18 Mayıs 2018’de yürürlüğe giren ve İmar Kanunu Geçici 16. Maddede düzenlenen imar barışı, izin almadan/kaçak yapılmış yapıları statik durumu vb. hiçbir kriter getirmeden izinli yapı statüsüne sokmuş ve depreme dayanıklılık konusunda sorumluluğu yapı sahibinin üzerine bırakmıştı. Nitekim bu son hususu “Yapının depreme dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır.” Şeklinde açık bir ifadeyle hükme bağlamıştı.

Danıştay 6. Dairesinde Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslara dair tebliğin iptali istemiyle açılan davada, Daire, dava konusu tebliğin dayanağı Geçici 16. Maddenin 10. fıkrasının 3. cümlesini Anayasaya aykırı görerek Anayasa Mahkemesine başvurmuş, bunun üzerine Anayasa Mahkemesince 23 Temmuz 2024 tarihli ve 2023/74 esas sayılı kararıyla “Yapının depreme dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır.” cümlesi iptal edilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararı henüz yayınlanmadığından mahkemenin Anayasa’ya aykırılık hususundaki değerlendirmesini tam olarak bilemiyoruz. Ancak aşağıda da belirteceğimiz üzere iptal edilen düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığı konusunda esasında çok da büyük bir şüphe bulunmamaktadır.

Hatırlanacağı üzere imar barışı olarak anılan düzenleme hükümetin bir seçim yatırımı olarak gündeme gelmişti. Hatta izleyen seçim dönemlerinde de söz konusu düzenlemenin kapsamının genişletilmesine yönelik teşebbüslere şahit olduk. Yasa kamuoyunda gündeme geldikten sonra çokça tartışmaya da konu olmuştu. Nitekim biz de söz konusu düzenlemenin ve daha sonraki değişiklik teşebbüslerinin sorunlu yönlerine işaret eden birkaç yazı kaleme almıştık. (https://www.hukukihaber.net/imar-barisi-2024-yapi-kayit-belgesi-hakkindaki-teklifin-hukuki-degerlendirilmesi)

Kısaca özetlemek gerekirse imar barışı kapsamına ve konunun karmaşıklığına rağmen oldukça kısa bir düzenlemeydi. Kanunla düzenlenmesi gereken pek çok husus idarenin düzenleyici işlemlerine ve hatta takdirine bırakılmıştı. Özel koruma bölgelerindeki yapılara ilişkin eksik düzenlemeler uygulamayla ve yargı kararlarıyla doldurulmuş fakat bu da hukuki belirliliğe ve eşitlik ilkesine aykırı bir sonuç yaratmıştı. Düzenlemenin kusurlu yönlerinden bir tanesi de Anayasa Mahkemesinin kararına konu olan depreme dayanıklılık hususunun yapı malikinin sorumluluğuna bırakılmış olmasıydı. Kaçak yapıya İmar Barışı kapsamında Yapı Kayıt Belgesi vererek yapıya hukukilik vasfını kazandıran devlet yapının depreme dayanıklılığı hususunda herhangi bir denetleme yapmayarak olası bir zararda da sorumluluğu tümüyle Yapı Kayıt Belgesi sahibine bırakmıştı. Ne yazık ki bu düzenlemeyle yapıların depreme dayanıklılığı sorunu sadece ortaya çıkacak zararın kime ait olacağı meselesinden ibaret görülmüştü. 

Bu yaklaşım Anayasa da yapıların denetimiyle ilgili olarak devlete yüklenen ödevle ve yüksek mahkemelerin bu konuda verdikleri kararlarla açıkça çelişiyordu. 2023 yılındaki deprem faciasından sonra yapı denetimi konusunda devlet kurumlarının sorumluluğu çok daha fazla tartışılır oldu. Nihayet Anayasa Mahkemesinin ilgili kararıyla yapıların depreme dayanıklılığı hususunun oluşacak zararın sorumluluğunu yani tazminat ödeme yükümlülüğünü kimin üstleneceğinden ibaret olmadığı tekrar tescillenmiş olmaktadır.

Anayasanın 56. Maddesini hatırlamak gerekirse: “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, iş birliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler…”

Keza, çeşitli yargı kararlarında istikrar kazanmış kabule göre; “Afetlerin önlenmesi ve zararların azaltılması amacıyla alınması gereken tedbirleri araştırmak, bu konudaki temel hedef ve politikaları belirlemek, ülke içindeki bilimsel, teknik ve idari çalışmaları koordine etmek, ortak sonuçları tüzük, yönetmelik, talimat ve eğitim yoluyla uygulamaya aktarmak ve denetlemek, afet zararlarının azaltılması amacıyla ulusal ve uluslararası işbirliği, proje ve programları oluşturmak, elde edilen sonuçları uygulamaya aktarmak, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı veya ikamet için yasaklanmış afet bölgelerini tespit ve ilan etmek, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini ve projelendirme esaslarını tespit etmek, depremleri ve etkilerini incelemek, elde edilen sonuçlara göre deprem katalogları ve ülkenin deprem haritalarını hazırlamak ve geliştirmek ve depremlerden dolayı hasar görmüş yapıların takviye ve onarım yöntemleriyle ilgili çalışmalar yapmak Devletin görev, yetki ve sorumlulukları arasında bulunmaktadır. Deprem olgusunun, doğal bir olay olarak ortaya çıkmasının yanında, idarece gerçekleştirilecek uygulamalarla doğabilecek zararların önlenmesi, hatta ortadan kaldırılması mümkündür. Başka bir anlatımla, depremin nerede, ne zaman ve hangi büyüklükte olacağı öngörülememekle birlikte, depremin yaratacağı olumsuz sonuçların öngörülebilir olduğu ve oluşacak zararların en aza indirilmesi için önceden önlem alınabileceği açıktır.” (DANIŞTAY 10. DAİRE E. 2005/9126 K. 2007/3069 T. 28.5.2007 ayrıca bkz. BURSA 1. İDARE MAHKEMESİ E. 2010/1306, K. 2012/1352)

Hükmünün İptal Edilmesinin Sonuçları:

Anayasa Mahkemesinin iptal etmiş olduğu hüküm, anayasayla yasal kurallarla ve yargı kararlarıyla devlete verilmiş olan temel denetleme ödevinin ihlalinden kaynaklanan sorumluluğu yapı sahipleri üzerinde bırakmanın bir aracı olarak iş görmüştü. Ancak Anayasa Mahkemesinin kararıyla gerekçeli kararın yayınlanmasından itibaren artık devletin yapının depreme dayanıksız inşa edilmesi sebebiyle ortaya çıkacak sorumluluktan kurtulması mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla yapı kayıt belgesi verilmiş ama depreme dayanıksız şekilde inşa edilmiş yapıların vereceği zararlardan dolayı idaredeki yetkili kişilerin ve genel olarak idarenin cezai ve mali sorumluluğu ortaya çıkacaktır. İlk başta oldukça kötü bir şekilde yapılan imar barışı düzenlemesi bu iptal kararlarıyla birlikte yeni hukuki sorunlar da ortaya çıkarmış olmaktadır. Zira deprem mevzuatı bakımından sorunlu olmakla birlikte imar barışı çerçevesinde verilmiş olan yapı kayıt belgeleri için idare gelecekte doğabilecek sorumluluktan kurtulmak isterse bunu hangi yasal çerçevede yapacağı konusunda bir tereddüt doğma ihtimali bulunmaktadır. Çünkü mevcut durumda yapı kayıt belgesi almış dolayısıyla hukukileştirilmiş yapılar bulunmaktadır. İdarenin daha önce yapması gereken denetimleri şimdi nasıl yapacağı ve bu denetim sonucunda bir aykırılık tespit edildiğinde bunun nasıl giderileceği belirsiz durumdadır.

Bu çerçevede akla gelebilecek uygulamalardan birisi yapı kayıt belgelerinin deprem mevzuatına aykırılık nedeniyle iptal edilmesi olabilir. Ancak bunun için de açık bir yasal hüküm olmadığı gibi bugüne kadar yapı kayıt belgesi verilmiş olan her bina için bir depreme dayanıklılık incelemesinin yapılması gerekecektir. Pratikte bu usulün işlemesi de çok kolay görünmemektedir. Eğer böyle bir yola gidilirse ortaya çıkacak başka bir sorun devletin daha sonradan hukuka aykırılığı ortaya çıkmış bile olsa yasal düzenlemeyle yapı sahiplerine vermiş olduğu bir hakkı geri alması gibi bir durum ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla eğer yapı kayıt belgeleri depreme dayanıklılık yönünden incelenecekse ilave bir düzenleme ile güçlendirmeye teşvik anlamına gelecek destekler sağlanmalıdır.

Bütün bu olasılıklar hiç kuşkusuz çok sayıda hukuki ihtilafın doğmasına neden olacaktır. Söz konusu imar barışı uygulamasına baktığımızda düzenlemenin getirmiş olduğu idari ve yargısal iş yükünün muazzam boyutta olduğunu söylemek gerekmektedir. Bu son iptal kararı ile birlikte ortaya çıkacak ihtilaflar da yeni bir iş yükü çıkaracaktır. En azından bundan sonraki süreçte daha az idari ve yargısal iş yüküyle karşılaşmak için belirsizlikleri ve sorunları adil bir şekilde giderecek özenli ve ayrıntılı düzenlemelerin ivedilikle hayata geçirilmesi gerekmektedir.