklar etiği temelinde oluşturulması ve uygulanmasıyla, yani yargının herkese eşit, adil davranmasıyla, bağımsız, tarafsız ve tutarlı şekilde görevini yapmasıyla mümkün olur.
Biz hukukçular, yargıçları verdikleri kararlar yönünden eleştiririz, ülkemiz hukukuna, evrensel hukuka katkı yapmak için eleştirmemiz de gerekir, ama içimizdeki bazı istisnalar hariç genel olarak yargıçları verdikleri kararlardan dolayı yargılamayız. Yargılamamamız da gerekir. Zira inancımıza göre yargılamak Allah’a aittir.
Hazreti İsa’nın ‘Başkasını yargılamazsanız, siz de yargılanmazsınız. Başkasını suçlu çıkarmazsanız, siz de suçlu çıkarılmazsınız. Başkasını bağışlarsanız, siz de bağışlanırsınız.’ demesi bundandır, bundan dolayıdır.
Kuran’ın ‘Seninle münakaşa edenlere deki: Ben yüzümü İslam ile Allah’a çevirdim, bana inanlar da benimle beraberdir. Onlara sor: Siz İslam’ı kabul ettiniz mi? Eğer tartışmayı bırakıp İslam’a girerlerse, doğru yolu bulmuşlardır. Yok, kabul etmiyorlarsa, sana düşen tebliğ etmektir. Allah kullarının yaptıklarını görür ve onları takdir edecek olan da O’dur.’ diyen Alu İmran Suresinin 20. Ayetinin; ‘Onlara yaptığımız vaadi sana göstersek de veya seni çekip alsak da, tebliğ etmek sana, hesap sormak bize aittir’ diyen Ra’d Suresinin 40. Ayetinin; ‘Senin uyarılarına rağmen aldırmıyorlarsa,seni onlara gözcü olarak göndermedik ki. Sana düşen ancak tebliğ etmektir..’ diyen Şura Suresinin 48. Ayetinin emri de bu yöndedir.
Bütün bu nedenlerle, biz, hem bu kutsal emirlerden, hem de ‘Tanrı, insanlar hakkındaki hükmünü, bütün ömürleri bittikten sonra veriyor da, biz aciz insanlar kim oluyoruz da, onları bir kez görmekle, iki üç yazısını okumakla, haklarında birkaç dedikodu dinlemekle, onlar hakkında hüküm verebiliyoruz.’ diyen Antonie de Saint Exupery’nin bu sözlerinin yanındayız.
Hazreti İsa ‘Herkes kendi çarmıhını kendisi taşır’ diyor. Onun için kimseyi yargılamayalım, bırakalım herkes kendi çarmıhını kendisi taşısın, eğer yapabilirse kendisini bizzat kendisi yargılasın.
Demem şu ki; haklı haksız kararlar veren, böyle yapmakla kendi çarmıhlarını kendileri taşıyan yargıçlar, kendilerini, kendi verdikleri kararları, yukarıda yer verdiğim Bangalor Yargı Etiği İlkeleri çerçevesinde bizzat kendileri yargılasınlar. Eminim, herkes gibi, hepimiz gibi onlar da kendi vicdanlarının elinden kaçamayacaklardır.
Zira vicdan, ahlakı, insan doğasına ilişkin ampirik/deneysel araştırmaları temel alarak açıklayan İngiliz piskopos, teolog ve ahlak felsefecisi Joseph Butler’ın, ‘Fifteen Sermons/Onbeş Vaaz’ isimli eserinde ifade ettiği üzere: ‘insanın kendisi üzerine yargıya varmasını sağlayan davranışların kendi içlerinde haklı, doğru, iyi olduğunu ifade eden üstün bir tefekkür’ ilkesidir.