KARARLAR

Yargı Kararının İcra Edilmemesi/Geç İcra Edilmesi

Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasına göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu hükümde mahkeme kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare lehine herhangi bir istisnaya yer verilmemiştir.

Abone Ol

Bu doğrultuda mülkiyet hakkı kapsamında nihai ve icrai nitelikteki bir yargı kararının uygulanmaması Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen hakkın korunmasına ilişkin güvenceleri de ortadan kaldırmaktadır. Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yönelik nihai bir yargı kararının uygulanmamasının ihlale yol açtığını çeşitli kararlarında kabul etmiş ve ilgili mahkeme kararını uygulamakla görevli kamu makamlarının kararın uygulanmasını engellemesinin veya kararın uygulanması için gerekli özeni göstermemesinin Anayasa'nın 35. maddesinin ihlali anlamına geldiğini vurgulamıştır.

Bu çerçevede ilgili idarelerin nihai ve bağlayıcı mahkeme kararıyla ortaya konulan borcunu ifa etmemek için ekonomik kaynak yokluğunu mazeret göstermeleri kabul görmemektedir. Benzer şekilde bir mahkeme kararının aynen ifasının hukuki ve fiilî imkânsızlıklar sebebiyle mümkün olmadığı hâllerde bunun yerine ikame edilmek üzere farklı alternatiflerin geliştirilmesinin mümkün olduğu Anayasa Mahkemesi kararlarında ifade edilmektedir. İlgili idare hukuki veya fiilî imkânsızlıklar olsa dahi her durumda kararı uygulamak için elinden gelen tüm gayreti gösterdiğini ve kararı uygulama önündeki engellerin aşılamaz olduğunu ispatlamak zorundadır.

İlgili Kararlar:

♦ (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014)
♦ (Şenal Haylaz, B. No: 2013/3457, 25/2/2015)
♦ (Mehmet Zeki Genç, B. No: 2013/7139, 17/2/2016)  
♦ (Necdet Çetinkaya, B. No: 2013/7725, 24/3/2016)
♦ (Emine Sıdıka Eroğlu ve diğerleri, B. No: 2014/19618, 19/4/2017)  
♦ (Metin Baysal ve diğerleri, B. No: 2014/13202, 20/7/2017)
♦ (Global Yapı Elemanları Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/17557, 8/11/2017)  
♦ (Ali Kayan, B. No: 2015/9814, 20/3/2019)
♦ (S.S. Yeni Foça Asmadere Konut Yapı Kooperatifi, B. No: 2015/14525, 10/10/2019)
♦ (Erol Aksoy (2) [GK], B. No: 2016/11026, 12/12/2019)
♦ (Süleyman Koçlar, B. No: 2017/16996, 29/9/2020)
♦ (Esat Akkoyun, B. No: 2018/26625, 13/4/2021)
♦ (Nebi Seyhan [GK], B. No: 2018/27882, 27/10/2021)
♦ (Ods Medikal Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti., B. No: 2019/1594, 17/11/2021)
♦ (Rabia Aydın ve Şerife Aksu, B. No: 2018/37136, 28/12/2021)
♦ (Makromed Tıbbi Teknik Makina ve Sağlık Malzemeleri Sanayi ve Dış Tic. Ltd. Şti., B. No: 2018/33348, 12/1/2022)
♦ (Narin Nihal Parlak, B. No: 2019/16487, 3/3/2022)
♦ (Aysel Dinçel ve Günsel Sancaktar, B. No: 2019/2236, 21/9/2022)
♦ (Feramuz Yıldırım (2) [GK], B. No: 2019/21279, 27/10/2022)  
♦ (Remziye Tezdiğ, B. No: 2019/33684, 21/12/2022)
♦ (Net Tartı Sistemleri ve Kalıbrasyon Servis Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2019/16839, 11/1/2023)

---

---

---

---

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SÜLEYMAN KOÇLAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/16996)

 

Karar Tarihi: 29/9/2020

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucu

:

Süleyman KOÇLAR

Vekili

:

Av. İsmail ERTÜRK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 25/1/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmesine gerek olmadığını bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, İzmir'in Dikili ilçesine bağlı Çandarlı köyünde bulunan 1 ada 1088 parselde kayıtlı bulunan 21.500 m² tarla vasfındaki arazinin 250 m²lik bölümünün malikidir.

9. İzmir 1 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun (Kurul) 10/3/1993 tarihli kararıyla taşınmazın bulunduğu alan 1/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun 6. maddesi uyarınca 1. derecede doğal sit alanı olarak belirlenmiştir.

10. Başvurucu 29/6/2001 tarihli ve 4076 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 6. maddesi uyarınca trampa işlemlerinde kullanılmak üzere taşınmazın bedelini gösterir sertifika almak için 16/2/2005 tarihinde Millî Emlak Genel Müdürlüğüne başvurmuştur. Genel Müdürlük, mezkûr başvuruyu talebi öncelikle Kültür ve Turizm Bakanlığına yapılması gerektiği gerekçesiyle reddetmiştir.

11. Başvurucu, akabinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğüne başvurmuş ve taşınmazın trampa programına alınarak uygun herhangi bir Hazine arazisiyle takas edilmesini talep etmiştir. Genel Müdürlük, mezkûr başvuru üzerine cevap yazısında ilgili arazinin takas kapsamına alınabilmesi için gerekli 1/1000 ölçekli imar planının bulunmadığını, söz konusu imar planının hazırlanabilmesi ve takas programının başlatılabilmesi için kurum eşgüdümünde bir irdeleme çalışması yapılması gerektiğini, bu irdeleme çalışmasının gerçekleştirilmesinden sonra takas başvurusunun değerlendirmeye alınacağını bildirmiştir.

12. Başvurucu, müteakiben 6/9/2006 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığına 2863 sayılı Kanun'un 15. maddesinin (a) bendi uyarınca taşınmazının kamulaştırılması talebiyle başvurmuştur. İlgili Bakanlık 18/9/2006 tarihli kararı ile mezkûr talebin reddine karar vermiştir.

13. Başvurucu bu defa kamulaştırma talebine dair başvurusunun reddine ilişkin Bakanlık işleminin iptali talebiyle İzmir 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde mülkiyet hakkının zedelendiğini, mülkiyet hakkının korunabilmesi için sertifika hakkı verilmesi gerekirken verilmediğini, bu durumun Anayasa'ya ve diğer yasalara aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

14. Mahkeme 10/1/2008 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde davalı idare tarafından söz konusu taşınmazın kamulaştırılmasının önümüzdeki yıllarda ödenekler çerçevesinde değerlendirileceği belirtilmiştir.

15. Temyiz edilen karar 20/10/2010 tarihinde Danıştay Altıncı Dairesince (Daire) onanmıştır. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı karar düzeltme başvurusu neticesinde Daire 4/6/2012 tarihli kararı ile karar düzeltme talebini kabul etmiş ve somut olayda başvurucuya ait taşınmazın Kurulun 10/3/1993 tarihli kararı gereği 1. derecede doğal sit alanı olarak ilan edildiği, sit alanı ilan edilmesinden uzun yıllar geçmesine rağmen herhangi bir işlem yapılmadığı ve bu nedenle de başvurucunun mülkiyet hakkının süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlandığı gerekçesiyle kararı bozmuştur.

16. Bozma kararına uyan Mahkeme 19/10/2012 tarihli kararıyla bozma gerekçeleri doğrultusunda davayı kabul etmiştir. Bu karar Dairenin 19/6/2015 tarihli kararı ile onanmıştır. Söz konusu nihai karar başvurucuya 29/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu bu defa da Mahkeme ilamının yerine getirilmesi için 1/11/2016 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığına başvurmuştur. Başvuru üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü 28/11/2016 tarihli cevap yazısında taşınmazın Hazine taşınmazı ile değiştirilebilmesini teminen İzmir Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından inceleme ve araştırma yapılarak rapor hazırlanması yönünde karar verildiği belirtilmiştir. İzmir Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ise 28/11/2016 tarihli yazısında; trampa işleminin 2863 sayılı Kanun'un 15. maddesi çerçevesinde değerlendirilebilmesi için bilgi ve belgelerin toplanması gerektiği, bilgilerin tam ve eksiksiz olduğunun tespiti halinde konunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne iletileceği ifade edilmiştir.

18. Başvurucu 25/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

19. 2863 sayılı Kanun'un ''Kamulaştırma'' kenar başlıklı 15. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

“Taşınmaz kültür varlıkları ve bunların korunma alanları, aşağıda belirlenen esaslara göre kamulaştırılır:

...

Sit alanı ilan edilen ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu parseller, (…) başka Hazine arsa veya arazileri ile müstakil veya hisseli olarak değiştirilebilir. Sit alanı ilan edildiği tapu kütüğüne şerh edilen taşınmazları, miras ve ölüme bağlı tasarruflar dışında, sonradan edinenlerin talepleri değerlendirilmez. Ancak, Bakanlık izniyle gerçekleştirilen kazıların yapıldığı alanlarda bulunan parsellerde, maliklerin başvurusu ve kabulüne ilişkin koşul parsele yönelik uygulanır ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planı şartı aranmaz. Bu parsellerin üzerinde bina veya tesis varsa malikinin başvurusu üzerine rayiç bedeli, 2942 sayılı Kanunun 11 inci maddesi hükümlerine göre belirlenerek ödenir. Bu bentle ilgili usul ve esaslar Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenir.''

20. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.

...

3. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.

4. (Değişik: 21/2/2014-6526/18 md.) Mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde tazminat davası ancak ilgili idare aleyhine açılabilir."

21. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 28. maddesi şöyledir:

"Taşınmaz davalarında davacının lehine hüküm verildiği takdirde mahkeme davacının talebine hacet kalmaksızın hükmün tefhimi ile beraber hulasasını tapu sicili dairesine bildirir. İlgili daire bu ciheti hükmolunan taşınmazın kaydına şerh verir. Bu şerh, Türk Medeni Kanununun 1010 uncu maddesinin ikinci fıkrası hükmüne tâbidir.

Taşınmaz davası üzerine verilen karar ileride davacının aleyhine kesinleşirse mahkeme, derhal bu hükmün hulasasını da tapu sicili dairesine bildirir. "

22. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 367. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez."

23. Anayasa'nın "Kamulaştırma" kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

"Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır."

B. Uluslararası Hukuk

1. Mülkiyet Hakkı Yönünden

24. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), yargı kararlarının icra edilmemesini veya icrasının gecikmesini genellikle mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale olarak kabul etmektedir (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 40). AİHM yargı kararının uygulanmamasının adil yargılanma hakkı yanında mülkiyet hakkının da ihlaline yol açtığı sonucuna varmıştır (Burdov/Rusya, §§ 33-42). Bunun yanında müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolü çerçevesinde yoksun bırakma sonucuna yol açtığı değerlendirilen bir başvuruda AİHM, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 142-155). Öte yandan AİHM'e göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesi ile ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi devlete, yargı kararlarının uygulanması bakımından etkili bir sistem kurma yükümlülüğü getirmektedir (Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, § 84).

25. AİHM, başvurucu lehine kesinleşmiş bir yargı kararının sonradan yeniden gözden geçirme suretiyle değiştirilerek başvurucunun taşınmazından yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını kabul etmiştir (Brumarescu/Romanya [BD], B. No: 28342/95, 28/10/1999, §§ 66-80). AİHM ihlalin giderimi bakımından ise eski hâle getirme kuralı çerçevesinde aynen iadesi gerektiğini belirtmiştir (Brumarescu/Romanya [BD] (A.T.), B. No: 28342/95, 23/1/2001, § 22). AİHM bu kararda hükûmetin başvurucunun yeni bir dava açabileceği yönündeki savunmasını ise kabul etmemiştir (Brumarescu/Romanya (A.T.), § 22).

26. Öte yandan AİHM ölçülülük bağlamında dile getirdiği iyi yönetişim ilkesinin kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu makamlarının uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmesini gerektirdiğini vurgulamıştır (Bogdel/Litvanya, B. No: 41248/06, 26/11/2013, § 65; Krstić/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 78). Ancak AİHM'e göre eski bir yanlışın düzeltilmesi gereği, meşruiyeti kamu otoritesinin eylemine dayalı olarak birey tarafından iyi niyetle kazanılmış yeni bir hakka orantısız bir şekilde müdahale edilmemelidir. Başka bir ifadeyle kendi prosedürlerine uymayan ya da onlara bağlı kalmayan devlet makamlarının yanlış davranışlarından fayda elde etmelerine ya da yükümlülüklerinden kaçmalarına izin verilmemelidir (Bogdel/Litvanya, § 66). AİHM mülkiyetin hatalı olarak başkasına devredilmekle yoksun bırakılmaya yol açılan müdahaleler yönünden iyi yönetişim ilkesinin kamu makamlarına hatalarını uygun bir biçimde düzeltme yükümlülüğü getirdiği gibi ayrıca iyi niyetli mülk sahibine yeterli bir tazminat ödenmesini veya uygun bir başka giderim sağlanmasını da gerektirdiğini kabul etmiştir (Bogdel/Litvanya, § 66; Moskal/Polonya, 69; Pincová ve Pinc/Çek Cumhuriyeti, B. No: 36548/97, 5/11/2002, § 53; Toşcuţă ve diğerleri/Romanya, B. No: 36900/03, 25/11/2008, § 38).

2. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden

27. AİHM yerleşik içtihadına göre Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci paragrafının herkesin bir mahkeme veya yargı yeri önüne getirilen medeni hak ve yükümlülüklerine ilişkin herhangi bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını tekrarlamaktadır. Bu yolla medeni uyuşmazlıklarla ilgili mahkemeye başvurma hakkına ilişkin erişim hakkının bir yönünü oluşturan mahkeme hakkı somutlaştırılmaktadır. Bununla birlikte bir taraf devletin iç hukuk sistemi, nihai ve bağlayıcı bir yargının kararının (davanın) bir tarafın(ın) zararına olacak şekilde hükümsüz/etkisiz kalmasına izin verirse bu hak aslından yoksun hâle gelebilir. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci paragrafının yargı kararlarının uygulanmasını korumaksızın davacılara garanti edilen -yargılamanın adil, kamuya açık ve makul süreli olması gibi- usule ilişkin güvenceleri detaylarıyla tanımlaması gerektiği tasavvur edilemez. Bu maddeyi yalnızca mahkemeye erişim ile yargılamaların yürütülmesi ilgili olarak yorumlamak, taraf devletlerin Sözleşme'yi onayladıkları esnada saygı duymayı taahhüt ettikleri hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı durumlara yol açabilir. Dolayısıyla AİHM herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icra edilmesinin 6. maddenin amaçları bakımından yargılamanın ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmiştir (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40; Burdov/Rusya, § 34).

28. Mahkeme hakkı, bir mahkeme kararı vasıtasıyla yalnızca hak sahipliğinin tanınmasını güvence altına alan teorik bir hak değildir; aynı zamanda kararın icra edileceğine dair meşru bir beklentiyi de içerir. Davacıların etkili bir şekilde korunması ve evvelki hukuki durumun yeniden tesis edilmesi, idari yetkililerin bağlayıcı bir hükme riayet etme yükümlülüğünü zorunlu kılmaktadır (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/11/2016, § 54).

29. Davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasını gerektirmektedir. İdare yargı kararını uygulamayı reddediyor, ihmal ediyor ya da onu uygulamayı geciktiriyorsa bu durumda davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı Sözleşme’nin 6. maddesinde öngörülen teminatlar her türlü varlık nedenini kaybetmektedir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, § 115).

30. AİHM, infaz usulleri ve idari sistemi ne kadar karmaşık olursa olsun devletin Sözleşme gereğince herkesin kendi lehine verilmiş, uygulanması zorunlu ve bağlayıcı yargı kararlarının makul bir sürede uygulanması hakkını teminat altına alma yükümlülüğü altında olduğunu vurgulamıştır. Aynı şekilde hiçbir devlet makamı, örneğin bir yargı kararıyla tespit edilen bir borcun ödenmemesine mali veya diğer kaynakların eksikliğini bahane gösteremez. AİHM ilgililerin bir yargı kararının uygulanmasını mümkün kılacak veya hızlandıracak bazı usule ilişkin girişimlerde bulunmak zorunda kalabileceklerini ancak kişilerden beklenen iş birliği yükümlülüğünün mutlak gereklilik düzeyini aşmaması gerektiğini ve her hâlde bu yükümlülüğün idareyi, aleyhine verilen kararı infaz etmek için Sözleşme’de öngörüldüğü şekilde elindeki bilgilere dayanarak, kendiliğinden ve öngörülen zamanda hareket etme zorunluluğundan muaf tutmaması gerektiğini belirtmiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, §§ 116, 117).

31. AİHM her halükârda, devlet aleyhine bir yargı kararı aldırmış bir kişinin kararın cebri icrasını sağlamak için ayrı bir dava açmak zorunda olmadığını vurgulamıştır. AİHM'e göre verilen bir yargı kararının uygulanmasını teminat altına almak, bu zorunlu ve bağlayıcı kararın zamanında uygulanmasını sağlamak, bu kararın kesinleştiği ve infaz edilebilir hâle geldiği tarihten itibaren uygulamak kamu makamlarının öncelikli görevidir. Bu kararlar, davalı devletin ilgili makamına kurallara uygun olarak bildirilmelidir; böylece bu yetkili makam kararı uygulamak için gerekli tüm girişimlerde bulunmalı veya yargı kararlarının infazı konusunda yetkili bir diğer devlet kurumuna bu kararı iletmelidir. Cebren veya ihtiyari infaz usullerinin çakıştığı veya karmaşık olduğu hâllerde bu durum özellikle önemlidir zira kişi bu konuda hangi makamın yetkili olduğu konusunda haklı olarak şüpheye düşebilir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, § 118).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Mahkemenin 29/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

33. Başvurucu; idarece sit alanı ilan edilen yer için takas yoluyla sertifika verilmesi veya bu yerin kamulaştırılması gerektiğini, idarenin eylemsizliğinden kaynaklanan belirsizlik nedeniyle 1. derece doğal sit alanı içinde yer alan taşınmazı üzerindeki mülkiyet hakkının kullanılamaz hâle getirildiğini, taşınmazına yönelik inşaat ve devir yasağının uzun bir süredir devam ettiğini, mahkeme kararının yerine getirilmesi talebiyle yaptığı başvurunun da trampa işleminin 2863 sayılı Kanun'un 15. maddesi çerçevesinde değerlendirilebilmesi için bilgi ve belgelerin toplanması gerektiği, bilgilerin tam ve eksiksiz olduğunun tespiti halinde konunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne iletileceği gerekçe gösterilip sonuçsuz bırakıldığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

34. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

35. Somut olayda başvurucunun kamulaştırma talebine dair başvurusunun reddine ilişkin Bakanlık işleminin iptali talebiyle açtığı dava lehine sonuçlanmış ve bu karar Danıştayca onararak kesinleşmiştir. Başvurucu, lehe olan mahkeme ilamının yerine getirilmesi için 1/11/2016 Çevre ve Şehircilik Bakanlığına başvurmuştur. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü 28/11/2016 tarihli cevap yazısında, taşınmazın Hazine taşınmazı ile değiştirilebilmesini teminen İzmir Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından inceleme ve araştırma yapılarak rapor hazırlanması yönünde karar verildiğini belirtmiştir. İzmir Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ise 28/11/2016 tarihli yazısında, trampa işleminin 2863 sayılı Kanun'un 15. maddesi çerçevesinde değerlendirilebilmesi için bilgi ve belgelerin toplanması gerektiğini, bilgilerin tam ve eksiksiz olduğunun tespiti hâlinde konunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne iletileceğini ifade etmiştir.

36. Bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).

37. Anayasa Mahkemesi daha önce çeşitli kararlarında başvurucu lehine olan bir mahkeme kararının uygulanmamasının söz konusu olduğu durumlarda başvurucunun bu işleme karşı ayrı bir icra takibi yapmaya ve dava açmaya zorlanmasının beklenemeyeceğini belirtmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 47; Üças Gıda Pazarlama ve Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/16633, 6/12/2017, § 39). Somut olayda da anılan kararlardaki bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

38. Diğer taraftan bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

39. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

40. Anayasa Mahkemesi de yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânı tanıyan bu hukuk yolunu tüketilmesi gereken etkili bir başvuru yolu olarak görmüştür (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 26-36).

41. Ancak somut olayda başvurunun konusu yargı kararına dayalı bir para alacağının ödenmesine ilişkin değildir. Başvurucu, mülkiyet hakkı kapsamında bir taşınmazın kamulaştırılması gerektiğine ilişkin yargı kararının icra edilmediğinden yakınmaktadır. Buna karşın 6384 sayılı Kanun'un 1. maddesinde yargı kararlarının icrasına ilişkin başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümünün amaçlandığı belirtilmektedir.

42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

43. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60). Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26).

44. Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmazın kamulaştırılması talebine dair başvurunun reddine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanlığı işleminin iptali talebiyle açılan dava neticesinde İzmir 3. İdare Mahkemesi, kamulaştırma işlemlerinin geciktirilmeksizin sonuçlandırılması gerekirken davalı idare tarafından söz konusu taşınmazın kamulaştırılmasının önümüzdeki yıllarda ödenekler çerçevesinde değerlendirileceğinden bahisle tesis edilen işlemi hukuka aykırı görüp iptal etmiştir. Bununla birlikte 6100 sayılı Kanun'un 367. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ayni hakka ilişkin kararın kesinleşmedikçe yerine getirilmeyeceği düzenlenmiştir. Söz konusu hüküm ise Dairenin 19/6/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Dolayısıyla söz konusu kararın kesinleşme tarihinden itibaren uygulanabilir hâle geldiği açıktır. Bu durumda başvurucunun kesinleşmiş ve icra edilebilir nitelikteki yargı kararına istinaden taşınmazının kamulaştırılacağına ve kamulaştırma neticesinde de kamulaştırma bedelinin ödeneceğine yönelik meşru bir beklentisi bulunmaktadır. Nihayetinde başvuru konusu olayda ilgili taşınmazın da başvurucu adına tapuda kayıtlı olduğundan mülkün varlığında bir tereddüt bulunmamaktadır.

ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü

45. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

46. Başvuru konusu olayda başvurucunun kamulaştırma talebine dair başvurusunun reddine ilişkin Bakanlık işleminin iptali talebiyle açılan davada Mahkeme, davanın kabulüne karar vererek dava konusu işlemi iptal etmiş ve bu karar Danıştayca onanarak 19/6/2015 tarihinde kesinleşmiştir. Bununla birlikte Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü, trampa işleminin 2863 sayılı Kanun'un 15. maddesi çerçevesinde değerlendirilebilmesi için bilgi ve belgelerin toplanması gerektiği, bilgilerin tam ve eksiksiz olduğunun tespiti halinde konunun değerlendirileceği gerekçesiyle kamulaştırma işleminin hâlihazırda yerine getirilmeyeceğini bildirmiştir. Buna göre dava konusu taşınmazın bulunduğu alan 1. derecede doğal sit alanı olarak belirlendiğinden başvurucu mezkûr taşınmaz üzerinde tasarrufta bulunamamaktadır. Diğer yandan başvurucu taşınmazının kamulaştırılmaması sonucu kamulaştırma bedelinden mahrum kalmıştır. Dolayısıyla yargı kararına rağmen kamulaştırma işleminin gerçekleştirilmemesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur.

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

 (1) Genel İlkeler

47. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

48. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

49. Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yönelik nihai bir yargı kararının uygulanmamasının ihlale yol açtığını daha önce çeşitli kararlarında kabul etmiştir. Buna göre ilgili mahkeme kararını uygulamakla görevli kamu makamları, bu kararın uygulanmasını engellemekte ya da kararın uygulanması için gerekli özeni göstermemekteyse bu durumun Anayasa'nın 35. maddesinin ihlali anlamına geldiği sonucuna yol açtığını vurgulamıştır (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, §§ 55-75; Mehmet Hocaoğlu, B. No: 2013/3207, 15/10/2015, §§ 59-74).

50. Diğer taraftan Necdet Çetinkaya (B. No: 2013/7725, 24/3/2016) başvurusunda ortaklığın giderilmesi davasında yapılan yargılama neticesinde satışına karar verilen taşınmazın yapılan ihale sonucu başvurucu tarafından mülkiyetinin edinilmesi söz konusudur. Bu başvuruya konu olayda da tapu müdürlüğü ortaklığın giderilmesi davasında Hazinenin taraf olmaması sebebiyle tescil talebini reddetmiştir. Anayasa Mahkemesi başvurucunun taşınmazın ihale bedelini ödediği ve tescilden önce mülkiyetini kazandığı hâlde başvurucunun ihale yoluyla edindiği taşınmazın Hazinenin payı dışındaki diğer payları yönünden başvurucu adına tescil işleminin yapılmamasının mülkiyet hakkına yapılan ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna varmıştır (Necdet Çetinkaya, §§ 64-73).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

51. Somut olayda başvurucunun 1. derecede doğal sit alanı olarak belirlenen alanda bulunan taşınmazının kamulaştırılması talebinin reddine ilişkin Bakanlık işleminin iptalini teminen açtığı dava kabul edilmiş ve karar kesinleşmiştir. Bununla birlikte başvurucunun yargı kararının yerine getirilmesini teminen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı nezdinde yaptığı başvuru, trampa işleminin 2863 sayılı Kanun'un 15. maddesi çerçevesinde değerlendirilebilmesi için bilgi ve belgelerin toplanması gerektiği, bilgilerin tam ve eksiksiz olduğunun tespiti hâlinde konunun değerlendirileceği gerekçesiyle sonuçsuz bırakılmış ve hâlihazırda mahkeme kararı yerine getirilmemiştir.

52. İdare başvurucuya hitaben cevap yazısında her ne kadar kesinleşmiş yargı kararının yerine getirilmesini teminen gerekli bilgi ve belgelerin toplanmasının akabinde gerekli işlemlerin gerçekleştirileceğini bildirmiş ise de uzun bir süre geçmiş olmasına karşın hâlihazırda idarenin bu taahhüdünü gerçekleştirmediği görülmektedir. Buna göre yargı kararının yerine getirilmesinin temini yönünden idarece gerekli inisiyatifin sergilenmediği ve özenin gösterilmediği anlaşılmaktadır.

53. Başvurucu, öncelikle taşınmazından yararlanamaması nedeniyle uğradığı zararın ortadan kaldırılması talebiyle hukuk kurallarının kendisine sağladığı tüm imkânları kullanmıştır. Bu kapsamda başvurucu, bulunduğu alan 1. derecede doğal sit alanı olarak ilan edilmesi nedeniyle üzerinde dilediği şekilde tasarrufta bulunamadığı taşınmazı için Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğüne başvurmuş ve taşınmazın trampa programına alınarak uygun herhangi bir Hazine arazisiyle takas edilmesini talep etmiştir. Genel Müdürlük, cevap yazısında ilgili arazinin takas kapsamına alınabilmesi için gerekli 1/1000 ölçekli imar planının bulunmadığını, söz konusu imar planının hazırlanabilmesi ve takas programının başlatılabilmesi için kurum eş güdümünde bir irdeleme çalışması yapılması gerektiğini, bu irdeleme çalışmasının gerçekleştirilmesinden sonra takas başvurusunun değerlendirmeye alınacağını bildirmiştir. Başvurucu akabinde 2863 sayılı Kanun'un 15. maddesinin (a) bendi uyarınca taşınmazının kamulaştırılması talebiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde başvuru yapmış, talebinin reddi işlemine karşı dava açmış ve davayı da kazanmıştır. Bu durumda başvurucu, yukarıda da belirtildiği üzere taşınmazı üzerindeki kısıttan kurtulmak amacıyla kanunun tanıdığı tüm imkânları usulünde ve zamanında kullanmıştır. Buna mukabil idare ise başvurucunun mahkeme kararıyla ortaya konulan hakkının tesisi noktasında gerek yasal gerekse de taahhüt ettiği görevlerini yerine getirmemiştir. Bu kapsamda idare, somut olarak 1/1000 ölçekli imar planının hazırlanabilmesi ve takas programının başlatılabilmesi için kurum eş güdümünde herhangi bir irdeleme çalışması yapmamış ve başvurucunun yargı kararının yerine getirilmesi talebine karşı verdiği cevap yazısında taahhüt ettiği hususları gerçekleştirmemiştir.

54. Sonuç olarak mahkeme karar gerekçesinde de belirtildiği üzere somut olayda başvurucuya ait taşınmazın sit alanı ilan edilmesinden uzun yıllar geçmesine rağmen herhangi bir işlem yapılmamış ve bu nedenle de başvurucunun mülkiyet hakkının süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlanmıştır. Üstelik anılan kararın kesinleşmesinden itibaren beş yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen hâlâ herhangi bir işlem yapılmamakla başvurucunun mülkiyet hakkı üzerindeki kısıntı devam etmektedir. Bu durumda somut olayda kamu makamlarının koordinasyon ve iş birliği eksikliğinin bulunduğu ve idarece mahkeme kararının kesinleşmesinden itibaren beş yılı aşkın bir sürenin geçmiş olmasına karşın çözüme yönelik bir girişime tanık olunamadığı gerçeği dikkate alındığında yargı kararının uygulanmamasına kamu makamlarının özensiz tutum ve davranışlarının yol açtığı, başvurucuya ise atfedilebilecek bir kusurun bulunmadığı görülmektedir.

55. Nihayetinde bulunduğu alan 1. derecede doğal sit alanı olarak ilan edilmesi nedeniyle taşınmaz üzerinde oluşan mülkiyet kısıtı, başvurucunun elinde olmayan sebeplerle ve bütünüyle kamu makamlarının tutum ve işlemlerinden kaynaklanmıştır. Buna mukabil meydana gelen sonuçtan takas işlemiyle taşınmaz tahsisinde bulunmak ya da yargı kararına istinaden zorunlu kamulaştırma işlemini gerçekleştirip kamulaştırma bedeli ödemek durumunda kalmayan yine kamu makamları yararlanmıştır. Bu olgulara rağmen ve yargı kararının nihai hâle geldiği 19/6/2015 tarihinden bu yana beş yılı aşkın bir süre boyunca uygulanmamasının Anayasa Mahkemesince yargı kararlarının uygulanması çerçevesinde daha önce ortaya konulan ilkelere göre kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığı sonucuna varılmıştır.

56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

57. Başvurucu, lehine olan kesinleşmiş yargı kararının uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

58. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

59. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:

"Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

60. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

61. Anayasa Mahkemesi daha önce yargı kararlarının uygulanmasını Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı çerçevesinde değerlendirmiştir. Buna göre Anayasa'nın 36. ve 138. maddeleri uyarınca yargı kararlarının ilgili kamu otoritelerince zamanında yerine getirilmediği bir devlette bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün değildir. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında yerine getirilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoritelerine ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple hukuk devletinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ile hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargının kararlarının zamanında yerine getirilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez. Sonuç olarak hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği anlamına geleceği kabul edilmiştir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61).

62. Somut olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılan kısımda yapılan değerlendirmeler esas alındığında başvurucu lehine olan nihai ve kesinleşmiş nitelikteki yargı kararının uygulanmaması nedeniyle aynı zamanda mahkemeye erişim hakkının da ihlaline yol açılmıştır.

63. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

64. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

65. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

66. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

67. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

68. Anayasa Mahkemesi başvurucunun lehine olan yargı kararının idarece uygulanmaması nedeniyle mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin idari işlemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

69. İhlalin sonuçlarının giderilmesi için yargı kararının uygulanması gerekmektedir. İhlal kararının yerine getirilmesi sorumluluğu Çevre ve Şehircilik Bakanlığına düşmektedir. Bu sebeple kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının giderilmesi için Çevre ve Şehircilik Bakanlığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

70. Diğer taraftan somut olay bağlamında kararın Çevre ve Şehircilik Bakanlığına gönderilmesine karar verilmesi ihlale yol açan yargılama sürecine muhatap olan başvurucunun bu sürede uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Nitekim ilgili yargı kararı kesinleştiği 19/6/2015 tarihinden itibaren beş yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen uygulanmış değildir. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve kararın idareye gönderilmesi suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında -yargı kararının infaz edilmediği süre gözetilerek- başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

71. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Yargı kararının en kısa sürede icra edilmesi için kararın bir örneğinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ESAT AKKOYUN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/26625)

 

Karar Tarihi: 13/4/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M.Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucu

:

Esat AKKOYUN

Vekili

:

Av. Muhsin DOĞAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; bir kamu kurumu aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi ve kurum aleyhine başlatılan icra takibinin de sonuçsuz kalması nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/8/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

8. Başvurucu 1958 doğumlu olup Aydın'ın Sultanhisar ilçesinde ikamet etmektedir.

9. Başvurucu 15/7/1997 tarihinde Atça Çiftçi Malları Koruma Başkanlığında çalışmaya başlamış ve daha sonra 12/11/2012 tarihli ve 6360 sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un ilgili maddeleri uyarınca işyeri devri nedeniyle Sultanhisar Çiftçi Koruma Başkanlığına iş sözleşmesi devredilmiştir.

10. Başvurucu 25/9/2016 tarihinde emeklilik nedeniyle iş sözleşmesini tek taraflı olarak feshetmiştir.

B. İcra Takibi ve Şikâyet Davası Süreci

11. Başvurucu tarafından 25/8/1971 tarihli ve 1475 sayılı mülga İş Kanunu'nun 14. maddesi uyarınca ödenmesi gereken kıdem tazminatının tahsili istemiyle Nazilli 2. İcra Müdürlüğünde (İcra Müdürlüğü) Sultanhisar Çiftçi Koruma Başkanlığı (Koruma Başkanlığı) aleyhine ilamsız icra takibi başlatılmıştır.

12. Takibe itiraz edilmesi üzerine başvurucu tarafından Nazilli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) itirazın iptali ve takibin devamı istemiyle Koruma Başkanlığı aleyhine 17/1/2017 tarihinde dava açılmıştır. Mahkemenin 26/10/2017 tarihli kararında davanın kısmen kabulü ile 30.964,06 TL asıl alacak, 1.073,66 TL faiz yönünden itirazın iptaline ve takibin devamına hükmedilmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde, başvurucunun 1475 sayılı mülga Kanun'un 14. maddesi uyarınca emeklilik nedeniyle iş sözleşmesini feshettiği ve yaşlılık aylığı almaya hak kazandığı, anılan madde gereğince işçinin kıdem tazminatına hak kazandığı hukuki gerçeğine işaret edilmiştir.

13. İtirazın iptali kararı icrai işleme konu edilmek için kesinleşmesi gereken kararlardan olmadığından başvurucu tarafından 21/12/2017 tarihinde bahse konu işçilik alacağının tahsili amacıyla haciz işlemi başlatılmış ancak Koruma Başkanlığının ödeme gücünün olmaması nedeniyle söz konusu alacak tahsil edilememiştir.

14. Taraflar, itirazın iptali kararına karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 28/6/2018 tarihli kararıyla tarafların istinaf istemlerini reddetmiştir.

15. Nihai karar başvurucu vekiline 9/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu 6/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

17. İcra Müdürlüğü tarafından 5/8/2019 tarihinde borçlu Koruma Başkanlığına muhtıra gönderilerek borç miktarı olan 52.071,02 TL'nin muhtıranın tebliğinden itibaren yedi gün içinde ödenmesi, aksi hâlde cebri icra yoluna başvurulacağı hususu açıkça bildirilmiş olmasına rağmen belirtilen sürede Koruma Başkanlığınca herhangi bir ödeme yapılmamıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre de yedi günlük sürenin sona ermesinin ardından arada geçen süre zarfında da Koruma Başkanlığı tarafından başvurucunun takibe konu alacağına ilişkin herhangi bir ödeme yapılmadığı anlaşılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

18. 2/7/1941 tarihli ve 4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanun'un 1. maddesi şöyledir:

"Bu kanuna göre korunacak çiftçi malları aşağıda yazılıdır:

I - Ekili, dikili veya kendiliğinden yetişen bütün nebatlarla Orman Kanununun şumulüne girmeyen ağaçlar ve ağaçlıklar,

II - Ziraatte kullanılan veya ziraatle alakalı olan her nevi menkul ve gayrimenkul mallar,

III - Su arkları, set ve bentlerle hendek, çit, duvar ve emsali manialar, tarla ve bahçe yolları.''

19. 4081 sayılı Kanun'un 7. maddesi şöyledir:

"Koruma ve ihtiyar meclislerinin, çiftçi mallarını koruma bakımından, vazife ve salahiyetleri şunlardır:

I - Koruma kadro ve bütçesini ve senelik koruma ücreti tarifelerini tesbit ve her iki hususu murakabe heyetinin tetkik ve tasdikına sevketmek.

II - Koruculuk için Köy Kanununda yazılı hükümlere göre bekçiliğe ehil gördüklerini seçerek tayinlerini vali veya kaymakamın tasdikına arzetmek, bekçilerin adedlerini ve çalışma müddet ve şartlarını tesbit eylemek, vazife görecekleri mıntakaları ayırmak ve bunlara para veya mal olarak verilecek aylık veya yıllığı kararlaştırmak ve vazifelerini iyi görmeleri için lüzumlu tedbirleri almak, hayvanlar için müşterek çoban tutmak,

III - Suların mezruat ve yollara yapacağı tahribatı önlemek ve su arkları ve hendeklerle tarla ve bahçe yollarını tamir ettirmek ve bu yüzden doğacak masrafları bütçe harici olarak alakalılar arasında istifadeleri nispetinde taksim ve tahsil etmek (Alakalılardan fiilen çalışmak isteyenler çalışabilirler),

IV - Suların sivrisinek yetişmesine müsait birikintiler yapmasına mani olmak ve bu maksat için açılan kanallar ve mecraları ve kurutulmuş olan toprakları muhafaza etmek,

V - Elli liraya kadar olan zarar ve ziyan işlerine 26 ncı maddede yazılı hükümler dairesinde bakmak,

VI - Ondördüncü maddede gösterilen inzibat cezalarını vermek ve bu kanunda yazılı diğer vazifeleri görmek.''

20. 4081 sayılı Kanun'un 16. maddesi şöyledir:

"Köy sınırları veya ikinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı saha içindeki ekilmiş arazi ile bağ, bahçe veya ağaçlıklara fiilen tasarruf etmekte olanlardan ve gelip geçici olmayan ve kendi hayvanlarını idare edecek kadar şahsına ait veya icarla merası bulunmayan sürü sahiplerinden 15 inci maddede gösterilen tarifede yazılı senelik koruma parası veya bunun mukabili olan mahsul veya mal alınır. Koruma parasına tabi olanların bunun miktarı hakkında kendilerine veya ikametgahlarına yapılacak tebliğden itibaren on gün zarfında murakabe heyetine itiraz hakları vardır.''

21. 4081 sayılı Kanun'un 18. maddesi şöyledir:

"Her koruma ve ihtiyar meclisi nezdinde 16 ve 17 nci maddelerde yazılı gelirlerden bir koruma sandığı teşkil olunur. Bekçi ücretlerinden başka zarar ve ziyan mukabili olarak tahsil edilmiş olan miktar, peşin olarak ödenen zararlar dolayısiyle tükendiği veya zararın ödenmesine kafi gelmediği takdirde sandık mevcudu tarifede yazılı esaslar dairesinde mükelleflerden yapılacak tahsilatla tamamlanır. Bu suretle yapılacak tahsilatta zarar ve ziyan karşılığı olarak 15 inci maddenin son fıkrasına göre tesbit edilmiş olan nisbet daima muhafaza olunur.''

22. 4081 sayılı Kanun'un 21. maddesi şöyledir:

"Koruma sandığındaki paraların sarfedilebileceği yerler şunlardır:

I - Bekçilerin ücretleri,

II - 29 uncu maddeye göre ödenecek zararlar,

III -Her mahallin hususiyet ve ihtiyaçlarına göre koruma ve ihtiyar meclisleri tarafından bu kanunun tesbit ettiği hizmetlerin ifası için yapılacak zaruri masraflar. Bu masrafların senelik yekünu hiç bir halde bekçi ücretleri yekünunun yüzde onunu tecavüz edemez.''

23. 4081 sayılı Kanun'un 22. maddesi şöyledir:

"Korunma sandığının mevcudu Devlet malı hükmündedir. Korunma gelirleri ve korunma sandığındaki paraya haciz konamaz. Korunma sandığı gelirinin cibayet ve sandık mevcudunun sarf sureti ve her sene sonunda hesabların nasıl kapatılacağı Ziraat Vekaletince tesbit olunur.''

24. 4081 sayılı Kanun'un 23. maddesi şöyledir:

"Bu Kanun ile vazifedar olanların vazifeleri dolayısıyla işledikleri suçlarla ilgili olarak Türk Ceza Kanununun kamu görevlilerine ilişkin hükümleri tatbik olunur.

Bu gibilerin ifa ettikleri vazifeden dolayı kendilerine karşı görevleriyle bağlantılı olarak işlenen suçlar kamu görevlileri aleyhine işlenmiş sayılır''

25. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun "Haczi caiz olmıyan mallar ve haklar" kenar başlıklı 82. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Aşağıdaki şeyler haczolunamaz:

1. Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar,

...''

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Mahkemenin 13/4/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

27. Başvurucu; işçilik alacağının ödenmesi talebiyle başlatılan icra takibine rağmen kesinleşmiş olan alacağının ödenek yokluğu gerekçe gösterilerek ödenmediğini, 4081 sayılı Kanun'un 22. maddesi uyarınca koruma sandığına dâhil para ve diğer mal varlığının devlet malı olarak kabul edilmesi nedeniyle icra takibinden bir sonuç alınmasının da imkân dâhilinde olmadığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

28. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

30. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikri hakların yanı sıra, icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60). Somut başvuru yönünden başvurucunun alacağının varlığı idare tarafından kabul edildiğine göre icra edilebilir nitelikteki söz konusu alacağın mülk teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.

31. Bir alacağın mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için mahkeme hükmüne dayanması şart olmayıp belirli, kesin ve icra edilebilir mahiyette olması gerekli ve yeterlidir. Nitekim somut olayda başvurucu, iş sözleşmesinin feshinden sonra işçilik alacağının tahsilini teminen ilamsız icra takibi başlatmış, borçlu Koruma Başkanlığı tarafından söz konusu takibe yönelik yapılan itiraz da yine başvurucunun açmış olduğu itirazın iptali davası ile iptal edilmiş, karar Bölge Adliye Mahkemesince onaylanmış ve takip bu şekilde kesinleşmiştir. Dosya kapsamında, borcun olmadığına dair Koruma Başkanlığı tarafından açılan bir davanın bulunduğuna ilişkin bilgi de yer almamaktadır. İcra Müdürlüğü tarafından 5/8/2019 tarihinde yapılan dosya hesabında 52.071,02 TL tutarında bakiye borcun bulunduğu görülmektedir. Dolayısıyla alacağın belirli, kesin ve icra edilebilir mahiyette olduğu dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet hakkının varlığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Ancak İcra Müdürlüğü tarafından 5/8/2019 tarihinde borçlu Koruma Başkanlığına gönderilen muhtıranın içeriğine rağmen başvurucunun alacağı ödenmemiş durumdadır.

32. Anayasa Mahkemesi Metin Baysal ve diğerleri (B. No: 2014/13202, 20/7/2017) kararında, 4081 sayılı Kanun uyarınca kamusal görev ve yetkiler ile donatılan Aydın Çiftçi Malları Koruma Başkanlığı aleyhine işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davaları açıldığını ve yapılan yargılamalar sonucunda başvurucular lehine alacaklara hükmedildiğini belirtmiş ancak nihai kararların kesinleşmesinden itibaren 4 yıl 1 aylık süre geçtiği hâlde alacakların ödenmemesi nedeniyle başvurucuların mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Metin Baysal ve diğerleri, §§ 9-18).

33. Anayasa Mahkemesi Halil Çağatay (B. No: 2014/20389, 13/4/2017) başvurusunda mülkiyet hakkı kapsamında korunan ve mahkeme kararına dayanan icra edilebilir bir alacağın yargı kararından yaklaşık on ay geçtikten sonra icra edilmiş olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine, Mehmet Hocaoğlu (B. No: 2013/3207, 15/10/2015) başvurusunda Bulgaristan’da öğretmen olarak görev yapmakta iken zorunlu göç kapsamında Türkiye’ye gelip Türk vatandaşlığına geçen ve 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi öğretmen kadrosunda görev yapan başvurucunun Bulgaristan’da öğretmen olarak geçen hizmet sürelerinin emeklilik intibakında değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin mahkeme kararının Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından Anayasa Mahkemesi kararının verildiği 15/10/2015 tarihine kadar 2 yıl 7 aydır uygulanmamasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğine, Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım (B. No: 2013/711, 3/4/2014) kararında kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davaları kabul edildiği ve tapu kaydı Belediye adına tescil edildiği hâlde tespit edilen bedelin gerekçe gösterilmeksizin dört yılı aşkın süredir ödenmemesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğine, Global Yapı Elemanları Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi (B. No: 2014/17557, 8/11/2017) başvurusunda başvurucunun icra edilebilir nitelikteki kesinleşmiş alacağının idare tarafından borcun varlığının da kabul edilmesine rağmen yaklaşık 4 yıl 5 ay geçtiği hâlde tamamıyla ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ve son olarak S.S. Yeni Foça Asmadere Konut Yapı Kooperatifi (B. No: 2015/14525, 10/10/2019) kararında tazminata ilişkin yargı kararının kesinleştiği 12/11/2007 tarihinden bu yana yaklaşık 11 yıl 7 ay boyunca uygulanmamasının Anayasa Mahkemesince yargı kararlarının uygulanması çerçevesinde daha önce ortaya konulan ilkelere göre mahkemeye erişim ve kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığına karar vermiştir.

34. Diğer yandan Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında icra edilebilir bir alacağın da mülkiyet hakkı kapsamında korunan ekonomik bir değer ifade ettiği kabul edilmiştir. Ayrıca kamu kurum ve kuruluşlarınca böyle bir alacağın ödenmemesi ya da ödenmesinin uzun sürmesinin mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına müdahale teşkil ettiği ve bu müdahale nedeniyle oluşan belirsizliğin ise mülkiyet hakkının ihlaline neden olduğu sonucuna varılmıştır (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, §§ 55-75; Şenal Haylaz, B. No: 2013/3457, 25/2/2015, §§ 60-79).

35. Somut olayda bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Buna göre Metin Baysal ve diğerleri kararında da bahsedildiği üzere 4081 sayılı Kanun uyarınca kamusal görev ve yetkiler ile donatılan Koruma Başkanlığı aleyhine 28/6/2018 tarihinde kesinleşen işçilik alacağının inceleme tarihine göre iki yılı aşkın zamandır ödenmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucunun icra edilebilir nitelikteki kesinleşmiş alacağının Koruma Başkanlığı tarafından söz konusu süre zarfında hâlâ ödenmemiş olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmak gerekir.

36. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Kararın İcrası Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

37. Başvurucu, lehine olan kesinleşmiş yargı kararının uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

38. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

39. Anayasa’nın ''Mahkemelerin bağımsızlığı'' kenar başlıklı 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:

"Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

41. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa'nın yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 57).

42. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010).

43. Kararın icrası hakkı, mahkemeye erişim hakkı ve karar hakkı ile birlikte adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan mahkeme hakkının bir unsurunu oluşturmaktadır (Filiz Fırat, B. No: 2014/10305, 5/12/2017, § 29). Mahkeme kararlarının uygulanması yargılamanın dışında olmakla birlikte onu tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır. Bu nedenle yargı kararlarının uygulanması mahkeme hakkı kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir, ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde mahkeme hakkı da anlamını yitirecektir (benzer yönde değerlendirmeler için Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28).

44. Somut olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılan kısımda yapılan değerlendirmeler esas alındığında başvurucu lehine olan nihai ve kesinleşmiş nitelikteki yargı kararının uygulanmaması nedeniyle aynı zamanda kararın icrası hakkının da ihlaline yol açılmıştır.

45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan kararın icrası hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

47. Başvurucu ihlalin tespit edilmesi, dava konusu kıdem tazminatı miktarının yasal faiz işletilerek tarafına verilmesi ve 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

48. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

49. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

50. Başvurucu lehine işçilik alacağına ilişkin yapılan icra takibi kesinleşmiş olmasına rağmen Koruma Başkanlığı tarafından işçilik alacağıyla ilgili olarak ödeme gerçekleştirilmemiştir. Dolayısıyla somut başvuruda mülkiyet ve kararın icrası haklarının ihlalinin idari bir işlemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

51. Bu nedenle yalnızca ihlal tespitiyle ve kararın Koruma Başkanlığına gönderilmesi suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucunun talebiyle bağlı kalınarak başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

52. İhlalin sonuçlarının giderilmesi çerçevesinde başvuruya konu yargı kararını uygulanma görev ve sorumluluğu somut olayda Koruma Başkanlığına düşmektedir. Yargı kararının uygulanmaması hâlinin devamı veya uygulama biçiminin giderimi sağlayıp sağlamadığı hususunun yeni bir bireysel başvuru kapsamında denetlenebileceği hatırlatılmalıdır (bkz. Aligül Alkaya ve diğerleri (2)). Dolayısıyla kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının belirtilen şekilde giderilmesi için Koruma Başkanlığına gönderilmesine karar verilmesi gerekeceğinden başvurucunun işçilik alacağının ödenmesine hükmedilmesi talebinin reddedilmesi gerekir.

53. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki kararın icrası hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Yargı kararının en kısa sürede icra edilmesi için kararın bir örneğinin Sultanhisar Çiftçi Malları Koruma Başkanlığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/4/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

NEBİ SEYHAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/27882)

 

Karar Tarihi: 27/10/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 1/12/2021-31676

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Nebi SEYHAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir kamu kurumu aleyhine verilmiş mülkiyete ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkı ile adil yargılanma hakkı kapsamındaki kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 31/8/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

7. İkinci Bölüm tarafından 29/6/2021 tarihinde yapılan toplantıda niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu 1948 doğumlu olup Antalya'da ikamet etmektedir.

10. Başvurucunun Antalya'nın Ahatlı Mahallesi'nde kâin 4315 ada 1 parsel numaralı taşınmaz üzerinde 180 m² bina alanı olan bir gecekondusu bulunmaktadır. Muratpaşa Belediyesi (Belediye) Meclisince 8/3/2002 tarihli ve 166 sayılı kararla kabul edilen ıslah imar planında taşınmazın bulunduğu ada konut adası olarak gözükmektedir. Başvurucu 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun'dan yararlanmak üzere Belediyeye müracaat etmiştir. Belediye tarafından yeminli özel teknik büro kaydının bulunmadığı ve başvuru tarihi itibarıyla üzerine kayıtlı başka bir taşınmazın olup olmadığının incelenmekte olduğu gerekçeleriyle başvurucunun hak sahipliği hakkında karar verilmemiştir. Başvurucunun beyanına göre aynı mahalledeki 176 kişiyle ilgili olarak tahsis işlemi yapılmıştır.

11. Başvurucu, Belediyenin karar almamasını hak sahipliği talebinin reddi biçiminde yorumlayarak bu işleme karşı 2005 yılı içinde -ancak dosyadan tam olarak anlaşılamayan bir tarihte- Antalya 2. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) E.2005/1395 sayısına kayden dava açmıştır.

12. Bu arada Belediye Encümenince 4/4/2006 tarihli kararla Zeytinköy Gecekondu Önleme Bölgesi'nde 6536 ada 5 parsel numaralı taşınmazdan 257 m²lik hissenin 32.125 TL bedel karşılığında tahsis edildiği, bunun 4 yılda ve 12 eşit taksit hâlinde ödenmesi gerektiği hususu başvurucuya bildirilmiştir.

13. Başvurucu 17/4/2006 tarihli dilekçeyle bu tahsis işlemine itiraz etmiştir. Başvurucu; bunun bir tahsis işlemi değil taşınmazın yeniden kendisine satılması işlemi olduğunu, diğer 176 kişiye nasıl bir muamele yapılmışsa aynısının kendisine de uygulanması gerektiğini belirtmiştir. Dilekçede başvurucu; diğer kişilerin 2.000 TL yatırarak kooperatif üyesi yapıldığını ve birer bağımsız bölüm almaya hak kazandıklarını, bunun karşılığında taksitle 7.500 TL yatırma yükümü altına girdiklerini ifade etmiştir. Dilekçede ayrıca diğer kişilerin uygun fiyatla daire sahibi olmaları sağlanırken kendisine şehrin dışında ve yüksek bir bedelle taşınmaz tahsis edilmesinin hakkaniyete uygun olmadığını vurgulamıştır. Belediyece 25/4/2006 tarihli işlemle Zeytinköy Gecekondu Önleme Bölgesi'ndeki tahsis iptal edilmiş ve başvurucu tarafından açılan davanın neticesinin beklenmesine karar verilmiştir. Başvurucu 25/4/2006 tarihli kararın iptali istemiyle dava açmış ise de İdare Mahkemesinin 28/6/2007 tarihli kararıyla dava reddedilmiştir. Anılan karar, Danıştay Altıncı Dairesinin 6/10/2009 tarihli kararıyla onanmıştır.

14. İdare Mahkemesi E.2005/1395 sayılı dosyada 31/5/2006 ve 30/11/2006 tarihlerinde ara kararı vererek başvurucuya tahsis yapılmamasının gerekçesini davalı idareden sormuştur. Ancak davalı idare gereken bilgi ve belgeleri İdare Mahkemesine göndermemiştir.

15. İdare Mahkemesi 8/3/2007 tarihli kararla başvurucunun hak sahipliğinin kabul edilmemesine ilişkin işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun ihtilaf konusu parselde 10/11/1985 tarihinden önce inşa edilmiş gecekondusunun olduğunun ve başvuru tarihi itibarıyla üzerinde kayıtlı ev yapmaya müsait taşınmazının bulunmadığının sabit olduğu ifade edilmiştir. Gerekçede; Belediye Meclisince 8/3/2002 tarihli ve 166 sayılı kararla kabul edilen ıslah imar planında konut adası olarak belirlenen ihtilaf konusu parselde işgal edilen yapı alanı büyüklüğünde hisse tahsisi yapılması gerektiği, gerekçesi açıklanmadan aksi yönde işlem tesis edilmesinin hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Karar, Danıştay Altıncı Dairesinin 30/9/2009 tarihli kararıyla onanmıştır.

16. Başvurucu, beyanına göre İdare Mahkemesinin 8/3/2007 tarihli iptal kararının kesinleşmesinden sonra birçok defa kararın uygulanması için idareye başvurmuştur. Yine başvurucu 26/11/2015 tarihinde adına tahsis yapılması için Belediyeye müracaat etmiştir. Müracaat dilekçesinde, önceki kararla -4/4/2006 tarihli kararla- kendisine tahsis edilen taşınmazı maddi imkânsızlıklardan dolayı satın alamadığını belirtmiş; mağduriyetinin giderilmesi için yeni bir tahsis yapılmasını talep etmiştir.

17. Belediye Encümeni 23/2/2016 tarihli kararla dosyanın Takdir Komisyonuna gönderilmesine karar vermiştir. Anılan kararda, İdare Mahkemesinin 8/3/2007 tarihli iptal kararına atıfta bulunularak başvurucunun yürürlükteki mevzuat çerçevesinde hak sahipliği yönünden gerekli araştırmanın yapılması ve bunun sonucunda Gecekondu Önleme Bölgesi'nden arsa tahsis edilmesi, tahsis edilecek arsanın miktarı, bedeli ve ödeme süreçlerinin saptanması gibi hususların belirlenmesi için dosyanın Takdir Komisyonuna gönderildiği belirtilmiştir.

18. Belediye 3/10/2016 tarihli yazıyla konuyla ilgili olarak işlemlerin devam ettiğini başvurucuya bildirmiştir. Anılan yazıda, Belediyenin taşınmazdaki hissesinin de paydaşlara satıldığı belirtilmiştir. Belediye Encümeninin 29/5/2018 tarihli kararıyla Ermenek Mahallesi Yamansız Gecekondu Önleme Bölgesi'nde 980 m² büyüklüğünde bir taşınmazın 215 m²si 102.125 TL bedelle başvurucuya tahsis edilmiştir. Başvurucunun bu öneriyi de kabul etmediği anlaşılmıştır.

19. Başvurucunun mahkeme kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle yaptığı şikâyet üzerine Antalya Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılıkça 29/1/2018 tarihli yazıyla Muratpaşa Kaymakamlığından (Kaymakamlık) 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca soruşturma izni verilmesi talep edilmiştir.

20. Kaymakamlık, Muratpaşa Belediye Başkan Yardımcıları M.Ş. ve H.K. ile Emlak ve İstimlak Müdürü C.O. hakkında ön inceleme yapmıştır. Ön inceleme sonucunda 14/5/2018 tarihli kararla ilgililer hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde başvurucunun Belediye aleyhine açtığı dava devam etmekte iken yeminli özel teknik büro dosyasını Belediyeye ibraz ettiği ve bunun üzerine İdare Mahkemesi kararından önce başvurucunun hak sahipliğinin tanınarak 2981 sayılı Kanun'un 13. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca Zeytinköy Gecekondu Önleme Bölgesi'nde 6536 ada 5 parsel numaralı taşınmazdan 257 m²lik hissenin 32.125 TL bedel karşılığında kendisine tahsis edildiği belirtilmiştir. Kararda, İdare Mahkemesi kararından önce yapılan bu tahsisle İdare Mahkemesi kararının gereklerinin yerine getirildiği ifade edilmiştir. 2981 sayılı Kanun'un 13. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre gecekondunun bulunduğu arsanın hak sahibine tahsisi zorunluluğunun bulunmadığı vurgulanan kararda, Belediye tarafından yapılan tahsisin hukuka uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Kararda ayrıca ihtilaf konusu parselde hisse tahsisi yapılan kişiler -ki hissedarlardan birisi Belediyedir- ile bir inşaat şirketi arasında kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapıldığına işaret edilerek bu nedenle ihtilaf konusu parselde başvurucuya hisse tahsisi yapılmasının hukuken mümkün bulunmadığı görüşü açıklanmıştır. Kararda son olarak gecekondusu korunamayan hak sahibine başka bir yerde hisse tahsis edilmesinin kanuna uygun olduğu belirtilmiş, kamu görevlilerine atfedilebilecek bir kusurun bulunmadığı kanaatine ulaşılmıştır.

21. Başvurucu bu karara karşı Konya Bölge İdare Mahkemesi 3. İdari Dava Dairesinde (Bölge İdare Mahkemesi) itiraz yoluna başvurmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 5/7/2018 tarihli kararla itirazı reddetmiştir. Bu karar 3/8/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

22. Başvurucu 31/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

23. Başsavcılık 4483 sayılı Kanun uyarınca izin şartının gerçekleşmemiş olması sebebiyle dosyanın işlemden kaldırılmasına 3/9/2018 tarihinde karar vermiştir.

24. Diğer taraftan başvurucu, İdare Mahkemesi kararının uygulanmaması nedeniyle 600.000 TL tazminat ödenmesi istemiyle 27/9/2016 tarihinde Belediyeye başvurmuştur. Başvurunun reddi üzerine İdare Mahkemesinde 26.000 TL tazminat ödenmesi istemiyle tam yargı davası açmıştır. İdare Mahkemesi 10/10/2017 tarihinde davayı süre aşımı gerekçesiyle usulden reddetmiştir. Ancak bu karar Konya Bölge İdare Mahkemesi 2. İdari Dava Dairesinin 1/3/2018 tarihli kararıyla kaldırılarak davanın esasının incelenmesi için dosya İdare Mahkemesine geri gönderilmiştir.

25. Dosyayı yeniden ele alan İdare Mahkemesi 14/2/2019 tarihli kararıyla davayı esastan reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu adına iki kere tahsis yapıldığı hâlde başvurucunun bunları reddettiği vurgulanmış; başvurucu gecekondunun bulunduğu taşınmazı öz malı gibi değerlendirerek taşınmazın bedelinin ödenmesini talep etmiş ise de idarenin bir kusurunun bulunmadığı, bu nedenle tazminat isteminin reddi gerektiği belirtilmiştir.

26. İdare Mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurusu, Bölge İdare Mahkemesinin 28/2/2020 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir.

27. Anılan karara ilişkin olarak başvurucu tarafından yapılan bireysel başvuru 20/5/2021 tarihli kararla makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden açık bir ihlalin bulunmadığı, diğer şikâyetler yönünden ise başvurunun temellendirilemediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

28. 2981 sayılı Kanun'un 13. maddesinin birinci fıkrasının 22/5/1986 tarihli ve 3290 sayılı Kanun'un 6. maddesiyle değişik (b) bendi şöyledir:

"Hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde olan veya bu Kanun uyarınca mülkiyetlerine geçen arsa veya araziler üzerinde, ıslah imar planları ile meydana getirilen imar parselleri içinde hak sahiplerine, yapılarının işgal ettiği arazi de dikkate alınarak ıslah imar planında getirilen ölçülere uygun şekilde arsa veya hisse tahsis edilir. Gecekondusu muhafaza edilemeyen hak sahiplerine aynı bölgede veya diğer gecekondu ıslah veya önleme bölgesinde başka bir arsa veya hisse verilir. Tahsis edilen arsa veya hissenin bedeli 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kanun veya 6/6/1984 tarih ve 3016 sayılı Kanuna göre tespit edilir. "

29. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez ...

2. (Değişik: 2/7/2012-6352/58 md.) Konusu belli bir miktar paranın ödenmesini gerekti-ren davalarda hükmedilen miktar ile her türlü davalarda hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama giderleri, davacının veya vekilinin davalı idareye yazılı şekilde bildireceği banka hesap numarasına, bu bildirim tarihinden itibaren, birinci fıkrada belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde yatırılır. Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde ödeme yapılmaması halinde, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.

3. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem te-sis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkeme-de maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.

4. (Değişik: 21/2/2014-6526/18 md.) Mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde tazminat davası ancak ilgili idare aleyhine açılabilir."

B. Uluslararası Hukuk

30. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakkaniyete uygun kamuya açık olarak makul bir süre içindegörülmesini isteme hakkına sahiptir...”

31. Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

32. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). Bu açıdan Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında herhangi bir yargı kararının icrası, yargılamanın ayrılmaz bir parçası olarak görülmelidir (Metaxas/Yunanistan, B. No: 8415/02, 27/5/2004, § 25).

33. AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda Sözleşme'nin 6. maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 34). AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54).

34. Reisner/Türkiye (B. No: 46815/09, 21/7/2015) kararına konu olayda, bir bankaya elkonulması işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen bu bankanın üçüncü bir kişiye satışı nedeniyle söz konusu yargı kararının uygulanmaması söz konusudur. AİHM başvurucunun dava açabilmekle birlikte iptal kararının icrasının mümkün olamadığına dikkati çekmiştir. AİHM'e göre yerel icra usulünün karmaşıklığı veya devletin bütçe sistemi, Sözleşme uyarınca bağlayıcı ve icra edilebilir yargısal kararların makul bir süre içinde icra edilmesini herkes için sağlama yükümlülüğünden devleti muaf tutamaz. Bu bağlamda fon ve diğer kaynak eksikliklerinin hüküm altına alınmış bir borcun ödenmemesi için gerekçe olarak gösterilemeyeceği vurgulamıştır. AİHM olayda, sonradan hukuka aykırı olduğu tespit edilen idari bir eylem temelinde mülkiyetinden yoksun bırakılan başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin hukuka dayalı olmadığı gibi aynı zamanda ölçüsüz olduğu sonucuna varmıştır (Reisner/Türkiye, §§ 48-50).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

35. Anayasa Mahkemesinin 27/10/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

36. Başvurucu, İdare Mahkemesinin 8/3/2007 tarihli kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini; ayrıca lehine olan mahkeme kararını uygulamayan kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesinin de bu hakkın ihlaline sebebiyet verdiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

37. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

39. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ile fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60). Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26).

40. Somut olayda 2981 sayılı Kanun'un 13. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca başvurucunun hak sahibi olduğu, İdare Mahkemesinin 8/3/2007 tarihli kararıyla tespit edilmiştir. Anılan madde uyarınca hak sahibine, yapılarının işgal ettiği arazi de dikkate alınarak ıslah imar planında getirilen ölçülere uygun şekilde arsa veya hisse tahsis edilmesi öngörülmektedir. Başvurucuya arsa veya hisse tahsis edilmesi imkânı tanıyan hak sahipliğinin mülk teşkil ettiği sonucuna ulaşılmıştır.

ii. Genel İlkeler

41. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir (AYM, E.2017/16, K.2019/64, 24/7/2019, § 43).

42. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; AYM, E.2020/80, K.2021/34, 29/4/2021, § 25).

43. Hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğünün sağlanabilmesi için ise devletin her türlü işlem ve eyleminin yargı denetimine açık olması gerekir. Nitekim Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde "İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır." denilmek suretiyle bu husus anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Ancak hukuk güvenliğinin ve hukukun üstünlüğünün sağlanması için devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulması yeterli olmayıp yargı mercileri tarafından verilen kararların gecikmeksizin uygulanması da gerekir. Yapılan yargısal denetim neticesinde bir işlemin hukuka aykırı olduğu tespit edilmesine rağmen işlemin iptali yönündeki kararın uygulanmaması, devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulmasını anlamsız hâle getirir. Zira hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğü sadece hukuka aykırılıkların tespit edilmesiyle değil bunların tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir (AYM, E.2012/73, K.2013/107, 3/10/2013).

44. Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasına göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu hükümde mahkeme kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare lehine herhangi bir istisnaya yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu makamlarınca zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoritelerine ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61).

45. Mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından Anayasa'nın 35. maddesi -Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere- mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71). Mülkiyet hakkı kapsamında nihai ve icrai nitelikteki bir yargı kararının uygulanmaması Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen hakkın korunmasına ilişkin söz konusu güvenceleri de ortadan kaldırmaktadır (Erol Aksoy (2) [GK], B. No: 2016/11026, 12/12/2019, § 71).

46. Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yönelik nihai bir yargı kararının uygulanmamasının ihlale yol açtığını daha önce çeşitli kararlarında kabul etmiş ve ilgili mahkeme kararını uygulamakla görevli kamu makamlarının kararın uygulanmasını engellemesinin veya kararın uygulanması için gerekli özeni göstermemesinin Anayasa'nın 35. maddesinin ihlali anlamına geldiğini vurgulamıştır (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, §§ 55-75; Mehmet Hocaoğlu, B. No: 2013/3207, 15/10/2015, §§ 59-74).

47. Ortaklığın giderilmesi davasında yargılama neticesinde satışına karar verilen taşınmazın yapılan ihale sonucu başvurucu tarafından mülkiyetinin edinilmesinin söz konusu olduğu ve Tapu Müdürlüğünün ortaklığın giderilmesi davasında Hazinenin taraf olmaması sebebiyle tescil talebini reddettiği bir başvuruda Anayasa Mahkemesi, başvurucu taşınmazın ihale bedelini ödediği ve tescilden önce mülkiyetini kazandığı hâlde ihale yoluyla edindiği taşınmazın Hazinenin payı dışındaki diğer payları yönünden başvurucu adına tescil işleminin yapılmamasının mülkiyet hakkına yapılan ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna varmıştır (Necdet Çetinkaya, B. No: 2013/7725, 24/3/2016, §§ 64-73).

48. Ali Kayan (B. No: 2015/9814, 20/3/2019) kararında da bir tescil davasında verilen kesinleşmiş bir yargı kararının başvurucunun tekrar dava açması istenerek 6 yıl 5 ay boyunca uygulanmamasının kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığı kabul edilmiştir (Ali Kayan, §§ 69-75).

49. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu Erol Aksoy (2) kararında, kamu alacağının tahsili amacıyla başvurucuya ait bir medya grubunun satışına ilişkin Tasarruf Mevduatı ve Sigorta Fonu işlemini iptal eden mahkeme kararının uygulanmamasının Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir (Erol Aksoy (2), §§ 75-84).

iii. İlkelerin Olaya Uygulanması

50. Somut olayda İdare Mahkemesinin 2981 sayılı Kanun uyarınca başvurucuya hisse tahsis edilmesi isteminin reddine ilişkin Belediye işlemini iptal eden kararının uygulanmamasından şikâyet edilmektedir.

51. Öncelikle Belediye yönünden icra yükümlülüğü doğuran bir yargı kararının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir. İdare Mahkemesinin 8/3/2007 tarihli kararı incelendiğinde başvurucunun tahsis talebinin zımnen reddine ilişkin işlemin iptal edildiği görülmektedir. İdari mahkemelerce iptal kararı verilmesi, idari işlemin hukuksal varlığını sona erdirir. Bununla birlikte idarenin, iptal edilen işlemin etkilerini gidermek için -gerekirse yeni bir işlem tesis etmek de dâhil olmak üzere- her türlü tedbiri alma yükümlülüğü doğar. Belediyenin bu yükümlüğünün dayanağı kuşkusuz Anayasa'nın emredici nitelikteki 138. maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Nitekim 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da işlemi tesis eden idarenin iptal kararının gereğini gecikmeksizin ve her hâlde kararın kendisine ulaştığı tarihten itibaren otuz gün içinde yerine getirmesi gerektiği hükme bağlanmaktadır. Dolayısıyla Belediye aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının bulunduğu açıktır.

52. İkinci olarak çözümlenmesi gereken mesele ise iptal kararının icra edilip edilmediğidir.

53. İptal kararının uygulanmasının anayasal olarak zorunlu olduğu hususunda duraksama bulunmamakla birlikte bazı hâllerde kararın ne şekilde uygulanacağı açık olmayabilir. Bu gibi hâllerde idarenin mahkeme kararının nasıl uygulanacağını belirleme hususunda belli ölçüde takdir yetkisine sahip olduğunun kabulü gerekir. Bununla birlikte idarenin haiz olduğu bu takdir yetkisi hiçbir zaman işlemin uygulanmasından kaçınılacak bir yöntemin tercih edilmesini içermemektedir (Şeyhmus Altuğrul, B. No: 2017/38317, 13/1/2021, § 60).

54. İdare Mahkemesi kararının uygulanıp uygulanmadığının incelenmesinde davanın konusunun ve iptal kararının gerekçesinin tespiti önem taşımaktadır. İdare Mahkemesinin 8/3/2007 tarihli kararında davanın konusu "başvurucunun Antalya ili Ahatlı Mahallesi'nde kâin 4315 ada 1 parsel numaralı taşınmazdaki gecekondusu nedeniyle 2981 sayılı Kanun kapsamındaki hak sahipliği başvurusunun reddine ilişkin işlem" biçiminde kurulmuş ve nihayetinde de bu işlemin iptaline hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde ise başvurucunun kanunda aranan şartları taşıdığı tespiti yapıldıktan sonra Belediye Meclisince kabul edilen ıslah imar planında konut adası olarak belirlenen ihtilaf konusu parselde işgal edilen yapı alanı büyüklüğünde bir hissenin başvurucuya tahsis edilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

55. Görüldüğü üzere İdare Mahkemesi kararında özellikle başvurucunun işgal ettiği parselde başvurucuya hisse tahsisi yapılması gerektiği belirtilmiştir. Kaymakamlık ise başvurucunun Belediye aleyhine açtığı dava devam etmekte iken başvurucunun hak sahipliğinin tanındığını ve 2981 sayılı Kanun'un 13. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca kendisine Zeytinköy Gecekondu Önleme Bölgesi'nde 6536 ada 5 parsel numaralı taşınmazdan 257 m²lik hissenin 32.125 TL bedel karşılığında tahsis edildiğini belirtmiştir. Kaymakamlığa göre 2981 sayılı Kanun'un 13. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca gecekondunun bulunduğu arsanın hak sahibine tahsisi zorunluluğu bulunmamaktadır.

56. Mahkeme kararının aynen ifasının hukuki ve fiilî imkânsızlıklar sebebiyle mümkün olmadığı hâllerde aynen ifanın yerine ikame edilmek üzere farklı alternatiflerin geliştirilmesinin önünde anayasal bir engelin bulunmadığı belirtilmelidir. Ancak bir iptal kararını icra etmenin fiilen veya hukuken imkânsız olduğu olağanüstü koşullarda dahi idarenin söz konusu yükümlülüğü ortadan kalkmamaktadır. Aynen icranın önünde bu gibi engellerin mevcut olduğu durumlarda icra biçiminde değişikliğe gidilmesi mümkün olsa da bunun, ilgilinin yeniden yargıya başvurmasına gerek kalmayacak şekilde yapılmasına ve alternatif tedbirin kişiye sağlayacağı tatminin aynen icraya nazaran bariz bir nispetsizlik içinde olmamasına özen gösterilmelidir. İdare, hukuki veya fiilî imkânsızlıklar olsa dahi her durumda kararı uygulamak için elinden gelen tüm gayreti gösterdiğini ve kararı uygulama önündeki engellerin aşılamaz olduğunu ispatlamak zorundadır. İdare, bunun ardından ilgiliye eski hâle getirme (restitutio in integrum) ilkesine göre en uygun alternatif çözümü önererek söz konusu karara uyma iradesinde olduğunu açıkça ortaya koymalıdır (bazı farklarla birlikte bkz. Erol Aksoy (2), § 53).

57. Kaymakamlığın gecekondunun bulunduğu arsanın hak sahibine tahsisi zorunluluğu bulunmadığı biçimindeki tespitinin hukuki ve fiilî imkânsızlık hâline değil kanunun yorumlanmasına dayandığı not edilmelidir. Kaymakamlık, 2981 sayılı Kanun'un 13. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendini yorumlamış ve bu hükümden gecekondunun bulunduğu arsanın hak sahibine tahsisi zorunluluğu bulunmadığı sonucunu çıkarmıştır. Kaymakamlığın bu değerlendirmesinin mahkeme kararlarının bağlayıcılığı ilkesiyle açık bir biçimde çeliştiğini vurgulamak gerekir. İdare Mahkemesi kararında 2981 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri değerlendirilmiş, gecekondunun bulunduğu ve ıslah imar planında konut adası olarak belirlenen taşınmazda başvurucuya hisse tahsisi yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu karar Danıştay denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Bu koşullarda Kaymakamlığın İdare Mahkemesi kararında ulaşılan bu sonuçla çelişecek bir değerlendirme yapması mahkeme kararlarının bağlayıcılığı ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Mahkeme kararındaki yorumun yanlış olduğunun düşünülmesi o kararın gereğinin yerine getirilmemesini meşrulaştırmadığı gibi hukuksal yorum farklılıkları da hukuki ve fiilî imkânsızlık sebebi olarak da sunulamaz.

58. Öte yandan Belediyenin Zeytinköy Gecekondu Önleme Bölgesi'nde 6536 ada 5 parsel numaralı taşınmazda başvurucuya hisse tahsis etmesinin İdare Mahkemesi kararından önceki bir tarihte gerçekleştiğine dikkat çekilmelidir. Ayrıca başvurucunun tahsisin koşullarını ağır bulması sebebiyle yaptığı itiraz üzerine tahsis işlemi yine İdare Mahkemesi kararından önceki bir tarihte -25/4/2006 tarihinde- iptal edilmiştir. Dolayısıyla ihtilaf konusu kararın verildiği tarihte başvurucu lehine tesis edilmiş bir tahsis işlemi bulunmamaktadır. Üstelik tahsisin iptaline ilişkin işlemde, İdare Mahkemesindeki derdest yargılamanın sonucunun beklenmesi vurgusu yapılmıştır. Kaymakamlık kararında bu hususun da hesaba katılmadığı gözlemlenmiştir.

59. Diğer taraftan Belediye İdare Mahkemesi kararından sonra yeni bir değerlendirme yapmamıştır. Oysa tahsis işleminin tesisinden ve iptalinden sonra verilen İdare Mahkemesi kararında başvurucuya gecekondunun bulunduğu parselde hisse tahsis edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu durumda mahkeme kararından önceki bir tarihte yapılan ve yine karardan önce iptal edilen tahsis işleminden hareketle mahkeme kararının yerine getirildiği -tahsisin mahkeme kararını karşılamadığı da gözetildiğinde- söylenemez.

60. 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca gecikmeksizin ve her hâlde kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde iptal kararının gereğini yerine getirmekle yükümlü olan Belediyenin başvurucunun 26/11/2015 tarihli müracaatına kadar harekete geçmediği görülmektedir. İptal kararının gereğinin yerine getirilmesi Belediyenin anayasal yükümlülüğü olup kararın icrası için ilgilinin müracaatını beklemesine gerek bulunmamaktadır. Anayasa'nın 138. maddesi, İdare Mahkemesinin iptal kararının gereğinin Belediye tarafından kendiliğinden yerine getirmesini zorunlu kılmaktadır. Bu anlamda Belediyenin 8/3/2007 tarihli iptal kararının tebliğ edildiği tarih ile başvurucunun yeniden müracaatta bulunduğu 26/11/2015 tarihi arasındaki hareketsizliği Anayasa'nın 138. maddesini açıkça ihlal etmiştir.

61. Belediyenin yeni bir değerlendirme yapmamış olması karşısında kararın verildiği tarihte gerekçede belirtildiği şekilde uygulanma kabiliyetini yitirip yitirmediği anlaşılamamaktadır. Kaymakamlık kararında ihtilaf konusu parselde hisse tahsisi yapılan kişiler ile bir inşaat şirketi arasında kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapıldığından bu parselde başvurucuya hisse tahsisi yapılmasının hukuken mümkün bulunmadığı belirtilmiş ise de anılan parseldeki hisselerin hangi tarihte tahsis edildiği ve kat karşılığı inşaat sözleşmesinin hangi tarihte imzalandığı açıklanmamıştır. 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasında iptal kararlarının kural olarak en geç otuz gün içinde uygulanması gerektiği hükme bağlandığından kararın uygulanma kabiliyetinin -verildiği tarihte- bulunup bulunmadığı önem taşımaktadır. Soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararda bu konuda bir detaylandırma söz konusu değildir. Ayrıca diğer hak sahiplerinin haklarının başvurucuya nazaran neden üstün tutulduğu hususu da açıklanmamıştır. Kaymakamlık kararından anlaşıldığı kadarıyla kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapılan parselde Belediyenin de hissesi bulunmaktadır. Belediyeye ait hissenin başvurucuya tahsis imkânının -iptal kararının Belediyeye tebliğ edildiği tarihte- olup olmadığı da değerlendirilmemiştir. Bölge İdare Mahkemesi kararında da bu konularda bir değerlendirme yapılmamıştır.

62. Anayasa Mahkemesince değerlendirilmesi gereken diğer bir mesele de başvurucunun kararın uygulanmasını isteme hakkından feragat edip etmediğidir. Anayasa'nın hiçbir maddesi reşit ve irade sahibi bir bireyin lehine verilen bir mahkeme kararının icrasından feragat etmesini engellememektedir. Kişinin bir mahkeme kararının icrasından açıkça feragat etmesi ya da feragat iradesinin mevcut olduğunu gösteren olguların bulunması hâlinde kamu makamlarının kararı icra yükümlülüğünün devam ettiğinden söz edilemez. Bu bağlamda aynen ifanın mümkün olmadığı durumlarda idarenin sunduğu ve olayın koşulları çerçevesinde makul görülebilen, açıkça nispetsizlikler içermeyen alternatif bir ifanın başvurucu tarafından kabul edilmemesi feragat iradesi olarak yorumlanabilir.

63. Başvurucunun Belediye tarafından biri 4/4/2006 tarihinde, diğeri de 29/5/2018 tarihinde olmak üzere iki kere yapılan tahsis teklifini reddetmiş olması kararın icrasından doğan haklarından feragat ettiği şeklinde yorumlanamaz. Zira somut olayda aynen ifanın mümkün olmadığı, soruşturma makamlarınca ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulmuş değildir. Ayrıca Belediyenin 4/4/2006 tarihli tahsis işlemiyle başvurucuya Zeytinköy Gecekondu Önleme Bölgesi'nde 6536 ada 5 parsel numaralı taşınmazın 257 m²lik hissesi 32.125 TL bedel karşılığında tahsis edilmiştir. Başvurucu 17/4/2006 tarihli dilekçeyle bu tahsis işleminin hakkaniyete uygun olmadığını belirterek buna itiraz etmiştir. Başvurucu sözü edilen dilekçede aynı bölgede 176 kişiye sadece 2.000 TL peşinat ve ayrıca 7.500 TL taksit karşılığında tahsis yapıldığını belirtmiştir. Dolayısıyla başvurucunun iddiasına göre söz konusu teklif ekonomik yönden avantajlı değildir. Bu durumda başvurucunun teklif edilen taşınmazı kabul etmeyerek keyfî bir biçimde hareket ettiği söylenemeyecektir. Başvurucunun bu iddiasının gerçek olup olmadığı dosyadan anlaşılamamakla birlikte Kaymakamlık kararında başvurucunun 4/4/2006 tarihli teklifi kabul etmemesinde bu teklifin başvurucu yönünden ekonomik bakımdan avantajlı olmamasının etkili olup olmadığı tartışılmamıştır.

64. Öte yandan Kaymakamlık kararından sonraki bir tarihte -29/5/2018 tarihinde- alternatif bir icra şekli olarak Ermenek Mahallesi Yamansız Gecekondu Önleme Bölgesi'nde yapılan tahsisin iptal kararı aynen icra edilseydi başvurucunun elde edeceği yarara nazaran açık bir nispetsizlik içerip içermediği anlaşılamamaktadır. Belediye Encümeninin 29/5/2018 tarihli kararında buna dair bir açıklama bulunmamaktadır. Bu durumda Belediyenin 29/5/2018 tarihinde yapılan tahsisin eski hâle getirme ilkesine göre en uygun alternatif çözüm olduğunu gösterme yükümlülüğünü ifa etmediği değerlendirilmektedir.

65. Tüm bu koşullar gözetildiğinde mahkeme kararının gereği gibi icra edilmediği, dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiği kanaatine varılmıştır.

66. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Kararın İcrası Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

67. Başvurucu, İdare Mahkemesinin 8/3/2007 tarihli kararının icra edilmemesi nedeniyle hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

68. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

69. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyeti İdare Mahkemesinin iptal kararının icra edilmemesine yönelik olduğundan iddianın adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer alan kararın icrası hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

70. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

71. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010).

72. Kararın icrası hakkı, mahkemeye erişim hakkı ve karar hakkı ile birlikte adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan mahkeme hakkının bir unsurunu oluşturmaktadır (Filiz Fırat, B.No:2014/10305, 5/12/2017, § 29). Mahkeme kararlarının uygulanması yargılamanın dışında olmakla birlikte onu tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır. Bu nedenle yargı kararlarının uygulanması mahkeme hakkı kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir, ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenleme ve uygulamalar bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde mahkeme hakkı da anlamını yitirecektir (Mustafa Ekşi, B. No: 2014/7711, 24/1/2018, § 27).

73. Kesin hükme saygı, uluslararası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul görmektedir. Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır (Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 65).

74. Somut olayda İdare Mahkemesinin 2981 sayılı Kanun uyarınca başvurucuya hisse tahsis edilmesi isteminin reddine ilişkin Belediye işlemini iptal eden kararının gereği gibi uygulanmadığı yukarıda tespit edilmiştir (bkz. §§ 50-65). Kararın gereği gibi uygulanmamasının aynı zamanda başvurucunun kararın icrası hakkını da ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.

75. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında kararın icrası hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

76. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

77. Başvurucu; ihlalin tespit edilmesi ve ortadan kaldırılması için gerekenlere hükmedilmesi, ayrıca maddi ve manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

78. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

79. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

80. İncelenen başvuruda, mahkeme kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve kararın icrası hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlal idarenin eylemsizliğinden kaynaklanmıştır.

81. Bu durumda kararın bir örneğinin ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için Muratpaşa Belediyesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

82. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın bir örneğinin idareye gönderilmesine hükmedilmesinin yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

83. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDELEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki kararın icrası hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ve kararın icrası hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için Muratpaşa Belediyesine GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/10/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ODS MEDİKAL TİCARET VE SANAYİ LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/1594)

 

Karar Tarihi: 17/11/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucu

:

ODS Medikal Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. Fatih Selim YURDAKUL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir kamu kurumu aleyhine başlatılan icra takibinde alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 14/1/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu Şirket, medikal sıhhi araç ve gereç satım işiyle iştigal etmektedir.

9. Başvurucu Şirket, farklı tarihlerde Hacettepe Üniversitesine (Üniversite) 103.381,29 TL tutarında tıbbi araç ve gereç satmıştır.

10. Başvurucu Şirketin satış işlemlerine konu hak ediş alacaklarının tahsili için Üniversite/idare nezdinde yaptığı başvurular sonuçsuz kalmıştır.

11. Başvurucu Şirket, faturalara dayalı olup ödenmeyen hak ediş alacaklarının tahsili amacıyla bu defa Üniversite aleyhine Ankara 17. İcra Müdürlüğünün (İcra Müdürlüğü) E.2010/2238 sayılı dosyasında ilamsız icra takibi başlatmıştır. Üniversitenin 22/2/2010 tarihinde takibin 2.829,59 TL'lik kısmına itiraz edip geri kalan tutarı kabul etmesi üzerine 100.521,27 TL dosya asıl alacağı kesinleşmiştir.

12. Borçlu Üniversite tarafından dosyada tahakkuk etmiş anapara borcuna mahsuben 30/4/2010 tarihinde 3.000 TL, 26/4/2011 tarihinde 9.700 TL ve 30/7/2011 tarihinde 26.300 TL, 19/10/2011 tarihinde 3.000 TL, 18/11/2011 tarihinde 3.000 TL, 13/5/2012 tarihinde 3.000 TL, 24/6/2012 tarihinde 3.000 TL, 12/8/2012 tarihinde 3.000 TL, 22/8/2012 tarihinde 3.000 TL, 29/8/2012 tarihinde 3.000 TL, 6/9/2012 tarihinde 3.000 TL, 23/9/2012 tarihinde 1.000 TL, 25/9/2012 tarihinde 3.000 TL, 10/10/2012 tarihinde 3.000 TL, 19/10/2012 tarihinde 1.000 TL, 27/12/2012 tarihinde 25.556,23 TL ve 8/2/2013 tarihinde 985,47 TL olmak üzere toplam 100.521,27 TL tutarında bir ödeme yapılmıştır.

13. Müteakiben İcra Müdürlüğünce Üniversiteye gecikme faizi, icra gideri ve avukatlık ücretinden müteşekkil 67.158,85 TL'lik bakiye borcun ödenmesi için 9/10/2014 tarihinde ödeme muhtırası gönderilmiş ve borcun yedi gün içinde ödenmemesi durumunda icra işlemlerine devam edileceği bildirilmiştir. Bu gelişme üzerine de idarece kesinleşmiş olan alacağın ödenmesini teminen herhangi bir girişimde bulunulmamıştır. Akabinde başvurucu, sırasıyla 1/11/2017, 12/4/2018, 29/8/2018 ve 12/9/2018 tarihlerinde Üniversiteye bakiye borç muhtıraları göndertmiştir. Son tarihli muhtırada bakiye borç miktarı 118.267,94 TL olarak hesaplanmıştır. Nitekim başvurucu, İcra Müdürlüğünün 28/9/2018 tarihli hesabına göre de 118.267,94 TL alacaklıdır. Diğer yandan başvurucu Şirketçe sırasıyla 10/5/2017, 15/6/2017 ve 14/9/2017 ve 1/11/2017 tarihlerinde mezkûr alacak kalemlerinin de tahsili amacıyla icra takibi yenilenmiştir.

14. Üniversite; son iki muhtıraya ilişkin cevabi yazılarda kamu mallarının haczedilemeyeceğini, nakit durumuna göre belirlenecek ödeme planı çerçevesinde ödeme yapılacağını ve4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 75. maddesinin ilk fıkrası gereğince işlem yapılacağını bildirmiştir.

15. Başvurucu Şirket 14/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

16. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre geçen süre zarfında Üniversite tarafından başvurucu Şirketin takibe konu kalan alacağına ilişkin herhangi bir ödeme yapılmadığı anlaşılmıştır.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

17. Anayasa Mahkemesinin 17/11/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

18. Başvurucu Şirket, Üniversite nezdindeki hak ediş alacaklarının tahsili amacıyla Üniversite aleyhine yürüttüğü ilamsız icra takibine kısmi itiraz edilip itiraz edilmeyen kısım yönünden takibin kesinleşmesine rağmen gecikme faizi, icra gideri ve avukatlık ücretinden müteşekkil 118.267,94 TL'lik kesinleşmiş bakiye alacağını bireysel başvuru tarihi itibarıyla dokuz yılı aşkın süredir tahsil edemediğinden yakınmaktadır. Başvurucu Şirket sonuç olarak bir kamu kurumu niteliğindeki Üniversiteden olan alacağına kavuşamadığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

B. Değerlendirme

19. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

20. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

21. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60). Somut başvuru yönünden başvurucu Şirketin alacağının varlığı idare tarafından kabul edildiğine göre icra edilebilir nitelikteki söz konusu alacığın mülk teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.

22. Bir alacağın mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için mahkeme hükmüne dayanması şart olmayıp belirli, kesin ve icra edilebilir mahiyette olması gerekli ve yeterlidir. Somut olayda da başvurucu Şirket, farklı tarihlerde idareye 103.381,29 TL tutarında tıbbi araç ve gereç satmış ve satış işlemlerine ilişkin olarak 2009 yılında farklı tarihlere ait on beş fatura düzenlemiştir. Başvurucu Şirketçe satış işlemlerine konu hak ediş alacaklarının tahsili için Üniversite nezdinde yapılan başvurular sonuçsuz kalmış olmasına karşın alacağın varlığı reddedilmemiştir. Nitekim başvurucu Şirket tarafından söz konusu faturalara dayalı olarak ilamsız icra takibi başlatılmış olup borçlu Üniversitenin 22/2/2010 tarihinde takibin 2.829,59 TL'lik kısmına itiraz edip geri kalan tutarı kabul etmesi üzerine 100.521,27 TL dosya asıl alacağı kesinleşmiştir. Diğer yandan borçlu Üniversite, icra dosyasına 30/4/2010 tarihinde 3.000 TL, 26/4/2011 tarihinde 9.700 TL ve 30/7/2011 tarihinde 26.300 TL, 19/10/2011 tarihinde 3.000 TL, 18/11/2011 tarihinde 3.000 TL, 13/5/2012 tarihinde 3.000 TL, 24/6/2012 tarihinde 3.000 TL, 12/8/2012 tarihinde 3.000 TL, 22/8/2012 tarihinde 3.000 TL, 29/8/2012 tarihinde 3.000 TL, 6/9/2012 tarihinde 3.000 TL, 23/9/2012 tarihinde 1.000 TL, 25/9/2012 tarihinde 3.000 TL, 10/10/2012 tarihinde 3.000 TL, 19/10/2012 tarihinde 1.000 TL, 27/12/2012 tarihinde 25.556,23 TL ve 8/2/2013 tarihinde 985,47 TL olmak üzere toplam 100.521,27 TL ödeme de yapmıştır.

23. Ayrıca dosya kapsamında borcun olmadığına dair idare tarafından açılan bir davanın varlığına ilişkin bilgi de bulunmamaktadır. Bu durumda borcun varlığı ile ilgili olarak taraflar arasında bir uyuşmazlığın bulunmadığı anlaşılmaktadır. İcraMüdürlüğünce yapılan dosya hesabında 118.267,94 TL tutarında bakiye borcun bulunduğu görülmektedir. Dolayısıyla alacağın belirli, kesin ve icra edilebilir mahiyette olduğu dikkate alındığında başvurucu Şirketin mülkiyet hakkının varlığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Ancak İcra Müdürlüğü aracılığıyla yapılan takip işlemi sonucunda itiraz edilmeyen kısım yönünden alacağın kesinleşmiş olmasına rağmen başvurucu Şirketin gecikme faizi, icra gideri ve avukatlık ücretinden müteşekkil bakiye alacağı hâlen ödenmemiş durumdadır.

24. Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında icra edilebilir bir alacağın da mülkiyet hakkı kapsamında korunan ekonomik bir değer ifade ettiği kabul edilmiştir. Ayrıca kamu kurum ve kuruluşlarınca böyle bir alacağın ödenmemesi ya da ödenmesinin uzun sürmesinin mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına müdahale teşkil ettiği ve bu müdahale nedeniyle oluşan belirsizliğin ise mülkiyet hakkının ihlaline neden olduğu sonucuna varılmıştır (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, §§ 55-75; Şenal Haylaz, B. No: 2013/3457, 25/2/2015, §§ 60-79).

25. Somut olayda bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu olmayıp başvurucu Şirketin icra edilebilir nitelikteki kesinleşmiş alacağının gecikme faizi, icra gideri ve avukatlık ücretinden müteşekkil kısmının idare tarafından borcun varlığının da kabul edilmesine rağmen kesinleşme tarihinden itibaren on bir yılı aşkın bir süreyi geçtiği hâlde ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmak gerekir.

26. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

27. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

28. Başvurucu Şirket ihlalin tespiti ile 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

29. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

30. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

31. Anayasa Mahkemesi, Üniversite aleyhine başlatılan icra takibinde kesinleşen alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin idari işlemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

32. İhlalin sonuçlarının giderilmesi için icra takibi sonucunda kesinleşmiş alacağının başvurucu Şirkete ödenmesi gerekmektedir. İhlal kararının yerine getirilmesi sorumluluğu Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne düşmektedir. Bu sebeple kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının giderilmesi için Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

33. Diğer yandan yalnızca ihlal tespitiyle ve kararın Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne gönderilmesi suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında -yargı kararının infaz edilmediği süre gözetilerek- başvurucu Şirkete net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

34. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının giderilmesi için kararın bir örneğinin Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/11/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

RABİA AYDIN VE ŞERİFE AKSU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/37136)

 

Karar Tarihi: 28/12/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 2/2/2022-31738

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucular

:

1. Rabia AYDIN

 

 

2. Şerife AKSU

Başvurucular Vekili

:

Av. Şayeste ÖZER CEYLAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ön alım hakkına dayalı olarak taşınmazın tesciline hükmedilen mahkeme kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 14/12/2018 ve 19/8/2019 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. 2019/29355 numaralı bireysel başvuru dosyası konu ve kişi yönlerinden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/37106 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, 2019/29355 numaralı bireysel başvuru dosyası kapatılmış ve inceleme 2018/37106 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucular Rabia Aydın ve Şerife Aksu sırasıyla 1941 ve 1945 doğumlu olup Yalvaç'ta ikamet etmektedir.

A. Tapu İptali ve Tescil Davası Süreci

10. Başvurucular Isparta'nın Yalvaç ilçesi Özgüney köyü Kurçin mevkiinde kâin 434 parsel sayılı taşınmazın müşterek malikidir. Anılan taşınmazla sınırdaş olan 435 parsel numaralı taşınmaz, maliki İ.A. tarafından resmî satış senediyle 12/1/2016 tarihinde A.A.ya 1.000 TL bedelle satılmıştır.

11. Aynı mevkide bulunan ve 435 parsel sayılı taşınmazla sınırdaş olan 436 parsel sayılı taşınmazın maliki A.S. 23/8/2016 tarihinde 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu'nun 8/İ maddesinin ikinci fıkrasına dayalı olarak ön alım hakkını kullanarak A.A.ya karşı Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Dava E.2016/367 sayılı dosyaya kaydedilmiştir. Davalı A.A. davanın reddini talep etmiş, ayrıca taşınmaz için gerçekte 30.000 TL ödediğini ileri sürmüştür.

12. Asliye Hukuk Mahkemesince "taşınmazın üçüncü kişilere satış ve devrinin önlenmesi amacıyla tapu kaydına ihtiyati tedbir şerhi konulmasına" 7/9/2016 tarihinde karar verilmiş, söz konusu karar tapu siciline işlenmiştir.

13. Bu arada başvurucular da 12/12/2016 tarihinde 5403 sayılı Kanun'a dayalı olarak ön alım hakkını kullanmak suretiyle A.A.ya karşı tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucular, 435 numaralı parselin kendi parsellerine sınırdaş olması sebebiyle ön alım hakkını kullandıklarını belirtmiştir. Dava E.2016/526 sayılı dosyaya kaydedilmiştir.

14. Davalı A.A. Asliye Hukuk Mahkemesine sunduğu cevap dilekçesinde; taşınmazı gerçekte 30.000 TL'ye satın aldığını, bu tutarın kendisine ödenmesi kaydıyla davayı kabul edeceğini bildirmiştir. Başvurucular 30.000 TL satış bedeli ile 20 TL tapu masrafını Asliye Hukuk Mahkemesinin veznesine depo etmiştir.

15. Asliye Hukuk Mahkemesi 7/3/2017 tarihinde -birinci duruşmada- davayı kabul ederek 30.020 TL'nin A.A.ya ödenmesine ve taşınmazın hisseleri oranında başvurucular adına tesciline karar vermiştir. Karar, kanun yollarına başvurulmaksızın kesinleşmiştir.

16. Başvurucular 26/4/2017 tarihinde E.2016/367 sayılı dosyada müdahale talebinde bulunmuştur. Müdahale dilekçesinde, E.2016/526 sayılı dosyada lehlerine karar verilerek taşınmazın adlarına tesciline hükmedildiğini hatırlatmış ve bu dosyada davanın reddinin gerektiğini savunmuştur. Asliye Hukuk Mahkemesi 18/5/2017 tarihinde başvurucuların ferî müdahale talebini kabul etmiştir.

17. Asliye Hukuk Mahkemesi E.2016/367 sayılı dosyada 19/7/2017 tarihinde davanın kabulüne ve taşınmazın 1.020 TL bedel karşılığında A.S. adına tesciline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; dava açma tarihinin E.2016/526 sayılı dosyada 12/12/2016, E.2016/367 sayılı dosyada ise 23/8/2016 olduğu belirtilmiştir. Söz konusu davada davalının davayı kabul etmesi üzerine kararın üst kanun yollarına başvurulmaksızın kesinleştiği vurgulanan kararda, ihtiyati tedbirin dava konusu taşınmazın üçüncü kişilere devrinin önlenmesi amacıyla konulduğu oysa davanın kabulüyle üçüncü kişilere devrin gerçekleşmiş olacağı ve bunun hakkın kötüye kullanılması mahiyetinde olduğu ifade edilmiştir. Kararda, E.2016/256 sayılı dosyanın davacılarının dürüstlük kuralına aykırı hareket ettikleri değerlendirilmiştir.

18. Başvurucular ve davalı bu karara karşı istinaf yoluna müracaat etmiştir. İstinaf dilekçesinde başvurucular, aynı taşınmazın E.2016/526 sayılı dosyada kendi lehlerine tesciline karar verildiğinden mevcut kararın yok hükmünde olduğunu belirtmiştir. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesi 25/10/2017 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesi kararının miktar itibarıyla kesin olduğunu belirterek istinaf istemini usulden reddetmiştir.

B. Tescil Kararının İnfazı Süreci

19. Başvurucular 5/4/2017 tarihinde Yalvaç Tapu Müdürlüğüne (Tapu Müdürlüğü) müracaat ederek taşınmazın Asliye Hukuk Mahkemesi kararı doğrultusunda adlarına tescil edilmesini talep etmiştir. Bunun üzerine Tapu Müdürlüğü, A.S.nin açtığı davada 7/9/2016 tarihinde verilen ihtiyati tedbir kararının devam edip etmediğini ve devam ediyorsa nasıl bir işlem yapılması gerektiğini Asliye Hukuk Mahkemesinden sormuştur. Asliye Hukuk Mahkemesinin 7/4/2017 tarihli yazısıyla ihtiyati tedbir kararının 7/9/2016, buna karşılık başvurucuların dava açma tarihinin ise 12/12/2016 olduğu belirtilerek tescil işleminin yerine getirilmemesi talimatı verilmiştir. Tapu Müdürlüğü, Asliye Hukuk Mahkemesinin yazısına vurgu yaparak 13/4/2017 tarihinde talebi reddetmiştir.

20. Başvurucular tescil talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle 24/4/2017 tarihinde Isparta İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, ihtiyati tedbir kararının kesinleşmiş mahkeme kararının uygulanmasına engel teşkil edemeyeceği belirtilmiştir. Başvurucular, Asliye Hukuk Mahkemesinin müzekkeresine istinaden tescil talebinin reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu savunmuştur.

21. A.S. 29/5/2017 tarihli dilekçeyle müdahale talebinde bulunmuştur. Müdahale dilekçesinde A.S., A.A.ya karşı açtığı davanın Asliye Hukuk Mahkemesince 19/7/2017 tarihli duruşmada muhtemelen lehine olacak şekilde karara bağlanacağını belirtmiş ve bu nedenle davanın reddi gerektiğini savunmuştur. İdare Mahkemesi 18/7/2017 tarihinde A.S.nin müdahale talebinin kabulüne karar vermiştir.

22. İdare Mahkemesi 31/10/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 389., 396. ve 397. maddelerine yer verildikten sonra A.S.nin açtığı davadaki ihtiyati tedbir kararının tarihinin başvurucular lehine verilen tescil kararından önce olduğu vurgulanmış; Asliye Hukuk Mahkemesinin aksi yönde birkararı olmaksızın davalı idare tarafından ihtiyati tedbir şerhinin terkin edilemeyeceği ifade edilmiştir. Kararda, Tapu Müdürlüğünün Asliye Hukuk Mahkemesinin isteği doğrultusunda tescil istemini yerine getirmediği ve bağlı yetki çerçevesinde işlem tesis ettiği belirtilerek tescil isteğinin reddinde hukuka aykırılık bulunmadığı kanaatine varılmıştır.

23. Başvurucular bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, daha önceki aşamada ileri sürülenlere ek olarak Asliye Hukuk Mahkemesinin kendi kararını yok hükmünde sayamayacağı, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 705. maddesinde mahkeme kararı söz konusu olduğunda mülkiyet hakkının tescilden önce kazanılacağının belirtildiği ileri sürülmüştür. Konya Bölge İdare Mahkemesi 2. İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 11/10/2018 tarihinde istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 18/11/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

24. Başvurucular 14/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

25. Başvurucular 8/11/2017 tarihinde bir daha Tapu Müdürlüğüne başvurarak taşınmazın lehlerine tescil edilmesini talep etmiş ve Antalya Tapu Bölge Müdürlüğünden görüş sorulmasını istemiştir. Tapu Müdürlüğü 22/11/2017 tarihinde talebi reddetmiştir. Tapu Müdürlüğü ayrıca 29/11/2017 tarihli yazıyla Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2016/367 sayılı dosyada verdiği 19/7/2017 tarihli karara istinaden taşınmazın A.S. adına tescil edildiği hususunu başvuruculara bildirmiştir.

26. Başvurucular 25/12/2017 tarihinde Tapu Müdürlüğünün her iki işleminin de iptali istemiyle İdare Mahkemesinde dava açmıştır. İdare Mahkemesi 10/1/2018 tarihinde dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Başvurucular 8/2/2018 tarihinde dava dilekçesini yenilemiş ve 22/11/2017 tarihli işlemin iptalini talep ettiklerini açıklığa kavuşturmuştur.

27. İdare Mahkemesi 13/9/2018 tarihinde, önceki kararındakiyle aynı gerekçeyle davayı reddetmiştir. Karara karşı yapılan istinaf istemi Bölge İdare Mahkemesinin 10/7/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 22/7/2019 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

28. Başvurucular 19/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

29. 5403 sayılı Kanun'un 8/İ maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan ikinci fıkrası şöyledir:

"Tarımsal arazilerin satılması hâlinde sınırdaş tarımsal arazi malikleri de önalım hakkına sahiptir. Tarımsal arazi, sınırdaş maliklerden birine satıldığı takdirde, diğer sınırdaş malikler önalım haklarını kullanamaz. Önalım hakkına sahip birden fazla sınırdaş tarımsal arazi malikinin bulunması hâlinde hâkim, tarımsal bütünlük arz eden sınırdaş arazi malikine önalıma konu tarımsal arazinin mülkiyetinin devrine karar verir."

30. 4721 sayılı Kanun'un 705. maddesi şöyledir:

"Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.

Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır."

31. 6100 sayılı Kanun'un 389. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir."

32. 6100 sayılı Kanun'un 391. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mahkeme, tedbire konu olan mal veya hakkın muhafaza altına alınması veya bir yediemine tevdii ya da bir şeyin yapılması veya yapılmaması gibi, sakıncayı ortadan kaldıracak veya zararı engelleyecek her türlü tedbire karar verebilir."

33. 6100 sayılı Kanun'un 397. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"İhtiyati tedbir kararının etkisi, aksi belirtilmediği takdirde, nihai kararın kesinleşmesine kadar devam eder."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Anayasa Mahkemesinin 28/12/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

35. Başvurucular, mahkemenin bir hâkiminin verdiği kararın diğer hâkim tarafından tanınmamasının hukuk devleti ilkesini ihlal ettiğini belirtmiştir. Başvuruculara göre 5403 sayılı Kanun'un 8/İ maddesinde düzenlenen ön alım hakkından yararlanmak için daha önce dava açılması kimseye üstün bir hak bahşetmemektedir. 4721 sayılı Kanun'un 705. maddesi uyarınca mahkeme kararıyla tescile hükmedilen hâllerde mülkiyetin tescilden önce kazanılacağını vurgulayan başvurucular, hükümle birlikte kazandıkları mülkiyet hakkının yok sayılmasının Anayasa'nın 35. maddesi ile 138. maddesinin son fıkrasına aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucular ayrıca kesinleşmiş mahkeme kararları bağlayıcı olduğu hâlde Tapu Müdürlüğünün Asliye Hukuk Mahkemesi kararını icra etmediğinden yakınmıştır.

B. Değerlendirme

36. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

38. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

39. Mülkiyet hakkı; özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31). Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

40. Somut olayda başvurucuların 5403 sayılı Kanun'un 8/İ maddesi kapsamında açtığı tapu iptali ve tescil davası neticesinde Asliye Hukuk Mahkemesince E.2016/526 sayılı dosyada 7/3/2017 tarihli kararla taşınmazın başvurucular adına tesciline karar verilmiştir. Bununla birlikte Tapu Müdürlüğü anılan karar uyarınca tescil işlemini gerçekleştirmeyi reddetmiştir. Bunun yanında Asliye Hukuk Mahkemesi bu defa E.2016/367 sayılı davada 19/7/2017 tarihinde aynı taşınmazın A.S. adına tesciline hükmetmiş, Tapu Müdürlüğü bu hükmü icra ederek taşınmazı A.S. adına tescil etmiştir.

41. 4721 sayılı Kanun'un 705. maddesinin birinci fıkrasında taşınmaz mülkiyetinin kural olarak tescille kazanılacağı belirtilmiş ise de ikinci fıkrasında bu kuralın istisnalarına yer verilmiş ve mahkeme kararı mülkiyetin tescilden önce kazanıldığı hâller arasında sayılmıştır. Bu hüküm dikkate alındığında Asliye Hukuk Mahkemesinin kesinleşen 7/3/2017 tarihli kararıyla başvurucuların ihtilaf konusu taşınmazın mülkiyetini kazandıkları anlaşılmaktadır. Her ne kadar Asliye Hukuk Mahkemesi 19/7/2017 tarihinde aynı taşınmazın bu defa A.S. adına tesciline hükmetmiş ve bu hüküm uyarınca taşınmaz A.S. adına tescil edilmiş ise de bu durum başvurucuların 7/3/2017 tarihli kararla taşınmazın mülkiyetini kazandığı gerçeğini değiştirmemektedir. Mevcut başvurunun konusunu 7/3/2017 tarihli mahkeme kararının icra edilmemesi oluşturduğundan 19/7/2017 tarihinden sonra taşınmazın mülkiyetinin kime ait hâle geldiği sorunuyla bu aşamada ilgilenilmesine gerek bulunmamaktadır. Başvurucular lehine verilen 7/3/2017 tarihli tescil kararı dikkate alındığında başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki güvencelerden yararlanan mülkünün bulunduğu kanaatine varılmıştır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

42. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, onun üzerinde tasarruf etme ve ürünlerinden yararlanma imkânı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlandırılması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Taşınmazın başvurucular adına tescil edilmesi hükmünü içeren mahkeme kararının icra edilmemesi mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir.

43. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

44. Somut olayda mülkiyet hakkı yönünden şikâyet edilen temel husus tescil hükmünün icra edilmemesidir. Mahkeme kararıyla tescile hükmedilen hâllerde tescil kazandırıcı değil açıklayıcı nitelikte olsa da tescil işlemi gerçekleşmeden başvurucuların taşınmazları üzerinde tasarrufta bulunmaları ve taşınmazlarına erişmeleri mümkün olmamaktadır. Tescil talebinin reddedilmesiyle başvurucuların mülklerine erişimin engellendiği gözetildiğinde müdahalenin mülkten barışçıl yararlanma şeklindeki birinci kural kapsamında kaldığı değerlendirilmiştir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

45. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

46. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin Anayasa'nın sözüne aykırı olmaması, kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

47. Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlere yönelik sınırlandırmaların Anayasa'nın sözüne aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Buna göre Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması ölçütlerinden biri de Anayasa'nın sözüne uygunluktur. Anayasa Mahkemesi, somut olaya uygun düştüğü takdirde kamu gücünü kullanan organların temel hak ya da özgürlüklere yaptıkları müdahalelerin Anayasa'nın sözüne uygun olup olmadığını da değerlendirir. Böyle bir değerlendirme yapılması, Anayasa'nın 13. maddesinin emredici hükmünün bir gereğidir (Kadri Enis Berberoğlu (2) [GK], B. No: 2018/30030, 17/9/2020, § 68; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, § 79).

48. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan Anayasa'nın sözü deyimi Anayasa'nın metnini yani lafzını ifade etmektedir. Temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahalelerin Anayasa'nın sözüne uygun olması şartı özellikle Anayasa'nın çeşitli maddeleriyle getirilen ek güvenceler söz konusu olduğunda önem taşımaktadır. Anayasa, çoğu durumda bir hak veya özgürlüğü yalnızca tanımakla yetinmeyerek onun kullanılmasını garanti altına almak için bazı yönlerini ayrıca vurgulayarak veya bazı yönlerine belli bir önem atfederek koruma altına alır. Anayasa koyucunun bir hakkı tanımanın yanında o hakkın norm alanına giren bir boyutunu ayrıca ve özel olarak ifade etmesi, buna ilişkin ek bir güvence getirmesi de mümkün olabilmektedir (Kadri Enis Berberoğlu (2), § 69; Kadri Enis Berberoğlu (3), § 79).

49. Nitekim Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu, bu organların ve idarenin, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği belirtilmiştir. Mahkeme kararlarına uyulması zorunluluğu ile bunların idare tarafından değiştirilemeyeceği ve yerine getirilmesinin geciktirilemeyeceği kuralı anayasal hak ve özgürlükler için geçerli olan ek bir güvencedir. Dolayısıyla idare tarafından mahkeme kararının uygulanmasının reddedilmesi veya değiştirilmesi Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında yer alan özel güvenceye aykırı olacaktır.

50. Somut olayda tarım arazisi niteliğinde olan 435 parsel sayılı taşınmazın satılması üzerine söz konusu taşınmaza sınırdaş olan 434 ve 436 parsel sayılı taşınmazların maliklerince 5403 sayılı Kanun'un 8/İ maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan ikinci fıkrası uyarınca ön alım hakkından kaynaklı olarak tapu iptali ve tescil davaları açılmıştır. 436 parsel sayılı taşınmazın maliki olan A.S.nin 23/8/2016 tarihinde açtığı davada taşınmazın üçüncü kişilere satış ve devrinin önlenmesi amacıyla Asliye Hukuk Mahkemesince 7/9/2016 tarihinde ihtiyati tedbir kararı verilmiş, söz konusu karar tapu siciline işlenmiştir. Başvurucular ise 12/12/2016 tarihinde dava açmıştır. Her iki dava aynı Mahkemede açılmakla birlikte davaların farklı hâkimlerce karara bağlandığı anlaşılmaktadır. Başvurucular tarafından açılan davada Asliye Hukuk Mahkemesi 7/3/2017 tarihinde karar vermiş ve taşınmazın başvurucular lehine tesciline hükmetmiştir. Karar, kanun yollarına başvurulmaksızın kesinleşmiştir. Başvurucuların bu hükmün gereği olarak taşınmazın adlarına tescil edilmesini talep etmesi üzerine Tapu Müdürlüğü Asliye Hukuk Mahkemesinden ihtiyati tedbirin devam edip etmediğini ve devam ediyorsa nasıl bir işlem yapılması gerektiğini sormuştur. Asliye Hukuk Mahkemesi, A.S. tarafından daha önceki bir tarihte dava açılmış olması sebebiyle taşınmazın başvurucular lehine tescil edilmemesi talimatını Tapu Müdürlüğüne vermiş ve Tapu Müdürlüğü bu yazıya atıfla başvurucuların tescil talebini reddetmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi, A.S.nin açtığı davayı 19/7/2017 tarihinde karara bağlamış ve taşınmazın A.S. adına tescil edilmesine hükmetmiştir. Tapu Müdürlüğü bu kararın gereğini yerine getirerek taşınmazı A.S. adına tescil etmiştir.

51. İhtilaf konusu taşınmazın başvurucular adına tesciline hükmedilen 7/3/2017 tarihli kararın kanunlara göre kurularak faaliyette bulunduğu tereddütsüz olan bir mahkemece verildiği açıktır. Dolayısıyla söz konusu kararın bağlayıcılığının olmadığını ve gereğinin idarece gecikmeksizin yerine getirilmesi zorunluluğunun bulunmadığını düşündürtecek hiçbir neden yoktur.

52. Tapu Müdürlüğü, başvurucular lehine verilen tescil kararını Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2016/367 sayılı davasında 7/9/2016 tarihinde ihtiyati tedbir kararı verilmiş olması sebebiyle icra etmekte tereddüt etmiş ise de ihtiyati tedbir kararlarının mahkeme hükümlerinin tesciline engel teşkil etmediği açıktır. İhtiyati tedbir kararı taşınmaz malikinin taşınmazını üçüncü kişilere satmasını veya devretmesini önlemeye yönelik olup bu kararın mahkeme hükümlerinin icrasını önleyici bir fonksiyonu bulunmamaktadır. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19/7/2017 tarihli kararında yer alan ve E.2016/526 sayılı davada A.A.nın davayı kabul etmesinin gerçekte taşınmazın rızaen devredilmesi niteliğinde olduğu görüşünün de kabul edilebilir bir yanı bulunmamaktadır. Söz konusu davada davalı A.A. davayı kabul etmiş ise de taşınmazın mülkiyeti A.A.nın kabulüyle değil mahkeme kararıyla başvuruculara intikal etmiştir. Öte yandan E.2016/526 sayılı dosyada görülen davanın taraflarının kötü niyetli olup olmadığını değerlendirmek mezkûr davaya bakan hâkimin takdirindedir. Hâkim takdirde hata yapsa bile verdiği kararın bağlayıcılık vasfı ortadan kalkmamaktadır. Dolayısıyla Tapu Müdürlüğü ihtiyati tedbir kararını gerekçe göstererek tescil kararını icra etmekten kaçınamaz. Tapu Müdürlüğünün bir mahkeme kararını icra etmemesi Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasını açıkça ihlal etmektedir.

53. Ayrıca somut olayda Tapu Müdürlüğünün Asliye Hukuk Mahkemesinin talimatı doğrultusunda başvurucular lehine verilen tescil hükmünü icra etmekten imtina ettiği görülmektedir. Belirtilmelidir ki bir yargı merciinin kanuni temeli bulunmadıkça başka bir yargı merciince ya da bizzat kendisi tarafından verilen bir kararı icra etmemesi yolunda idareye talimat göndermesi kabul edilebilir bir durum değildir. Kararın hukuka aykırı olduğunun düşünülmesi mahkemelerin kanunda öngörülmeyen bir usulle bir kararın icrasını durdurmasını meşru kılmaz. Hukuka aykırı kararların icrası ancak ilgili usul kanunlarında öngörülen yöntemlere uyularak durdurulabilir. Bunun dışındaki her türlü müdahale Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasıyla çelişir.

54. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından Tapu Müdürlüğüne gönderilen ve taşınmazın başvurucular lehine tescil edilmemesi talimatını içeren 7/4/2017 tarihli yazıda ihtiyati tedbir kararının başvurucuların dava açmasından önce verildiğine vurgu yapıldığı gözlemlenmiştir. 5403 sayılı Kanun'un 8/İ maddesi kapsamındaki ön alım hakkının kullanılabilmesinin şartlarının belirlenmesi, birden fazla sınırdaş taşınmaz maliki tarafından bu hakkın kullanılması hâlinde nasıl karar verileceği ve bir sınırdaş lehine ihtiyati tedbir kararı verilmiş olmasının diğer sınırdaşın dava açmasına engel oluşturup oluşturmadığı meselelerini çözümlemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bu hususlar, 5403 sayılı Kanun'un 8/İ maddesinde düzenlenen ön alım hakkının esasıyla ilgili sorunlar olup bunları çözüme kavuşturmak derece mahkemelerinin işidir.

55. Bununla birlikte Asliye Hukuk Mahkemesi, başvurucular tarafından açılan ve E.2016/526 sayılı dosyada görülen davada bu meseleleri değerlendirerek bir karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin önündeki mesele bu kararın 5403 sayılı Kanun'a uygun olup olmadığını değil icra edilmemesinin mülkiyet hakkını ihlal edip etmediğini denetlemektir. Asliye Hukuk Mahkemesinin A.S. tarafından açılan davada verilen ihtiyati tedbir kararının A.S.ye üstün bir hak tanıdığını ve başvurucular lehine tescil kararı verilmesini engellediğini düşünmesi hâlinde başvurucular lehine karar vermeden önce bunu dikkate alması gerekirdi. Karar verildikten sonra Asliye Hukuk Mahkemesinin Tapu Müdürlüğüne gönderdiği idari bir yazıyla kararının yanlış olduğunu ima etmesi ve kararın uygulanmamasını Tapu Müdürlüğünden istemesi Anayasa'nın 138. maddesiyle uyumlu olmadığı gibi ciddiyetle de bağdaşmamaktadır. Hukuken hatalı bile olsa kanunda öngörülen usullere uygun olarak ortadan kaldırılmadıkça mahkeme kararının icrası zorunludur.

56. Üçüncü kişilerin haklarının zedeleneceği düşüncesi de Asliye Hukuk Mahkemesinin kararın icra edilmemesi yönünde Tapu Müdürlüğüne talimat vermesini haklılaştırmaz. Başvurucuların dava açtığı tarihte, A.S. tarafından açılan davanın da derdest olduğu görülmektedir. Asliye Hukuk Mahkemesinin her iki davayı birlikte değerlendirmesi ve bundan sonra karar vermesi adaletin iyi yönetimi ve usul ekonomisi açısından uygun olurdu. Ancak Asliye Hukuk Mahkemesi dosya yönetimindeki bu ihmal ve başarısızlığını hiçbir kanuni temele dayanmaksızın kararın icrasını durdurarak gidermeye çalışmış, böylece lehlerine verilmiş bir mahkeme kararının icrası hakkından başvurucuları mahrum bırakmıştır.

57. Başvurucular tarafından açılan davalarda İdare Mahkemesi de Tapu Müdürlüğünün Asliye Hukuk Mahkemesinin talimatını yerine getirmede bağlı yetki içinde olduğunu belirterek tescil talebini reddetmesinin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşmıştır. İdare Mahkemesinin Asliye Hukuk Mahkemesinin 7/4/2017 tarihli müzekkeresinin Anayasa'nın 138. maddesine aykırı olup olmadığı yönünden bir denetim yapmadığı görülmektedir. Yargısal nitelikte olmadığı açık olan söz konusu müzekkerenin Tapu Müdürlüğü yönünden bağlayıcı olduğunun kabulüyle uyuşmazlıktaki asıl meseleyle ilgili bir inceleme yapılmasından kaçınılması etkili bir yargısal denetim yapılmaması sonucunu doğurmuştur.

58. Sonuç olarak başvurucular lehine verilen tescil kararının icra edilmemesinin Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında yer alan mahkeme kararlarının bağlayıcılığı ve gecikmeksizin yerine getirilmesi gerektiği güvencesine aykırı olduğu, dolayısıyla Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği kanaatine varılmıştır.

59. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

61. Başvurucular ihlalin tespit edilmesi ve yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucular ayrıca tazminat haklarını saklı tuttuklarını belirtmiştir.

62. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

63. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

64. İncelenen başvuruda, başvurucular lehine tescile hükmedilen mahkeme kararının Asliye Hukuk Mahkemesinin talimatı üzerine icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Dolayısıyla ihlalin Asliye Hukuk Mahkemesinin müzekkeresinden ve Tapu Müdürlüğünün işleminden kaynaklandığı anlaşılmıştır. Bununla birlikte İdare Mahkemesi de ihlali giderememiştir.

65. Olayda Asliye Hukuk Mahkemesinin başvurucular adına tesciline hükmettiği aynı taşınmazın 19/7/2017 tarihinde A.S. adına tesciline de hükmettiği görülmüştür. Dolayısıyla aynı taşınmazla ilgili olarak iki farklı tescil kararı hukuk âleminde mevcut olmuştur. Anayasa Mahkemesinin önündeki bireysel başvurunun konusu 19/7/2017 tarihli tescil kararı olmayıp 7/3/2017 tarihli kararın icra edilmemesidir. Dolayısıyla 19/7/2017 tarihli karardan sonra ortaya çıkan hukuksal durumla ilgili olarak prematüre değerlendirme yapılmasından ve bu anlama gelebilecek her türlü sonuçtan kaçınılması gerekir. Yeniden yargılamaya hükmedilmesi hâlinde ise söz konusu kararın etkilenmesi kaçınılmaz hâle gelecektir. Zira bu durumda taşınmazın mülkiyetinin başvurucular lehine tescil edilmesi gerektiği sonucu ortaya çıkabilecektir. Oysa 19/7/2017 tarihli karardan sonraki mülkiyet durumunun ne olacağını çözümlemek ilk elden Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bu hususlar gözetildiğinde ihlalin sonuçlarının giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar görülmemiştir.

66. Bununla birlikte ihlalin tespit edilmesinin yeterli olmayacağı açıktır. Zira başvurucuların temel amacı eski hâle getirme kuralı çerçevesinde taşınmazın adlarına tescil edilmesini sağlamaktır. Yukarıda açıklandığı üzere somut olayın koşullarında taşınmazın başvurucular adına tescilinin sağlanması başka bazı hukuksal sorunlara yol açacağından en uygun çözüm yolunun başvuruculara uygun bir miktar tazminat ödenmesi olacağı değerlendirilmiştir. Ne var ki başvurucular tazminat talebinde bulunmamış, tazminat hakkını saklı tutmak suretiyle giderim olarak yeniden yargılamaya hükmedilmesini istemiştir.

67. Anayasa Mahkemesi ihlal tespit ettiği başvurularda tazminata hükmedebilmek için kural olarak talep şartını koşmaktadır. Başvuruda ise başvurucular tazminata hükmedilmesini talep etmemiştir. Ne varki başvurucuların tazminat talep etmemesinin sebebinin yeniden yargılamaya hükmedileceğine duyulan güçlü inanç olduğu anlaşılmaktadır. Hakikaten somut olayda gerçek giderim ancak yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesiyle sağlanabilecekken somut olayın özel koşulları, bu bağlamda bireysel başvuruya konu davanın tarafı olmayan üçüncü kişinin haklarının zedelenme potansiyeli gözetilerek yargılamanın yenilenmesine hükmedilmemiştir. Bu şartlarda yargılamanın yenilenmesi tedbirine kaim olmak üzere başvurucular lehine resen tazminata hükmedilmesinin en uygun giderim aracı olacağı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için takdiren 10.000 TL'nin maddi tazminat olarak başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 954 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 5.454 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Net 10.000 TL maddi tazminatın başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

D. 954 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 5.454 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın birer örneğinin bilgi için Isparta İdare Mahkemesine, Konya Bölge İdare Mahkemesi 2. İdari Dava Dairesine ve Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/12/2021 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY

1. Mahkemenin Sayın çoğunluğu tarafından başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilerek başvurucuya tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Sayın çoğunluğun görüşüne aşağıda belirtilen gerekçelerle katılmadım.

2. Olay ve olgular mahkememizin gerekçeli kararında ayrıntılı olarak özetlenmiştir.

3. Başvurucular Isparta ili Yalvaç ilçesi 434 nolu parselin müşterek malikleridir. Bu parsel 435 nolu parsel sahibi A.A’ya 1000 TL bedelle ile satılmıştır. 435 nolu parselin sınırdaşı 436 nolu parsel maliki A.S 23/8/2016 tarihinde 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununu 8/İ Maddesi’nin 2. fıkrasına dayalı olarak ön alım hakkı kullanılarak A.A’ya tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Bu dava Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesinin 2016/367 esas numarasına kaydedilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesince “taşınmazın 3. kişilere satış ve devrinin önlenmesi amacıyla tapu kaydına ihtiyati tedbir şerhi konulmasına” 7/9/2016 tarihinde karar verilmiştir.

4. 12/0/2016 tarihinde 5403 sayılı kanun uyarınca başvurucular A.A’ya karşı ön alım hakkı kullanılarak A.A’ya karşı tapu iptal ve tescil davası açmışlardır. Bu dava Yalvaç Asliye Hukuk mahkemesinin 2016/526 esas sayılı dava dosyasına kaydedilmiştir.

5. Davalı A.A cevap dilekçesinde davayı kabul etmiştir. Bu nedenle Asliye Hukuk Mahkemesinin 2016/526 esas sayılı dava dosyası kabul nedeniyle sona ermiştir. Mahkeme taşınmazı hisseleri oranında adlarına tesciline karar vermiştir. Bu karar kanun yollarına başvurmaksızın kesinleşmiştir.

6. Başvurucular kesinleşmiş mahkeme kararının infazı için 5/4/2017 tarihinde Yalvaç Tapu Müdürlüğüne müracaat etmişlerdir. Yalvaç Tapu Müdürlüğü A.S’nin açtığı davada tapu üzerine tedbir konulduğunu belirterek Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesine mahkeme kararı ile ilgili olarak infazın ne şekilde yapılacağına dair yazı yazılmış Asliye Hukuk Mahkemesi 7/4/2017 tarihli yazısı ile ihtiyati tedbir kararının 7/9/2016 tarihli olduğu başvurucuların dava açma tarihinin 12/12/2016 tarihli olduğu belirtilerek tescil işleminin yerine getirilmemesi talimatını vermiştir. Tapu Müdürlüğü 13/4/2017 tarihinde mahkemenin yazısına istinaden tescil işlemini gerçekleştirmemiştir.

7. Tapu Müdürlüğünün bu işlemine karşı İdare Mahkemesine dava açılmış İdare Mahkemesi Tapu Müdürlüğünün Asliye Hukuk Mahkemesinin isteği doğrultusunda tescil işlemini yerine getirmediği bağlı yetki çerçevesinde işlem tesis ettiğini belirterek tescil isteğinin reddinde hukuka aykırılık bulunmadığı kanaatine varmıştır. Bu karar Konya Bölge İdare Mahkemesinin denetiminden geçerek 11/10/2018 tarihinde kesinleşmiştir.

8. Başvurucular tapudaki tedbir nedeniyle mahkeme kararını icra ettiremediklerinden tedbir kararının verildiği Yalvaç Asliye Hukuk mahkemesinde görülen 2016/367 esas sayılı dava dosyasında müdahale talebinde bulunmuşlardır. Mahkemece müdahale talebi kabul edilmiştir. Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesinin 2016/367 esas sayılı dava dosyası taşınmazın A.S adına tescil edilmesine karar verilmesiyle neticelenmiştir. Feri müdahale talepleri dürüstlük kuralına aykırı olduğu belirtilerek kabul edilmemiştir. Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesinin 2016/367 esas sayılı dava dosyası başvurucular tarafından istinaf edilmiş, Antalya Bölge Adliye Mahkemesince miktar itibariyle kesin olduğuna karar verilerek reddedilmiştir.

9. Öncelikle somut olayda hukuken ortadaki durumun tespiti gerekmektedir. Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesince verilmiş ve kesinleşmiş aynı parsel numarasına ilişkin iki ayrı mahkeme kararı varlığı söz konusudur. 435 nolu parsele ilişkin olarak Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesince 2016/526 esas 2017/81 karar ile parselin mülkiyetine ilişkin karar verilmiş, bu karar 31/3/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Aynı yere ilişkin olarak Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesince 2016/367 esas sayılı dava dosyasında aynı parselin mülkiyeti ile ilgili 23/8/2016 tarihli karar ile karar verilmiş bu karar 25/10/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular tescil işleminin gerçekleştirilmemesi nedeniyle Tapu Müdürlüğünün işlemine karşı İdare Mahkemesine dava açmışlar İdare Mahkemesindeki davaları da reddedilmiştir. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin önünde bakılmakta olan dava dosyasında üç tane ilk derece mahkemesince verilmiş karar bulunmaktadır.

10. Mahkemece başvurucuların mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmiş Anayasa’nın 35. Maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vererek başvurucular lehine tazminata hükmetmiştir.

11. Anayasa Mahkemesi başvurucuların ilk derece yargısına konu ihlal kararının hangi mahkeme kararından kaynaklandığı konusunu netleştirmemiştir. İhlale kaynaklık eden idare mahkemesinin kararı mıdır yoksa Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı mıdır netleştirmeden sonuca varmıştır. Adeta Her iki mahkeme kararını mezcederek neticelendirmiştir. Böyle bir inceleme yöntemi bireysel başvurunun işleyişine uygun bir yöntem değildir.

12. Başvurucular Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen her iki dava dosyasında taraf olarak bulunmuşlar ve haklarını ileri sürmüşlerdir. Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesinde lehlerine biten dava dosyasında kararın icra edilmeme nedeni başvurucuların açmış olduğu davadan önce verilmiş olan tedbir kararıdır. Tapuda aleniyet ilkesi başvurucuların bu tedbir kararından haberdar olmalarını gerektirir. Hukuken iyiniyetli olup olmadıkları dürüstlük ilkesine uygun hareket edip etmedikleri konusunda bir karine teşkil eder.

13. Başvurucuların talebi ile ilgili İdare Mahkemesinin Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesinin mülkiyete konu arsa üzerinde tedbir kararının devam ettiği tarafların önündeki dava dosyasında davaya müdahil oldukları bu nedenle mahkeme kararının icra edilmemesi yönündeki yazısı karşısında verdiği kararda bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

14. Mahkemeler verdikleri kararlar ile esasen var olan bir problemi çözerler. Kararları ile yeni bir probleme hukuki uyuşmazlığa neden olmamalıdırlar. İdare Mahkemesi aynı parsele ilişkin aynı mahkemede görülen davaya ilişkin tedbir kararı ve mahkeme kararının icra edilmemesi yönündeki kararına rağmen tapu müdürlüğünün işleminin iptali halinde başka bir probleme sebep olacağı açıktır. İdare Mahkemesi Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesinin aynı parsele yönelik başvurucular da dahil tüm hak ve taleplerinin ileri sürdükleri ve sonuca bağladığı kararlarına rağmen davanın esasını çözecek şekilde bir karar vermesi de esasen beklenemez.

15. Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle aynı parsele ilişkin kesinleşmiş iki ayrı mahkeme kararının varlığına rağmen başvurucuların lehine tazminata hükmetmiştir. Bunun gerekçesi hukuken geçerliliğini koruyan iki ayrı mahkeme kararının varlığı yeniden yargılama kararı verilmesi halinde hukuken başka sorunların doğacağı endişesidir. Kamu organları ortaya çıkabilecek hukuken izah edilemeyecek durumları gerekçe göstererek sonuca varamazlar. Varlığını koruyan aynı yere ilişkin iki ayrı mahkeme kararının görmezden gelerek taraflardan biri lehine üstelik dürüstlük ve iyiniyet kurallarına uygun davranılmayan bir durumda tazminata hükmetmemelidir.

16. Sayın çoğunlukça sonuç olarak mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılarak tazminata hükmedilmiştir. Başvurucular Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen her iki davada da iddialarını dile getirmiş, hukuki haklarını kullanmışlardır. Bu durumda lehlerine biten davada dürüstlük kurallarına uygun davrandıkları ve iyiniyetli davrandıkları söylenemez. Dürüstlük kuralına uygun davranmayan kişiler lehine tazminata hükmedilmemelidir.

17. Yukarıda izah ettiğim gerekçelerle, sayın çoğunluğun görüşüne katılmadım.

Üye

 Selahaddin MENTEŞ

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MAKROMED TIBBİ TEKNİK MAKİNA VE SAĞLIK MALZEMELERİ SANAYİ VE DIŞ TİC. LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/33348)

 

Karar Tarihi: 12/1/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 2/4/2022 - 31797

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucu

:

Makromed Tıbbi Teknik Makina ve Sağlık Malzemeleri Sanayi ve Dış Tic. Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. Meryem GÜMÜŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir kamu kurumu aleyhine başlatılan icra takibinde alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 13/11/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu Şirket, medikal sıhhi araç ve gereç satım işiyle iştigal etmektedir.

10. Başvurucu Şirket, farklı tarihlerde Selçuk Üniversitesine (Üniversite) 1.186.862,56 TL tutarında medikal sıhhi araç ve gereç satmıştır.

11. Başvurucu Şirketin satış işlemlerine konu hak ediş alacaklarının tahsili için idare nezdinde yaptığı başvurular sonuçsuz kalmıştır.

12. Başvurucu Şirket, faturalara dayalı olup ödenmeyen hak ediş alacaklarının tahsili amacıyla bu defa Üniversite aleyhine 4/9/2014 tarihinde Konya 9. İcra Dairesinin E.2104/8461 sayılı dosyasında ilamsız icra takibi başlatmıştır. Üniversitenin takibe itiraz etmemesi nedeniyle icra takibi kesinleşmiştir.

13. Müteakiben İcra Dairesince Üniversiteye yeniden ödeme muhtırası gönderilmiş ve borcun yedi gün içinde ödenmemesi durumunda icra işlemlerine devam edileceği bildirilmiştir. Bu gelişme üzerine Üniversite tarafından kesinleşmiş olan alacağın ödenmesini teminen herhangi bir girişimde bulunulmamıştır.

14. Akabinde başvurucu Şirketçe bahse konu hak ediş alacaklarının tahsili amacıyla Üniversitenin M.E. İnş. Gıda San. Tic. Ltd. Şti.nden olan alacaklarına yönelik olarak haciz talebinde bulunulmuştur. Başvurucu Şirketin haciz talebini kabul eden İcra Müdürlüğü, Üniversitenin mezkûr borçlu firmadan olan alacaklarının haczi için 10/2/2015 tarihinde birinci haciz ihbarnamesi göndermiştir.

15. Üniversite, devlet mallarının haczedilemeyeceği iddiasıyla 13/2/2015 tarihinde Konya 1. İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) anılan borçlu firmadan olan alacaklarının haczine ilişkin icra işlemini şikâyet etmiştir.

16. Mahkeme, duruşma açmadan evrak üzerinde verdiği karar ile 6/4/2015 tarihinde şikâyeti kabul etmiş ve şikâyete konu haciz işleminin iptaline karar vermiştir. Kararda 4/1/1961 tarihli ve 209 sayılı Sağlık Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumları ile Esenlendirme (Rehabilitasyon) Tesislerine Verilecek Döner Sermaye Hakkında Kanun'un 12. maddesiyle mezkûr Kanun uyarınca kurulmuş döner sermayelerin bütün mallarının devlet malı kapsamında olduğu, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 82. maddesinin (1) numaralı bendine göre de devlet mallarının haczedilemeyeceği belirtilmiştir.

17. Başvurucu Şirket, kararı 8/6/2015 tarihinde temyiz etmiş; Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 24/9/2018 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir.

18. Bu arada borçlu Üniversite, icra dosyasına 17/8/2015 tarihinde 583.455,07 TL tutarında ödeme yapmıştır. İcra Müdürlüğü tarafından düzenlenen 10/2/2016 tarihli hesap dökümünde de icra takibinde kesinleşmiş takip alacağının ödeme sonrası kalan bakiye borç miktarının 847.508,84 TL olduğu belirtilmiştir.

19. Nihai karar başvurucu Şirketin vekiline 15/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

20. Başvurucu Şirket 13/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

21. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre geçen süre zarfında Üniversite tarafından başvurucu Şirketin takibe konu kalan alacağına ilişkin herhangi bir ödeme yapılmadığı anlaşılmıştır.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Anayasa Mahkemesinin 12/1/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

23. Başvurucu Şirket, Üniversite nezdindeki hak ediş alacaklarının tahsili amacıyla Üniversite aleyhine yürüttüğü ilamsız icra takibine itiraz edilmemesi üzerine takibin kesinleşmesine karşın kamu mallarının haczinin mümkün olmaması nedeniyle haciz talebinin sonuçsuz kaldığından yakınmaktadır. Başvurucu Şirkete göre yargı mercileri tarafından borçlu Üniversitenin üçüncü kişilerdeki hak ve alacaklarının da devlet malı hüviyetinde değerlendirilmesi, Üniversiteye süresiz ve kapsam itibarıyla hiçbir haciz işlemine imkân vermeyen oldukça geniş kapsamlı bir muafiyet uygulamasının sağlanması haksızlıktır. Başvurucu şirket ayrıca kamu mallarının haczedilemezliği uygulamasıyla kamu kurumları ve özel hukuk tüzel kişilikleri arasında bir farklılık oluşturulmuş olmasının ayrımcı bir nitelik taşıdığını iddia etmektedir. Başvurucu Şirket son olarak Mahkemenin haczi kaldırması nedeniyle alacağın tahsilinin başvuru tarihi itibarıyla dört yılı aşkın bir süre kadar geciktiğinden ve bu süre zarfında döviz kurlarında büyük farklılıklar yaşandığından yakınmaktadır. Başvurucu Şirket sonuç olarak bir kamu kurumu niteliğindeki Üniversiteden olan alacağına kavuşamadığını belirterek eşitlik ilkesinin, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

24. Bakanlığın görüş yazısında, idarenin borcunu makul bir sürede ödememesinin başvurucunun mülkiyet hakkına bir müdahale teşkil edebileceği kabul edilmekle birlikte kamu mallarına haciz konulması durumunda idarenin yapması gereken iş ve hizmetlerin aksamasına neden olunacağı ifade edilmiştir. Bakanlık, kamu mallarına haciz konulamamasına ilişkin kuralın kamusal yönünün gözönünde bulundurulması gerektiğini belirtmiştir.

25. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formundaki iddiaları tekrarlamıştır.

B. Değerlendirme

26. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu Şirket, mülkiyet hakkının ihlali iddiası yanında eşitlik ilkesi ile adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini öne sürmüştür. Ancak başvurucu Şirketin temel şikâyetinin kendisi için ekonomik bir değer ifade eden takibe konu alacağın Üniversitece ödenmemesi olduğu dikkate alındığında başvurucu Şirketin belirttiği ihlal iddiasının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

29. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60). Somut başvuru yönünden başvurucu Şirketin alacağının varlığı idare tarafından kabul edildiğine göre icra edilebilir nitelikteki söz konusu alacağın mülk teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.

30. Bir alacağın mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için mahkeme hükmüne dayanması şart olmayıp belirli, kesin ve icra edilebilir mahiyette olması gerekli ve yeterlidir. Somut olayda da başvurucu Şirket, farklı tarihlerde idareye 1.186.862,56 TL tutarında medikal sıhhi araç ve gereç satmış; satış işlemlerine ilişkin olarak 2013 ve 2014 yıllarında farklı tarihlere ait altmış yedi fatura düzenlemiştir. Başvurucu Şirketçe satış işlemlerine konu hak ediş alacaklarının tahsili için Üniversite nezdinde yapılan başvurular da sonuçsuz kalmış olmasına karşın alacağın varlığı reddedilmemiştir. Nitekim başvurucu Şirket tarafından söz konusu faturalara dayalı olarak ilamsız icra takibi başlatılmış olup borçlu Üniversite icra takibine süresinde itiraz etmediğinden takip kesinleşmiştir. Diğer yandan borçlu Üniversite, icra dosyasına 17/8/2015 tarihinde 583.455,07 TL tutarında ödeme de yapmıştır.

31. Ayrıca dosya kapsamında borcun olmadığına dair idare tarafından açılan bir davanın varlığına ilişkin bilgi de bulunmamaktadır. Bu durumda borcun varlığı ile ilgili olarak taraflar arasında bir uyuşmazlığın bulunmadığı anlaşılmaktadır. Konya 9. İcra Müdürlüğünce yapılan dosya hesabında 847.508,84 TL tutarında bakiye borcun bulunduğu görülmüştür. Dolayısıyla alacağın belirli, kesin ve icra edilebilir mahiyette olduğu dikkate alındığında başvurucu Şirketin mülkiyet hakkının varlığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Ancak İcra Müdürlüğü aracılığıyla yapılan takip işlemi sonucunda alacak kesinleşmiş olmasına rağmen başvurucu Şirketin bu alacağı hâlen ödenmemiş durumdadır.

32. Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında icra edilebilir bir alacağın da mülkiyet hakkı kapsamında korunan ekonomik bir değer ifade ettiği kabul edilmiştir. Ayrıca kamu kurum ve kuruluşlarınca böyle bir alacağın ödenmemesi ya da ödenmesinin uzun sürmesinin mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına müdahale teşkil ettiği ve bu müdahale nedeniyle oluşan belirsizliğin ise mülkiyet hakkının ihlaline neden olduğu sonucuna varılmıştır (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, §§ 55-75; Şenal Haylaz, B. No: 2013/3457, 25/2/2015, §§ 60-79).

33. Somut olayda bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu olmayıp başvurucu Şirketin icra edilebilir nitelikteki kesinleşmiş alacağının idare tarafından borcun varlığının da kabul edilmesine rağmen yedi yılı aşkın bir süreyi geçtiği hâlde ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmak gerekir.

34. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

35. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

36. Başvurucu Şirket maddi tazminat talebinde bulunmuştur.

37. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

38. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

39. Anayasa Mahkemesi, Üniversite aleyhine başlatılan icra takibinde kesinleşen alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin idari işlemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

40. İhlalin sonuçlarının giderilmesi için icra takibi sonucunda kesinleşmiş alacağının başvurucu Şirkete ödenmesi gerekmektedir. İhlal kararının yerine getirilmesi sorumluluğu Selçuk Üniversitesi Rektörlüğüne düşmektedir. Bu sebeple kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının giderilmesi için Selçuk Üniversitesi Rektörlüğüne gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

41. Başvurucu Şirket manevi tazminat talebinde bulunmamış, yalnızca maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucu Şirketin maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

42. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucu Şirkete ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının giderilmesi için kararın bir örneğinin Selçuk Üniversitesi Rektörlüğüne GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun maddi tazminata ilişkin talebinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/1/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NARİN NİHAL PARLAK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/16487)

 

Karar Tarihi: 3/3/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 7/4/2022-31802

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Narin Nihal PARLAK

Vekili

:

Av. Cihan KOÇ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, sözleşmeli jandarma astsubay adaylığından hukuka aykırı olarak ilişiğinin kesildiği mahkeme kararıyla tespit edilen başvurucunun astsubaylığa geç atanması dolayısıyla uğradığı zararların karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/5/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

6. Başvurucu 1989 doğumlu olup Tunceli'de ikamet etmektedir.

A. Olayın Arka Planı

7. Sözleşmeli kadın jandarma astsubayı adayı olarak seçilen başvurucu 18/8/2014 tarihinde Jandarma Okulları Komutanlığı bünyesinde verilen jandarma astsubay temel kursuna başlamıştır. Güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle 3/12/2014 tarihli işlemle başvurucunun sözleşmeli kadın astsubay adaylığından ilişiği kesilmiştir. Başvurucuyla birlikte kursa başlayan adaylar ise 25/12/2014 tarihinde astsubay çavuşluğa nasbedilmiştir.

8. Başvurucu, astsubay adaylığından ilişiğinin kesilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle Askerî Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM 9/12/2015 tarihinde ilişik kesme işlemini iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucu hakkındaki güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılmasına yeterli düzeyde bilgi ve belgenin bulunmadığı, bu nedenle ilişik kesme işleminin sebep unsuru yönünden hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir.

9. İptal kararının uygulanması neticesinde başvurucu 3/2/2016 tarihinde yeniden adaylıkla ilişkilendirilmiştir. Başvurucu, jandarma astsubaylık kursunu tamamlayarak 19/2/2016 tarihinde astsubay kadrosuna atanmıştır.

B. Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç

10. Başvurucu, emsallerinin astsubay çavuşluğa nasbedildiği 25/12/2014 tarihi ile kendisinin astsubaylığa atandığı 19/2/2016 tarihine kadarki dönem için yoksun kaldığı parasal haklarının ödenmesi istemiyle AYİM'de tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde, idarenin hukuka aykırı ilişik kesme işlemi sebebiyle astsubaylığa atanmasının geciktiğini belirtmiş; gecikmeden dolayı yoksun kaldığı maaş farkının Anayasa'nın 125. maddesi uyarınca idarece tazmini gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu fazlaya ilişkin hakları saklı olmak üzere şimdilik 1.000 TL maddi tazminata, ayrıca geç atanma sebebiyle duyduğu üzüntünün telafisi için de 10.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

11. Davalı Jandarma Genel Komutanlığının sunduğu savunma yazısında, AYİM'in iptal kararının başvurucunun adaylıkla yeniden ilişkilendirilmesi gerekliliğini doğurduğu, astsubaylığa atanmasıyla ilgili bir netice husul etmediği belirtilmiş; adaylıkta geçen sürenin astsubaylıkta geçtiği kabul edilerek başvurucuya tazminat ödenmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Savunma yazısında ayrıca başvurucunun geç nasbedilmesi sebebiyle yoksun kaldığı aylık farklarının ödenebilmesi için kanuni düzenlemeye ihtiyaç olduğu, mevzuatta bu şekilde bir düzenlemenin yer almadığı vurgulanmıştır.

12. AYİM Başsavcılığının düşünce yazısında, başvurucunun geç atanması sebebiyle yoksun kaldığı parasal hakların ödenmesi gerektiği görüşü açıklanmıştır.

13. 16/4/2017 tarihinde yapılan halk oylaması sonucu kabul edilen 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun'un 17. maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici 21. maddenin birinci fıkrasının (E) bendiyle Askerî Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmıştır. Dava dosyası, Anayasa'nın geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi uyarınca Ankara İdare Mahkemesine gönderilmiştir. Yargılamaya Ankara 5. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) devam edilmiştir.

14. İdare Mahkemesi 25/1/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun maddi tazminat isteminin astsubaylık kadrolarına atanmış olması hâlinde kabul edilebileceği, okuldan ilişiğinin kesilmemiş olması durumunda daha önceden astsubay olarak atanacağı iddiasının varsayım olduğu belirtilmiş; bu nedenle maddi tazminat isteminin reddi gerektiği ifade edilmiştir. Manevi tazminat istemi yönünden ise ilişik kesme işleminin başvurucunun doğrudan şeref ve haysiyetine, kişilik haklarına, vücut bütünlüğüne yönelmiş bir saldırı niteliğinde olmaması sebebiyle duyulan üzüntünün manevi tazminata hükmedilmesini gerektirmediği değerlendirilmiştir.

15. Başvurucu, bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuş; istinaf dilekçesinde, dava dilekçesindekilere ek olarak karar tarihinden yaklaşık 1,5 yıl önce -19/2/2016 tarihinde- astsubaylığa atandığı gözetildiğinde astsubay olarak atanacağının varsayım olduğu gerekçesinin temelsiz olduğunu belirtmiştir. İstinaf başvurusu Ankara Bölge İdare Mahkemesi 4. İdari Dava Dairesince 29/6/2018 tarihinde esastan reddedilmiştir. Gerekçeli kararda, karara karşı temyiz yolunun açık olduğu ifade edilmiştir.

16. Başvurucu, bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Danıştay Onikinci Dairesi 18/2/2019 tarihli kararıyla Bölge İdare Mahkemesi kararına karşı temyiz yolunun açık olmadığı gerekçesiyle temyiz istemini usulden reddetmiştir. Nihai karar 9/5/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

17. 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun 82. maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Astsubaylığa nasıp (…), ilgili kuvvet komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının teklifi ve Genelkurmay Başkanının lüzum göstermesi üzerine Millî Savunma Bakanı veya İçişleri Bakanının onayı ile yapılır.

Astsubay meslek yüksek okullarını başarı ile bitirenler ve fakülte, yüksek okul veya meslek yüksek okulu mezunu olup da astsubay nasbedilmek üzere temel askerlik eğitimine tâbi tutulanlardan başarılı olanlar, o yılın 30 Ağustos tarihinde astsubay çavuşluğa nasbedilirler. "

V. İNCELEME VE GEREKÇE

18. Anayasa Mahkemesinin 3/3/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

19. Başvurucu; 19/2/2016 tarihinde astsubaylığa atandığı gözetildiğinde astsubay olarak atanacağının varsayım olduğu kabulünün bir çelişki olduğunu, karardan çok önce göreve başladığını gösteren belgeleri yargı mercilerine sunduğu hâlde bunların incelenmeden karar verilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, Anayasa Mahkemesinin Faruk Büyük (B. No: 2015/17044, 11/12/2018) kararına atıfta bulunarak yerleşik içtihada aykırı karar verilmesi sebebiyle eşitlik ilkesinin ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, son olarak ilişiğinin kesilmemiş olması hâlinde elde edeceği maaş farklarının ödenmemesinin mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını öne sürmüştür.

B. Değerlendirme

20. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, hukuka aykırılığı mahkeme kararıyla tespit edilen ilişik kesme işlemi sebebiyle astsubay olarak atanmasının gecikmesine ve buna bağlı olarak maaş farklarından yoksun kalmasına yöneliktir. Başvurucunun tüm şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

22. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

23. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

24. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).

25. Meşru beklenti, objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk, § 42). Dolayısıyla Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, § 37).

26. Başvurucu, emsallerinin astsubay çavuşluğa nasbedildiği 25/12/2014 tarihi ile kendisinin astsubaylığa atandığı 19/2/2016 tarihine kadarki dönem için yoksun kaldığı parasal haklarının ödenmemesinden şikâyet etmektedir. Astsubaylık kadrosuna bağlanan parasal hakların ancak sözü edilen kadroya atama yapılmasından sonra ödenebileceği açıktır. Bir kimsenin astsubaylık kadrosuna ataması yapılmadan önce astsubaylık için mevzuatta öngörülen parasal hakları talep etmesi mümkün değildir. Astsubaylık kadrosuna bağlanan parasal haklar ancak bu kadroya atama yapıldığı tarihten sonra mülk teşkil eder. Somut olayda başvurucu 19/2/2016 tarihinde astsubaylık kadrosuna atandığından anılan kadroya bağlanan parasal haklar ancak bu tarihten sonra başvurucu yönünden mevcut mülk teşkil edecektir.

27. Mevcut mülk oluşturmadığı tespit edilen astsubaylık kadrosuna bağlanan parasal hakların meşru beklenti teşkil edip etmediği de incelenmelidir. 926 sayılı Kanun'un 82. maddesinin üçüncü fıkrasının olay tarihinde yürürlükte bulunan hâlinde fakülte, yüksekokul veya meslek yüksekokulu mezunu olup da astsubay nasbedilmek üzere temel askerlik eğitimine tabi tutulanlardan başarılı olanların o yılın 30 Ağustos tarihinde astsubay çavuşluğa nasbedileceği düzenlenmiştir. Buna göre fakülte, yüksekokul veya meslek yüksekokulu mezunu olanlardan astsubay adayı olarak seçilen ve yetkili makamlarca belirlenen askerlik eğitimini başarıyla tamamlayan kişiler ilgili yılın 30 Ağustos tarihi itibarıyla astsubay çavuşluğa nasbedilecektir. Dolayısıyla astsubay adayı olarak seçilen kişilerden adaylık için öngörülen eğitimleri başarıyla bitirenlerin astsubay olarak atanacakları ve astsubaylık kadrosuna bağlanan parasal hakları elde etmeye başlayacakları yolunda meşru bir beklentiye sahip olduklarının kabulü gerekir.

28. Olayda idarenin başvurucunun güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması dışında astsubaylığa atanma koşullarını sağlamadığına dair bir tespiti ve değerlendirmesi bulunmamaktadır. Başvurucunun kendi emsalleriyle birlikte astsubaylığa atanmamasının tek sebebi güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığının kabul edilmesi ve bu sebebe dayanılarak adaylıkla ilişiğinin kesilmesidir. İdarenin başvurucunun güvenlik soruşturmasının olumlu olması şartını sağlamadığı yolundaki değerlendirmesinin hukuka aykırı olduğu AYİM tarafından tespit edildiğine göre eğitim döneminin son aşamasında olan başvurucunun astsubaylığa atanmasının önünde görünürde bir engel bulunmamaktadır. Bu durumda eğitim döneminin son aşamasında bulunan ve astsubay olmanın şartlarından herhangi birini taşımadığı iddia edilmeyen başvurucunun emsalleriyle birlikte astsubay olarak atanması ve buna bağlı özlük haklarını elde etmesi yolunda meşru bir beklentisinin olduğu değerlendirilmiştir.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

29. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

30. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

31. Somut olayda astsubay adayı olan başvurucunun adaylıkla ilişiğinin kesilmesi sebebiyle astsubaylığa atamasının yapılması gecikmiştir. Başvurucu, atamasının geciktiği dönemde parasal haklarında astsubaylık kadrosuna bağlı olarak elde edeceği farktan mahrum kalmıştır. Dolayısıyla ilişik kesme işlemi aynı zamanda başvurucunun mülkiyet hakkına da müdahale teşkil etmiştir. Mülke erişimin engellenmesi biçiminde tezahür eden müdahalenin mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

32. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

33. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62). Bu bağlamda öncelikle müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı incelenmelidir.

34. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkelerin düzenlendiği Anayasa'nın 13. maddesinde de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği temel bir ilke olarak benimsenmiştir. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır (Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49).

35. Somut olayda başvurucunun adaylıkla ilişiğinin kesilmesine ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğu AYİM'in 9/12/2015 tarihli kararıyla saptanmıştır. İlişik kesme işleminin hukuka aykırı olması başvurucunun astsubaylığa atanmasının geciktirilmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanaktan yoksun olduğunu da göstermiştir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik ihlalin AYİM tarafından tespit edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu aşamadan sonra Anayasa Mahkemesince yapılacak inceleme bu ihlalin giderilip giderilmediğine yönelik olacaktır.

36. İdari işlemin iptal edilmesi ve başvurucunun adaylıkla yeniden ilişkilendirilmesi mağduriyetini hafifletse de tam olarak gidermemektedir. Mağduriyetin gerçek manada ortadan kalkabilmesi için başvurucunun mülkiyet hakkının ihlali sebebiyle oluşan maddi ve manevi zararlarının da karşılanması gerekir. Başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik ihlalin giderilmesi amacıyla tam yargı davası açtığı anlaşılmıştır. AYİM'de görülmeye başlanan davanın Anayasa değişikliğiyle AYİM'in ortadan kaldırılması neticesinde İdare Mahkemesine nakledildiği görülmektedir. 25/1/2018 tarihli kararıyla davayı reddeden İdare Mahkemesinin, başvurucunun okuldan ilişiğinin kesilmemiş olması durumunda daha önceden astsubay olarak atanacağı iddiasını varsayım olarak nitelediği gözlemlenmiştir. Diğer bir ifadeyle İdare Mahkemesinin esasında başvurucunun gerçek bir zararının bulunmadığını değerlendirdiği anlaşılmıştır.

37. Başvurucunun astsubaylığa atanmaya engel bir hâlinin olduğu veya astsubay olma koşullarından birini sağlamadığı idare tarafından iddia edilmediğine göre hukuka aykırılığı yargı kararıyla tespit edilmiş olan ilişik kesme işleminin tesis edilmemesi durumunda başvurucunun emsalleriyle birlikte 25/12/2014 tarihinde astsubay çavuşluğa naspedileceğinin bir varsayım olarak nitelendirilmesi anlaşılabilir bir yorum değildir. Nitekim iptal kararı üzerine 3/2/2016 tarihinde yeniden adaylıkla ilişkilendirilen başvurucu, göreve başlamasından on altı gün sonra -19/2/2016 tarihinde- astsubay kadrosuna atanmıştır. Dolayısıyla hukuka aykırı işlem olmasaydı başvurucunun astsubay kadrosuna 25/12/2014 tarihinde atanacağı beklentisi bir varsayım değil hukukun öngörülebilir bir sonucudur.

38. Kuşkusuz idarenin başvurucunun astsubaylığa atanmasına engel başka bir hâlin varlığını tespit etmesi durumunda atama işlemini gerçekleştirmeyebileceği ihtimal dışı değildir. Ancak somut olayın koşulları gözetildiğinde eğitiminin son aşamasında olan başvurucunun atanmayabileceğinin düşünülmesi için görünürde hiçbir neden yoktur. Bu koşullarda asıl varsayım, başvurucunun atanmama ihtimalinin bulunduğunun söylenmesi olacaktır.

39. Hukuk devletinde idare, hukuka aykırı olarak tesis ettiği işlemlerin sebep olduğu ihlalleri giderme yükümlülüğü altındadır. İdare, eski hâle getirme (restitutio in integrum) ilkesi gereğinde kişiyi, hukuka aykırı işlem tesis edilmemiş olsaydı kişi hangi durumda olacaksa ona mümkün olduğunca en yakın konuma getirmekle yükümlüdür. Bu açıdan, idarenin başvurucuyu yeniden adaylıkla ilişkilendirmekle ihlali giderme hususundaki yükümlülüklerini bütünüyle ifa ettiği söylenemeyecektir. İhlalin tam olarak giderildiğinden söz edilebilmesi için hukuka aykırı işlem tesis edilmemiş olsaydı idari sürecin olağan akışı içinde başvurucu hangi tarihte astsubaylığa atanacaksa o tarihten itibaren oluşan parasal hak farklarının da karşılanması gerekir.

40. Öte yandan idarenin tesis ettiği işlemle hak ve özgürlüklerini ihlal ettiği başvurucunun uğradığı mali kayıpları telafi etmekle yükümlü kılınması hukuka aykırı işlem tesis edilmesi konusunda kamu görevlileri yönünden caydırıcı bir etki de gösterebilecektir. Anayasa'nın 5. maddesi devlete, hak ve özgürlüklerin ihlalinin önlenmesi için caydırıcı tedbirler alma ödevi de yüklemektedir. İdare Mahkemesinin yorumu başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale sebebiyle oluşan kayıpların telafi edilmesini önlediği gibi tazminat davasının hukuka aykırı işlem tesis edilmesine karşı caydırıcılık sağlama özelliğini de etkisiz hâle getirmiştir.

41. Ayrıca İdare Mahkemesinin manevi zararı şeref ve itibara veya vücut bütünlüğüne yönelik saldırının bulunmasına indirgeyen yaklaşımın ihlalin giderilmesini önleyen başka bir unsur olduğunu not etmek gerekir. Güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığı kabul edilen ve bu sebeple emsallerine göre yaklaşık on dört ay gecikmeli olarak astsubaylığa atanan başvurucunun elem, acı ve ızdırap duymadığının kabulü makul değildir.

42. Sonuç olarak ilişik kesme işleminin iptali suretiyle tespit edilen ihlalin tam olarak giderilmesi, İdare Mahkemesinin başvurucunun zararının varsayıma dayandığını kabul ederek tam yargı davasını reddetmesi suretiyle önlenmiştir. Bu durumda mülkiyet hakkına ilişkin ihlalin devam ettiği kabul edilmelidir.

43. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

44. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiğiyargı mercilerince yapılması gereken iş yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

45. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebi kabul edilmemiştir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 5. İdare Mahkemesine (E.2017/2151, K.2018/207) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminata ilişkin talebinin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/3/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AYSEL DİNÇEL VE GÜNSEL SANCAKTAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/2236)

 

Karar Tarihi: 21/9/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 27/10/2022-31996

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucular

:

1. Aysel DİNÇEL

 

 

2. Günsel SANCAKTAR

Başvurucular Vekili

:

Av. Şükrü ÇUBUKLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, iskânen tahsis edilen ancak tapuya tescil edilmeyen taşınmazın aynen verilmesi yerine kaim olmak üzere tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/1/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvuruculardan 1945 doğumlu olan Aysel Dinçel Kocaeli'de, 1935 doğumlu olan Günsel Sancaktar ise İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucular 2001 yılında ölen M.S.nin çocuklarıdır.

10. Başvurucuların 1940 yılında ölen dedesi A. altı nüfustan oluşan ailesiyle birlikte 1925 yılında Langaza (Yunanistan) mübadili olarak Türkiye'ye gelmiştir. Bursa Valiliğince 1925 yılında aileye diğer bazı emvalin yanında Demirkapı Mahallesi Yenibağlar mevkiinde bulunan 5 dönümlük bir tarla da iskânen tahsis edilmiştir. Bursa Valiliğinin 31/5/1932 tarihli yazısıyla söz konusu taşınmaz 22/3/1931 tarihli ve 1771 sayılı Mübadele ve Teffiz İşlerinin Kat'i Tasfiyesi ve İntacı Hakkında Kanun hükümleri uyarınca aileye temlik edilmiştir. Belirtilen taşınmaz iskân tevzi defterinin 379, esas defterinin 1006 ve temlik defterinin 583 numaralarında kayıtlıdır. Ancak ihtilaf konusu taşınmaz tapuda başvurucuların dedesi adına tescil edilmemiştir.

11. 1935 yılında yapılan kadastroda söz konusu taşınmaza ilişkin iskân kaydı herhangi bir parsele uygulanmamış ve tapu kaydına dönüştürülmemiştir.

12. A.nın oğlu olan M.S. (başvurucuların babası) 1968 yılında Köyişleri Bakanlığına verdiği dilekçeyle Karaman köyü Yenibağlar mevkiinde bulunan 5 dönümlük taşınmazın adına tescilini talep etmiştir. Köyişleri Bakanlığı 8/4/1968 tarihli işlemle talebi reddetmiştir. M.S. bu işlemin iptali istemiyle Danıştay Sekizinci Dairesinde (Danıştay) dava açmıştır. Danıştay 18/11/1969 tarihinde işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, aradan uzun süre geçtiği için bu yerin aynen tespitinin mümkün olmadığı vurgulandıktan sonra iskânen tahsis edildiği hâlde tapuya tescil edilmediği anlaşılan 5 dönüm tarlanın aynen veya başka bir yerde bu kadar bir arazi verilmesi suretiyle veya tazminen davacının iskân hakkının tamamlanması gerektiği belirtilmiştir.

13. M.S. kararın infazı için 24/8/1971 Bursa Toprak İskân Müdürlüğüne dilekçe vermiştir. Dilekçeye cevap verilmemesi üzerine M.S. 10/12/1987 tarihinde bir kez daha idareye başvurmuştur. M.S., Hazineye ait yerlerden 5 dönüm verilmesini talep etmiştir. Ancak M.S. bu müracaattan da netice alamamıştır.

14. M.S.nin ölümünden sonra bu sefer başvurucular 18/12/2009 tarihinde Ertuğrulgazi Millî Emlak Müdürlüğüne başvurarak Bursa ili Karaman köyü Yenibağlar mevkiinde 5 dönüm tarlanın Danıştay kararı gereğince kendilerine verilmesini talep etmiştir. Ertuğrulgazi Millî Emlak Müdürlüğü 25/1/2010 tarihli yazıyla, talebin 19/9/2006 tarihli ve 5543 sayılı İskân Kanunu kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, bu sebeple kendilerince yapılacak bir işlemin bulunmadığını belirtmiş ve başvurucuların dilekçesini, ekleriyle birlikte Bursa İl Bayındırlık ve İskân Müdürlüğüne gönderilmiştir.

15. Başvurucular 27/6/2012 tarihinde Bursa 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) Bursa Valiliği ve Hazine aleyhine dava açmıştır. Başvurucular, Bursa ili Osmangazi ilçesi Alaşar köyünde bulunan 268, 329 ve 1941 parsel numaralı taşınmazlardan muadil olan birisinin adlarına tescil edilmesini, bunun mümkün olmaması hâlinde tazminat ödenmesini talep etmiştir.

16. Asliye Hukuk Mahkemesi 22/9/2014 tarihinde verdiği kararla tescil talebini reddetmiş, tazminat talebini ise kabul ederek başvurucular lehine 1.750.000 TL tazminata, dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, Yargıtay kararlarına atıfta bulunularak iskânen verilen taşınmazlarda mülkiyet hakkının iskân defterinin mülki amir tarafından onaylanmasıyla doğacağı, tahsis edilen taşınmazın tapuya işlenmemesinin sonuca bir etkisinin bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda, M.S. tarafından açılan davada Danıştayca verilen kararda başvurucuların eksik iskân hakkının aynen veya tazminen karşılanması gerektiğinin belirtildiği ifade edilmiş; kesinleşmiş Danıştay kararının aksinin tartışılmasının mümkün bulunmadığının altı çizilmiştir. Taşınmazın aynen tesliminin fiilî imkânsızlık sebebiyle mümkün bulunmadığının kabul edildiği kararda, bilirkişiler tarafından eşdeğer taşınmaz esas alınarak hesaplanan 1.750.000 TL'nin başvuruculara tazminat olarak ödenmesi gerektiği belirtilmiştir.

17. Başvurucular bu karara karşı temyiz yoluna müracaat etmemiştir. Davalı idarelerin temyiz istemini inceleyen Yargıtay 3. Hukuk Dairesi (Yargıtay) 4/11/2015 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesi kararını oyçokluğuyla bozmuştur. Kararın gerekçesinde, tescil isteminin reddine ilişkin hüküm fıkrasının temyizin konusunu teşkil etmediği vurgulanmıştır. Kararda, ihtilaf konusu taşınmazın tahsisinin mülki amir tarafından onaylanmasıyla mülkiyetin devrinin gerçekleştiği, iskân kaydının tapu siciline işlenmemesinin sonuca etkili olmadığı belirtilmiş; iskânen tahsisin mülkiyetin tescilden önce kazanıldığı hâllerden olduğu ifade edilmiştir. Demirkapı Mahallesi Yenibağlar mevkiindeki 5 dönüm tarlaya ait iskân kaydının herhangi bir parsele uygulanmadığına ve tapu kütüğünde kayıt oluşturulmadığına işaret edilen kararda, başvurucuların murislerinin 1935 yılında yapılan kadastro sonuçlarına itiraz etmek suretiyle iskân kaydının tapuya işlenmesini temin etmeleri gerektiği ifade edilmiştir. Kararda, murislerin zamanında kanuni haklarını kullanmadığının altı çizilmiş; taşınmazın davalılar adına tescil edilmemiş olması sebebiyle davalıların sebepsiz zenginleşmesinin söz konusu olmadığı vurgulanmıştır. Taşınmazın tahsis tarihinden sonra kadastroya ilişkin olarak dört kanunun yürürlüğe girdiğine işaret edilen kararda, tüm bu kanunlarda hak düşürücü sürelerin yer aldığı ve önceki tapu kayıtlarının hepsinin anılan kanunlardaki hak düşürücü sürelerin dolmasıyla tasfiye edildiği belirtilmiştir. Kararda, bu kanunlardan sonuncusu olan 21/6/1986 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nda öngörülen hak düşürücü sürelerin geçmesinden sonra Hazine aleyhine dava açılmasının hukuken mümkün bulunmadığı vurgulanmıştır. Borçlar hukukundaki haksız fiil, sebepsiz zenginleşme ve genel zamanaşımı sürelerinin de geçtiğinin belirtildiği kararda, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

18. Karara muhalif kalan bir üye ise Danıştay kararının gereğinin yerine getirilmesinin Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrası uyarınca zorunlu olduğunu ve Danıştay kararının yok hükmünde sayılamayacağını belirtmiştir. Muhalefet görüşünde, başvurucuların mülkiyet hakkını kazandığı ve Danıştay kararında da bunun teyit edildiği ifade edilmiş; idarenin Danıştay kararını uygulayacağı izlenimi yaratan birtakım işlemler tesis ederek başvurucularda beklenti yarattığı, dolayısıyla zamanaşımı definin ileri sürülmesinin mümkün olmadığı vurgulanmıştır. Karşıoy yazısında, başvurucuların hangisi olduğunu bilmediği bir taşınmaz için 3402 sayılı Kanun kapsamında dava açmaya zorlanamayacağına, imkânsız bir şeyi yapmasının başvuruculardan istenemeyeceğine işaret edilmiş; Danıştay kararının doğruluğunun sorgulanmasının Anayasa'nın 138. maddesiyle bağdaşmayacağına dikkat çekilmiştir. Karşıoy yazısında netice itibarıyla başvuruculara tazminat ödenmemesinin mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığı görüşü açıklanmıştır.

19. Bozma kararına uyan Asliye Hukuk Mahkemesi 2/5/2017 tarihinde bozma kararındaki gerekçeyle davayı reddetmiştir. İlk derece mahkemesi kararı Yargıtayın 11/4/2018 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Yargıtayın 25/12/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 11/1/2019 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

20. 16 Nisan 1340 (1924) tarihli ve 488 sayılı Mübadeleye Tabi Ahaliye Verilecek Emvali Gayri Menkule Hakkında Kanun'un 1. maddesi şöyledir:

"Mübadele suretiyle Yunanistan'dan gelen veya evvelce gelmiş olup mübadeleye tabi bulunan muhacirinden Yunanistan'da emvali gayrimenkule terkeylemiş olanlara mevaddı âtiyede münderiç şartlar ve nisbetler dahilinde ve sureti katiyede emvali gayrimenkule tefviz olunur."

21. 28/5/1928 tarihli ve 1331 sayılı Mübadil, Gayri Mübadil, Muhacir Vesaireye Kanunlarına Tevfikan Tefviz Veya Adiyen Tahsis Olunan Gayri Menkul Emvalin Tapuya Raptma Dair Kanun'un 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Mübadeleye tabi ahaliye verilecek emvali gayri menkule hakkındaki 16 nisan 1340 tarih ve 488 numaralı kanun ile 8 teşrini sani 1339 tarih ve 368 numaralı ve 13 mart 1926 tarih ve 781 numaralı kanunlarla kendilerine gayri menkul evmal tefviz ve icar edilmiş veya edilecek olan ve tefviz ve icra muameleleri Dahiliye veya mülga İskân vekâletince alelusul tasdik olunan mübadillerin ellerindeki tefviz vesikalarına mukabil tapu senedi verilir."

22. 1771 sayılı Kanun'un 1. maddesi şöyledir:

"16 nisan 1340 tarih ve 488 numaralı mübadeleye tabi ahaliye verilecek emvali gayri menkule hakkındaki kanunun ikinci maddesinin son fıkrasında yazılı hat dahilinde 1331 numara ve 28 mayıs 1928 tarihli mübadil, gayri mübadil ve muhacirlere tahsis olunan gayri menkullerin tapuya raptına dair kanunun birinci maddesinde gösterilen nisbetler kat'î tasfiyeye esastır.

Bu nisbetler dahilinde mevcut hükümlere tevfikan ittihaz edilmiş olan teffiz kararları kat'î ve muteberdir. Bu kanunun neşrinden sonra teffiz kararı ittihaz olunamaz. "

23. 1771 sayılı Kanun'un 7. maddesi şöyledir:

"Gerek iskânı adî gerek teffiz suretile mübadillere, muhacirlere ve harikzedelere temlik edilecek gayri menkuller tapu harcı alınmadan tapuya raptolunur."

24. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 156. maddesi şöyledir:

"Zamanaşımının kesilmesiyle, yeni bir süre işlemeye başlar.

Borç bir senetle ikrar edilmiş veya bir mahkeme ya da hakem kararına bağlanmış ise, yeni süre her zaman on yıldır."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Anayasa Mahkemesinin 21/9/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

26. Başvurucular, Bursa Valiliğinin 31/5/1932 tarihli muvakkat tasarruf vesikasının mülkiyet hakkını doğuran bir işlem olduğunu belirtmiş; mülkiyet hakkı yönünden zamanaşımının söz konusu olamayacağını ifade etmiş ve tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucular ayrıca kesinleşmiş Danıştay kararının uygulanmamasının mülkiyet hakkını ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.

27. Bakanlık görüşünde, tahsis tarihinin üzerinden 94 yıl, Danıştay kararının üzerinden 55 yıl geçtiği gözetildiğinde başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin kapsamında olup olmadığının incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Bakanlık, iskânen tahsisten sonra tescilin yapılmadığı ve Danıştay kararının icrasının da on yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu dikkate alındığında başvurucuların mülkünün bulunmadığını ileri sürmüştür. Bakanlık esasa ilişkin olarak ise başvurucuların iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğunu belirtmiş, ayrıca ilgili kurumlardan temin edilerek Anayasa Mahkemesine gönderilen bilgi ve belgelerin de dikkate alınması gerektiğini ifade etmiştir. Hazine ve Maliye Bakanlığının Bakanlık aracılığıyla gönderdiği yazıda, Asliye Hukuk Mahkemesi kararının hukuka uygun olduğu vurgulanmıştır.

28. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

B. Değerlendirme

29. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun esas şikâyetinin mülkün varlığını tespit eden Danıştay kararına rağmen taşınmazın teslim edilmemesine veya bunun alternatifi olarak tazminat ödenmemesine yönelik olduğundan başvurucunun tüm iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

31. Bakanlık; tahsis tarihinin üzerinden 94 yıl, Danıştay kararının üzerinden 55 yıl geçtiği gözetildiğinde başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin kapsamında olup olmadığının incelenmesi gerektiğini belirtmiştir.

32. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasında herkesin Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği hükmüne yer verilmiştir. Anayasa'nın geçici 18. maddesinde uygulama kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bireysel başvuruların kabul edileceği, 6216 sayılı Kanun'un 76. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise Kanun'un 45. ila 51. maddelerinin 23/9/2012 tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.

33. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini doğru olarak belirleyebilmek için kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek gerekir. Bu tespit yapılırken müdahaleyi oluşturan olaylar ve ihlal edildiği iddia olunan hakkın kapsamı birlikte değerlendirilmelidir (Zeycan Yedigöl [GK], B. No: 2013/1566, 10/12/2015, § 31).

34. Anayasa Mahkemesi ayrıca mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki müdahalelerin kural olarak anlık eylemler olup sürekli bir müdahale oluşturmadığını belirtmiştir (Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, § 114). Bununla birlikte somut olayda mülkten yoksun bırakma şeklinde bir müdahalenin varlığının kabul edilmesi mümkün değildir. Somut olayda başvurucular esas itibarıyla mülkünün varlığını tespit eden Danıştay kararının icra edilmemesinden yakınmaktadır. Mahkeme kararının icrası pozitif bir yükümlülük olup karar icra edilmediği sürece bireyler kararın icrasını isteyebilir. Dolayısıyla başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin kapsamında kaldığı değerlendirilmiştir.

35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

36. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ile fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60). Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26).

37. Somut olayda başvurucuların Yunanistan mubadili olan dedesine Bursa Valiliğince Demirkapı Mahallesi Yenibağlar mevkiinde bulunan ihtilaf konusu taşınmaz tahsis edilmiş, 31/5/1932 tarihli yazıyla da taşınmazın 1771 sayılı Kanun hükümleri uyarınca başvurucuların dedesi adına tescil edilmesi ilgili kurumlardan istenmiştir. Ancak anlaşılamayan bazı sebeplerden dolayı taşınmaz başvurucuların dedesi adına tescil edilmemiştir. Hak sahibinin mirasçısı olan başvurucuların babası taşınmazın adına tescili istemiyle yaptığı idari başvurunun reddine ilişkin işleme karşı açtığı davada Danıştay 18/11/1969 tarihli kararıyla idari işlemi iptal etmiş ve 5 dönüm tarlanın aynen veya başka bir yerde bu kadar bir arazi verilmesi suretiyle ya da tazminen davacının iskân hakkının tamamlanması gerektiğini belirtmiştir. Ancak bu karar icra edilmemiş, başvurucuların murisinin yaptığı idari başvurular da sonuçsuz kalmıştır.

38. Murisin ölümünden sonra bu sefer de başvurucular 18/12/2009 tarihinde Ertuğrulgazi Millî Emlak Müdürlüğüne başvurarak Danıştay kararının icra edilmesini talep etmiş ancak bu başvuru da bir netice doğurmamıştır. Başvurucular bunun üzerine Bursa ili Osmangazi ilçesi Alaşar köyünde bulunan 268, 329 ve 1941 parsel numaralı taşınmazlardan muadil olan birisinin adlarına tescil edilmesi, bunun mümkün olmaması hâlinde tazminat ödenmesi talebiyle Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi tescil talebinin reddine karar vermiş ise de başvurucular lehine tazminata hükmetmiştir. Hükmün idarelerce temyizi üzerine Yargıtay tazminat istemine münhasır kıldığı incelemesi sonucunda, Kadastro mevzuatındaki hak düşürücü süreler ile borçlar hukukundaki zamanaşımı sürelerinin dolduğu gerekçesiyle Asliye Hukuk Mahkemesi kararını bozmuştur. Asliye Hukuk Mahkemesi Yargıtay kararına uyarak tazminat istemini zamanaşımı gerekçesiyle reddetmiştir.

39. Yargıtay kararında ihtilaf konusu taşınmazın tahsisinin mülki amir tarafından onaylanmasıyla mülkiyetin devrinin gerçekleştiği, iskân kaydının tapu siciline işlenmemesinin sonuca etkili olmadığı belirtilmiş; iskânen tahsisin mülkiyetin tescilden önce kazanıldığı hâllerden olduğu ifade edilmiştir. Şu hâlde Bursa Valiliğinin 1771 sayılı Kanun hükümleri uyarınca 5 dönümlük taşınmazı tahsis etmesiyle birlikte başvurucuların dedesinin taşınmazın mülkiyetini kazandığı Yargıtayın kabulündedir. Ayrıca Danıştayın 18/11/1969 tarihli kararıyla da taşınmazın mülkiyetinin başvurucuların murisince kazanıldığı hususu teyit edilmiştir. Bu durumda Yunanistan mübadili olan A.nın alt soyları olan başvurucuların mülklerinin mevcut olduğu değerlendirilmiştir.

b. Genel İlkeler

40. Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir (AYM, E.2017/16, K.2019/64, 24/7/2019, § 43).

41. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; AYM, E.2020/80, K.2021/34, 29/4/2021, § 25).

42. Hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğünün sağlanabilmesi için ise devletin her türlü işlem ve eyleminin yargı denetimine açık olması gerekir. Nitekim Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde "İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır." denilmek suretiyle bu husus anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Ancak hukuk güvenliğinin ve hukukun üstünlüğünün sağlanması için devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulması yeterli olmayıp yargı mercileri tarafından verilen kararların gecikmeksizin uygulanması da gerekir. Yapılan yargısal denetim neticesinde bir işlemin hukuka aykırı olduğu tespit edilmesine rağmen işlemin iptali yönündeki kararın uygulanmaması, devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulmasını anlamsız hâle getirir. Zira hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğü sadece hukuka aykırılıkların tespit edilmesiyle değil bunların tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir (AYM, E.2012/73, K.2013/107, 3/10/2013).

43. Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasına göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu hükümde mahkeme kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare lehine herhangi bir istisnaya yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu makamlarınca zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoritelerine ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61).

44. Mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından Anayasa'nın 35. maddesi -Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere- mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71). Mülkiyet hakkı kapsamında nihai ve icrai nitelikteki bir yargı kararının uygulanmaması Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen hakkın korunmasına ilişkin söz konusu güvenceleri de ortadan kaldırmaktadır (Erol Aksoy (2) [GK], B. No: 2016/11026, 12/12/2019, § 71).

45. Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yönelik nihai bir yargı kararının uygulanmamasının ihlale yol açtığını daha önce çeşitli kararlarında kabul etmiş ve ilgili mahkeme kararını uygulamakla görevli kamu makamlarının kararın uygulanmasını engellemesinin veya kararın uygulanması için gerekli özeni göstermemesinin Anayasa'nın 35. maddesinin ihlali anlamına geldiğini vurgulamıştır (Erol Aksoy (2) §§ 75-84; Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, §§ 55-75; Mehmet Hocaoğlu, B. No: 2013/3207, 15/10/2015, §§ 59-74; Necdet Çetinkaya, B. No: 2013/7725, 24/3/2016, §§ 64-73; Ali Kayan, B. No: 2015/9814, 20/3/2019, §§ 69-75; Nebi Seyhan, [GK], B. No: 2018/27882, 27/10/2021, §§ 50-66).

c. İlkelerin Olaya Uygulanması

46. Danıştayın 18/11/1969 tarihli kararıyla, 1771 sayılı Kanun uyarınca hak kazanılan taşınmazın başvurucuların murisi adına tescili talebinin reddine ilişkin işlem iptal edilmiştir. Söz konusu kararda, başvurucuların murisinin mülkünün varlığı tespit edilmenin yanında 5 dönüm tarlanın aynen veya başka bir yerde bu kadar bir arazi verilmesi suretiyle ya da tazminen başvurucuların murisinin iskân hakkının tamamlanması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucular, bu kararın icra edilmemesinden şikâyet etmektedir.

47. İdari mahkemelerce iptal kararı verilmesi, idari işlemin hukuksal varlığını sona erdirir. Bununla birlikte idarenin iptal edilen işlemin etkilerini gidermek için -gerekirse yeni bir işlem tesis etmek de dâhil olmak üzere- her türlü tedbiri alma yükümlülüğü doğar. İdarenin bu yükümlülüğünün dayanağı kuşkusuz Anayasa'nın emredici nitelikteki 138. maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Nitekim 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da işlemi tesis eden idarenin iptal kararının gereğini gecikmeksizin ve her hâlde kararın kendisine ulaştığı tarihten itibaren otuz gün içinde yerine getirmesi gerektiği hükme bağlanmaktadır. Dolayısıyla kamu otoriteleri aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının bulunduğu açıktır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Nebi Seyhan, § 51; Alaeddin Bayram, B. No: 2019/25857, 31/3/2022, § 29).

48. İptal kararının uygulanmasının anayasal olarak zorunlu olduğu hususunda duraksama bulunmamakla birlikte bazı hâllerde kararın ne şekilde uygulanacağı açık olmayabilir. Bu gibi durumlarda idarenin mahkeme kararının nasıl uygulanacağını belirleme hususunda belli ölçüde takdir yetkisine sahip olduğunun kabulü gerekir. Bununla birlikte idarenin sahip olduğu bu takdir yetkisi hiçbir zaman işlemin uygulanmasından kaçınılacak bir yöntemin tercih edilmesini içermemektedir (Şeyhmus Altuğrul, B. No: 2017/38317, 13/1/2021, § 60).

49. İdari mahkeme kararının uygulanıp uygulanmadığının incelenmesinde davanın konusunun ve iptal kararının gerekçesinin tespiti önem taşımaktadır (Nebi Seyhan, § 54). Somut olayda Danıştayda görülen davanın konusu, 1771 sayılı Kanun uyarınca hak kazanılan taşınmazın tescili talebinin reddine ilişkin işlemdir. Danıştay kararında başvurucuların murisinin hakkının varlığı tespit edilerek idari işlem iptal edilmiştir. Tescil talebinin reddine ilişkin işlemi iptal eden karar, kural olarak tescil talebinde bulunulan taşınmazın talep sahibi adına tescil edilmesi suretiyle icra edilir. Bununla birlikte Danıştayın anılan kararında, başvurucuların murisinin talep ettiği taşınmazın aynen verilmesinin mümkün olmaması hâlinde başka bir yerden eşdeğer bir taşınmaz verilmesi ya da tazminat ödenmesi suretiyle de başvurucuların murisinin iskân hakkının gereğinin yerine getirilebileceği belirtilmiştir.

50. Mahkeme kararının aynen ifasının hukuki ve fiilî imkânsızlıklar sebebiyle mümkün olmadığı hâllerde aynen ifanın yerine ikame edilmek üzere farklı alternatiflerin geliştirilmesinin önünde anayasal bir engelin bulunmadığı belirtilmelidir. Ancak bir iptal kararını icra etmenin fiilen veya hukuken imkânsız olduğu olağanüstü koşullarda dahi idarenin söz konusu yükümlülüğü ortadan kalkmamaktadır. Aynen icranın önünde bu gibi engellerin mevcut olduğu durumlarda icra biçiminde değişikliğe gidilmesi mümkün olsa da bunun, ilgilinin yeniden yargıya başvurmasına gerek kalmayacak şekilde yapılmasına ve alternatif tedbirin kişiye sağlayacağı tatminin aynen icraya nazaran bariz bir nispetsizlik içinde olmamasına özen gösterilmelidir. İdare, hukuki veya fiilî imkânsızlıklar olsa dahi her durumda kararı uygulamak için elinden gelen tüm gayreti gösterdiğini ve kararı uygulama önündeki engellerin aşılamaz olduğunu ispatlamak zorundadır. İdare, bunun ardından ilgiliye eski hâle getirme (restitutio in integrum) ilkesine göre en uygun alternatif çözümü önererek söz konusu karara uyma iradesinde olduğunu açıkça ortaya koymalıdır (bazı farklarla birlikte bkz. Erol Aksoy (2), § 53; Nebi Seyhan, § 56; Alaeddin Bayram, § 33).

51. Somut olayda idare, talep edilen taşınmazı başvurucuların murisi adına tescil etmediği gibi başka bir yerden emsal bir taşınmaz verilmesi ya da tazminat ödenmesi seçeneğini de değerlendirmemiştir. Bu durumda Anayasa Mahkemesince incelenecek mesele somut olayda mahkeme kararının aynen icrasında hukuki veya fiilî imkânsızlık hâllerinin bulunup bulunmadığı, bu hâllerden biri varsa alternatif ifa araçlarının denenip denenmediğidir.

52. Başvurucular devam eden (mahkeme kararının icra edilmemesinden kaynaklanan) ihlalin giderimi için Asliye Hukuk Mahkemesinde terditli olarak tescil veya tazminat talepli olarak dava açmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi taşınmazın aynen tesliminin fiilî imkânsızlık sebebiyle mümkün bulunmadığı kanaatine vararak davanın bu kısmını reddetmiş, tazminat istemini ise kabul ederek başvuruculara tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Başvurucuların dedesine tahsis edilen taşınmazın 1935 tarihinde yapılan kadastroda herhangi bir parsele uygulanmadığı gözetildiğinde Asliye Hukuk Mahkemesinin aynen teslimin imkânsız olduğu yolunda ulaştığı kanaatten ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Nitekim başvurucular da Asliye Hukuk Mahkemesi kararını temyiz etmemiş, Yargıtay tarafından yapılan temyiz denetimi tazminat hükmüne münhasır kılınmıştır. Dolayısıyla bu aşamadan sonra yapılacak inceleme alternatif ifa araçlarının denenip denenmediğinin tespitine yönelik olacaktır.

53. Danıştay kararında da işaret edildiği üzere taşınmazın aynen tesliminin alternatifi başvuruculara tazminat ödenmesidir. Nitekim Asliye Hukuk Mahkemesi Danıştay kararındaki tespitin aksinin tartışmaya açık olmadığına vurgu yaparak bilirkişi marifetiyle tespit ettiği tazminat tutarının başvuruculara ödenmesine hükmetmiştir. Gelgelelim Yargıtay başvurucuların tazminat talebinin zamanaşımına uğradığını kabul ederek tazminat talebi yönünden de davanın reddedilmesi gerektiğine karar vermiştir. Yargıtay başvurucuların dedesine iskânen tahsis edilen 5 dönümlük taşınmazın mülkiyetinin başvurucuların dedesince kazanıldığını kabul etmiş fakat müstehiklerin taşınmazın tapu sicilinde tescil edilmesi için hiçbir girişimde bulunmadığına vurgu yapmıştır. Yargıtaya göre taşınmazın davalılar adına tescil edilmemiş olması sebebiyle davalıların sebepsiz zenginleşmesi söz konusu değildir. Ayrıca taşınmazın tahsis tarihinden sonra kadastroya ilişkin olarak yürürlüğe giren dört kanunda da hak düşürücü süreler yer almış ve önceki tapu kayıtlarının hepsi anılan kanunlardaki hak düşürücü sürelerin dolmasıyla tasfiye edilmiştir. Bu kanunlardan sonuncusu olan 3402 sayılı Kanun'da öngörülen hak düşürücü sürenin geçmesinden sonra Hazine aleyhine dava açılması hukuken mümkün bulunmamaktadır. Yargıtay ayrıca borçlar hukukundaki haksız fiil, sebepsiz zenginleşme ve genel zamanaşımı sürelerinin de geçtiğini belirterek davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

54. Öncelikle bireysel başvuruya konu uyuşmazlığın kadastroda yapılan bir tespite yönelik olmadığının altı çizilmelidir. Başvurucular 1771 sayılı Kanun'dan doğan ve Danıştayın 1969 tarihli kararıyla da varlığı tespit edilen hakkın teslimini talep etmiştir. Ayrıca gelinen nokta itibarıyla tescil talebi uyuşmazlık konusu olmaktan çıkmış, uyuşmazlık tazminat istemiyle sınırlı hâle gelmiştir. Dolayısıyla kadastro tespitlerinden kaynaklı uyuşmazlıklara özgü hükümler içeren 3402 sayılı Kanun'daki hak düşürücü sürelerin tatbik edilerek tazminat uyuşmazlığının çözümlenmesinin öngörülebilir bir yorum olmadığı değerlendirilmiştir.

55. Öte yandan başvurucuların tazminat talebinin borçlar hukukundaki haksız fiil, sebepsiz zenginleşme veya genel borç ilişkisi hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesi de başvurucular lehine verilen mahkeme kararının icrasını önlemiştir. Kuşkusuz başvurucuların talep ettiği tazminatın dayanağı olan ilişkinin niteliğini tespit etmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir ve uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarını yorumlamak derece mahkemelerinin ve Yargıtayın yetkisindedir. Ancak derece mahkemelerinin ve Yargıtayın yorumlarının idarenin mahkeme kararını icra yükümlülüğünü ortadan kaldırıp kaldırmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevidir.

56. Somut olayda Danıştay kararı gereğince ödenmesi gereken tazminatın hukuki dayanağının yeniden tartışmaya açılması ve bunun haksız fiil, sebepsiz zenginleşme veya genel borç ilişkisi hükümleriyle ilişkilendirilmesi kamu otoritelerinin mahkeme kararlarını icra etme anayasal ödevinin gözardı edilmesine sebebiyet vermiştir. Vurgulanmalıdır ki idare aleyhine ifa emri içeren mahkeme kararlarının icra edilmesi kamu otoritelerinin anayasal yükümlülüğüdür. İdare, mahkeme kararının gereğini, kararın lehine verdiği kişiyi başka bir merciye başvurmaya mecbur bırakmadan ve gecikmeksizin yerine getirme zorunluluğu altındadır. Bu bağlamda idarenin Danıştay kararının icrası için herhangi bir girişimde bulunmamış olması Anayasa'nın 138. maddesiyle bağdaşmadığının altı çizilmelidir.

57. Bununla birlikte idarenin kararı icra etmediğini gözeten başvurucuların, idarenin bu anayasal yükümlülüğünün ifasını sağlamaya yönelik olarak somut olaydaki davayı açtıklarının hatırdan çıkarılmaması gerekir. Dolayısıyla bu davada, taşınmazın aynen tesliminin alternatifi bir icra aracı olarak tespit edilen tazminatın hukuki dayanağının tartışılması kesin hüküm hâlini almış Danıştay kararının sorgulanması sonucunu doğurur. Söz konusu Danıştay kararının icra edilememesi sebebiyle açıldığı anlaşılan tazminat davasında mahkemeye düşen görev; idarenin ifa yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini incelemek, yerine getirmemişse ifa yükümlülüğünü ortadan kaldıran bir hâlin mevcut olup olmadığını irdelemek, böyle bir hâl yoksa tazminat miktarını hesaplayarak buna hükmetmekten ibarettir.

58. Yargıtay kararı incelendiğinde idarenin Danıştay kararını icra yükümlülüğünü ortadan kaldıran bir olgunun varlığından söz edilmediği görülmektedir. Yargıtay kararında esas itibarıyla Danıştayın bu meseleyi karara bağlama yetkisinin bulunmadığından bahsedilerek Danıştay kararıyla çözüme kavuşturulan meselenin yeniden tartışmaya açıldığı görülmektedir. Yukarıda belirtildiği üzere bireysel başvuruya konu yargılamada yargı merciinin görevi Danıştay kararının doğruluğunu tartışmak değil bu kararın icrası yükümlülüğünü ortadan kaldıran bir hâlin mevcut olup olmadığını incelemektir. Bu itibarla yargı mercilerinin başvurucuların tazminat hakkının doğup doğmadığını yeniden tartışmaya açması Anayasa'nın 138. maddesiyle uyumlu bulunmamıştır.

59. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Yargıtay kararında bahsedilmese de Bakanlık görüşünde mahkeme ilamlarının on yıllık zamanaşımına tabi olduğu belirtilmiştir. Bu durumda Bakanlık görüşünde sözü edilen 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrasındaki on yıllık zamanaşımı süresinin Danıştay kararının icrası zorunluluğunu ortadan kaldırıp kaldırmadığının da incelenmesi gerekir.

60. 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrası özel hukuktan doğan borç ilişkilerini düzenlemekte olup sözü edilen Kanun'da geçen zamanaşımı kavramının yine anılan Kanun'un kapsamına giren özel borç ilişkilerine ilişkin olduğuna dikkat çekilmelidir. Özel borç ilişkilerinde zamanaşımı süresinin geçmiş bulunması, alacağı kendiliğinden sona erdirmemekte, sadece borçluya bir defi hakkı vermektedir. Borçlunun zamanaşımı defini öne sürmesi durumunda borç sona ermeyip eksik borç hâline dönüşmektedir. Zamanaşımı definin ileri sürülmesi, zamanaşımına uğramış borcun borçlusuna, borcu ifadan kaçınma hakkı tanımaktadır. Borçlunun zamanaşımı defini ileri sürmesi durumunda hâkim davayı reddetmek zorunda kalmakta, alacak varlığını sürdürse de takip edilebilir olmaktan çıkmaktadır (AYM, E. 2014/85, K. 2014/103, 6/4/2014).

61. Özel borç ilişkisinin tarafları resen icra yetkisi bulunmayan ve cebir kullanarak hakkını elde etmesi yasaklanan eşit düzeydeki kişilerden oluşmaktadır. Hukuk devletinde bir özel hukuk borcunun rızaen ödenmemesi hâlinde alacaklının alacağını zorla tahsil etmesi yasaklanmış, bunun yerine devletin oluşturduğu cebri icra mekanizmasına başvurması zorunluluğu getirilmiştir. Devletin cebri icra mekanizması kapsamında kanunlar çerçevesinde tanınan yetkilerini kullanarak alacaklının alacağını borçludan tahsil etmesi öngörülmüştür. Bununla birlikte borcun ödenmesi yükümlülüğünün doğmasının üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra artık bunun tahsili için devletin cebri icra mekanizmasının harekete geçirilmesindeki kamu yararı önemini yitirmektedir. Bu nedenle kanunlarla belirlenen zamanaşımı süresinin dolmasından sonra borçlunun zamanaşımı defini ileri sürmesi hâlinde -borç ortadan kalkmasa bile- devletin cebri icra mekanizmasının artık harekete geçirilmemesi gerektiği kabul edilmektedir.

62. Özel kişiler arasındaki borçlar yönünden alacağın belli bir süreden sonra takip edilebilir olmaktan çıkması anayasal yönden haklı temellere dayansa da aynı durumun kamu otoritelerinin anayasal yükümlülüklerinin ihlalinden doğan borçları yönünden kabulü mümkün değildir. Kamu otoritelerinin borçlarını ifa etmesi, bu bağlamda yargı kararıyla devlet aleyhine hükmedilen tazminatı ödemesi devlet olma olgusundan kaynaklanan bir yükümlülüktür. Kamu otoriteleri egemen güç olan devletin organları mahiyetindedir. Vatandaşları ve sahip olduğu toprak parçası üzerinde yaşayan diğer kişiler üzerinde egemenlik yetkisine sahip olan devletin borçlarını ödememesi düşünülemez. Devletten alacağı olan kişinin kendi imkânlarıyla bu alacağını tahsil etmesi mümkün olmadığı gibi özel kişiler arasındaki borç ilişkilerinden farklı olarak alacağının tahsili için borçlu (devlet) dışında başvurabileceği bir merci de bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle borçlunun siyasi birliğin kurucusu niteliğindeki devlet olduğu hâllerde alacaklı alacağının tahsili konusunda bir ölçüde çaresiz bir pozisyondadır. Borçlunun bu çaresizliğinin farkında olan devletin, iradesinin ürünü olan kanuni düzenlemelere uyması ve borcunu, alacaklıyı herhangi bir merciye başvurmak zorunda bırakmadan ödemesi gerekir. Devletin anayasal ve kanuni yükümlülüklerine uymamasından lehine haklar çıkarması saygınlığına gölge düşürür.

63. Şu hâlde 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrasının Danıştay kararının icrası yükümlülüğünü ortadan kaldırdığı kabul edilmez. Mahkeme kararıyla tespit edilen tazminat ödeme yükümlülüğünün yerine getirilmemesi Anayasa'nın 138. maddesinin yanında 35. maddesini ağır biçimde ihlal etmektedir. İdarenin anayasal yükümlülükleri ağır bir biçimde ihlal eden tazminatın ödenmesinin geciktirilmesi fiilinden lehine haklar çıkarması hukuk devleti ilkesiyle bağdaştırılamamıştır. Belirtilmelidir ki idarenin mahkeme kararını icra etme yükümlülüğü belli bir sürenin geçmesiyle ortadan kalkmaz. Özel kişiler arasındaki borç ilişkilerinden doğan ve ilama bağlanmış borçların takip hakkının belli bir süreyle sınırlanması yukarıda açıklanan gerekçelerle makul görülse de üstün kamu gücü yetkileriyle donatılan kamu otoritelerinin mahkeme ilamına bağlanmış borçlarını zamanaşımı gerekçesiyle ödemeyi reddetmesi kabul edilebilir değildir.

64. Sonuç olarak başvurucuların 1771 sayılı Kanun'dan doğan ve varlığı Danıştay kararıyla tespit edilen 5 dönümlük taşınmazın tapusunu edinme hakkının aynen teslimin sağlanamamasının alternatifi olarak tazminata hükmedilmesi isteminin zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi Anayasa'nın 35. maddesiyle bağdaşmamaktadır.

65. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Giderim Yönünden

66. Başvurucular, ihlalin tespit edilmesini ve taşınmazın rayiç değerince tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

67. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

68. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

69. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

70. İncelenen başvuruda, aynen ifaya alternatif olarak başvuruculara tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlal idarenin eylemsizliğinden kaynaklanmıştır. Bununla birlikte mahkemeler de ihlali giderememiştir.

71. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

72. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamaya hükmedilmesinin yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucuların maddi tazminat talebi reddedilmiştir.

73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDELEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Bursa 5. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2017/80, K.2017/161) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tazminat talebinin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/9/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

FERAMUZ YILDIRIM BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2019/21279)

 

Karar Tarihi: 27/10/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 3/2/2023-32093

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Feramuz YILDIRIM

Vekili

:

Av. Fahrettin PİYADE

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, mahkemece hükmedilen kamulaştırma bedelinin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 26/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

4. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

6. Başvurucu 1938 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir. Başvurucunun Ankara ili Çankaya ilçesi Aşağı Öveçler Mahallesi'nde bulunan ve 1962 yılında inşa edildiği iddia edilen gecekondusu Kara Harp Okulu genişleme sahası içinde kalması sebebiyle Millî Savunma Bakanlığı (İdare) tarafından 1974 yılı içinde kamulaştırılmıştır. Üzerinde gecekondunun bulunduğu taşınmazın mülkiyetinin başvurucuya ait olduğuna ilişkin olarak herhangi bir tapu kaydı örneği başvuru dosyasında yer almamaktadır. Başvurucu 28/10/1974 tarihinde Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde İdare aleyhine kamulaştırma bedelinin artırılması davası açmıştır. Anılan Mahkemece 30/12/1975 tarihinde verilen kararla kamulaştırma bedeli 37.014 TL olarak belirlenmiştir.

7. İdare, Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesince hükmedilen 37.014 TL kamulaştırma bedelini başvurucu adına açılan bir banka hesabına yatırmıştır. Başvurucunun iddiasına göre İdarece kamulaştırmadan vazgeçilmesi sebebiyle bu tutar tahsil edilememiştir.

8. Başvurucunun gecekondusu, İdarenin isteği üzerine Ankara Belediyesi tarafından 1982 yılında yıktırılmıştır. Başvurucu, gecekondunun ve ağaçların bedelinin tazmini istemiyle 17/6/1982 tarihinde Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Anılan davanın sonucunda 12/11/1987 tarihinde verilen kararla gecekondu ve ağaçların bedeli 400.000 TL olarak tespit edilmiş, daha önce başvurucu adına açılan banka hesabına yatırılan 37.014 TL'nin mahsubuyla kalan 362.986 TL ile 18.300 TL yargılama giderinin İdare tarafından başvurucuya ödenmesine hükmedilmiştir. Karar 21/1/1988 tarihinde kesinleşmiştir.

9. Başvurucu 3/8/2014 tarihinde İdareye başvurarak Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12/1/1987 tarihli kararıyla hükmedilen tazminatın ödenmesini talep etmiştir. İdare tarafından ilama bağlanan alacağın 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 156. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca karar tarihinden itibaren on yıl geçmekle zamanaşımına uğradığı, bu nedenle dilekçeyle ilgili olarak yapılacak bir işlemin bulunmadığı 21/10/2014 tarihli yazıyla başvurucuya bildirilmiştir.

10. Başvurucu, ilamda yer alan toplam 361.286 TL'nin yasal faiziyle birlikte tahsili amacıyla 9/2/2016 tarihinde Ankara 32. İcra Dairesi Müdürlüğünde (İcra Dairesi) ilamlı icra takibi başlatmıştır. İcra Dairesi 9/2/2016 tarihinde 361.286 TL asıl alacak ile 3.330.893,59 TL faiz için İdareye ödeme emri göndermiştir.

11. İdare, icranın durdurulması istemiyle 23/2/2016 tarihinde Ankara 3. İcra Hukuk Mahkemesinde (İcra Hukuk Mahkemesi) şikâyet yoluna müracaat etmiştir. Dava dilekçesinde, ilama bağlı alacağın on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu belirtilmiştir.

12. İcra Hukuk Mahkemesi 29/2/2016 tarihinde şikâyeti kabul ederek icranın geri bırakılmasına hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrası ile 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu'nun 39. maddesinin birinci fıkrasına atıfta bulunularak ilama bağlı alacakların ilam tarihinden itibaren on yıl geçmekle zamanaşımına uğrayacağı belirtilmiştir. Kararda, takibe konu kararın 21/1/1988 tarihinde kesinleştiği, buna göre 9/2/2016 tarihinde yapılan takibin zamanaşımı süresinden sonra olduğu ifade edilmiştir.

13. Başvurucu, bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, zamanaşımının 6098 sayılı Kanun'un 153. maddesinin birinci fıkrasının (5) ve (6) numaralı fıkraları uyarınca durduğunu savunmuştur. Temyiz dilekçesinde, mülkünün zorla elinden alındığı ve mülkiyete bağlı istihkak davalarında zamanaşımının söz konusu olamayacağını iddia etmiştir. Başvurucu ağır bir hastalık geçirdiğini belirttiği temyiz dilekçesinde; İcra Hukuk Mahkemesinin alacağın tahsil edilmemesinin gerçek sebebini, alacağın zamanaşımına tabi olup olmadığını ve -tabiyse- zamanaşımını kesen veya durduran sebeplerin bulunup bulunmadığını araştırmadan karar verdiğini ileri sürmüştür. Temyiz dilekçesinde ayrıca somut olayda dosya üzerinden inceleme yapılmasının hak arama hürriyetini ihlal ettiğini belirtmiştir. Temyiz dilekçesinde son olarak alacağının Anayasa'nın koruması altında olan mülkiyet hakkına devlet tarafından el konulmasından doğduğunu, devletin borcunun zamanaşamına uğramasının söz konusu olamayacağını ifade etmiştir.

14. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi (Daire) 18/10/2018 tarihinde İcra Hukuk Mahkemesi kararını onamıştır. Karar düzeltme istemi de Daire tarafından 2/5/2019 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 2/6/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

15. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 19. maddesinin son fıkrası şöyledir:

"Başkası adına tapulu, sahipsiz ve/veya zilyedi tarafından iktisap edilmemiş yerin kamulaştırmasında binaların asgarî levazım bedeli, ağaçların ise 11 inci madde çerçevesinde takdir olunan bedeli zilyedine ödenir."

16. 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesi şöyledir:

"Zamanaşımının kesilmesiyle, yeni bir süre işlemeye başlar.

Borç bir senetle ikrar edilmiş veya bir mahkeme ya da hakem kararına bağlanmış ise, yeni süre her zaman on yıldır."

17. 2004 sayılı Kanun'un 39. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"İlama müstenit takip, son muamele üzerinden on sene geçmekle zamanaşımına uğrar."

18. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 8/6/2021 tarihli ve E.2019/5594, K.2021/4831 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Davacı vekili, vekil edeninin tapulama harici alanda kalan yerlere, 3 katlı altı ambar üstü ev, ahır, wc, garaj, kümes ve bahçe yaptırdığını, bahçeye de meyve ağaçları diktiğini, DSİ'nin taşınmazın bulunduğu köyde Karkamış Barajı nedeniyle kamulaştırma yaptığını belirterek, dava konusu yerde vekil edeni tarafından yapılan/dikilen muhdesatların vekil edenine ait olduğunun tespitine karar verilmesini istemiştir.

...

Bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur (4721 s.lı TMK. mad. 684/1). Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar. Bu mülkiyet kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere kalıcı yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer (TMK mad. 718). 22.12.1995 tarih ve 1/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulandığı gibi Eşya Hukukunda, muhdesattan, bir arazi üzerinde kalıcı yapı ve tesisler ile bağ ve bahçe şeklinde dikilen ağaçları anlamak gerekir. Muhdesat, şahsi bir hak olup (TMK 722, 724, 729 m.ler), sahibine arazi mülkiyetinden ayrı bağımsız bir mülkiyet veya sınırlı bir ayni hak bahşetmez. Taşınmaz üzerindeki kalıcı yapı, ağaç gibi bütünleyici parça niteliğindeki muhdesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyetinin varlığından söz edilemez. Açıklanan bu ilke ve esaslara göre, kural olarak muhdesatın arz malikinden başkasına aidiyetinin tespiti istenemez.

Tespit davası, kendine özgü davalardan olup dava sonucunda istihsal edilecek ilamın icra ve infaz kabiliyeti bulunmamaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da bu davaların uygulama alanı sınırlıdır. Bilindiği üzere, tespit davalarının görülebilmesi için güncel hukuki yararın bulunması (6100 s.lı HMK mad.106/2) ve dava sonuçlanıncaya kadar da güncelliğinikaybetmemesi gerekir. Tespit davaları eda davalarının öncüsüdür, bu nedenle eda davası açılmasının mümkün olduğu hallerde, tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı kabul edilmektedir. Hukuki yararın bulunması dava şartı olup, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülebileceği gibi, hakim tarafından da re'sen gözetilir. Hukuki yararın bulunmadığının tespiti halinde davanın, dava şartı yokluğu gerekçesiyle usulden reddine karar verilmelidir (HMK mad.114/1-h, 115).

Öğretide ve Yargıtayın devamlılık gösteren uygulamalarında, taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davasının, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunması gibi istisnai durumlarda muhdesatın tespiti davasının açılmasında güncel hukuki yararın bulunduğu kabul edilmektedir.

...

... 26.05.2004 tarihli ve 5177 sayılı Kanun'un 35. maddesi ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 19. maddesine eklenen ek fıkra hükmüne göre, başkası adına tapulu veya tapusuz bir taşınmazın kamulaştırılması halinde, taşınmazda malik olmayan ancak üzerindeki muhdesatı meydana getiren kişilere muhdesatın kamulaştırma bedelinin kendisine verilmesini sağlama amacıyla tespit davası açma hakkı tanınmış ise de, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki, kamuya ait mera, yaylak, kışlak, genel harman yeri, orman, aktif dere yatağı niteliğindeki taşınmazların özel mülkiyete konu olamayacakları, bu taşınmazların zilyetlikle edinilemeyecekleri, bu nedenle bu nitelikteki taşınmazlar üzerinde meydana getirilen muhdesatlara da hukuki değer verilemeyeceği gözönünde bulundurulmalıdır.

Bunun yanında, talebin niteliği gözetilerek davacının talebinin bir yandan da mülkiyet hakkının ihlali açısından incelenmesi gerektiğinden (Anayasa Mahkemesinin 29.05.2019 tarihli ve 2016/58283 numaralı Mehmet Emin Öztekin başvurusu), davacının, Hazineye ait ve özel mülkiyete konu olamayacak bir taşınmazı kullanması sebebiyle haksız zilyet durumunda olduğu açık olmakla birlikte, mülkiyet hakkı sahibi davalı tarafça davacının taşınmazdan tahliyesi yoluna gidilip gidilmediğinin, ecrimisil bedeli tahsil ettirilip ettirilmediğinin, davacının ev ve havuz yaparak, ağaç dikerek ve yetiştirerek taşınmazı kullanması nedeniyle muhdesatların davacı yararına ekonomik bir değerinin bulunduğundan, ağaçlar yönünden davacının Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin bulunup bulunmadığı, yapılan müdahalenin kanunilik ölçütünü taşıyıp taşımadığı, müdahalede kamu yararına dayalı bir amaç olup olmadığı hususları yanında davacının mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi, bu değerlendirmede ölçülülük ilkesinin elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluştuğunun gözetilmesi, özellikle kamusal makamların tutum ve davranışlarının inceleme konusu yapılması, olayın gelişiminde kamu makamlarının edilgen tutumu sebebiyle bütün zarara tek başına davacının katlanması sonucuna yol açılıp açılmayacağının, şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yükleyip yüklemeyeceğinin, davacının mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin davacı aleyhine bozulup bozulmadığının ve müdahalenin ölçülü olup olmadığının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Somut olaya gelince; Mahkemece davacının tespitini istediği bir kısım muhdesatların harman yeri niteliğinde olan 126 ada 318 parsel sayılı taşınmazda kaldığı gerekçesi ile bu kısımlara yönelik davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir. Şöyle ki, az yukarıda bahsedilen açıklamalar ışığında, Devletin hüküm ve tasarrufunda olan bu taşınmazlar üzerinde meydana getirilen muhdesatlara hukuken değer verilemeyeceği hususu dikkate alınırken, mülkiyet hakkının ihlali ve davalı mülkiyet sahibi Hazinenin davacıları meşru bir beklenti içerisine sokup sokmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. O halde, Mahkemece yapılacak iş, hükme esas alınan 22.02.2019 tarihli fen bilirkişi raporu ve ekinde gösterilen ve DSİ’nin irtifak/kamulaştırma alanında kaldığı belirtilen, E, H ve İ harfleri ile harman yeriniteliğindekitaşınmazda yer alan muhdesatlarda, dava tarihinden önce ya da sonra dikildiğinin tespiti açısından H harfi ile gösterilen yerde kalan ağaçların yaşları da, tereddüte mahal bırakılmayacak şekilde tespit edilerek, özellikle yukarıda yazılı mülkiyet hakkının ihlali bakımından inceleme, araştırma ve değerlendirme yapılarak, davalı mülkiyet sahibi Hazinenin, davacının bu haksız kullanımına karşı suskunluk ve eylemsizliği var ise bunun davacıları meşru bir beklenti içerisine sokup sokmadığı konusunda, Mahkeme görüşünün ortaya konulması, ağaçların yaşlarına göre dava tarihinden sonra dikilenlerin tespit edilmesi, ondan sonra toplanan ve/veya toplanacak tüm delillerin sonucuna göre bir hüküm verilmesi olmalıdır. Mahkemece böylesine bir araştırma ve soruşturma yapılmadan, eksik araştırma ve soruşturma ile yazılı şekilde hüküm verilmesi usul ve Yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

..."

B. Uluslararası Hukuk

19. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

20. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kamulaştırmasız el atmanın hukukilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını çeşitli kararlarında kabul etmiştir (Papamichalopoulos ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 14556/89, 24/6/1993; Guisso-Gallisay/İtalya [BD], B. No: 58858/00, 22/12/2009; Sarıca ve Dilaver/Türkiye, B. No: 11765/05, 27/5/2010).

21. AİHM'e göre mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda Sözleşme'nin 6. maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 34). AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54).

22. AİHM, idarenin pozitif tedbirler almasını gerektiren mahkeme kararının gereğini mümkün olduğunca erken yerine getirebilmesi için ilgili taraflardan ek belgeler istemesinin makul olduğunu belirtmiştir. AİHM'e göre idari organların kararın icrası için zorunlu olan belgelerin bulunmadığı durumlarda icrayı hızlandırmak amacıyla ilgili taraflardan belge istemesi meşru görülmelidir. Belirtilen amaç, hiç kuşku yoktur ki başvurucunun da lehinedir. Diğer yandan dosya incelendiğinde idarenin bilgi ve belge talebi nihai kararın icrasından kaçınma ya da uygulanmasını gereksiz yere geciktirme amacı taşıdığı sonucu çıkarılabiliyorsa Sözleşme'nin 6. maddesinin etkililiği ciddi bir biçimde sarsılmış olur (Kosmidou/Yunanistan, B. No: 32141/04, 8/11/2007, § 24).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Anayasa Mahkemesinin 27/10/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

24. Başvurucu, savunması alınmadan alacağın zamanaşımına uğradığının kabulüyle hüküm kurulmasının hak arama özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür. İcraya konu ilamdaki alacağın Anayasa'nın koruması altındaki mülkiyet hakkına ilişkin olduğunu vurgulayan başvurucu; bedeli ödenmeden yapılan kamulaştırmanın geçersiz olduğunu, mülkiyet hakkına ilişkin alacakların zamanaşımına uğramasının söz konusu olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu, anılan alacağın zamanaşımına tabi olduğu kabul edilse bile alacak üzerinde intifa hakkına sahip olması nedeniyle 6098 sayılı Kanun'un 153. maddesinin birinci fıkrasının (5) numaralı bendi uyarınca zamanaşımının işlemeyeceğini savunmuştur. Başvurucuya göre 2004 sayılı Kanun'un 82. maddesinde devlet mallarının haczinin yasaklanması sebebiyle devletin rızaen ödeme yapması haricinde alacağın devletten tahsili mümkün olamamakta, dolayısıyla ödeme yapılana kadar alacak, devletin intifasında kalmaktadır. Başvurucu sonuç olarak tapulu taşınmazına devlet tarafından el konulduğunu ve taşınmazının bedelinin ödenmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

25. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

26. Anayasa'nın ''Kamulaştırma'' kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

"Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır."

27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının yanında adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürdüğü tüm iddiaların mülkiyet hakkının usul güvenceleri kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Recai AKYEL, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN ve Muhterem İNCE bu görüşe katılmamışlardır.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

29. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54). Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

30. Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve ekonomik değerleri koruyan bir temel haktır. Kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma beklentisi -bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- mülkiyet kavramı içinde değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 36).

31. Somut olayda ihtilaf konusu gecekondunun üzerinde inşa edildiği taşınmazın başvurucunun mülkiyetinde olduğunu gösteren herhangi bir tapu kaydı, başvurucu tarafından ibraz edilmemiştir. Dolayısıyla üzerinde gecekondunun bulunduğu taşınmazın başvurucunun mülkiyetinde olduğu söylenemeyecektir.

32. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi daha önce pek çok kararında şehir planlaması ile ilgili düzenlemelere aykırı şekilde inşa edilmesi sebebiyle idari makamlarca yapının her an yıkılması mümkünken bu yönde bir girişimde bulunulmaması ve önlem alınmaması, uzunca bir süre bu duruma sessiz kalınması, esasen yapı sebebiyle vergi tahsil edilmesi veya yapının kamu hizmetlerinden yararlandırılması suretiyle bu alanlarda sosyal ortam ve aile ortamının oluşturulmasına izin verilmesi hâlinde, inşa edilen yapının kullanılmasından kaynaklanan ekonomik değerin Anayasa'nın 35. maddesi çerçevesinde önemli bir mal varlığı değeri ve dolayısıyla bir mülk oluşturduğunun kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir (birçok karar arasından bkz. Ayşe Öztürk, B. No: 2013/6670, 10/6/2015, § 85; Nazif Kılıç, B. No: 2014/5162, 15/6/2016, § 35; İrfan Öztekin, B. No: 2014/19140, 5/12/2017, §§ 43-45; Rifat Algan, B. No: 2014/19138, 22/2/2018, §§ 49-51).

33. Somut olayda tam olarak ne zaman inşa edildiği dosyadan anlaşılmayan ancak 1974 tarihinden önce inşa edildiği tespit edilebilen gecekonduya 1982 yılına kadar dokunulmadığını not etmek gerekir. Başvurucu 1982 yılına kadar bu yapıyı kullanmış ve yapının mevzuata aykırılığı hususunda kamu makamlarınca uyarılmamıştır. Dolayısıyla söz konusu yapının bu kadar uzun bir süre kullanılmasının başvurucu bakımından önemli bir ekonomik menfaat teşkil ettiği ve bu yönden başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı kapsamında korunması gereken bir menfaatinin mevcut olduğu kabul edilmiştir.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

34. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).

35. Somut olayda başvurucunun, üzerine gecekondunun inşa ettirdiği taşınmazın Kara Harp Okulunun genişleme sahası içinde kalması nedeniyle başvurucuya ait gecekondu ve ağaçlar 1974 yılında kamulaştırılmış ise de daha sonra bundan vazgeçilmiştir. Bununla birlikte gecekondu, İdarenin isteği üzerine 1982 yılında Ankara Belediyesi tarafından yıktırılmıştır. Başvurucunun açtığı davanın sonucunda Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesince gecekondu ve ağaçların bedeli karşılığında başvurucu lehine 362.986 TL tazminata hükmedilmiştir.

36. Gecekondunun yıktırılmasının sebebi dosyadan tam olarak anlaşılamamakta ise de bunun imar mevzuatına aykırılık sebebine dayanmadığı açıktır. Diğer bir ifadeyle başvurucunun gecekondusunun Ankara Belediyesi tarafından imar düzenlemelerine aykırı olduğu gerekçesiyle yıktırıldığına dair bir veri dosyada bulunmamaktadır. İdarece 1974 yılında verilmiş kamulaştırma kararının bulunduğu ve gecekondunun İdarenin isteği üzerine yıktırıldığı gözetildiğinde bu müdahalenin taşınmazın kamu hizmetinde kullanılması amacıyla yapıldığı kanaatine varılmıştır. Gecekondunun imar mevzuatına aykırılık gerekçesiyle değil üzerine inşa edildiği taşınmazın kamu hizmetinde kullanılacak olması sebebiyle yıktırılması şeklindeki müdahalenin mülkten yoksun bırakma mahiyetinde olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

37. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

38. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62). Bu itibarla öncelikle müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı incelenmelidir.

39. Anayasa Mahkemesi, daha önce çeşitli kararlarında kamulaştırmasız el atma yoluyla yapılan müdahalelerin kanuni bir dayanağı bulunmadığından mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını kabul etmiştir (Celalettin Aşçıoğlu, B. No: 2013/1436, 6/3/2014; Mustafa Asiler, B. No: 2013/3578, 25/2/2015; İbrahim Oğuz ve diğerleri, B. No: 2013/5926, 6/10/2015; Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018).

40. Kamulaştırmasız el atma, idareye taşınmazı kullanma ve kamulaştırma işlemi yapmadan taşınmazı elde etme imkânı sağlamaktadır. Böyle bir kamulaştırma işlemi olmadığından, kullanılan taşınmazın devrini meşrulaştırma ve belli bir hukuki güvence sağlama imkânı sunan tek unsur, idare tarafından kullanımın yasal olmadığını tespit eden ve bireylere kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat ödenmesine hükmeden mahkeme kararıdır. Kamulaştırmasız el atma uygulaması, hukuki planda taşınmazların maliki olarak kalan başvurucuları, herhangi bir kamu yararı gerekçesi ile eylemini haklı kılmayan idareye karşı dava açmak zorunda bırakmaktadır. Böyle bir kamu yararı gerekçesinin gerçekliği ancak daha sonra mahkemeler tarafından değerlendirilmektedir. Başka bir deyişle kamulaştırmasız el atma, her ne olursa olsun idare tarafından istenerek oluşturulmuş kanuna aykırı bir durumu hukuki olarak kabul etmeye ve idareye kanuna aykırı davranışından fayda sağlama imkânı sunmaya yol açmaktadır. İdareye resmî kamulaştırma kurallarının ötesine geçme imkânı sağlayan böyle bir uygulama, kişilerin öngörülemez ve keyfî durumlarla karşılaşması tehlikesi taşımaktadır. Söz konusu uygulama, yeterli derecede hukuki güvence temin edecek ve gerektiği şekilde gerçekleştirilen bir kamulaştırmanın alternatifini oluşturacak nitelikte değildir (Celalettin Aşçıoğlu, § 57).

41. Somut olay yönünden öncelikle kamulaştırmasız el atma olgusunun mevcut olup olmadığı belirlenmelidir. Anayasa'nın 46. maddesinin birinci fıkrasında kamulaştırma yetkisi düzenlenirken özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların kamulaştırmaya konu olabileceği belirtilmiştir. Taşınmaz mülkiyeti kural olarak taşınmazın mütemmim cüzü niteliğinde olan yapı ve ağaçları da kapsadığından kamulaştırma işleminin bunları da içerdiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Bununla birlikte taşınmazın üzerindeki muhdesatın ekonomik menfaatinin taşınmazın malikinin dışındaki bir kişiye ait olması da mümkündür. Bu gibi durumlarda muhdesatın doğurduğu ekonomik menfaat, taşınmazdan bağımsız olarak mülk teşkil edebilir. Bu itibarla Anayasa'nın 46. maddesinin birinci fıkrasında sözü edilen taşınmaz kavramı dar bir biçimde yorumlanmamalı, muhdesatın taşınmazın zemininden ayrı olarak mülk teşkil ettiği hâllerde muhdesatı da kapsadığı kabul edilmelidir. Nitekim 2942 sayılı Kanun'un 19. maddesinin son fıkrasında başkası adına tapulu, sahipsiz ve/veya zilyedi tarafından iktisap edilmemiş yerin kamulaştırmasında binaların asgari levazım bedelinin, ağaçların ise 2942 sayılı Kanun'un 11. maddesi çerçevesinde takdir olunan bedelinin zilyedine ödeneceği belirtilmek suretiyle muhdesatın da kamulaştırılabileceği ifade edilmiştir. Yargıtayın uygulaması da bu yöndedir (bkz. § 18). Şu hâlde taşınmazın maliki ile taşınmaz üzerindeki muhdesatın kullanımından doğan ekonomik menfaatin malikinin farklı kişiler olması durumunda muhdesatın kamu mülkiyetine geçirilmesi de Anayasa'nın 46. maddesindeki güvencelere tabi olarak gerçekleştirilmelidir.

42. Olayda İdare tarafından Kara Harp Okulu genişleme alanı olarak kullanılan taşınmazın üzerindeki yapı ve ağaçların başvurucu yönünden mülk teşkil ettiği yukarıda tespit edilmiştir (bkz. §§ 31-33). Dolayısıyla başvurucuya ait muhdesatın mülkiyetinin kamuya geçirilmesinde Anayasa'nın 46. maddesindeki güvencelere uygun olarak hareket edilmesi mecburiyeti bulunmaktadır.

43. İdare 1974 yılında bina ve ağaçlara yönelik olarak kamulaştırma işlemi tesis etmiş ise de sonradan kamulaştırmadan vazgeçmiştir. Ancak İdarenin 1982 yılında taşınmazın yıktırılması yönünde istekte bulunması üzerine Ankara Belediyesince binanın yıkımı gerçekleştirilmiştir. Yıkım talebinin yeni bir kamulaştırma kararına dayanıp dayanmadığı dosyadan anlaşılmamakla birlikte İdarenin yıkım işleminden önce kamulaştırma bedelini ödemediği tartışmasızdır. İdarenin 1974 tarihli kamulaştırma işlemine dayalı olarak binayı yıktırdığı kabul edilse bile kamulaştırma bedeli ödenmeden gerçekleştirilen yıkım işleminin Anayasa'nın 46. maddesindeki özel güvencelere uygun olduğu söylenemeyecektir. Bu bağlamda Anayasa'nın 46. maddesiyle kamulaştırma bedelinin peşin ödenmesinin kamulaştırmanın geçerlilik koşulu olarak düzenlendiği unutulmamalıdır.

44. Sonuç olarak başvurucunun gecekondusunun Anayasa'nın 13., 35. ve 46. maddeleriyle 2942 sayılı Kanun'da belirtilen usule uyulmaksızın yıktırılmasının müdahaleyi kanuni temelden yoksun bıraktığı değerlendirilmiştir.

45. Başvurucu tarafından 17/6/1982 tarihinde Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada başvurucu lehine 362.986 TL tazminata hükmedilmesi, söz konusu ihlalin derece mahkemelerince de tanındığı anlamına gelmektedir. Bu durumda Anayasa Mahkemesince yapılacak inceleme ihlalin giderilip giderilmediğinin tespitinden ibaret olacaktır. İhlalin giderilmediğinin tespiti hâlinde devam ettiğinin kabulü gerekecektir.

46. Belirtilmelidir ki kamulaştırmasız el atma yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde ihlalin tespit edilmesi yeterli giderim sağlamaz. Gerçek manada giderimden söz edilebilmesi için taşınmazın elkoyma tarihindeki gerçek değerinin malike ödenmesi gerekir. Olayda Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesi başvurucu lehine 362.986 TL tazminata hükmetmiştir. Başvurucunun tazminatın miktarına yönelik bir şikâyeti de bulunmamaktadır.

47. Ne var ki Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından 21/1/1988 tarihinde kesinleşen kararla hükmedilen tazminat başvurucuya ödenmemiştir. Başvurucu 3/8/2014 tarihinde İdareye başvurarak tazminatın ödenmesini talep etmiş ise de ilama bağlanmış borcun on yıllık zamanaşımına tabi olduğu ve bu sürenin dolduğu gerekçesiyle başvurucuya ödeme yapılmamıştır. Başvurucunun 9/2/2016 tarihinde başlattığı icra takibi de İdarenin şikâyeti üzerine İcra Hukuk Mahkemesinin 29/2/2016 tarihli kararıyla, borcun 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrası ile 2004 sayılı Kanun'un 39. maddesinin birinci fıkrası uyarınca zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle geri bırakılmıştır. Dolayısıyla başvurucu, kamulaştırmasız el atma sebebiyle lehine hükmedilen tazminat tutarına ulaşamamıştır.

48. Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir (AYM, E.2017/16, K.2019/64, 24/7/2019, § 43).

49. Hukuk güvenliğinin ve hukukun üstünlüğünün sağlanması için devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulması yeterli olmayıp yargı mercileri tarafından verilen kararların gecikmeksizin uygulanması da gerekir. Hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğü sadece hukuka aykırılıkların tespit edilmesiyle değil bunların tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir (AYM, E.2012/73, K.2013/107, 3/10/2013).

50. Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasına göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu hükümde mahkeme kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare lehine herhangi bir istisnaya yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu makamlarınca zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoritelerine ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61).

51. Anayasa Mahkemesi, mülkiyet hakkına yönelik nihai bir yargı kararının uygulanmamasının ihlale yol açtığını daha önce çeşitli kararlarında kabul etmiş ve ilgili mahkeme kararını uygulamakla görevli kamu makamlarının kararın uygulanmasını engellemesinin veya kararın uygulanması için gerekli özeni göstermemesinin Anayasa'nın 35. maddesinin ihlali anlamına geldiğini vurgulamıştır (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, §§ 55-75; Mehmet Hocaoğlu, B. No: 2013/3207, 15/10/2015, §§ 59-74; Necdet Çetinkaya, B. No: 2013/7725, 24/3/2016, §§ 64-73; Ali Kayan, B. No: 2015/9814, 20/3/2019, §§ 69-75; Erol Aksoy (2) [GK], B. No: 2016/11026, 12/12/2019, §§ 75-84; Nebi Seyhan [GK], B. No: 2018/27882, 27/10/2021, §§ 50-66).

52. İdarenin başvurucuya tazminat ödenmesine hükmeden mahkeme kararının icrası yolunda herhangi bir girişimde bulunmadığı görülmüştür. Başvurucunun alacağının ödenmesi istemiyle 3/8/2014 tarihinde yaptığı başvurunun İdare tarafından zamanaşımı gerekçesiyle reddedildiği ve İdarenin bu görüşünün İcra Hukuk Mahkemesince de benimsendiği anlaşılmıştır.

53. İdari makamların yargı kararlarını daha hızlı icra edebilmek için kararın lehine verildiği kişiden birtakım bilgi ve belgeleri talep etmeleri makul karşılanmalıdır. Ancak idarenin bilgi ve belge talebinin kararın uygulanmasının güçleştirilmesine veya geciktirilmesine yönelik olmaması gerektiği gibi başvurucuya gereksiz külfet yükleyecek ya da kararın icrasından kaçınacak bir niteliğe bürünmemesi zorunludur. Mahkeme kararının icrası yükümlülüğünün idarenin doğrudan Anayasa'dan kaynaklanan bir ödevi olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla idarenin mahkeme kararının icrasından kaçınmaya yönelik her türlü işlem ve eylemi sözü edilen anayasal ödevle çelişecektir.

54. Olayda başvurucunun mahkeme tarafından hükmedilen tazminatın ödenmesi istemiyle kararın kesinleşmesinin üzerinden yaklaşık yirmi altı yıl sonra İdareye başvurması bir kusur olarak değerlendirilebilirse de bu durum İdarenin mahkeme kararını icra etme sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. İdarenin de yargı kararıyla hükmedilen tazminatın ödenmesi için elinden gelen tüm çabayı gösterdiğini ortaya koyması gerekir. Somut olayda tazminatın ödenmesi yükümlülüğü, kararın kesinleştiği 21/1/1988 tarihinden itibaren doğmuştur. Ancak İdare, bu tarihten itibaren aradan geçen onlarca yıla rağmen mahkeme kararında belirtilen tazminatın başvurucuya ödenmesi için neden bir girişimde bulunmadığını açıklamamıştır.

55. İdare salt borcun 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrası ile 2004 sayılı Kanun'un 39. maddesinin birinci fıkrası uyarınca zamanaşımına uğradığı savını öne sürmüştür. 6098 sayılı Kanun özel hukuktan doğan borç ilişkilerini düzenlemekte olup sözü edilen Kanun'da geçen zamanaşımı kavramı yine anılan Kanun'un kapsamına giren özel borç ilişkilerine ilişkindir.

56. Özel borç ilişkilerinde zamanaşımı süresinin geçmiş bulunması, alacağı kendiliğinden sona erdirmemekte, sadece borçluya bir defi hakkı vermektedir. Borçlunun zamanaşımı defini öne sürmesi durumunda borç sona ermeyip eksik borç hâline dönüşmektedir. Zamanaşımı definin ileri sürülmesi, zamanaşımına uğramış borcun borçlusuna, borcu ifadan kaçınma hakkı tanımaktadır. Borçlunun zamanaşımı defini ileri sürmesi durumunda hâkim davayı reddetmek zorunda kalmakta, alacak varlığını sürdürse de takip edilebilir olmaktan çıkmaktadır (AYM, E.2014/85, K.2014/103, 6/4/2014).

57. Özel borç ilişkisinin tarafları resen icra yetkisi bulunmayan ve cebir kullanarak hakkını elde etmesi yasaklanan eşit düzeydeki kişilerden oluşmaktadır. Hukuk devletinde bir özel hukuk borcunun rızaen ödenmemesi hâlinde alacaklının alacağını zorla tahsil etmesi yasaklanmış, bunun yerine devletin oluşturduğu cebri icra mekanizmasına başvurması zorunluluğu getirilmiştir. Devletin cebri icra mekanizması kapsamında kanunlar çerçevesinde tanınan yetkilerini kullanarak alacaklının alacağını borçludan tahsil etmesi öngörülmüştür. Bununla birlikte borcun ödenmesi yükümlülüğünün doğmasının üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra artık bunun tahsili için devletin cebri icra mekanizmasının harekete geçirilmesindeki kamu yararı önemini yitirmektedir. Bu nedenle kanunlarla belirlenen zamanaşımı süresinin dolmasından sonra borçlunun zamanaşımı defini ileri sürmesi hâlinde -borç ortadan kalkmasa bile- devletin cebri icra mekanizmasının artık harekete geçirilmemesi gerektiği kabul edilmektedir (Aysel Dinçel ve Günsel Sancaktar, B. No: 2019/2236, 21/9/2022, § 61).

58. Özel kişiler arasındaki borçlar yönünden alacağın belli bir süreden sonra takip edilebilir olmaktan çıkması anayasal yönden haklı temellere dayansa da aynı durumun kamu otoritelerinin anayasal yükümlülüklerinin ihlalinden doğan borçları yönünden kabulü mümkün değildir. Kamu otoritelerinin borçlarını ifa etmesi, bu bağlamda yargı kararıyla devlet aleyhine hükmedilen tazminatı ödemesi devlet olma olgusundan kaynaklanan bir yükümlülüktür. Kamu otoriteleri egemen güç olan devletin organları mahiyetindedir. Vatandaşları ve sahip olduğu toprak parçası üzerinde yaşayan diğer kişiler üzerinde egemenlik yetkisine sahip olan devletin mahkeme ilamına bağlanan borçlarını ödememesi düşünülemez. Devletten alacağı olan kişinin kendi imkânlarıyla bu alacağını tahsil etmesi mümkün olmadığı gibi özel kişiler arasındaki borç ilişkilerinden farklı olarak alacağının tahsili için borçlu (devlet) dışında başvurabileceği bir merci de bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle borçlunun siyasi birliğin kurucusu niteliğindeki devlet olduğu hâllerde alacaklı alacağının tahsili konusunda bir ölçüde çaresiz bir pozisyondadır. Borçlunun bu çaresizliğinin farkında olan devletin, iradesinin ürünü olan kanuni düzenlemelere uyması ve mahkeme ilamına bağlanan borcunu, alacaklıyı herhangi bir merciye başvurmak zorunda bırakmadan ödemesi gerekir. Devletin anayasal ve kanuni yükümlülüklerine uymamasından lehine haklar çıkarması saygınlığına gölge düşürür (bazı farklarla birlikte bkz. Aysel Dinçel ve Günsel Sancaktar, § 62).

59. Somut olayda İdare, kamulaştırmaya ilişkin anayasal ve kanuni güvencelere uymaksızın başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale etmiş; ardından bu ihlalin giderilmesi için mahkeme tarafından hükmedilen tazminatı ödemek için hiçbir girişimde bulunmamış, başvurucunun ödeme talebini de zamanaşımı gerekçesiyle yerine getirmemiştir. Mahkeme kararıyla hükmedilen tazminatın ödenmesi yükümlülüğünün yerine getirilmemesi Anayasa'nın 138. maddesinin yanında 35. maddesini ağır biçimde ihlal etmektedir. İdarenin anayasal yükümlülükleri ağır bir biçimde ihlal eden tazminatın ödenmesinin geciktirilmesi fiilinden lehine haklar çıkarması hukuk devleti ilkesiyle bağdaştırılamamıştır. Vurgulanmalıdır ki İdarenin mahkeme kararını icra etme yükümlülüğü belli bir sürenin geçmesiyle ortadan kalkmaz. Özel kişiler arasındaki borç ilişkilerinden doğan ve ilama bağlanmış borçların takip hakkının belli bir süreyle sınırlanması yukarıda açıklanan gerekçelerle makul görülse de üstün kamu gücü yetkileriyle donatılan kamu otoritelerinin mahkeme ilamına bağlanmış borçlarını zamanaşımı gerekçesiyle ödemeyi reddetmesi kabul edilebilir değildir.

60. Sonuç olarak somut olayda kamulaştırmasız el atma sebebiyle doğan zararına karşılık olarak mahkeme tarafından hükmedilen tazminatın başvurucuya zamanaşımı gerekçesiyle ödenmemesi Anayasa'nın 35. maddesiyle bağdaşmamaktadır. İhlalin giderimi amacıyla hükmedilen tazminatın ödenmemesi mülkiyet hakkının ihlalinin devam ettiğini göstermektedir.

61. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Recai AKYEL, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN ve Muhterem İNCE bu görüşe katılmamışlardır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

62. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

63. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve sonuçlarının giderilmesi için gerekenlere karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

64. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

65. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

66. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

67. İncelenen başvuruda, başvurucu lehine hükmedilen tazminatın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlal idarenin eyleminden kaynaklanmıştır. Ancak mahkeme de ihlali giderememiştir.

68. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

69. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Recai AKYEL, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN ve Muhterem İNCE'nin karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Recai AKYEL, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN ve Muhterem İNCE'nin karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 3. İcra Hukuk Mahkemesine (E.2016/186, K.2016/151) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/10/2022 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY

1. Mahkemenin Sayın çoğunluğu tarafından başvurucunun Anayasa'nın 35. Maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki çoğunluk kararına belirtilen gerekçelerle katılmadık.

2. Kararda başvurucunun tüm iddiaları mülkiyet hakkı kapsamında görülmüş (§ 27), daha sonra başvurunun kabul edilebilir olduğu kanaatine varılarak (§ 28) esas incelemesine geçilmiştir.

3. Mülkün varlığı yönünden; kararda 1974 tarihinden önce inşa edildiği tespit edilebilen gecekonduyu 1982 yılında yıkılana kadar başvurucunun kullandığı ve bu süre zarfında yapının mevzuata aykırılığı hususunda kamu makamlarınca uyarılmadığı, söz konusu yapının bu kadar uzun bir süre kullanılmasının başvurucu bakımından önemli bir ekonomik menfaat teşkil ettiği ve mülkiyet hakkı kapsamında korunması gereken bir menfaatinin mevcut olduğu kabul edilmiştir (§ 33).

4. Müdahalenin varlığı ve türü yönünden; kararda başvurucuya ait gecekondunun yıktırılmasının sebebinin tam olarak anlaşılmadığı ancak imar mevzuatına aykırılık sebebine dayanmadığının açık olduğu, zira imar düzenlemelerine aykırı olduğu gerekçesiyle yıktırıldığına dair bir verinin bulunmadığı, bununla birlikte İdarece 1974 yılında verilmiş (daha sonra vazgeçilmiş olan -§ 35-) kamulaştırma kararının bulunduğu ve gecekondunun İdarenin isteği üzerine yıktırılması nedeniyle müdahalenin taşınmazın kamu hizmetinde kullanılması amacıyla yapıldığı, dolayısıyla gecekondunun imar mevzuatına aykırılık gerekçesiyle değil üzerine inşa edildiği taşınmazın kamu hizmetinde kullanılacak olması sebebiyle yıktırılması şeklindeki müdahalenin mülkten yoksun bırakma mahiyetinde olduğu değerlendirilmiştir (§ 36).

5. Müdahalenin ihlal oluşturup oluşturmadığı yönünden; kararda önce Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında kamulaştırmasız el atma yoluyla yapılan müdahalelerin kanuni bir dayanağı bulunmadığından mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını kabul ettiği hatırlatılmış (§ 39), taşınmazın maliki ile taşınmaz üzerindeki muhdesatın kullanımından doğan ekonomik menfaatin malikinin farklı kişiler olması durumunda muhdesatın kamu mülkiyetine geçirilmesinin de Anayasa'nın 46. maddesindeki güvencelere tabi olması gerektiği değerlendirilmiştir (§ 41). Somut olayda bağlamında yapılan değerlendirmede başvurucuya ait muhdesatın mülkiyetinin kamuya geçirilmesinde anılan güvencelere uygun olarak hareket edilmesi mecburiyeti bulunduğu (§ 42), önce başvurucuya ait gecekondu ve ağaçlara yönelik kamulaştırma işlemi tesis etmiş sonradan bundan vazgeçilmiş olsa da İdarenin 1982 yılında taşınmazın yıktırılması yönünde istekte bulunması üzerine Belediyece binanın yıkıldığı, yıkım talebinin yeni bir kamulaştırma kararına dayanıp dayanmadığı anlaşılamamakla birlikte İdarenin yıkım işleminden önce kamulaştırma bedelini peşin ödemediğinin tartışmasız olduğu, bunun Anayasa'nın 46. maddesindeki özel güvencelere uygun olmadığı belirtilmiş ve yıkımın kanuni temelden yoksun olduğu sonucuna varılmıştır (§§ 43, 44). Aslında başvurucu tarafından davada başvurucu lehine tazminata hükmedilmesinin söz konusu ihlalin derece mahkemelerince de tanındığı anlamına geldiği, dolayısıyla Anayasa Mahkemesince yapılacak inceleme ihlalin giderilip giderilmediğinin tespitinden ibaret olacağı (§ 45), gerçek manada giderimden söz edilebilmesi için ise taşınmazın elkoyma tarihindeki gerçek değerinin malike ödenmesi gerektiği belirtilmiştir (§ 45).

6. Kararda 21/1/1988 tarihinde kesinleşen derece mahkemesi kararıyla hükmedilen tazminatın başvurucuya ödenmemiş olduğu, 3/8/2014 tarihinde yapılan başvurucunun talebine rağmen borcun on yıllık zamanaşımına tabi olduğu ve bu sürenin dolduğu gerekçesiyle İdarece ödeme yapılmadığı, 9/2/2016 tarihinde başlatılan icra takibinden de aynı gerekçelerle sonuç alınamadığı ve başvurucunun tazminata kavuşamadığı tespit edilmiştir (§ 47).

7. Kararda Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesi ile Anayasa'nın 138. maddesinde düzenlenen yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyması zorunluluğuna atfen yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek sonuçsuz bırakılmasının kabul edilemeyeceği vurgulanmış (§§ 48-50), Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkına yönelik nihai bir yargı kararının uygulanmasını kamu makamlarınca engellemesinin veya kararın uygulanması için gerekli özeni göstermemesinin Anayasa'nın 35. maddesinin ihlali anlamına geldiğine ilişkin önceki kararları hatırlatılmıştır (§ 51). Mahkeme kararının icrası yükümlülüğünün idarenin doğrudan Anayasa'dan kaynaklanan bir ödevi olduğu ve idarenin mahkeme kararının icrasından kaçınmaya yönelik her türlü işlem ve eyleminin sözü edilen anayasal ödevle çelişeceği vurgulanmıştır (§ 53).

8. Kararda somut olayda İdarenin başvurucuya tazminat ödenmesine hükmeden mahkeme kararının icrası yolunda herhangi bir girişimde bulunmadığı, aksine alacağının ödenmesi isteminin zamanaşımı gerekçesiyle reddedildiği belirtilmiş (§ 52), başvurucunun mahkeme tarafından hükmedilen tazminatın ödenmesi istemiyle kararın kesinleşmesinin üzerinden yaklaşık yirmi altı yıl sonra İdareye başvurmasının bir kusur olarak değerlendirilebileceği ancak bunun İdarenin mahkeme kararını icra etme sorumluluğunu ortadan kaldırmadığı, İdarenin aradan geçen onlarca yıla rağmen mahkeme kararında belirtilen tazminatın başvurucuya ödenmesi için neden bir girişimde bulunmadığını açıklamadığı ifade edilmiştir (§ 54).

9. Kararda İdarenin salt borcun 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrası ile 2004 sayılı Kanun'un 39. maddesinin birinci fıkrası uyarınca zamanaşımına uğradığı savını öne sürmesine karşılık 6098 sayılı Kanun'un, dolayısıyla daburadaki zamanaşımına ilişkin hükümlerin özel hukuktan doğan borç ilişkilerini düzenlemekte olduğu yorumu yapılmıştır (§ 54). Özel kişiler arasındaki borçlar yönünden alacağın belli bir süreden sonra takip edilebilir olmaktan çıkmasının anayasal yönden haklı temellere dayandığı kabul edilse bile kamu otoritelerinin anayasal yükümlülüklerinin ihlalinden doğan borçları yönünden bunun kabulünün mümkün olmadığı değerlendirilmiştir (§ 58).

10. Kararda somut olayda kamulaştırmasız el atma sebebiyle doğan zararına karşılık olarak mahkeme tarafından hükmedilen tazminatın başvurucuya zamanaşımı gerekçesiyle ödenmemesinin Anayasa'nın 35. maddesini ihlal ettiği sonucuna varılmıştır (§ 60).

11. Aşağıda açıklanan nedenlerle çoğunluğun kabul edilebilirlik ve esasa ilişkin vardığı sonuçlara katılmamaktayız.

12. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesine geçmeden önce somut olaya ilişkin birtakım açıklamalar yapılması ve bazı tespitlerde bulunulması uygun olacaktır.

1. Olaya İlişkin Bazı Açıklamalar ve Tespitler

a. Somut Olaya ve Zamanaşımı Nedeniyle Yerine Getirilmeyen Kararın Konusuna İlişkin Açıklamalar

13. Başvuru formu ve eklerindeki bilgi ve belgelerden somut olayda tam olarak neler yaşandığı anlaşılamamaktadır. Yukarıda verilen özetten de anlaşılacağı üzere aslında çoğunluk da bazı hususları saptayamadığını açıkça ifade etmiş ancak bir takım varsayımlarda bulunarak incelemeye devam etmiştir.

14. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde somut olaya ilişkin en kapsamlı bilginin -icra edilmediği ileri sürülen- Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12/11/1987 tarihli ve E.1987/249, K.1987/318 sayılı kararında olduğu görülmüştür. Bu sebeple anılan kararın ilgili kısmına aşağıda aynen yer verilmiştir:

"Davacı : Feramuz Yıldırım (...)

Davalılar: 1) Milli Savunma Bakanlığı (...)

2) Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı (...)

Dava : Alacak

(...)

Muhakeme: Yargıtay bozma ilamına uyularak davacı ile MSB vekilinin yüzüne karşı belediye vekilinin kısmen yokluğunda ve açık olarak yapılmıştır.

Davacının gecekondu tipinde bir binası bulunduğu ve bu yerin MSB tarafından istimlak edildiği ve davacının 28.10.1974 tarihinde istimlak bedelinin arttırılması davası açtığı ve Ankara 7 nci Asliye Hukuk Mahkemesinde 1975/706 [?] sayıda istimlak bedelinin arttırılarak farkı olan 10.779 TL'nin 30.12.1975 tarihinde faiz muhakeme masrafı ile birlikte MSB den alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.

MSB istimlak bedeli olan 37.014 TL'yi Ziraat Bankası merkez şubesindeki hesaba yatırmış ve davacının evini yıkmadığı için davacı istimlak bedelini mahkemeden almamıştır.

Davacı 28.10.1974 de MSB aleyhine açtığı 1976/561 [önceki paragraftaki dava ile dava tarihi aynı, sayı farklı] sayılı davada istimlak bedelinden dolayı 47.800 TL istemiş ve yapılan duruşmada dava konusu yerin istimlak sahası dışında olduğundan davanın reddine 5.11.1976 tarihinde karar verilmiştir.

Davacının evi yıktırılmadığı için davacı istimlak bedelini bankadan almamış ve evini tasarruf etmeye devam etmiş ve evinin yıkılacağı bildirilmesi üzerine 17.6.1982 tarihinde tespit istemiş ve bilirkişi Ahmet Didin verdiği 24.6.1982 tarihli raporunda arsa hariç bina bedelinin 491.840 TL olduğunu bildirmiştir.

1982 yılında MSB nin isteği üzerine Ankara Belediyesinin binayı yıktığı ve enkazını davacıya vermediği, bedelini de ödemediği anlaşılmış ve toplanan deliller göz önünde tutularak bilirkişi tetkikatı yaptırılmış ve bilirkişi inşaat yüksek mühendisi Recep Üstünel verdiği 5.6.1986 tarihli raporunda davacının bina bedelinin 400.000 TL olduğunu bildirmiştir.

Tarafların iddia ve savunmaları tespit dosyası bilirkişi raporu [okunamadı] mahkeme ilanları göz önünde tutularak durum takdir edilmiş buna göre 400.000 TL'nin davalı MSB den alınarak davacıya verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.

Netice: Davacı iddiası sabit bulunduğundan (400.000) TL'den Ziraat Bankası Merkez Şubesindeki hesaba 221604 nolu dekont ile yatırılmış bulunan (37.014) TL'nin istimlak bedeli düşündükten sonra geriye kalan (362.986)TL nin (18.300) TL muhakeme masrafı ile birlikte davalı MSB den alınarak davacıya verilmesine belediye hakkındaki davanın reddine (...) karar verildi."

15. Somut olayda başvurucuya ait bir gecekondunun olduğu ve bu gecekondunun kamu makamlarınca yıkıldığı sabittir. Bununla birlikte bu gecekondunun üzerinde bulunduğu taşınmazın başvurucuya ait olup olmadığı belli değildir. Kararda geçen iki ayrı davada MSB tarafından istimlak edilenin ne olduğu, dolayısıyla istimlak bedelinin artırılması davalarının hangi yerlere ilişkin olduğu belli değildir. Alıntı yapılan kararda yer alan sonraki açıklamalardan davacı ile idare arasında gecekondunun kendisi ile ilgili bir problemin olduğu, bu problemin çözülmemesi nedeniyle somut başvuruya konu tazminattan önce hükmedilen bir istimlak bedelinin davacı tarafından alınmadığı anlaşılmaktadır. Ancak kararın bütününden istimlak edilen şeyin başvuruya konu gecekondunun kendisi olmadığının anlaşılması daha muhtemeldir.

16. Kararda davanın konusunun "mahkemece hükmedilen kamulaştırma bedelinin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin" olduğu belirtilmiş ise de yukarıdaki karardan söz konusu davanın kamulaştırma bedeliyle ilgili olduğu sonucu çıkarılamamaktadır. Başvurucunun daha önce 28/10/1974 tarihinde Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde istimlak bedelinin arttırılması davası açtığı ve bu davanın karara bağlandığı gözetildiğinde somut başvuruda icra edilmediği ileri sürülen Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12/11/1987 tarihli kararının hangi gerekçeyle kamulaştırma bedeli olarak kabul edildiği çoğunluk görüşünden tam olarak anlaşılamamaktadır. Bu bağlamda söz konusu davanın bizatihi mahkemesi tarafından "alacak" davası olarak nitelendirildiğini de ayrıca kaydetmek gerekir. Mahkeme herhangi bir yerde bu davanın kamulaştırma bedeliyle ilgili olduğunu ifade etmemiştir. Halbuki derece mahkemesi önceki dava süreçlerini açıklarken "istimlak bedeli" kavramını kullanmıştır. Gecekonduya ilişkin başvuruya konu dava bir istimlak sonrası değil 1982 yılında MSB nin isteği üzerine Ankara Belediyesinin binayı yıkması ve enkazını davacıya vermemesi, bedelini de ödememesi üzerine açılmıştır.

17. Keza kararda gecekonduya ilişkin kamulaştırmadan vazgeçildiği belirtilmiş ise de yukarıda alıntı yapılan derece mahkemesi kararında ve diğer resmi belgelerde bu yönde bir bilgi tespit edilememiştir. Nitekim çoğunluk görüşünün "Olay ve Olgular " başlığı altında da olgusal dayanağı olan bir bilgiye yer verilmemiştir. Buna rağmen kararın "Değerlendirme" başlığı altında bu husus olgusal bir gerçeklikmiş gibi sunulmuş, sonrasında -gecekondunun yıkılma nedeninin anlaşılamadığı kararda da belirtilmesine rağmen- daha önce kamulaştırma kararı aldığı ve vazgeçildiği hususu da gerekçe gösterilerek somut olaydaki yıkım kamulaştırmasız el atma olarak değerlendirilmiştir. Anayasa Mahkemesinin derece mahkemeleri önündeki davaları -onların vasıflandırmasından farklı olarak- bu şekilde ilk elden vasıflandırmaktan mümkün olduğunca uzak durması gerekir. Dahası Mahkeme bunu eksik bilgi ve belge üzerinden varsayıma dayalı olarak yapmamalıdır.

18. Tüm bu açıklamalar dikkate alındığında zamanaşımı nedeniyle icra edilmeyen Ankara Asliye 12. Hukuk Mahkemesinin yukarıdaki kararının -somut olayda birçok belirsizlik bulunmakla birlikte- alacak davası sonucunda verilen başvurucuya ait gecekondunun yıkılması nedeniyle uğranılan zararların tazminine ilişkin bir karar olduğunun değerlendirilmesi gerekir.

b. Mülkün Tespiti

19. Yukarıda işaret edilen tüm belirsizlikler ve bu belirsizliklere dayalı ihtimaller de göz önünde bulundurulduğunda mülkün çoğunluk görüşündekinin aksine gecekondu olarak değil Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesince hükmedilen alacak olarak belirlenmesinin isabetli olacağı düşünülmektedir. Esasında başvurucu da temel olarak mahkemece kesin hükme bağlanmış alacağının zaman aşımına uğraması nedeniyle ödenmemesinden şikâyet etmektedir. Aslında kararın geneline ve "Sonuç olarak somut olayda kamulaştırmasız el atma sebebiyle doğan zararına karşılık olarak mahkeme tarafından hükmedilen tazminatın başvurucuya zamanaşımı gerekçesiyle ödenmemesi Anayasa'nın 35. maddesiyle bağdaşmamaktadır." şeklindeki sonuç paragrafına (§ 60) bakıldığında çoğunluğun da -kamulaştırmasız el atmadan kaynaklansa bile- başvurudaki asıl sorunun bir alacağın ödenmemesi olduğunu kabul ettiği anlaşılmaktadır. Dahası Anayasa Mahkemesi kamulaştırmasız el atma davaları sonucu verilen kararların icra edilmemesine ilişkin başvurularda da -diğer icra etmeme başvurularında olduğu gibi- mülk olarak mahkeme kararıyla icra edilebilir kılınan "alacağı" görmektedir (Çok sayıda karar arasında son dönemde verilmiş bazı kararlar için bkz. Alattin Demir, B. No: 2018/37350, 18/1/2022; Ali Erol Savaş ve diğerleri, B. No: 2019/13218, 22/2/2022; Naciye Turğut, B. No: 2019/9034, 16/6/2022) . Somut olayda bu kararlardan neden ayrılındığı ise izah edilmemiştir.

c. Müdahalenin Tespiti

20. Kararda mülkün varlığının mahkemece hükmedilen alacaktan hareketle tespit edilmeyip gecekondudan hareketle tespit edilmiş olmasının neticesi olarak somut olaydaki müdahalenin türü mülkten yoksun bırakma olarak belirlenmiştir. Halbuki Anayasa Mahkemesi kamulaştırmasız el atma davaları sonucu verilen kararların icra edilmemesine ilişkin başvurularda da -diğer icra etmeme başvurularında olduğu gibi- müdahalenin türünü mülkten yoksun bırakma olarak değil mülkten barışçıl yararlanmaya müdahale olarak kabul etmiştir (Çok sayıda karar arasında son dönemde verilmiş bazı kararlar için bkz. Ali Erol Savaş ve diğerleri, B. No: 2019/13218, 22/2/2022; Naciye Turğut, B. No: 2019/9034, 16/6/2022) . Somut olayda bu kararlardan neden ayrılındığı izah edilmemiştir.

d. Somut Olayda 4/2/2011 Tarihli ve 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 156. Maddesinin İkinci Fıkrası ile 9/6/1932 Tarihli ve 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 39. Maddesinin Birinci Fıkrasının Uygulanıp Uygulanmayacağının Tespiti

21. Somut olayda idare ve derece mahkemeleri başvurucunun ilama dayalı alacağınının ödenmemesi bakımından 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin "Borç bir senetle ikrar edilmiş veya bir mahkeme ya da hakem kararına bağlanmış ise, yeni süre her zaman on yıldır." şeklindeki ikinci fıkrası ile 2004 sayılı Kanun'un 39. maddesinin "İlama müstenit takip, son muamele üzerinden on sene geçmekle zamanaşımına uğrar." şeklindeki birinci fıkrasına dayanmıştır.

22. 6098 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten önceki dönemde uygulanan 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu'nun 135. maddesinin ikinci fıkrasında, 6098 sayılı Kanun'la aynı doğrultuda hüküm içeren "Borç bir senette ikrar edilmiş veya bir hüküm ile sabit olmuş ise yeni müddet daima on senedir." kuralı bulunmaktadır.

23. Kararda 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrası ilk elden -üstelik de anılan hükmü uygulamak ve yorumlamakla asıl görevli somut olaydaki mahkemelerin yorumlarından farklı olarak- yorumlanmış ve bu kuralın özel borç ilişkilerine ilişkin olduğu belirtilmiştir. Kararda Yargıtay içtihadının -somut olaydaki derece mahkemelerinden farklı olarak- söz konusu kanun hükmünü çoğunluk görüşündeki gibi yorumladığına ilişkin bir tespit bulunmamaktadır. Derece mahkemelerinin kanunları yorumlama ve uygulama konusunda Anayasa Mahkemesine göre daha iyi konumda bulundukları ve bu konuda daha uzman oldukları dikkate alındığında kanunların yorumunun -çok açık bir kanun hükmü olmadıkça- ilk elden Anayasa Mahkemesince yapılması uygun gözükmemektedir. Bu konuda -varsa- derece mahkemelerinin anılan kanun hükümlerine ilişkin yorumları ve uygulamaları üzerinden hareket edilmesi daha makul gözükmektedir.

24. Tarafımızdan yapılan araştırmada 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrasının sadece özel hukuk ilişkilerinde uygulanması gerektiğini ifade eden bir Yargıtay kararına rastlanmamıştır. Aksine bir suç soruşturması ya da kovuşturması kapsamında mallarına el konulan ancak daha sonra bu soruşturma veya kovuşturmanın takipsizlikle ya da beraat veya düşme gibi kararlarla neticelenmesi ve el konulan malların iadesine hükmedilmesi üzerine mallarına el konulmuş olan kişilerin söz konusu malların iadesi ya da zararın tazmini istemiyle açtığı -kamunun taraf olduğu- bir çok davada, 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrası ile 2004 sayılı Kanun'un 39. maddesinin birinci fıkrasının Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından uygulanabilir olduğunun değerlendirildiği görülmüştür (Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2/3/2015 tarihli ve E.2014/16980, K.2015/2398 sayılı kararı; 8/12/2015 tarihli ve E. 2015/11482, K. 2015/14309 sayılı kararı; 11/5/2016 tarihli ve E.2016/3444, K.2016/6527 sayılı kararı; 17/2/2015 tarihli ve E.2014/674, K.2015/1600 sayılı kararı; 29/3/2016 tarihli ve E.2016/456, K.2016/4111 sayılı kararı). Anılan içtihada konu ilama bağlı borçlar da kamu borcu niteliğindedir.

25. Konuya ilişkin olarak Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2/3/2015 tarihli ve E. 2014/16980, K. 2015/2398 sayılı kararına değinilebilir. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı aleyhine açılan davada Yargıtay 4. Hukuk Dairesi aşağıdaki şekilde karar vermiştir:

"Dava, haksız el koyma nedeniyle aynen iade veya tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

Davacılar, mirasçıları oldukları [K.K.]ye ait suça konu, el konulan ve iadesine karar verilen tereke eşyasının aynen iadesini, aksi takdirde bedelini talep etmiştir.

Davalı taraf, süresi içerisinde zamanaşımı def’inde bulunmuştur.

Mahkemece, 466 Sayılı Kanun'un 2. maddesi uyarınca, kesinleşmiş mahkeme kararının tebliğinden itibaren 3 aylık süre içerisinde davanın açılması gerektiği, dava ile ilgili mahkeme ilamının 24/02/1984 tarihinde kesinleşmiş olup süresi içerisinde dava açılmadığı gerekçesiyle, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.

İcra ve İflas Kanunu’nun 39/1. maddesi ve Türk Borçlar Kanunu’nun 156/2. maddelerine göre ilamlar kararın verildiği günden itibaren 10 yıl geçmekle zamanaşımına uğrar. İade kararının 1988 yılında kesinleştiği, eldeki davanın açıldığı 18/07/2013 tarihi itibariyle ilam zamanaşımı süresinin geçtiği anlaşılmıştır. Her ne kadar mahkemece, 466 sayılı Kanun uygulaması ile zamanaşımı nedeniyle ret kararı verilmesi doğru değil ise de ilam zamanaşımı süresi geçtiğinden karar sonuç itibariyle doğrudur.

Şu durumda, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine ilişkin verilen karar sonuç olarak doğrudur. O nedenle,6217 sayılı Kanun'un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 438/9. maddesi uyarınca gerekçe değiştirilerek karar onanmalıdır."

26. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 8/12/2015 tarihli ve E. 2015/11482, K. 2015/14309 sayılı kararına da değinilebilmesi uygun olabilir. Maliye Hazinesi aleyhine açılan davada Yargıtay 4. Hukuk Dairesi aşağıdaki şekilde karar vermiştir:

"(...)

Dosya kapsamından, davacı ile dava dışı kişiler hakkında, Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin 2003/62 esas sayılı dosyası üzerinden, 1918 Sayılı Kanun'a muhalefet suçundan kamu davası açıldığı, yapılan yargılama neticesinde 03/04/2003 tarihli karar ile sanığın delil yetersizliğinden beraatine, 07/03/2000 tarihli tutanak ile yediemine teslim edilen 120 adet keçiden 45 adetinin suçla ilgisi olmadığından sanığa iadesine karar verildiği, kararın 30/07/2003 tarihinde temyiz edilmeksizin kesinleştiği ve ilam niteliği kazandığı anlaşılmaktadır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 39/1 ve olay tarihi itibari ile yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 135/2. maddeleri uyarınca ilam zamanaşımı süresi 10 yıldır.30/07/2003 tarihinde kesinleşen ceza mahkemesi kararında, 45 adet küçükbaş hayvanın davacıya iadesine ilişkin hüküm bulunduğuna göre; dava konusu uyuşmazlığa ilam zamanaşımının uygulanması gerekmektedir. Davanın açıldığı 26/12/2012 tarihi itibariyle bu süre dolmamıştır.

Mahkemece, açıklanan yönler gözetilerek işin esası incelenip varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, davanın zamanaşımından reddine hükmedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir."

27. Bunların yanı sıra doktrinde 2004 sayılı Kanun'da düzenlenen ilamlı icradaki "ilam" kavramının hukuk mahkemelerince verilen ilamların yanı sıra ceza mahkemesi ilamlarının tazminata veya yargılama giderlerine ilişkin hüküm fıkrası ile tam yargı davası sonucunda verilmiş olan idari yargı merci ilamlarını da (yani ilama bağlanan kamu borçlarını da) kapsadığı ifade edilmiştir (Baki Kuru / Ramazan Arslan / Ejder Yılmaz, İcra ve İflas Hukuku Ders Kitabı, Yetkin Yayınları, 24. Baskı, Ankara, 2010, s.385-386).

28. Ayrıca 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 28. maddesinin ikinci fıkrasının "Konusu belli bir miktar paranın ödenmesini gerektiren davalarda hükmedilen miktar ile her türlü davalarda hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama giderleri, davacının veya vekilinin davalı idareye yazılı şekilde bildireceği banka hesap numarasına, bu bildirim tarihinden itibaren, birinci fıkrada belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde yatırılır. Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde ödeme yapılmaması halinde, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur." hükmünü içerdiğini vurgulamak gerekir. Bu hükümden idarenin idari yargı kararına konu olan parasal borçlarının bile -bir şekilde ödeme yapılmaması hâlinde- genel hükümler (2004 sayılı Kanun hükümleri) dairesinde infaz ve icra olunacağı anlaşılmaktadır.

29. Tüm bu açıklamalar ışığında 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrası ile 2004 sayılı Kanun'un 39. maddesinin birinci fıkrasının somut olayda uygulanabilir olmadığını söylemenin mümkün olmadığı, çoğunluğun ilk elden yaptığı kanun yorumunun kanuni ve içtihadi bir temelinin bulunmadığı değerlendirilmektedir.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden İnceleme

30. Kararda başvurunun kabul edilebilirliği ile ilgili olarak "Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir." denmiştir. Yukarıdaki tespitler ışığında gerekçesi aşağıda ayrıntılı açıklanacağı üzere başvurunun ya zaman bakımından yetkisizlik ya da süre aşımı nedeniyle reddedilmesi gerektiği değerlendirilmektedir.

31. Somut olayda Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin zamanaşımı nedeniyle yerine getirilmeyen kararı 12/11/1987 tarihinde verilmiş ve bu karar 21/1/1988 tarihinde kesinleşmiştir.Başvurucu,3/8/2014 tarihinde idareye başvurarak mahkemece hükmedilen tazminatın tarafına ödenmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu başvuru formunda arada geçen süreye ilişkin olarak "Müvekkil bu ilamı alarak Milli Savunma Bakanlığından paranın ödenmesini talep etmiştir. Ancak yetkililer bu konuda ödenekleri olmadığını söyleyerek ödeme yapmamıştır. / 4- Müvekkil 1988 yılında ağır bir kalp krizi geçirerek uzun yıllar sağlığına kavuşamamış ve haklarını arayamamıştır. Müvekkil biraz kendine gelince 13.08.2014 tarihli dilekçeyle Milli Savunma Bakanlığına müracaatta bulunarak hastalığı nedeniyle alamadığı parasını talep etmiştir." şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. İdare başvurucunun talebini alacağın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle 21/10/2014 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu bu ret kararından yaklaşık 16 ay sonra 9/2/2016 tarihinde icra takibi başlatmış ancak icra takibinden de -derece mahkemelerince 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrası ile 2004 sayılı Kanun'un 39. maddesinin birinci fıkrasına dayanılması nedeniyle- olumlu netice alamamıştır.

32. Yukarıda açıklandığı üzere, 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrası ile 2004 sayılı Kanun'un 39. maddesinin birinci fıkrasının kamunun borçları yönünden de uygulanabilirliğini engelleyen ne bir kanun hükmünün ne de yargısal içtihadın bulunmadığı, Anayasa Mahkemesinin -çok açık bir durum olmadıkça- ilk elden bir kanun hükmünü yorumlayarak somut olayda uygulanamaz kılamayacağı görüşündeyiz.

33. Somut olayda başvurucunun şikayeti zamanaşımı gerekçesiyle mahkeme ilamının icra edilmemesidir. Başvurucunun alacağı, ilgili mevzuat uyarınca en geç kararın kesinleştiği 21/1/1988 tarihinden on yıl sonra 21/1/1998 tarihinde icra edilebilir bir alacak olmaktan çıkmıştır. Bu tarih ise Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcından çok öncedir. Anılan tarihten -yani zamanaşımı süresi dolduktan- yaklaşık 16 yıl sonra idareye başvurulmasının ve 18 yıl sonra icra takibi başlatılmasının, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Zira başvurucunun ihlal iddiası açısından bu yollar on yıllık süre dikkate alındığında etkili ve tüketilmesi gereken yollar olmaktan çıkmıştır. Dolayısıyla başvurunun zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulunması gerekir. Ayrıca başvurucunun "Müvekkil bu ilamı alarak Milli Savunma Bakanlığından paranın ödenmesini talep etmiştir. Ancak yetkililer bu konuda ödenekleri olmadığını söyleyerek ödeme yapmamıştır." şeklindeki mazertetinin hiçbir dayanağı gösterilmemiştir. Başvurunun "Müvekkil 1988 yılında ağır bir kalp krizi geçirerek uzun yıllar sağlığına kavuşamamış ve haklarını arayamamıştır. Müvekkil biraz kendine gelince 13.08.2014 tarihli dilekçeyle Milli Savunma Bakanlığına müracaatta bulunarak hastalığı nedeniyle alamadığı parasını talep etmiştir." şeklindeki mazereti ise gayrı ciddidir. 1988'de kalp krizi geçirip 26 yıl sonra 2014 yılında biraz kendine gelmesi şeklindeki durum hayatın olağan akışına tamamen aykırı olup böyle bir durum gerçekten çok çok istisnaen gerçekleşebilse belgeleriyle ispatı gerekir.

34. Karardaki görüş kabul edilse ve İdarenin yargı kararıyla hükmedilen tazminatın ödenmesi konusunda elinden gelen tüm çabayı göstermesi yönünde yükümlülüğünün bulunduğu ve bu yükümlülüğün 10 yıllık süreden sonra da devam ettiği kabul edilse bile mevcut başvurunun yine de esas incelemesine tabi tutulması mümkün gözükmemektedir. Zira bu gibi durumlarda başvurucudan özen yükümlülüğü kapsamında makul bir süre içinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunması beklenir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği iddialarıyla yapılan başvurularda bile eğer olaya ilişkin soruşturmada ilerleme yoksa veya soruşturma artık etkisiz bir hâl almışsa başvurucuların, gerekli özeni göstermesi ve şikâyetini çok uzun süre geçirmeden Anayasa Mahkemesine sunması gerektiğini kabul etmekte, aksi takdirde başvuruyu süre aşımı nedeniyle kabul edilemez bulmaktadır (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, B. No: 2014/15732, 24/1/2018). Somut olayda zamanaşımın gerçekleştiği tarihte Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu açık değildir. Bu durumda başvurucudan -en azından- bireysel başvuruların kabul edilmeye başlandığı 23/9/2012 tarihinden makul bir süre sonra Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmasını beklemek gerekir. Ancak somut olayda başvurucu,23/9/2012 tarihinden sonra makul bir süre içinde bireysel başvuru yapmamıştır. Hatta başvurucu, alacağının ödenmesi talebiyle idareye yaptığı başvurunun zamanaşımı nedeniyle 21/10/2014 tarihinde reddedilmesi üzerine icra takibini dahi makul sürede başlatmamış ve bu dönemde yaklaşık 16 ay hiçbir sebep göstermeden hareketsiz kalmıştır. Dolayısıyla otuz günlük süre ister zaman bakımından yetkinin başlangıcı olan 23/9/2012 tarihi esas alınarak ister idarenin ödememe iradesini açıkça ortaya koyduğu 21/10/2014 tarihi esas alınarak hesaplansın 26/6/2019 tarihinde yapılan başvurunun süresinde yapıldığının kabul edilmesi makul gözükmemektedir. Somut olayda başvurucunun özen yükümlülüğüne uygun hareket ettiğinin söylenemeyeceği değerlendirilmektedir.

3. Esas Yönünden

35. Kararda esas yönünden yapılan ve karşıoyun girişinde özetlenen değerlendirmelerden şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır:

- İlama bağlanan kamu borçları zamanaşımına uğramaz (Kararın genelinde ilama bağlanan kamu borçlarının kamu makamları tarafından zamanaşımı gerekçesiyle ödenmemesinin anayasal olarak mümkün olmadığı kanaati dile getirilmiştir.).

- Kamu makamları borçlarını alacaklıyı arayıp bulup ödemek zorundadır. Bu konuda ödemeyi kolaylaştırıcı bir takım bilgi ve belgeler dışında alacaklıya yükümlülük yüklenemez. Alacaklı talepte bulunmak yükümlülüğü altına dahi sokulamaz. Kamu makamları talepte bulunulduğunda borcu ödemeye hazır olsa bile borcu ödeme konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmiş olamaz.

- Alacaklı özen yükümlülüğünü ne şekilde ihlal etmiş olursa olsun (somut olaydaki gibi mazeretsiz olarak onlarca yıl alacağı talep etmemiş olsa bile) kamu makamlarının yukarıda belirtilen yükümlülüğü ortadan kalkmaz.

36. Bu değerlendirmelere katılmıyoruz. Ancak buna ilişkin açıklamada bulunmadan önce çoğunluğun görüşünün bazı belirsizlikler içerdiği ve bunun uygulamada sorunlara yol açabileceğine temas etmek gerekir. Şöyle ki: kararda yer alan ilama bağlanan kamu borçlarının zamanaşımına uğramayacağı görüşünün kapsamı belirsizdir. Zira bu görüşün; (a) genel olarak ilama bağlanan tüm kamu borçları yönünden mi, (b) ilama bağlanan ve anayasal yükümlülüklerin ihlalinden doğan kamu borçları yönünden mi, (c) ilama bağlanan ve mülkiyet hakkına kamulaştırma (hukuki veya fiili) yoluyla yapılan müdahalelerden doğan anayasal yükümlülüklerin ihlalinden doğan kamu borçları yönünden mi geçerli olduğu anlaşılamamaktadır. Kararda kamulaştırma bedelinin peşin ödenmemesinin Anayasa'nın 46. maddesindeki özel güvencelere uygun olmadığı şeklinde giriş yapılmış (§§ 43, 44), sonrasında -kamulaştırma/kamulaştırmasız el atma şeklinde mülkiyet hakkına yapılan müdahale ya da herhangi bir temel hakka yapılan müdahale ile bağlantı kurulmadan- genel olarak mahkeme kararlarının yerine getirilmemesinin ve dolayısıyla ilama bağlanan kamu borçlarının ödenmemesinin Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesi ile Anayasa'nın 138. maddesinde düzenlenen yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyması zorunluluğuna aykırı olduğu yorumu yapılmış (§§ 48 ve devamı), sonunda ise -kamulaştırma/kamulaştırmasız el atma ile bağlantı kurulmadan- kamu makamlarının anayasal yükümlülüklerinin ihlalinden doğan borçları yönünden zamanaşımı gerekçesiyle ödeme yapmaktan kaçınmalarının mümkün olmadığı değerlendirilmiştir (§ 58). Haklı olarak sürekli vurgu yapılan Anayasa Mahkemesi karalarının objektif etkisi dikkate alındığında, bu kararda ortaya konan içtihadı benzer olaylarda uygulamak isteyen idare ve yargı makamları ilama bağlanan hangi kamu borçları yönünden (genel olarak tüm kamu borçları/anayasal güvencelerin ihlalinden doğan kamu borçları/kamulaştırmasız el atmadan doğan kamu borçları) zamanaşımının geçerli olamayacağını, zamanaşımı gerekçe gösterilerek ödeme yapmaktan kaçınılamayacağını değerlendirecekleri kararda belirsiz bırakılmıştır. Uygulayıcıların ilke koyan bir Anayasa Mahkemesi kararıyla bu şekilde belirsizliğe itilmesi Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Bir an için kararda son olarak söylenen anayasal yükümlülüklerin ihlalinden doğan borçların zamanaşımı gerekçesiyle ödenmemesinin mümkün olmadığının esas alınması gerektiği kabul edilse bile, bu durumda idari ve yargısal makamlar her defasında ilama bağlanan bir borcun bir temel hakkın ihlalinden kaynaklanıp kaynaklanmadığını araştırmak durumunda kalacaktır. Çok farklı alanlardaki uyuşmazlıklar üzerine verilen kararların bir temel hakla ilgisini tespit etmek ise birçok durumda kolay değildir. Ayrıca böyle bir durumda kararda yer alan 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrası ile 2004 sayılı Kanun'un 39. maddesinin birinci fıkrasının zamanaşımına ilişkin hükümlerinin sadece özel borç ilişkilerinde uygulanabileceğine ilişkin yorumu karşısında anayasal yükümlülüklerin ihlalinden kaynaklanmayan kamu borçlarının zamanaşımı nedeniyle ödenmemesinin hangi kanun hükmüne dayanılarak gerçekleştirileceği sorunu da ortada kalmaktadır.

37. Kanaatimizce herhangi bir kamu borcunun -kategorik olarak- zamanaşımına uğramadan her zaman ödenebilir olmasını temin etmek şeklinde bir anayasal yükümlülüğün Anayasa'nın herhangi bir maddesinden çıkarılması mümkün değildir. Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesi ile Anayasa'nın 138. maddesinde düzenlenen yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyması zorunluluğu da bunu gerektirmez. Tabi ki kamu makamları yargı kararlarını yerine getirmekle yükümlüdür. Bunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Bununla birlikte somut olaydaki sorun bu değildir. Somut olaydaki sorun kamu makamlarının mahkeme kararını yerine getirmeye, diğer bir ifadeyle borcu ödemeye hazır olması ancak bunun için alacaklıya sadece belli bir süre içinde talepte bulunma yükümlülüğünün yüklenmesinin Anayasa'ya aykırı olup olmadığıdır. Anayasa'da bunu engelleyen herhangi bir kural bulunmamaktadır. Dahası zamanaşımı kuralları Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin gereği olan hukuki belirliliği sağlamaya yöneliktir. Bu amaçla hukukumuzda sadece kamu borçlarının ödenmesi yönünden değil kamu alacaklarının tahsili yönünden de kamu makamları aleyhine bireyler lehine düzenlemeler bulunmaktadır. Bu kapsamda örneğin21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un "Tahsil zamanaşımı" başlıklı 102. maddesinde "Amme alacağı, vadesinin rasladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğrar." denilmiştir.

38. Bu çizilen çerçeve içinde somut olaya dönülecek olursa mahkeme ilamına bağlı olan kamu borcunun ödenmemesi suretiyle başvurucunun bir alacaktan doğan mülkiyet hakkına barışçıl yararlanmanın engellenmesi suretiyle bir müdahalede bulunulmuştur. Bu müdahalenin 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrası ile 2004 sayılı Kanun'un 39. maddesinin birinci fıkrası bağlamında kanuni bir temeli bulunmaktadır. Müdahalenin hukuki belirliliği sağlamak şeklinde kamu yararı taşıdığı da açıktır. Ölçülülük yönünden müdahalenin varılmak istenen amaca ulaşmak bakımından elverişli olduğunda da tereddüt bulunmamaktadır. Amaca ulaşmak bakımından daha hafif bir tedbirin uygulanması mümkün olduğu söylenemeyeceğinden müdahalenin gerekli olduğu sonucuna da varmak gerekir. Son olarak orantılık yönünden değerlendirme yapmak gerekir. Başvurucu karardan haberdar olunmadığını, bu nedenle talepte bulunmadığını ileri sürmemektedir. Başvurucunun talepte bulunsaydı dahi ödemenin yapılmayacağına dair bir iddiası da bulunmamaktadır. Somut olayda başvurucu sadece on yıl gibi makul bir süre içinde kamu makamlarından basit bir talepte bulunma yükümlülüğü altına sokulmuştur. Bunun başvurucu üzerine aşırı bir külfet yüklemediği açıktır. Başvurucunun talepte bulunmamasına engel durumu ile ilgili öne sürdüğü mazeretin gayrı ciddi ve temelsiz olduğu ise yukarıda açıklanmıştır. Dolayısıyla müdahalenin orantısız olmadığı sonucuna varılması gerekir.

39. Açıklanan nedenlerle somut olayda kabul edilebilirlik kriterleri aşılsa bile esas yönünden başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edilmediği kanaatindeyiz. Yukarıdaki belirttiğimiz gerekçelerle sayın çoğunluğun görüşüne katılmadık.

Üye

Recai AKYEL

Üye

Yıldız SEFERİNOĞLU

Üye

Selahaddin MENTEŞ

Üye

İrfan FİDAN

Üye

Muhterem İNCE

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

REMZİYE TEZDİĞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/33684)

 

Karar Tarihi: 21/12/2022

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Remziye TEZDİĞ

Vekili

:

Av. Vedat Mutlu ÖZEVİN

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; kesinleşen mahkeme kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

2. Eşinin vefatı üzerine ölüm aylığı ödenmesi talebiyle 27/3/2007 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) başvuran başvurucunun talebinin reddedilmesi üzerine 14/1/2008 tarihinde SGK aleyhine 1/4/2007 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlanması ve birikmiş aylıkların reeskont faiziyle birlikte ödenmesi için dava açılmıştır.

3. Mahkemece 16/2/2012 tarihinde davanın kabulüyle 1/4/2007-1/7/2010 tarihleri arasındaki aylıkların yasal faiziyle başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun aylık bağlanma koşullarının oluştuğu ve talep tarihini takip eden ay başından (1/4/2007) itibaren aylık bağlanması gerekirken başvurucuya 1/1/2009 tarihinden itibaren ölüm aylığı tahsisi yapıldığı, 1/7/2010 tarihinden itibaren de ölüm aylığı ödenmeye başlandığı belirtilmiştir. Karar Yargıtayca 11/4/2013 tarihinde onanmıştır.

4. Başvurucu, anılan kararın kesinleşmesine rağmen SGK tarafından ölüm aylıklarının ödenmediğini belirterek ölüm aylıklarının reeskont faiziyle ile birlikte ödenmesi talebiyle 9/12/2013 tarihinde SGK aleyhine ikinci kez dava açmıştır. Mahkemece 27/11/2014 tarihinde verilen davanın kabulüne dair karar, Yargıtayca 6/3/2017 tarihinde eksik inceleme gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak 15/5/2018 tarihinde verilen 9.412,85 TL birikmiş aylık alacağı ile 4.357 TL faiz alacağının ödenmesine dair karar, Yargıtayca 20/5/2019 tarihinde düzeltilerek onanmıştır.

5. Adalet Bakanlığı görüşü ekindeki SGK evraklarından başvurucunun alacağının tamamının 8/4/2022 tarihinde başvurucunun banka hesabına yatırıldığı anlaşılmaktadır.

6. Başvurucu nihai hükmü 27/9/2019 tarihinde öğrendikten sonra 30/9/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

7. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

8. Başvurucu mahkeme kararıyla hüküm altına alınan ölüm aylığı ve faizinin ödenmemesinden yakınmaktadır. Bakanlık görüşünde, alacağın tamamının 8/4/2022 tarihinde ödenmesi nedeniyle başvurucunun mağdur sıfatının devam edip etmediğinin kabul edilebilirlik incelemesinde değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu cevap dilekçesinde önceki beyanlarını yinelemiştir. Öte yandan aylıklarının zamanında ödenmemesi nedeniyle alacağının değer kaybına uğradığını ileri sürmüştür.

9. Başvuru, mülkiyet hakkı kapsamında incelenecektir. Bununla birlikte başvurucunun başvuru formunda dile getirmeyip Bakanlık görüşüne karşı cevap dilekçesinde şikâyet konusu yaptığı değer kaybı iddiası değerlendirilmeyecektir.

10. Başvurucunun kesinleşmiş alacakları ödenmiş ise de kesinleşmiş mahkeme kararına rağmen alacağın uzun bir süre ödenmemesi nedeniyle başvurucunun mağdur sıfatının devam ettiği değerlendirilmiştir. Buna göre açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

11. Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yönelik nihai bir yargı kararının uygulanmamasının ihlale yol açtığını daha önce çeşitli kararlarında kabul etmiş ve ilgili mahkeme kararını uygulamakla görevli kamu makamlarının kararın uygulanmasını engellemesinin veya kararın uygulanması için gerekli özeni göstermemesinin Anayasa'nın 35. maddesinin ihlali anlamına geldiğini vurgulamıştır. Bu minvalde kamu kurum ve kuruluşları aleyhine hükmedilmiş bir alacağın hiç ödenmemesi ya da ödenmesinin uzun sürmesi suretiyle oluşan belirsizliğin mülkiyet hakkının ihlaline neden olacağı kabul edilmiştir (Erol Aksoy (2) §§ 75-84; Nebi Seyhan, [GK], B. No: 2018/27882, 27/10/2021, §§ 50-66; Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, §§ 55-75; Mehmet Hocaoğlu, B. No: 2013/3207, 15/10/2015, §§ 59-74; Necdet Çetinkaya, B. No: 2013/7725, 24/3/2016, §§ 64-73; Ali Kayan, B. No: 2015/9814, 20/3/2019, §§ 69-75).

12. Bu ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde 16/2/2012 tarihinde ilk davanın kabulüyle 1/4/2007-1/7/2010 tarihleri arasındaki aylıkların yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine dair karar, Yargıtayca 11/4/2013 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Buna rağmen SGK tarafından ölüm aylıkları ödenmediğinden aynı taleple 9/12/2013 tarihinde ikinci kez dava açılmıştır. Neticede 9.412,85 TL birikmiş aylık alacağı ile 4.357 TL faiz alacağının ödenmesine dair 15/5/2018 tarihli karar, Yargıtayca 20/5/2019 tarihinde düzeltilerek onanmış ancak 8/4/2022 tarihinde başvurucunun banka hesabına yatırılmıştır. Buna göre mahkeme kararıyla başvurucu lehine hükmedilen alacaklar yaklaşık 10 yıl sonra ödenmiştir.

13. Bu çerçevede Anayasa'nın 138. maddesi, Mahkeme kararının gereğinin SGK tarafından kendiliğinden yerine getirmesini zorunlu kılmasına rağmen SGK'nın Mahkeme kararının icrası için harekete geçmemiş olması ve makul süreyi aşacak şekilde yaklaşık 10 yıl sonra kararın icra edilmiş olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmak gerekir.

14. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

15. Başvurucu, ilk dava tarihinden başlayarak yargılamanın makul süre içinde tamamlanmamasından yakınmaktadır. Bakanlık görüşünde, yargılama süresinin makul olup olmadığı incelenirken olağanüstü hâl koşulları ve Anayasa Mahkemesinin içtihatları ile somut olayın kendine özgü koşullarının gözönünde bulundurulması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu cevap dilekçesinde önceki beyanlarını yinelemiştir. Öte yandan makul süre hesabında ilk davanın açıldığı tarih ile ödemenin yapıldığı tarihin esas alınması gerektiğini ileri sürmüştür.

16. Başvuru, makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.

17. Başvurucu ilk dava tarihinin dikkate alınarak sürenin hesaplanması gerektiğini iddia etmiş ise de ilk davanın nihai kararının öğrenilmesinden sonra süresinde bireysel başvuruda bulunulmamıştır. Bu nedenle sadece ikinci dava dikkate alınarak değerlendirme yapılacaktır. Buna göre açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

18. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).

19. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41, 45).

20. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında 5 yıl 5 ay 11 gün devam eden yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

21. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

22. Başvurucu, ihlalin tespiti ile her hak yönünden ayrı ayrı 100.000 TL maddi tazminat ve 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

23. Başvuru konusu olayda mülkiyet hakkı yönünden ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu, tazminat olarak görülmektedir. Eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için başvurucuya manevi zararları karşılığında net 54.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Nihayetinde Mahkeme kararının gereği yerine getirildiğinden maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

24. Ayrıca makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 18.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir. Başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmayıp başvurucu da yeterli bilgi ve belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. 1. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvurucuya mülkiyet ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edilmesi nedeniyle toplamda net 72.000 TL manevi tazminatın ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için SGK'ya ve Batman 1. İş Mahkemesine (E.2017/208, K.2018/587) GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/12/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NET TARTI SİSTEMLERİ VE KALIBRASYON SERVİS SANAYİ VE TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/16839)

 

Karar Tarihi: 11/1/2023

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Net Tartı Sistemleri ve Kalibrasyon Servis Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. Saime Gülden ÇİÇEK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; ticari şirkete verilen otomatik olmayan tartı aletleri imalatı konusunda tip ve sistem onay belgesinin hukuka aykırı olarak iptal edildiği yargı kararıyla tespit edildiği hâlde bu işlem sebebiyle oluşan zararlarının karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/5/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Olayın Arka Planı

7. Başvurucu; tartı aletleri imalatı, montajı, bakımı ve onarımı işleriyle iştigal eden bir limited şirkettir. Başvurucu şirket, kurulduğu 3/9/1999 yılından beri bu sektörde faaliyet yürütmektedir. Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca başvurucuya 23/10/2000 tarihinde otomatik olmayan tartı aletleri imalatı konusunda tip ve sistem onay belgesi verilmiştir.

8. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ekipleri ile Türk Standartları Enstitüsü İzmir Bölge Müdürlüğünce yapılan denetimlerde; (1) kantarlarda tip ve sisteme uygun olmayan platform kullanıldığı, (2) onaysız ve tanımsız başka bir indikatör kullanıldığı, (3) bazı tartı aletlerinin damgasız olarak satışının ve montajının yapıldığı, (4) kantarlarda bulunan toplama kutularının damgasız olduğu, (5) kantarların dışarıdan müdahaleye açık olarak imal edildiği, (6) indikatörlerde önden bakıldığında sağ kapağın üst tarafından iki vidanın açılmayacak şekilde mühürlenmiş olmasına rağmen sol kapak vidasının sökülebilecek şekilde imal edildiği, dolayısıyla mühre hiç müdahale olmadan indikatörün içinin açılabileceği ve kalibrasyona girilerek kantarın hileli tartımına sebebiyet verebileceği tespit edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu şirketin mevzuata uygun üretim yapmadığı gerekçesiyle N. markalı tip sistem onay belgesi 3/3/2003 tarihli işlemle iptal edilmiştir.

9. Başvurucu, iptal işleminin iptali istemiyle Ankara 11. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Ankara 11. İdare Mahkemesi 12/3/2004 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun 11/1/1989 tarihli ve 3516 sayılı Ölçüler ve Ayarlar Kanunu'na aykırı üretim yaptığının sabit olduğu, bu nedenle belgenin iptal edilmesinin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Ancak ilk derece mahkemesi kararı Danıştay Onuncu Dairesinin (Daire) 9/5/2007 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:

i. Başvurucu şirket tarafından imalat ve satışı yapılan ölçü aletlerinin ilk muayene ve kuruluş aşamasında İzmir Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü elemanlarınca kontrol edilerek mevzuata uygun olarak üretildiğinin tespiti üzerine damgalandığı tartışmasızdır.

ii. Söz konusu ölçü aletleri hakkında yapılan şikâyetler üzerine, satışının yapıldığı yerlerdeki denetimlerde birtakım usulsüzlükler tespit edilmiş ise de belirtilen usulsüzlüklerin imalatçı, tamirci veya diğer imalatçılar tarafından yapılıp yapılmadığı anlaşılamamaktadır. Ölçü aletlerini usulüne uygun olarak damgalatan davacı şirketin, satıştan sonra tespit edilen olumsuzluklardan sorumlu tutulması da mümkün bulunmamaktadır.

iii. Dava konusu işleme sebep teşkil eden fiilden dolayı, davacı şirket temsilcisi hakkında açılan kamu davası sonucunda verilen karar ile de standartlara uygun olarak yapılıp damgalanan tartı aletlerine sonradan müdahale edilebilme ihtimalinin bulunmasında sanığın kusurunun olmadığı belirtilmiştir. Bu kararla başvurucu şirketin bu olayda sorumlu olmadığı görüşü teyit edilmiştir. İlgili mevzuat hükümlerine göre satışı yapılan aletlerin bakım ve muayenelerinden kullanıcıları sorumlu bulunmaktadır.

iv. Diğer yandan, İskenderun ve Çorum'da bulunan şirketlere ait ölçü aletlerinin başvurucu şirket elemanları tarafından mühürleri sökülmek suretiyle tamir edildikten sonra tekrar yetkili makamlardan damgalatma işlemi yaptırılmadan sahiplerine teslim edildiği hususu açık olmakla mevzuata aykırı bu davranış nedeniyle ilgili mevzuat uyarınca işlem tesis edileceği de muhakkaktır.

v. Bu durumda, davacı şirkete ait tip sistem onay belgesinin iptaline ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

10. Ankara 11. İdare Mahkemesince bozma kararına uyularak 20/11/2007 tarihinde idari işlemin iptaline karar verilmiştir. İptal kararı Dairenin 14/12/2009 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Dairenin 29/6/2011 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

B. Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç

11. Başvurucu 13/10/2011 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde İdareye karşı (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde, tartı sektöründe faaliyette bulunabilmenin kanuni şartı olan tip ve sistem onay belgesinin hukuka aykırı olarak iptal edildiğinin yargı kararıyla sabit hâle geldiği belirtilmiştir. Tip ve sistem onay belgesinin iptaliyle ticari faaliyetin yapılamaz hâle geldiğinin ifade edildiği dava dilekçesinde, uğranılan zararın tazmini için 5.000.000 TL'ye hükmedilmesi talep edilmiştir. Başvurucu ayrıca defter ve belgeleri ile haricen temin ettiği bir uzman raporunu da dava dilekçesi ekinde ibraz ederek bunların incelenerek zarar miktarının hesaplanmasını istemiştir. Başvurucu son olarak 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi isteminde bulunmuştur.

12. Başvurucu 75.735 TL peşin karar ve ilam harcı yatırmıştır.

13. Davalı İdarenin savunma yazılarında, denetimler sırasında yapılan bazı tespitlerde sorumluluğun kullanıcılarda olduğu kabul edilse bile kantarların dışarıdan müdahaleye açık bir şekilde imal edildiğinin, böylece hileli kullanımlara açık hâlde bulunduğunun sabit olduğu belirtilmiştir. İdare, başvurucunun müracaatı hâlinde yeniden tip ve sistem onay belgesinin düzenlenmesi mümkünken bu fırsattan yararlanmadığını ve zararın artmasına kendisinin sebebiyet verdiğini savunmuştur. İdare son olarak başvurucunun belgesi iptal edilmeseydi bile belgenin geçerlilik süresinin 31/12/2005 tarihi itibarıyla dolacağını ifade etmiştir.

14. İdare Mahkemesi 26/6/2012 tarihinde manevi tazminat istemini kabul ederek başvurucu lehine 100.000 TL manevi tazminata hükmetmiş, maddi tazminat istemini ise reddetmiştir. Kararın davanın reddine ilişkin kısmının gerekçesinde, idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için sadece zararın varlığı yeterli olmayıp bu zararın kesin olarak ortaya çıkmış, miktar olarak belirgin, yani gerçek zarar olmasının zorunlu olduğu belirtilmiştir. Kararda, iptal edilen işlem sebebiyle başvurucu şirket ana iştigal alanında hiçbir faaliyette bulunmamış olsa da idarenin dava konusu işleminin olmaması durumunda başvurucunun söz konusu ticari faaliyet çerçevesinde imalat, satış, kalibrasyon, bakım, servis, damgalama işlemlerini yapıp yapmayacağının, yapsa dahi kâr edip etmeyeceğinin kesin ve net olarak tespitinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Zarar meydana gelse dahi bunun miktarının kesin ve net olarak bilinmesinin mümkün olmadığının vurgulandığı kararda, ortada muhtemel bir zarar olduğu, gerçek bir zarar olmadığı, bu itibarla davacının bu tazminat talebinin yerinde olmadığı açıklanmıştır.

15. İdare Mahkemesi ayrıca 69.795 TL harcın başvurucuya iadesine karar vermiştir.

16. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde; hukuka aykırı olduğu tespit edilen işlemin olumsuz sonuçlarının 3/3/2003 ile 11/8/2011 tarihleri arasında etkisini gösterdiği belirtilmiş, ilgili ticari faaliyetin yürütülmesinin tip ve sistem onay belgesinin varlığına bağlı olduğuna göre zararın bulunmadığının kabulünün mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Temyiz dilekçesinde, idari işlem nedeniyle şirketin mal varlığında meydana gelen azalmanın defter ve belgelerin incelenmesi suretiyle tespitinin mümkün olduğu iddia edilmiştir.

17. İlk derece mahkemesi kararı Dairenin 15/10/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Daire kararına yönelik karar düzeltme istemi, maddi tazminat isteminin reddine ilişkin hüküm fıkrasının onanmasına ilişkin kısım yönünden 26/12/2018 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 24/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

18. 3516 sayılı Kanunu'nun 1. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun amacı, milli ekonominin ve ticaretin gereklerine ve kamu yararına uygun olarak Türkiye hudutları içinde her türlü ölçü ve ölçü aletlerinin doğru ayarlı ve uluslararası birimler sistemine uygun olarak imalini ve kullanılmasını sağlamaktır."

19. 3516 sayılı Kanunu'nun 7. maddesi şöyledir:

"Türkiye'de yapılan veya dışarıdan getirilen ölçü ve ölçü aletlerinin üzerine, bunları yapan şahıs veya firmaya ait özel bir markanın; kolaylıkla okunabilecek, silinmeyecek ve ölçü ve ölçü aletinden ayrılmayacak şekilde konulması ve Bakanlığa kaydettirilmiş olması şarttır.

Ayrıca;

a) Yurt içinde ölçü ve ölçü aleti yapan fabrika ve imalathanelerle tamir atölyeleri, yaptıkları veya tamir ettikleri ölçü ve ölçü aletleri için Bakanlıkça tespit edilecek esaslar dahilinde ve örneğine uygun, tasdikli bir imalat defteri tutmak zorundadırlar.

b) Elektrik, su, havagazı, doğalgaz, akaryakıt sayaçları, ölçü transformatörleri, taksimetreler, naklimetreler ve 2 nci madde ile kanun kapsamına alınacak diğer sayaçların muayene ve damgalanmaya kabul edilmeleri, bunların kullanışlı tip ve sistemde olduklarının Bakanlıkça önceden onaylanmış bulunmasına bağlıdır.

Bu maddenin uygulanması ile ilgili esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir."

20. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

" 1. İdari dava türleri şunlardır:

...

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

..."

B. Uluslararası Hukuk

21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

22. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129).

23. AİHM, mülkiyet hakkına ilişkin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD], B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). Ancak AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için Pine Valley Developments Ltd. ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). AİHM geleceğe yönelik gelirin, bunun kazanılmış olması veya ödenebilir hâle gelmesi durumları hariç "mülk" oluşturmasının mümkün olmadığını kabul etmektedir (Denisov/Ukrayna, [BD], B. No: 76639/11, 25/10/2018, § 137).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Anayasa Mahkemesinin 11/1/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

1. Başvurucunun İddiaları

25. Başvurucu; tip ve sistem onay belgesi olmadan otomatik olmayan tartı aletleri imalatı yapmanın mümkün bulunmadığını, belgenin iptal edilmesiyle faaliyetini yürütemez hâle geldiğini ileri sürmüştür. Başvurucu; yasal defter ve belgeler inceletmek suretiyle zararın varlığının ispatlanması mümkünken yargı mercilerinin bu yola başvurmamasının silahların eşitliği ilkesini, defter ve belgelerin incelenmemesinin ve yargılama sırasında sunulan uzman raporuna itibar edilmemesinin gerekçesinin açıklanmamasının ise gerekçeli karar hakkını ihlal ettiğini belirtmiştir.

26. Başvurucu, hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması ve kararın gerekçeli olmaması sebebiyle zararının tazmini imkânının ortadan kalktığını ve bunun aynı zamanda mülkiyet hakkının da ihlaline yol açtığını iddia etmiştir. Zararın tam miktarının ancak bilirkişi incelemesiyle ortaya konulabileceğini vurgulayan başvurucu; yeminli bilirkişiden temin ettiği uzman raporunun dikkate alınmamasının ve defter ve belgelerinin incelenmemesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca faizin başlangıç tarihinin dava tarihi olarak tespit edilmesinin açık hata teşkil ettiği ve bunun adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

27. Başvurucu, davalının harçtan muaf olduğu durumlarda nispi karar ve ilam harcının peşin olarak alınması nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini belirtmiştir.

2. Değerlendirme

28. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, hukuka aykırılığı mahkeme kararıyla tespit edilen idari işlem sebebiyle tartı imalatı faaliyetini yürütememesi ve bundan kaynaklanan zararın karşılanmamasına yöneliktir. Başvurucunun adil yargılanma hakkı yönünden ileri sürdüğü şikâyetlerinin de mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

30. Öte yandan başvurucu davalının harçtan muaf olduğu durumlarda nispi karar ve ilam harcının peşin olarak alınması nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise bu şikâyetini herhangi bir hak veya özgürlükle bağlantılandırmadığından ayrımcılık yasağı kapsamında bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

32. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaatinin olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

33. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

34. Bireysel başvuruya konu tip ve sistem onay belgesinin tartı imalatı sektöründe faaliyette bulunulabilmesi için alınması zorunlu bir belge niteliğinde bulunduğu hususunda taraflar arasında ihtilaf bulunmamaktadır. Bu durumda tartı imalatı sektöründe faaliyet gösterme iznini ifade eden tip ve sistem onay belgesinin ekonomik manada mülk teşkil ettiği açıktır. Ancak başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinin kapsamına giren bir mülkünün varlığının söz konusu olabilmesi için kamu otoriteleri tarafından usulüne uygun olarak başvurucuya tip ve sistem onay belgesi verilmiş olması veya bu belgenin verileceğine dair meşru bir beklentisinin bulunması gerekir.

35. Somut olayda başvurucu şirkete 23/10/2000 tarihinde otomatik olmayan tartı aletleri imalatı konusunda tip ve sistem onay belgesi verilmiştir. Başvurucu bu belgeye istinaden bireysel başvuruya konu idari işlemin tesis edildiği 3/3/2003 tarihine kadar faaliyet yürütmüştür. Bu durumda müşteri çevresi ve ticari itibar sağladığı açık olan tip ve sistem onay belgesinin başvurucu şirket yönünden ekonomik bir değerinin olduğu ve bu ekonomik değerin mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır.

ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü

36. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve üzerinde tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma imkânı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

37. Anayasa'nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

38. Başvurucu şirketin mülkiyetinde bulunan tip ve sistem onay belgesinin iptal edilmesi Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkına müdahale oluşturmaktadır. Somut olayda olduğu gibi otomatik olmayan tartı sektörünün düzenlenmesi kapsamında tip ve sistem onay belgesi verilmesinin veya bu belgenin iptalinin kamu makamlarının kontrol ve düzenleme yetkisi kapsamında olduğu açıktır. Bu sebeple başvurunun mülkiyetin kullanımını düzenleme ve kontrole ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

39. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

40. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62). Bu bağlamda öncelikle müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı incelenmelidir.

41. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkelerin düzenlendiği Anayasa'nın 13. maddesinde de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği temel bir ilke olarak benimsenmiştir. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır (Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49).

42. Somut olayda başvurucunun tip ve sistem onay belgesinin iptal edilmesine ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğu Ankara 11. İdare Mahkemesinin 20/11/2007 tarihli kararıyla saptanmıştır. Tip ve sistem onay belgesinin iptal edilmesine ilişkin işlemin hukuka aykırı olması başvurucunun belgeye konu faaliyette bulunmasının engellenmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanaktan yoksun olduğunu da göstermiştir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik ihlalin Ankara 11. İdare Mahkemesi tarafından tespit edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu aşamadan sonra Anayasa Mahkemesince yapılacak inceleme bu ihlalin giderilip giderilmediğine yönelik olacaktır.

43. İdari işlemin iptal edilmesi ve manevi tazminata hükmedilmesi başvurucunun mağduriyetini hafifletse de tam olarak gidermemektedir. Mağduriyetin gerçek manada ortadan kalkabilmesi için başvurucunun mülkiyet hakkının ihlali sebebiyle oluşan maddi zararlarının da karşılanması gerekir. Başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik ihlalin giderilmesi amacıyla tam yargı davası açtığı anlaşılmıştır. İdare Mahkemesinin başvurucunun maddi tazminat istemini reddettiği görülmüştür. İdare Mahkemesine göre başvurucu şirket iptal edilen işlem sebebiyle ana iştigal konusunda hiçbir faaliyette bulunmamış olsa da idarenin dava konusu işlemi tesis etmemiş olması durumunda dahi başvurucunun söz konusu ticari faaliyet çerçevesinde imalat, satış, kalibrasyon, bakım, servis, damgalama işlemlerini yapıp yapmayacağının, yapsa bile kâr edip etmeyeceğinin kesin ve net olarak tespiti mümkün değildir. Zararın miktarı kesin ve net olarak belirlenemeyeceğinden başvurucunun ileri sürdüğü zarar muhtemel olup gerçek değildir.

44. İdare Mahkemesinin tazminata hükmedilebilmesi için zararın muhtemel olmaması şartını aramasının Anayasa'nın 35. maddesindeki güvenceler gözetildiğinde keyfi ve temelsiz olmadığının altı çizilmelidir. Anayasa'nın 35. maddesi kural olarak geleceğe yönelik gelir kayıplarını güvence altına almamaktadır. Bununla birlikte somut olaydaki gelir kaybının muhtemel olmadığı, tip ve sistem onay belgesinin iptaline bağlı olarak ortaya çıkan hesaplanabilir bir zarar olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucunun ana faaliyetin tartı aletleri imalatı olduğu ve söz konusu faaliyetin yürütülmesinin tip ve sistem onay belgesinin verilmesine bağlı bulunduğu gözetildiğinde bu belgenin iptalinin başvurucunun kazancında azalmaya yol açmadığının kabulü mümkün değildir. Söz konusu belgenin iptalinin, başvurucunun ticari faaliyetinin aksamasına, buna bağlı olarak da gelir kaybına yol açması kaçınılmazdır.

45. Zararın miktarının tam olarak bilinmemesi muhtemel olduğu anlamına gelmez. Zararın hesaplanabilir olması, mülkiyet hakkıyla ilgili anayasal güvencelerin harekete geçmesi, dolayısıyla tazmin yükümlülüğünün doğması için yeterlidir. Bir ticari faaliyetin engellenmesi müdahalenin olmadığı dönemde elde edilenin altında kalan tutar kadar zararın ortaya çıkmasına yol açar. Böyle bir durumda zararın miktarının hesaplanmasında belli ölçüde güçlüklerle karşılaşılabilirse de muhtemel olduğunun ifade edilmesi makul bir yorum olarak görülemez (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Emrullah Yılmaz, B. No: 2019/37252, 15/6/2022, § 51).

46. Olayda başvurucu defter ve belgeleri ile mali müşavirden temin ettiği bir adet uzman raporunu İdare Mahkemesine ibraz etmiş, bilirkişi incelemesi yaptırılarak zararın miktarının netleştirilmesi isteminde bulunmuştur. Ancak İdare Mahkemesinin bu yönde bir girişimde bulunmadığı görülmektedir. Başvurucunun 23/10/2000 tarihinde otomatik olmayan tartı aletleri imalatı konusunda tip ve sistem onay belgesi aldığı ve bu belgenin iptal edildiği 3/3/2003 tarihine kadar belgenin sağladığı haklardan yararlanarak ticari faaliyette bulunduğu tartışma dışıdır. Başvurucunun defter ve belgeleri incelenerek 23/10/2000 tarihi ile 3/3/2003 tarihi arasında belgeye konu faaliyetinden ne kadar kâr elde ettiği ortalama olarak tespit edilebilir niteliktedir. Bu şekilde başvurucunun belgenin iptali sebebiyle uğradığı gelir kaybının yaklaşık tutarının hesaplanması mümkündür. Hâl böyleyken başvurucunun zararının muhtemel nitelikte olduğu kabul edilerek -miktarının tespitine yönelik araştırmaya girilmeksizin- maddi tazminat isteminin reddine karar verilmesi mülkiyet hakkına yönelik ihlalin sonuçlarının giderilmesini önlemiştir.

47. Hukuk devletinde idare, hukuka aykırı olarak tesis ettiği işlemlerin sebep olduğu ihlalleri giderme yükümlülüğü altındadır. İdare, eski hâle getirme (restitutio in integrum) ilkesi gereğinde kişiyi, hukuka aykırı işlem tesis edilmemiş olsaydı kişi hangi durumda olacaksa ona mümkün olduğunca en yakın konuma getirmekle yükümlüdür. Bu açıdan, idari işlemin iptal edilmesi ve başvurucu lehine manevi tazminata hükmedilmesiyle ihlalin bütünüyle giderildiği söylenemeyecektir. İhlalin tam olarak giderildiğinden söz edilebilmesi için hukuka aykırı işlem tesis edilmemiş olsaydı başvurucunun elde edeceği kazancın da başvurucuya ödenmesi gerektir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Narin Nihal Parlak, B. No: 2019/16487, 3/3/2022, § 39).

48. Sonuç olarak tip ve sistem onay belgesinin iptaline ilişkin işlemin iptaliyle tespit edilen ihlalin tam olarak giderilmesi, İdare Mahkemesinin başvurucunun zararının muhtemel olduğu gerekçesiyle tam yargı davasını reddetmesi suretiyle önlenmiştir. Bu durumda -her ne kadar yüksekçe bir miktarda manevi tazminata hükmedilmiş olsa da- mülkiyet hakkına ilişkin ihlalin devam ettiği kabul edilmelidir.

49. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

50. Başvurucu, manevi tazminat için hükmedilen faizin dava tarihinden itibaren işletilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmekteyse de manevi tazminatın miktarının tespitinde -maddi tazminattan farklı olarak- mahkemelerin takdir yetkisinin genişliği gözetildiğinde faizin dava tarihinden itibaren işletilmesinin mülkiyet hakkına ilişkin anayasal güvencelere aykırılık teşkil etmediği değerlendirilmiştir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

51. Başvurucu, yargılamanın makul süre içinde tamamlanmaması nedeniyle etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

52. Başvurucu, etkili başvuru hakkına yönelik ihlal iddiasını herhangi bir hakla bağlantılandırmadığından bu şikâyetin makul makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun bulunmuştur.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

53. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

54. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45, 47).

55. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).

56. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında yaklaşık 7 yıl 2 ay 13 gün devam eden yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Giderim Yönünden

58. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini ve 2.000.000 TL'nin yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesini talep etmiştir.

59. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

60. Başvuruda tespit edilen mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

61. Mülkiyet hakkı yönünden ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebi kabul edilmemiştir.

62. Makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 36.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 8. İdare Mahkemesine (E.2011/2212, K.2012/872) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 36.000 TL manevi tazminatın ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/1/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---